Monthly Archives: Mayıs 2021

“Eleştiri – Ego’nun Bir Ürünü” (Linkedin)

Bir dereceye kadar hepimiz başkalarını eleştiriyoruz. Aslında, başkalarını eleştirmek, çok az kişinin yapmak istemeyeceği bir davranıştır. Maalesef, eleştiri aslında kendi egomuzun kendisine tapmasıdır. Kendini beğenme ve haklı öfke bize öyle bir üstünlük duygusu verir ki, pek çoğumuz buna karşı koyamayız.

Kendimizi daima başkalarıyla kıyaslarız. Farkında olsak da olmasak da, özgüvenimizi bu şekilde geliştiririz. Bu nedenle, başkalarına ne kadar düşük bakarsam, kendimi o kadar yüksek görürüm. Ve kendimi yükseltemezsem, yalnızca başkalarını düşürmekle meşgul olurum. Başkalarına büyüklük taslama ve onları küçümseme eğilimimizin nedeni budur. Tıpkı bir zamanlar insanların Dünya’nın evrenin merkezinde olduğuna inandıkları gibi, biz de kendimize itiraf etmesek bile, bu şekilde Yaratılışın merkezi olduğumuzu hissediyoruz.

Bununla birlikte, doğası gereği diğer tüm olumsuz özellikler gibi, eleştiriyi de birçok iyilik getiren yapıcı bir güce dönüştürebiliriz. Kıskançlık, güçlü ve eziyet verici bir duygudur. Başkalarının başarılı olduğunu gördüğümüzde, içimizde hem kıskançlık hem de konumumuz için bir korku uyanır. Doğal olarak onları tutkuyla eleştireceğiz. Ancak kıskançlık olmasaydı medeniyet yaratamazdık. Kıskançlık rekabet yaratır ve rekabet ilerleme yaratır. Bunu anlarsak, kendi gelişimimizin başkalarının gelişimine bağlı olduğunu anlayacağız. İşin püf noktası, kıskançlığı ve rekabeti dengede tutmak ve bugün olduğu gibi aşırıya kaçmamaktır.

Şu anda egolarımız, başkalarını yok etmek istedikleri bir noktaya geldi. Bu öncelikle uluslararası ilişkilerde belirgindir, ancak etnik gruplar, kültürler, dinler ve siyasi görüşler arasında yükselen sosyal gerilimleri düşünürseniz, bir çatışmaya doğru ilerlediğimiz açıktır. Bunu önlemenin tek yolu, birbirimize bağımlı olduğumuzu fark etmektir. Karşı görüşün varlığı olmadan, benim görüşüm hükümsüz hale gelecektir. Dahası, kendi görüşümüz zıt bir görüşe tepki olduğu için, şu anda düşündüğümüz yönde dahi düşünmezdik.

Örneğin Sosyalizmi ele alalım. Kapitalizm olmasaydı, bütün bu Sosyalizm fikri doğmazdı ve toplumla ilgili katkıda bulunduğu asil fikirler asla ortaya çıkmazdı.

Bu nedenle, egonun ürünü olan eleştirinin, tam olarak eleştirilen konu veya eleştirilen kişi sayesinde kendi fikirlerimizin ve eleştirimizin değerlendiğini fark etmedikçe, eleştirinin yıkıcı olduğunu görürüz. Bunu aklımızda tutarsak, eleştiri büyümeye ve refaha yol açacaktır. Aksi takdirde, kendi iyiliğimiz için bunu kendimize saklasak iyi olur.

Kabala Kişiye Ne Verir?

Soru: Kabala bir kişiye ne verir ve bugünkü karmaşık yaşamımıza nasıl uygulanır?

Cevap: Bizim zamanımızda, iş, okul, aile veya kariyer dışında hiçbir şey düşünmek istemeyen en sıradan kişi bile, Kabala tarafından ifşa edilen ve başka hiçbir yerde olmayan doğanın temel yasalarını bilmiyorsa, dünyayı kendisi için doğru ve güvenli hale getiremez.

Kabala’nın bize açıkladığı gerçek doğa yasalarını bilmeden, toplumu, doğru ya da varoluş için iyi bir ortam yapamaz. Bu nedenle, bu bilime hakim olmak onun için gereklidir.

Eskiden ilkokul eğitimi yeterli bilgi sağlardı ve hayatımızın geri kalanına hazırlanırdık. Günümüzde, Kabala biliminin bize neyi ifşa ettiğini bilmeden, neredeyse var olamaz ve doğru bir şekilde ilerleyemeyiz.

Neden Zohar Kitabı’nın Küçük Bir Parçası Ortaya Çıktı?

Yorum: Başlangıçta, Zohar Kitabı tüm Tora’nın, tüm Tanah’ın bir yorumuydu ve her şeyi içeriyordu.

Cevabım: Gerçekten, Zohar yorumu Tora, Peygamberler ve Kutsal Yazılar üzerine – Tanah olarak kısaltılan üç kitabın hepsi üzerine yazıldı. Ama bu kitabın sadece yüzde onu bize geldi.

Neden sadece Tora’nın tefsiri korunmuştur? Bu soruya hiçbir yerde cevap bulamadım. Bence bizim neslimiz için belki daha fazlası gerekli değildir.

Yine de Zohar Kitabı’nın yazarları, yazdıktan sonra onu hemen gizlemişse ve ancak şimdi küçük bir kısmı açığa çıkmışsa neden bu kadar çok çalıştı?

Sanırım bu kitabı birlikte yazdıkları için, ruhlar arasındaki bağı düzeltiyorlardı. Sonuçta, Zohar, bilgisayardaki bir program gibi, ruhları birbirine bağlayan bütün bir sistemdir. Yazdığınız zaman bu makineyi açarsınız ve bilgisayar, programına göre tamamen farklı bir şekilde çalışmaya başlar.

Bu programa göre,  Zohar Kitabı’nın yazarları, ruhlar arasında ortak bir bağlantı kurdular. Bugün, kendimizi bu programa, bu doğru topluluğa dahil etmek için onun sadece yüzde onuna ihtiyacımız var.

Öte yandan, kalan yüzde doksanın da aniden açığa çıkma ihtimalini göz ardı etmiyorum ve onları bir yerlerde, Kumran’ın bulduğu gibi bulacağız.

Neyi Seçeceksiniz: Yaşamı Mı Ölümü Mü?

Hepimiz ortak ruhun kırılmasının parçalarıyız. Bedenlere bakmayın; içimizdeki arzulara bakın. Her birimizin içinde, Adam HaRishon’un arzusunun, tek, eksiksiz kabın bir parçası vardır. Bu kabı eski haline getirmek için, arzularımızı birbirine bağlamamız gerekiyor: Benim, senin, onun, hepimizin, tüm insanlığın.

Bunu istiyor muyuz? Tabi ki hayır.  Ancak, bu olmadan sıkıntıdan kurtulamayacağımızı anlamak önemlidir. Salgın bitmeyecek, bizi terk etmeyecek, insanlık, aramızdaki bağı düzeltmemiz gerektiğini anlayana kadar çok büyük sorunlarla karşılaşacak.

Sorunlar öyle bir yönde ortaya çıkacak ki, sadece iyi bağımızın her şeyi düzeltebileceğini anlayacağız. Ama bu bağı istemeyeceğiz ve sonra Yecüc ile Mecüc savaşı, herhangi bir bağ istemeyen egoizmimiz arasında patlak verecek ve gerçek şu ki, bağ kurmak zorundayız, yoksa sadece hayatta kalmakta değil, iyi hiçbir şeyimiz olmayacak, hiçbir şeyde başarı olmayacak.

O zaman insanlar ne kadar egoizm uçurumu içinde olduklarını anlayacaklar, çünkü ben diğeriyle bağ kurmaktansa ölmeyi tercih edeceğim. Bu adamdan o kadar nefret ediyorum ki hayat kurtaran ilacı ondan alamıyorum. Bana ilaç veriyor ama o benim düşmanım. Ben de ilacı almadan ona sırtımı dönüyorum ve ölüyorum.

Yine de bir seçeneğim var: Nefretimi yenmek ve ona sevgiyle yaklaşmak ve bana yardım etmek istediğini kabul ederek ilacını alıp, iyileşmek. Bağ kurduğumuzda, onunla birlikte üçüncü bir kişiye, sonra dördüncü kişiye gidebilir ve böylece herkesi bu yaşam iksirini almaya ikna edebiliriz.

Ancak bunu yapmak son derece zor olacaktır. Her insanda yükselen gurur onu öldürür ve kişi bununla baş edemez. Ancak, Zohar Kitabı’nda,  Kabalist Hiya’nın yere düştükten sonra: “Toz, toz, ne kadar inatçısın” diye yalvardığı gibi ve kendini tamamen sıfıra indirdikten sonra, yavaş yavaş beladan kurtulabilirsin. Başka yolu yok. Islahlara ihtiyacımız var!

Bütün bunlar doğamızın tam tersidir ve bu nedenle, bunu tek başına yapmak imkansızdır ancak onluda çalışarak olur. O zaman her birimiz dostların etkisi altında oluruz ve bu, kişisel hesaplamaların üzerine çıkmamızı ve ortak bir tutum oluşturmamızı sağlar.

Buna sürekli geri gelirseniz ve haftada sadece bir kez hatırlamazsanız, bu seçimi yapmanız kolay olacaktır. Ne kadar iğrenç ve nefret dolu olursa olsun yapmam gerektiğini düşünmeye devam edersem, bu fikre, bu konuşmalara alışırım. Alışkanlık ikinci bir doğa haline gelir; her şey kendimizi doğru düşünceye nasıl geri getirmeye çalıştığımıza bağlıdır.

Bu düşünce benim için tatsız ve arzu edilmeyen olsa bile, tekrar tekrar denediğim başka bir seçenek yoktur. Sonra birden, duymak istemediğim duruma sürekli dönerek, onu tam tersi şekilde algılamaya başladığımı fark ederim. Bu nasıl olabilir? Ondan çok nefret ediyordum, onu tamamen reddettim ve şimdi etmiyorum.

Düşman hayatımın bir parçası haline gelir. Ondan nefret ettim, onu uzaklaştırdım, görmek ya da duymak istemedim, sadece beni çileden çıkardı. Ve aniden resmin ayrılmaz bir parçası haline gelir. Hala bana karşı ama onsuz, resim eksik kalacaktır.

O zaman bu kısma gerçekten ihtiyacım olduğunu keşfederim. Hem nefretle hem de sevgiyle, zıt güçlerle çalışmayı bu şekilde öğreniriz ve her şeyin bir yeri olduğunu görürüz.

Bu, her ülkenin komşusunu yenmeye ve yok etmeye çalıştığı dünyamızın tam tersidir. Asla başarılı olamayacaklarını anlamıyorlar; çünkü gelişimimiz bu yönde değildir, daha ziyade herkesin bir yeri olmasını sağlamaktır.

Bir Kabalistin Dünya İçin Endişesi

Yorum: Dünyanın perspektifinin düzeltilmesi gerektiğini söylüyorsunuz, ama haberleri izlediğimde dünyada hiç hissetmediğim farklı şeyler olduğunu görüyorum.

Bu beni biraz endişelendiriyor çünkü her zaman haberleri dinleyen ve dünyada olup biten her şeye karşı çok duyarlı olan ve herkesi sanki kendi oğullarıymış gibi derinden önemseyen Rabaş’ı düşünüyorum. Bu, duygularımın Rabaş’ın duygularına hiç benzemediği anlamına geliyor.

Benim Yorumum: Henüz Rabaş’ın seviyesine ulaşmadığınız için bu o kadar da kötü bir şey değil. Umursamanız iyi bir şey, önemsemeye devam edin.

Rabaş, dünyanın tüm sorunlarını, onun içinde nasıl tezahür ettiklerini anladı ve tabi ki onun için çok acı vericiydi. Siz, insanlığın çocuklarınız gibi olduğunu hissetmiyorsunuz ve bu nedenle kayıtsızsınız. “Ne olmuş yani bir şey yanıyorsa, biri öldürüldüyse, bir şey olduysa? Dünya çapında her gün milyonlarca insan öldürülüyor.”

Rabaş ise bunu manevi olgu olarak hissetti, bu da tüm dünyanın onun önünde olduğu anlamına geliyordu. Aslında dünyada olup biten her şeyin kendisine nasıl ağır bir yük gibi yüklendiğini görebiliyordu.

Bize öyle geliyor ki, tamamen egoist bir bakış açısıyla bir Kabalist, bulutların üzerinde bir kuş gibi, tüm maddi sorunlardan arınmış, dünyamızı unutarak, hiçbir şeyi umursamadan yüzüyor. Hayır. Her şey onu ilgilendirir çünkü dünyanın genel ıslahını önemser.

“Farklı İnsanlar, Farklı Dünyalar” (Linkedin)

Birinin siyah gördüğü yerde, diğeri beyaz görür. Biri bir şeyin iyi olduğunu düşünür ve bir diğeri kötü olduğundan emindir. Farklı insanlar, farklı dünyalar. Dünyalar kadar ayrı olduğumuzda, kabuklarımızın içine kapalıyken ve tamamen farklı bakış açılarıyla nasıl işbirliği yapabiliriz? Ve neden en başta bu böyle yaratıldık?

Her insan kendine özgü bir dizi özellik ve nitelikle doğar. Her insan belli bir ailede, belli koşullar altında büyür, belli bir yetiştirme süreci alır ve farklı deneyimlerle yaşar. Her insan, basın kuruluşları ve sosyal medya ağlarından etkilenir ve tüm bu faktörler bizi biz yapar.

Tüm bu faktörler nedeniyle, dünyayı her birinin taktığı kendine özgü gözlüklerle, farklı filtrelerle görürüz. Bu yüzden diğer insanları anlamak bizim için çok zordur, hatta imkânsızdır. Sonuç olarak, kendimizi sürekli çatışmaların içinde buluruz. Bizim görüşümüzün doğru olduğunu kanıtlamaya çalışırken, her birimizin benzersiz olduğunu unuturuz ve sonunda hayal kırıklığı, umutsuzluk ve depresyondan başka hiçbir yere götürmeyen sonsuz ego-savaşlarının içinde yutuluruz.

Görüşümüz bizim için neden bu kadar önemli? Görüşümüz bizim kim olduğumuzu temsil eder; o, benliğimizin, egomuzun ifadesidir. Biri benimle aynı fikirde değilse, bu varlığımın temelini sarsar, kendimi değersiz ve önemsiz hissetmeme ve dolayısıyla güvensiz hissetmeme neden olur.

Birbirimizle rekabet etmemiz gerektiği öğretildiği sürece, birbirimize zarar vermeye devam edeceğiz ve birbirimizin benzersizliğini bir tehdit olarak göreceğiz. Bireyselliğimizi toplumsal olarak yapıcı bir faktöre dönüştürmek için eğitimimize bir katman daha eklemeliyiz.

Bu katman, doğanın birbirini tamamlayan zıtlıkları ile ilgilidir. Tüm yaşamın birbirini tamamlayan ve birbirimizin varlığını mümkün kılan zıtlıklardan oluştuğunu kendimize hatırlatmalıyız. Tıpkı ölüm ve çürüme olmadan doğum ya da büyüme olmayacağı gibi, düşüncelerde ve fikirlerde çelişen görüşler olmadan da büyüme olmazdı. Doğada karşıtlar birbirlerini yok etmezler; birbirlerini tamamlarlar, birbirlerini cesaretlendirirler ve birbirlerinin varlığını garanti ederler. Bu, doğanın bütünsel formülüdür ve bizler onun önemini anlayıp topluma uygulamazsak, birbirimizi güçlendirmek yerine birbirimizi yok edeceğiz.

Bir kişinin hedefine ulaşmak için uzun bir yolculuğa çıkması, tek ayak üzerinde zıplayarak gerçekleşmez. Hedefimize ulaşmak için sol ve sağ, her iki bacağı kullandığımızda olur. İnsan toplumu da aynı şekilde olmalıdır. Hedefimiz birliktir ve oraya ulaşmanın tek yolu aramızdaki bağı güçlendirmektir. Bununla birlikte, birbirimizden ayrıldığımızı ve birbirimizden nefret ettiğimizi hissetmedikçe ve nefretimizin üzerine çıkmak için birliğimizi güçlendirmemiz gerekmedikçe, bağ kurma dürtümüz olmayacaktır.

Bu nedenle, görüşlerini küçümsediğimiz biriyle karşılaştığımızda, bu görüşün bizim patronluk yapmamız için değil, daha güçlü bir bağ kurmanın temeli olduğunu unutmamalıyız. Hissettiğim bu uzaklık, yakınlığı inşa etmemdeki itici güçtür ve inşa etmemiz gereken şeyin tersi dışında hiçbir zaman başka bir itici güç olmayacaktır.

Başkalarıyla hiçbir çatışma hissetmeyen insanların, birleşmek için hiçbir nedenleri yoktur; onlar oldukça memnun, ilgisiz ve büyük ölçüde kayıtsızdırlar. Sadece farklı olan, birbirinden ayrı dünyalarda olan insanlar gerçek birliği, güçlü bir bağı ve nihayetinde gerçek sevgiyi inşa edebilirler.

“Çocuk İstismarını Sonlandırmanın Bazı Yolları Nelerdir?” (Quora)

Çocuk istismarını sona erdirmenin nihai çözümü, zamanımızdaki tüm sorunlarımızı sona erdirmekle aynı çözümdür: Olumlu hale gelmeleri için bağlarımız üzerinde çalışmak ve başkaları için endişe duymayı kişisel endişenin önünde tutmak.

Örneğin anneler, toplumu değiştirmek için bir araya gelip bağlanırsa, böylece çocuklar ve bebekler etrafında karşılıklı bir endişe yeşerir, o zaman bu endişe tüm mesafeleri ve sınırları aşar. Böyle bir endişe, bu annelerin günde birkaç kez bağ kurması ve konuyla ilgili internette, televizyonda ve radyoda yapacakları programların yaratılması ve tüketilmesiyle ifade edilir ve bu da çocukların okullarda ve evlerinde neler yaşadığına dair farkındalık yaratır.

Böyle bir endişe, sadece anneler arasında bile olsa topluma yayılırsa, çocuk istismarı ile ilgili tabloyu ve çocukların yaşadığı diğer birkaç sorunu değiştirecektir. Ancak, şu anda bu durumdan uzaklar. Bu şekilde bağ kurmaya gerek duymuyorlar. Her anne sadece kendi çocuklarıyla ilgilenmektedir ki bu da yetersizdir.

Nitekim çocuk istismarını sona erdirmek, aynı endişeyi paylaşarak destekleyici bir ortam oluşturmayı, hepimizin birlikte bu ortak problemle ilgileneceğini, kendi çocuklarımızın yanı sıra diğer çocuklarla ilgileneceğimizi ve başkalarının da aynısını yapmasını gerektirir. Toplumda birbirimizin çocukları için böylesine karşılıklı bir endişeye ulaşana kadar, giderek daha fazla talihsiz çocuk istismarı vakası görmeye devam edeceğiz.

Burada özel bir güce, toplumu etkileyecek birleştirici bir güce ihtiyacımız var ve anneler bir araya gelip birleşmedikçe bu güç bizi es geçecektir.

En Yüksek Edinim Daima Bireyseldir

Soru: En yüksek bilinç belirli bir bireyde hissedilecek mi?

Cevap: En yüksek bilinç yalnızca belirli bir birey tarafından hissedilir. Aynı zamanda en yüksek bilince sahip ve hatta küresel bir grup vardır, ancak prensipte, her zaman herkes tarafından bireysel olarak algılanır. Tek bir grup olsa bile, yine de bunu kendi içimde algılarım. Ve dünyamızda nasıl algılarız? Yine sadece kendi içimde.

Soru: Kabalistik bir grubun üyeleri birleştiğinde ve karşılıklı olarak birbirine bağlandığında, üst seviye özün doğumunu incelemekteyiz. Bu net değil, bir hücrenin de bilinci var ama bu bilinç, hücrelerin birbirine bağlanmasının bir sonucu olarak benim bilincimle örtüşmüyor. Bu nasıl olur?

Cevap: Hayır, edinim her zaman bireyseldir. Başkalarıyla birleşsem ve kendi aramızda tüm bireysel özelliklerimizi içeren yeni bir genel duyu organı yaratsak bile, onu yine de kendi bireysel formumda hissederim. Hepsi benim orijinal niteliklerime bağlıdır.

Soru: Benim algıma göre, daha yüksek seviyelere yükseliyorum, sanki bu yüksek varlığın ‘Adem – insanı’ın bir hücresi oluyorum. Benim kişisel algım ve birleşik olanın sonucu aynı şey değil midir? Bu varlık ve ben gerçekliği nasıl hissederiz?

Cevap:  İşte bu grup algısı olasılığıdır. Diyelim ki, bir teleskopla bakıyorum, ama aynı zamanda algılıyorum da, bu benim, diğerleri değil. Başkalarıyla aynı şekilde bağlantılı olsam da, bu karşılıklı algı karşılıklı da olsa, yine bende algılanıyor. Kendimden hiçbir yere kaçmıyorum, çözülmüyorum ya da yok olmuyorum.

“Kendimi iptal ediyorum” gibi ifadeler kullanmamıza rağmen, bu bir metafordan başka bir şey değildir. Sonuçta, bu iptalde bile hala kendimi hissederim. Ve başka nerede hissedebilirim? Arzumun içinde. Hangi dönüşümü yaşadığı önemli değil, bunda hep aynıyım.

Yorum: Ama siz onlu vasıtasıyla hissedin, onluyu düşünün diyorsunuz.

Cevabım: Bu da benim arzumdur. Onlu ile birleştiğimde, bu benim arzumu temsil eder. Ve onluyla bağlantılı arkadaşların her biri, ona aynı dahiliyeti hissedecek ve bu dahil olma, her biri için bireysel olacaktır. Ve her birimiz başkalarını kendimizin bir parçası olarak hissedecek olsak da, sonunda bunu kendim aracılığıyla hissedeceğim.

Her birinin dahiliyeti ruhunun kökünden gelir ve bu bireysel olacaktır. Burada eşit olamayız. Diyelim ki şimdi ikimiz de su içiyoruz, ama sizin ve benim hissettiğimiz şeyi karşılaştırmak imkansızdır.

Soru: Yani, daha önceden hayal ettiğim gibi mutlak bir karışım yok mudur?

Cevap: Hayır. Aksine, birbirimizle tam olarak birleşemememiz, ancak sadece üstümüzde köprüler varmış gibi bağlanmış olmamız sayesinde – egoizm altta ve onun üstünde, bir köprü var – her egoizmin üstesinden geldiğimizde çarpılarak (çoğalarak) çok daha büyük bir izlenim ediniriz.

Aksi takdirde, birbirimizin içinde çözülür ve tüm doğayı, tüm yaratılışı eşitleyen ortak bir bütünü temsil ederdik.

Burada, algımızın Kabala’da söylendiği gibi 620 ile çarpılması gerçekleşir. Ancak genel olarak bu sonsuzdur. Bu nedenle, kolektif algı ayrı bir şeydir ve bireysel olan yine ayrı bir şeydir.

İhsan Etme ve Sevginin Niteliklerini Anlayın

Soru: “Yapacağız ve duyacağız” koşulu ne anlama geliyor?

Cevap: İhsan etme ve sevginin niteliğini kendi içimizde anlamaya çalışarak, aramızdaki bu koşulu yerine getirmeyi taahhüt ederiz. Ve sonra, bunu kendi içimizde ve aramızda fark ettiğimiz ölçüde, bize ne verdiğini, bizi nasıl değiştirdiğini fark edebiliriz.

Soru: Bir kişinin önce yapıp sonra duyması gerektiği ne anlama gelir?

Cevap: İlişkilerimizde, ihsan etme ve sevginin niteliğini mümkün olduğunca idrak etmektir. Ve sonra manevi niteliğin gerçekte ne anlama geldiğini anlamaya başlarız.

Soru: Bir hissiyatı “Duymak”, algılamak anlamına mı gelir?

Cevap: Evet.

“Birlik, COVID-19’la Savaşmamıza Nasıl Yardımcı Olabilir?” (Quora)

Bunu yazarken, Koronavirüs pandemisinin dünyayı vurmasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti, etkileri hala çok güçlü hissediliyor ve insanlık virüsü henüz kontrol altına almış değil. Almanya başka bir tecrit yolunda, Fransa kilit altında ve Hindistan’da durum aşırılıklara ulaştı, Brezilya’da ise ölü sayısı sürekli artıyor.

Koronavirüsü belli bir süre insanlığın ortak sorunu olarak hissettik. Ancak şimdi, her ülkenin ayrı ayrı ele alması gerektiği hissiyatı var. BM Genel Sekreteri aşının küresel dağılımındaki eşitsizlikten şikayet ediyor ve bizler de pandeminin ne zaman ve nasıl biteceği sorusuyla baş başa kalıyoruz.

Birlik (ve tüm insanlığı kapsayan küresel birlikten başka bir şey değil), COVID-19 salgınını çözmenin anahtarıdır. Dünya çapında birleşip bu sorunla küresel olarak ilgilenmeye başlayana kadar, kendimizi önemsediğimiz gibi dünya çapında herkesi önemsediğimiz duruma gelene kadar, pandemi bize saldırmaya devam edecek. Bu salgından çıkmak istiyorsak birlik, karşılıklı önemseme ve karşılıklı destek gereklidir.

İnsanlığın, örneğin bazı ülkeleri karşılayabildiği için halkını aşıladığını, bazılarının ise bunu karşılayamadıkları için yapmadığını görmek yerine, tek bir aile olarak birlikte rıza ile çalıştığını görmemiz gerekiyor.

Doğa bu darbeyle hepimize aynı şekilde davranır. Bu nedenle, doğadan bizimle nasıl ilişkili olduğunu öğrenmeli ve kendimizle – tüm insanlığı tek bir varlık olarak – aynı şekilde ilişkilendirme yolunda adımlar atmalıyız. Bu nedenle, pandemiyi yenmenin anahtarı, mümkün olduğunca ilk ihtiyaç duyulan yerde yardım sunabilmektir. Bu, bireysel ve ulusal kaygılarımızın ötesinde küresel ilgi ve onay gerektirir.