Daily Archives: Eylül 24, 2020

Yeni Hayat 1141 – Barış İçin Eğitim

Dr. Michael Laitman, Oren Levi ve Nitzah Mazoz ile söyleşide

İbranice’de “barış” anlamına gelen Şalom, İbranice mükemmellik anlamına gelen “Shlemut” kelimesinden türemiştir. Hayatta mükemmelliğe ulaşmanın yolu barıştan, yani karşıtların uzlaşmasından geçer. Uzlaşma, kimin haklı olduğunu tartışmadan görüşlerin üzerine aşılması yoluyla gerçekleşir; iki yeni, üçüncü bir şeyi doğurur. Barış için eğitim, doğadan olumlu bir güç çekerek, onu davet ederek egoist doğayı aşmak için eğitimdir.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1141-baris-icin-egitim/

Twitter’da Düşüncelerim / 24 Eylül 2020

Bir öğretmen NE düşüneceğini değil, NASIL düşüneceğini öğretir. Başkalarından ve kendinden nasıl bağımsız olunacağını öğretir, yalnızca hedefe işaret ederek: Yaradan’ın ifşası

Bugün bir Partzuf oluşturmaya çalışacağız: bireysel egomuzdan ortak bir şey yaratmak, bir ruhu şekillendirmek için. Sadece kili suya (Hasadim) batırmamız gerekir, o zaman her şey 10 Sefirot’un tek bedeninde birleşecek ve ondan Yaradan uğruna ortak eylemler yapabileceğiz.

Doğa (Yaratan) bize, birbirimize doğru davranmayı öğrenene kadar, pratikte birbirimizden izole edilmemiz gerektiğini göstermek istiyor. Ve bir duaya da protestoya katılıp katılmamamız önemli değil. Bizim iyi tavrımız karantinayı kaldıracak!

“Egoizmden Yana Yanlış Bir Şey Yoktur (Eğer Doğru Kullanılırsa)” (Medium)

Egoizmin, bizim neslimizin belası olduğundan bahsettiğimizde, bunun ne anlama geldiğini anlamamız gerekir. Sonuçta, onsuz nerede olurduk? Sanayimiz, modern tıbbımız veya iletişimimiz olmazdı. Atalarımıza kıyasla seyahat edemez, keşfedemez, keyifli ve kolay bir hayat süremezdik. Üstelik ego, insanın yarattığı şey değildir; o doğamızın özünde vardır. Öyleyse doğayı övdüğümüzde, doğanın kendi yarattığı egoyu nasıl kınayabiliriz?

Sorun ego ile ilgili değil; onu nasıl, ne kadar ve ne zaman kullandığımızla ilgilidir. Atomların şeklini koruyan ve parçalanmalarına izin vermeyen şey budur. Bununla birlikte atomlar gelişmek için, elektronlarından bir veya daha fazlasının münhasırlığından “vazgeçerler” ve kendi gelişimlerinin bir sonraki aşaması olan moleküller oluşturmak için onları diğer atomlarla “paylaşırlar”. Moleküller, münhasırlıklarının bir kısmınından “vazgeçtikçe” ve kendi parçalarını diğer moleküllerle “paylaştıkça”, sonunda hücre haline gelen, bölünmeye ve çoğalmaya başlayan moleküler yapılar oluştururlar ve siz farkına bile varmadan hayata sahip olursunuz.

Başka bir deyişle hayat, kendi parçalarının münhasırlığından “vazgeçen” ve bunları diğer unsurlarla paylaşan “bencil” unsurlardan oluşur. Ancak böyle yaparak atomlar, moleküller ve hücreler kendi kendilerini ortadan kaldırmazlar tersine, hayatta kalmalarını garanti ederler çünkü artık varlıkları, kendilerinden başka biri için hayati önem taşımaktadır. Dahası, daha karmaşık bir sistemin gelişimine katılarak kendileri de gelişirler. Tüm yaratılış aynı evrim ilkesini takip eder ve evrenimiz, içinde insanlıkla birlikte, böyle inşa edildi.

Bizler de aynı gelişim yasalarına tabiyiz. Toplumsal olarak klanlardan köylere, köylerden kasabalara, kasabalardan illere, illerden ülkelere ve şimdi de küresel bir köye evrildik. Ama toplumlarımız gelişirken, ruhlarımız ihmal edildi; şimdi onların sırası. Onlar, yaratılışta dokunulmamış son unsurdur
ve şimdi onların sırası.

Gerçek bir bağ oluşturmak için kendi parçalarımızdan vazgeçmeyi ve bunları başkalarıyla paylaşmayı öğreneceğimiz bir çağın şafağındayız. Sadece bireylerden oluşan toplulukları olarak değil, tek bir varlık haline geleceğiz, aynı zamanda insanlar birbirlerini kendi parçaları olarak hissedecekler. Bu, hiç deneyimlemediğimiz, egolarımızın da bunun onların sonu olacağını düşünmekten korktuğu bir bağ seviyesidir.

Nitekim, gelişimin bu son aşamasının önünde duran tek şey egomuzdur. Bedeli ne olursa olsun hiçbir şeyden vazgeçmek istememektedir. Kanser gibi, kimseyle hiçbir şey paylaşmadığı sürece, ev sahibiyle birlikte ölmeye razıdır. Ancak doğa, Tüm gerçekliği, tüm parçaların birbirini hem paylaştığı hem de sürdürdüğü en yüksek gelişme düzeyine getirene kadar gelişmeyi bırakmayacaktır ve böylece tüm varoluş sistemini kapsayacak şekilde bilinçlerini genişletecektir.

Sürece direnenler yol boyunca acı çekecekler ama onlar da ona ulaşacaklardır. Bugün ego kültürünü diğer ülkelerden daha fazla yetiştiren Amerika, doğanın çekişine direnmenin acısıyla sarsılıyor. Ama şükürler olsun ki acı çekmeye gerek yok. Egolarımızı öldürmemiz gerekmediğini, sadece onları doğru kullanmamız, başkalarıyla paylaşmamız ve topluluklarımızı güçlendirmemiz gerektiğini anlarsak, biz de gelişeceğiz, hayatlarımız güvende olacak ve bilincimiz tüm insanlığı ve tüm gerçekliği kapsayacaktır.

Hayatın Anlamı Hakkındaki Ebedi Soru

İnsanlar neden intihar ederler?  Melankoli ve boşluk hissine dayanamazlar. Ne de olsa kendilerini doldurmak istediler ama televizyon ve radyomuz, binlerce farklı kanal ve programımız olmasına rağmen kendimi dolduramıyorum. İçimde ortaya çıkan noksanlık, içsel tatminsizlik ve boşluk, çevremdeki tüm kaynaklardan alabileceğimden çok daha fazlasıdır.

Hayatın anlamına ihtiyacım var! Hayatımın bir anlamı, yaşamaya değer bir amacı var mı? Bu soruya cevap bulamıyorum. Hayatın beni doğru hedefe, kendim ve diğerleri için daha iyi olacağı iyi bir sonuca götürdüğünü ve sonsuza dek devam eden yaşam akışının özel bir sürecinde olduğumu bilmem gerekiyor.

Büyük olasılıkla, kişi gerçekliğin nasıl düzenlendiğini, hangi doğa programı içinde var olduğumuzu ve doğanın bizi nasıl kontrol ettiğini öğrenirse intiharı düşünmeyi bırakacaktır. Sürekli olarak bir programdan diğerine geçiyoruz, yeni bir “yükseltme” alıyoruz ve bu nedenle yaratılışı hem bu hayatta hem de onun üzerinde bütünüyle anlıyoruz.

Gelişim süreci bizi çok değerli ve yüce bir hedefe götürür. Kişi, sonsuzluktan sonsuzluğa akan yaşam akışını hissetmelidir. Ben bu sonsuz akıntı içindeyim ve ben de sonsuzum.  Kendimi etrafımdaki yaşamın gücünün algısına açmam ve böylece daha da gelişmem gerekiyor.

Bu okulda, üniversitede, evde ya da ailede öğretilmiyor. Bu nedenle, şimdi, umutsuzluk bu kadar büyüdüğünde ve büyümeye devam ettiğinde, kişi sonunda bu yaşamın anlamı sorusunu çözmeye zorlanacaktır.

Herkesi,  bunun ne kadar iyi ve samimi olduğunu görmeleri için, Kabalistik topluluğumuza  davet ediyorum; o yaşamın anlamını ve bu dünyasal varoluşla bitmeyen amacını bulmaya yardımcı olur. İnsan, her an yaşamaya değer olan huzur, sonsuz ve harika bir yaşam duygusu kazanır.

Sağlık ve Tıp, Bölüm 5

Tüketici Toplumu: Gelir ve Stres

Soru: Bugün herkes iki ana hastalığın milyonlarca can kaybına mal olduğunu biliyor: Kanser ve kalp hastalığı. Bunun dünyaya karşı egoist tutumumuzla bir ilgisi var mıdır?

Cevap: Elbette. Dünyaya karşı egoist tavrımız, her şeyi almak, her şeyi kendimiz için almak, kendimizi başkalarının üzerine koymaktır. Bu bize rahat vermez, kalp kasını yer ve vücuttaki genel dengeyi bozarak kansere neden olur.

Neden var olduğunu bilmesi için kişiye normal, sakin bir yaşam vermek gerekir. Neden günde 8 saat çalışıp diğer birkaç saat de trafikte kalsın? Ve evde çocuklar çığlık atıyor, televizyon sürekli açık ve diğer her şey. Başarılı olduğu varsayılan ve hayattan zevk alan insanları taklit ederek sürekli stres altındadır. Sonuçta, sıradan bir insan çok zayıf ve küçüktür; biz ise onu maço olmaya zorluyoruz.

Yorum: Bunun bir tür kısır döngü olduğu ortaya çıkar. Bir yandan, “Çalışmayın, evde kalın” diyorsunuz. Ama ben bir insan olarak nasıl çalışmayabilirim?! Yarın beni kim besleyecek? Devlet bana hiçbir şey ödemeyecek.

Benim Yorumum: Peki nüfusun sadece % 10’u çalışırsa insanlar nerede yaşayacak? Nüfusun % 90’ının yapacak hiçbir şeyi olmayacak. Kesinlikle hiçbir şey! 20. yüzyılın 50’li yıllarından başlayarak teknolojiler geliştirmeye başladık ve 70’lerden itibaren neredeyse hiçbir ek emek gerekmeyecek şekilde ilerledik. Silahlanma yarışı olmasaydı, kendimizi uzun zaman önce büyük bir krizin içinde bulabilirdik.

Yorum: Birçoğunun sizinle aynı fikirde olacağını düşünüyorum, ancak bugün devletin yapısı, insanların belirli bir temel geliri olmadığı için çalışmamasına izin vermeyecek şekildedir.

Benim Yorumum: Yani bir gelir olacak. Şimdi, salgın sırasında, nüfusun yarısı izinli. Peki pandemi devam ederse ne yapabilirsiniz?

Yorum: Sorun da budur. İnsanlar zihinsel olarak stresli olmaya başlarlar.

Benim Yorumum: Öyleyse bu streslerle başa çıkın. Neden gereksiz işleri yeniden yaratmalısınız? Kimse küçük dükkanlarından, kuaförlerinden ve diğer küçük işletmelerinden alışveriş yapmayacak. Bu olmayacak! Birçok sektör yok olacak.

Ve nüfusun büyük çoğunluğu ile ne yapacaksın? Gerçek endüstri nerede? Rusya’da Uralların ötesinde veya Orta Amerika’da. Ve diğer her konuda, bazıları başkalarına hizmet ediyor. Ama buna gerek olmayacak.

Yorum: İnsanlar spor yapacak, tiyatrolara gidecek, film izleyecek.

Benim Yorumum: Tiyatrolara gitmeyecekler ve spor da yapmayacaklar. Koşu bandında ısınmak için biraz koşmaları yeterli. Kaç kişi spor yapmak için dışarı çıkıyor? Size birçok kişi var gibi geliyor.

Büyük bir problem öngörüyorum. Hükümet para basmak ve işsizlerin % 90’ını geçindirmek zorunda kalacak. Bunda yanlış bir şey yoktur. Bir düşünelim, nasıl geçindiler? Biri diğerine, diğeri diğerine mi sattı? Hizmetler, hizmetler, hizmetler.

Yorum: Birinin bana belli bir miktar para vereceği gerçeğine alışmak çok zor. Bu zaten korkutucu. Elimden geldiğince çok kazandım. Daha da çok kazanabilirim.

Benim Yorumum: Ve buna işiniz mi deniyordu? Bazı mallar, bazı hizmetler ürettiğiniz yanılsaması yaratıldı.

Yorum: Hayır, yeteneklerime göre para kazandım. Ve bu parayla haz satın alabilirim.

Benim Yorumum: Ve şimdi de aynısını yapacaksınız.

Yorum: Ama diyorsunuz ki: “Hayır, ölmemen için sana bir ödenek verecekler.”

Benim Yorumum: Normal bir yaşam için gerekli olduğu kadar size verilecektir. Ve bu kesinlikle herkes için aynı olacaktır! Başka çıkış yolu yok.

Ancak bu, geçecek ve bir şeylerin değişeceği kritik bir durum değildir. Bu, gelişimimizin bir sonraki aşamasıdır. Yakında çok sayıda insanın temel bir gelir elde edeceğini göreceğiz.

Her durumda, toplum onurlu bir varoluş için para vermeye son verecektir. Buna uygun olarak, bazıları üretimde çalışacak, diğerleri ise toplumu yeniden yapılandırma ile meşgul olacak – eğitimde, bireyi yetiştirmede ve yeni bir toplumun oluşturulmasında.

Soru: Böyle bir toplumda sağlık ne olacak?

Cevap: Sabahları her birey kendisine uygun şekilde egzersiz yapacak, yüzmeye gidecek. Eminim ki tüm bunlar gelişecek. Ama tam olarak sağlığı korumak için, spor yapmak uğruna değil.

Neden İyiye Kötü Vasıtasıyla Ulaşmalıyız?

Soru: Her şeyin Yaradan tarafından dengelendiğini biliyoruz, öyleyse neden iyiye ulaşabilmemiz için kötülük hüküm sürmeli?

Cevap: Birincisi, Yaradan’ın bizi böyle harekete geçirmesidir.  İkincisi, insanın doğası kötüdür.  Dolayısıyla kötülüğü uyandırarak, Yaradan bizi çok güçlü bir şekilde sarsar ve uyandırır.  Polisten bir mektup aldığınızı veya bankadan bir şey kazandığınıza dair bir mesaj aldığınızı varsayalım.  Sizin üzerinde hangisinin daha büyük bir etkisi olurdu?  Elbette olumsuz mesajın daha büyük bir etkisi olurdu.

Soru: Ama olumsuz ve olumlu nasıl eşit olabilir?  Sonuçta, kişi duyarsız bir robot değildir.

Cevap: Her şey  Yaradan’ın bana ihsan etmesine karşı, benim tutumuma bağlıdır.  Anne babasının tüm eylemlerinin gerekli ve arzu edilir olduğunu doğru bir şekilde anlayan bir çocuk gibi, O’nun ihsanının her şekline değer verirsem, O’ndan ne aldığım benim için hiç fark etmez.

Egomun üzerine çıkabilir ve tamamen farklı koşullar altında O’na tam ve karşılıklı olarak bağlanabilirim.  Başlangıç koşullarım, kendimden çoktan koptuğum ve halihazırda kendi üzerimde yüzdüğüm sıfır durumundadır.