Monthly Archives: Kasım 2014

Hayatın Oyunu

thumbs_Laitman_903Soru: Maneviyatta ilerlemenin önemli olduğu hissini nasıl edinebiliriz?

Cevap: Manevi büyümenin anlamı şudur:

  1. Kişi manevi ilerlemenin önemli olduğu duyguna sahip olmadığının farkına varır.
  2. Kişi bu süreci kontrol edemediğini anlar.
  3. Kişi amacın öneminin, hepimizin tam bir egoist olması nedeniyle, ancak dış etkilerden edinilebildiği gerçeğini anlar.
  4. “Dış etki” bizi çevreleyen grubun etkisi demektir.
  5. Kişi erişmeye çaba gösterdiği ölçüde amacın önemini edinir.
  6. Amacın öneminin eksikliğinin farkına varır ve tekrar baştaki 1. Maddeye döner.

Bu problemin bir çözümü var mı?

Bu konuda yapabileceğimiz tek bir şey var: Kıskançlığın dürtüsünü başkalarının halen eriştiği şeyler için, onlar için amacın zaten önemli olduğu konusunda kullanmak. Peki, ama eğer hiç kimsede manevi ilerlemenin önemli olduğu duygusu yoksa ne olacak? Bu durumda tüm yapabileceğimiz kasıtlı olarak, yalandan ve hayali bile olsa, dostların kalplerini manevi büyümenin önemi ile tutuşturmaktır.

Bu düşünce yeni veya orijinal değil, çünkü zaten hepimiz çevremizden hayata dair yalan yanlış değer yargıları, çabalamak için amaçlar ve hevesler ediniriz. Bu konular çevrenin gözüne çok önemli göründüğü için bu durum mümkün olur. Artık oyun oynamayı bıraktığımızda bile bunlar bizim için gerçekten de temel bir zorunluluk haline gelecektir!

Aynı kural manevi ilerleme için de geçerlidir. Ancak manevi gelişme yolunda bizim için daha sonra çok büyük önem kazanacak olan kaynağı bilinçli olarak farkına varabilir ve bunu seçip düzenleyebiliriz. Çevremizi seçen ve bizim için önemli olanı belirleyen, biz kendimiz oluruz.

Böylece rol yapmak ve diğerlerinin önünde rol oynamak zorundayız. Manevi ilerlemedeki önemini ne kadar iyi anlarsak rolümüzü de o kadar iyi oynarız, daha kısa zamanda maneviyata kayıtsızlık durumundan manevi kaygı ve ilgi durumuna geçeriz.

Dostlarının önünde kişi gerçekten de dünyanın ıslahına önem veren ve dostlarını seven birisi rolünü oynamalıdır. “Manen ateşli kişi” kişi rolünü oynamalıyız. Gerçek içsel duygularımızın hiçbir önemi yoktur. Hayati olan elimizden gelen en iyi biçimde bu rolü oynamak zorunda olmamızdır.

Her çareyi kullanarak, dostlarınıza grubun ne kadar önemli olduğunu, gruba ne kadar özen gösterdiğinizi gösterin. Gerçekten de “ateş almış” gibi yapın. Eğer bu biçimde davranırsanız, dostlarınızın kalbini ateşleyebileceksiniz, kendi kalbiniz de ateş alacaktır.

Dostlarınızla bu rolü sırayla oynayabilirsiniz, ama hep beraber, herkesin önünde oynarsanız çok daha iyi olur. Bana profesyonel aktörler davet etme önerileri geldi. Sarhoş müzisyenlerden ilham alan Kabalist’i hatırlayın. Ancak, bu fazla olur diye düşünüyorum. Doğamızı anlamalı ve nasıl kontrol edeceğimizi öğrenmeliyiz.

Kırılmanın Faydası Hakkında

thumbs_laitman_433_02Şamati #1, “Ondan Başkası Yok”: Kişi ancak gerçek arzuya sahip olduğu takdirde Yukarıdan yardım alır. Mevcut durumunda nasıl hatalı olduğu ona sürekli olarak ona gösterilir. Yani, manevi çalışmaya karşı olan düşünceler ve görüşler ona gönderilir.

Tüm bu düşünceler Reşimot’un sonucudur, bunlar kişinin içinde belirir ve gerçekleştirilmeyi talep eder. Bir zamanlar tek bir arzu vardı, ama sonra birçok parçaya, birçok arzuya parçalanıp dağıldı.

Bu tek arzu, Adam HaRişon (İlk İnsan) diye adlandırılan küçük bir ihsan etme Kli’siydi, sünnetliydi, egosuz doğmuştu, melek gibiydi. Önce onun içinde yalnızca küçük bir ihsan etme arzusu vardı. Ama daha sonra, bilgi ağacının tadını tadarak, o kendisini alma arzusuna, AHP’a bağladı. Bundan sonra ona güçlü bir alma arzusu eklendi ve bu durum ihsan etme arzusunu küçük parçalara kırıp parçaladı.

Böylece, tek bir ihsan etme arzusu yerine pek çok ihsan etme arzusu yaratılmış oldu. “İhsan etme arzusu nasıl pek çok parçaya kırılıp parçalandı,” diye sorulabilir. Nihayetinde, bu her zaman, tek bir damlada birleşen su damlacıkları gibi bizi birbirimize bağlanmaya çeken ihsan etmenin doğasına aykırıdır.

Ancak, alma arzusu küçük bir ihsan etme arzusunu tutsak eder ve onu kendi içinde köle olarak tutar, tıpkı Mısır’daki İsrail halkı gibi. Böylece içeride bir ihsan etme arzusu vardır, ancak bu ihsan etme arzusu tamamen alma arzusuna bürünmüştür. Bunun sonucu olarak,  ihsan etme arzusu içinde bile kişi almak için çabalamaya zorlanır.

Bu, ihsan etme arzusunun Firavunun kontrolü altında bulunması durumudur. Ancak, bu esnada, bu durum Yaradan’ın karşıtı bile olsa bunun içinde yeni bir eğilim keşfedildi, güçlü bir yeni Kli.  Alma arzusunun içinde tutsak olarak var olan ihsan etme arzusu AHP’ın, İsrail halkının Kelim’ine bağlı olan taştan kalbin hesabına göre büyüdü. Ve böylece ıslahat zamanında büyük bir ilerleme oldu. Yazıldığı üzere, İsrail halkı Mısır’ı büyük bir zenginlik içinde terk etti. Firavundan alınması mümkün olan her şeyi aldılar. Ancak ıslahı mümkün olmayan Mısır’da kaldı.

Günlük Kalaba Dersinin 1. Bölümünden alıntı, 29.10.2014,  Şamati #1

Başkalarını Memnun Etmek Ne Büyük Zevk!

thumbs_Laitman_724Manevi yolda ilerlememiz iki safhaya ayrılır. Birinci safhada kişi kendisini Yaradan’a bağlayamaz, buna muktedir değildir ve Işığın onun üzerinde pek bir etkisi olmaz. İkinci safhada, Işık sayesinde, Yaradan’la belli bir bağlantısı, belli bir ilişkisi olduğunu hissetmeye başlar.

Bunun nereden geldiğini gerçekte anlamaz ama gene de farkına varır. Bu tıpkı günlük hayatta olduğu gibidir, önce belli bir kişiyi fark etmezsiniz ama sonra birdenbire sizin için önemli birisi haline gelir, onu düşünmeye ve hesaba katmaya başlarsınız. Yaradan’la da aynı şey olur. Kişi içinde bulunduğu durumları değerlendirir, bunların Yaradan’la bir ilişkisi olup olmadığını, Yaradan’ı memnun edip etmeyeceğini, Yaradan’ın hoşnut kalıp kalmayacağını, Yaradan’ın karşılık verip vermeyeceğini kontrol eder, sorgular.

Tıpkı her gelişme sürecinde olduğu gibi, bu değişim Islah Eden Işığın etkisi sonucunda olur. Kişi Yaradan’la bir biçimde eylemlerini ve düşüncelerini ilişkilendirip ilişkilendirmediğine, Yaradan’ın onunla nasıl ilişki kurduğuna, Yaradan’ın memnun ve hoşnut olup olmadığına dikkat etmeye başlar.

Burada kişinin sahip olduğu Yaradan imajı önemlidir: Kişi Yaradan’ı halkın insanların içinde ifşa olan sevgi ve ihsan etme özelliği ile özdeşleştiriyor mu?

Baal HaSulam, Şamati #19: Kişi kendi alma arzusunu yönetmeli ve ona “Ben artık zevk almak istemediğime karar verdim, çünkü sen hep hoşnut olmak istiyorsun. Senin bu arzun yüzünden Yaradan’dan ayrılmak zorunda kaldım, çünkü form eşitsizliği ayrılığa ve Yaradan’dan uzak kalmaya neden olur.”

Bu, kişinin hangi tarafta olduğunu belirler. Kişi için Yaradan’ın memnun olması daha önemlidir, kendi yararına olana daha az önem verir ve Yaradan’ı memnun etmekten daha çok kişisel keyif duyar. Ve bu onun için en önemli kazanç haline gelir.

Günlük Kalaba Dersi 1. Bölümden alıntı, 1.11.2014,  Şamati #19

Bencillik Kasıtlı Olarak Zorla Bize Verildi

thumbs_laitman_433_02Her şey kabı dolduran Işığa bağlıdır. Duyduğu kendine güvenin seviyesi veya hayatın ve canlılığın seviyesi Işığın dolduruş seviyesi ile belirlenir.

Baal HaSulam, Şamati #72, “Kendine güven Işığın Kıyafetidir”: Çünkü bu hayatın Işığıdır, Yukarıdan bir güçtür, kişinin üzerine parlar ve Üst ışık dünyevi güçler gibi sınırlı olmadığı için kişi insanüstü bir güçle çalışabilir.

Eğer Işık üzerime parlamazsa, içimdeki manevi hayatın en küçük bir işaretini bile hissetme şansım yoktur. Yani Üst Işık beni doldurmazsa erişim sahibi olamam ve manevi hayatla ödüllendirilemem.

Lakin kendime ait gerekli dünyevi güçlerim de yoktur. Ancak içimdeki alma arzusu kendi gerektirdiği dolum kadar, bana bir şeylerin eksik olduğunu hissettirdiği kadar, beni bu arzu edilen dolumu edinmeye iter ve zorlar. Böylece, bu dünyevi hayatı edinmek için gerekli güçleri edinirim.

İhsan etme arzusu üzerime parladığı ve içimdeki manevi hayatı uyandırdığı zaman da bu böyledir. Yani şunu anlamamız ve hissetmeye çalışmamız gereklidir; hem almak üzere olan dünyevi hayatı hem de ihsan etmek üzere olan manevi hayatı sürdürür ve gereklerini yaparız, bizi etkileyen ve alma arzusunun içinde parlayan Işık ya alma arzusundan yana ya da ona karşıdır.

Ego içimizde doğal olarak ortaya çıkmaz, kasıtlı olarak Yukarıdan yönlendirilir ve bunu Yaradan’ın belirli bir tavrı, eylemi olarak görmeliyiz. Yani kişi kendisini tarafsız olarak, alma ya da ihsan etme arzusuna ait olmadan görmelidir.

Gerçek şu ki, Yukarıdan şimdi kasıtlı olarak yönlendirilmiş olan alma arzusunun içindeyiz, ancak bu durum bunun doğal olduğu anlamına gelmez. Yaradan bizi şimdi bu bencil güçle, alma arzusu ile kasıtlı olarak yönetmekte ki böylece bu durumdan bu gücün tersini, ihsan etme gücünü talep etme arzusuna gelebilelim. İçimizdeki bu iki gücü dengelemek ve böylece özgür irademizi edinmek için buna ihtiyacımız var. Alma gücünün, egonun, doğal bir güç olmadığını ve benim doğal özelliğim olmadığını, ama bana Yukarıdan kasıtlı olarak zorla verilmiş olduğunu ne kadar çok düşünmeye gayret edersem, alma gücünü dengeleyecek olan ihsan etme gücünü talep etmek de benim için o kadar kolay olacaktır.

Günlük Kalaba Dersinden alıntı, 07.11.2014,  Şamati #72

Ruhun Çözünürlüğü (Ayırt Edebilme Gücü)

Kendinizi “Beni endişelendiren nedir?” diye kontrol etmeniz çok önemlidir. Canlı ve iyi olduğum her an endişelerle doluyumdur. Peki, ama ben ne için endişe duyuyorum?

İyi hissetmek için, huzurum, başarılarım için, beni daha mutlu edecek şeyler için, barış ve sükûnet için, güvenlik, beslenme ve ailemin refahı için mi endişe duyuyorum?

Yoksa dostlarım için onların nesi eksik onlar için ne yapılabilir diye bir annenin bebeği için duyduğu gibi bir endişe mi duyuyorum? Vefalı bir dadı gibi grup için endişe duyuyor muyum? Yani endişelerimin amacını hedefini kontrol etmeliyim.

Tüm yaradılış giderek onun içinde fiziksel bir formda ve en aşağılık durumda var olduğumuz bu dünyaya alçaldı. Manevi dünyadan ayrıymış gibi hissediyoruz ki bu gerçekte mümkün olamaz. Ve bu nedenle de bu dünyaya hayali dünya denir.

Pek çok fiziksel nesne ile dolu bir dünyanın içinde var olduğumuzu sanırız. Ancak gerçekte, her şey manevidir, ama biz bunun farkına varıp hissedemeyiz.

İşte bu nedenle her an ne için endişe duyduğumu kontrol etmem çok önemlidir. Manevi dünyaya girmek demek; yiyecek, uyku, sağlık, para ve insanlarla ilişkiler gibi hayatta gerekli ve zorunlu olan şeylerle ilgilenmek ama öte yanda da her zaman bilinçaltımda grubu, Yaradan’ı keşfedeceğim bir yer, Şehina (kutsallık) haline gelmesi için nasıl düzenleyeceğimi dert edinmek demektir.

Grupla ilgilenmeye ve onun için endişe duymaya alışmam ve bundan mutlu olmam gerekir. Eğer endişe duymaktan vaz geçersem o zaman neden dostlarla ilgilenmiyorum diye endişelenirim. Bu bende alışkanlık haline gelmelidir. Bizim dünyamızda alışkanlık ikinci doğamız haline gelir.

Farz edelim ki bana, tanımadığım ve ona karşı hiçbir şey hissetmediğim bir bebek verdiler. Ancak çare yok; bu bebeğe günler boyunca bakmaya ve onun için endişe duymaya mecburum. Onunla ilgilenmeye başlarım ve o benim için önemli biri haline gelir. Sonunda, her an onu düşünmeye başlarım. Grupla ilişkide de bu aynı şeydir. Ancak kararlılık ve düşüncelerimizi sürekli olarak gruba yöneltmek sayesinde mümkün olan bu duruma erişmek zorundayız.

Gruba özen göstermek, ona destek olmak, onun üzerine Işığı çekmek hakkındaki, Yaradan ve Onu memnun etmek hakkındaki tüm bu hoş planlarımdan sonra, kendime Yaradan nerede ve ben bilinçaltımda neredeyim diye sormalıyım. Her zaman tüm bu yaptıklarımı ne için yaptığımı aydınlığa çıkarmalıyım. Bir ödül almak ümidiyle olduğu kesindir, ancak bu beklediğim ödül tam olarak nedir?

Şu anda, kendim için beklediğim ödülü hayal etmeye hazır olmayabilirim. Daha sonra farkına varabilirim ki çabam karşılığında kontrol, saygınlık ve ölümün ve yaşamın ötesine yükselmek, benim için somut ve çok önemli bir şey talep ediyor olabilirim. İşte bu noktada benim için önemli olanın ne olduğunu incelemeliyim: Ödülüm mü yoksa dostlara ve Yaradan’a mutluluk vermek mi?

Ödülden veya hiç değilse ödülün bir bölümünden vaz geçebilir miyim? Ve ödülden vaz geçtiğim zaman onu ün ve saygınlık arayışından başka bir şeyle mi değiştiriyorum?

Yaradan’ı memnun etmek ne demektir? Bunu hangi yolla ve hangi arzuları hissederek yapabilirim? Yaradan’ın benden memnun kaldığını ne yolla hissedeceğim? Arzularımı ve algımı mümkün olduğu kadar parçalara ayırmaya uğraşmam ve bu parçalarla nasıl çalışmam gerektiğini görmem gereklidir. Ne kadar çok parametre (karakteristik özellik) olursa algımı da o kadar çok geliştiririm.

Bu bilgisayar ekranında, ekran çözünürlüğünü belirleyen pikseller gibidir: Bir santimetre karede iki yüz piksel, bin piksel veya on bin piksel olabilir. Ne kadar çok piksel varsa resim de o kadar netleşir.

Aynı şey arzularımızla da olur. Onları sorguladıkça gerçeğe, gerçek algıya daha çok yaklaşırız.

Los Angeles Kongresi, İkinci Gün, 11/1/2014, 4. Dersten alıntı

Ruhun Azami Yükünün Hesaplanması

Baal HaSulam, Şamati #72, “Kendine güven Işığın Kıyafetidir”: Hayat Işığının kıyafetlendiği Kli’ye genellikle “kendine güven” denir. Yani kişi her zor şeyi yapabileceğini görür. Bu nedenle, Işık kendine güven Kli’si içinde hissedilir ve fark edilir.

Kendine güven kendi arzumun, egomun üzerine ne kadar yükselebileceğime işaret eder, hangi ölçüde kendimi düşünmekten vaz geçebildiğime ve artık bu tuzağa düşmediğime, bana çok büyük ölçüde endişe ve sıkıntı veren alma arzuma zincirlenmediğime işaret eder. Kendi var oluşum için dünyevi korkularımdan özgürleştiğim anda ihsan etme eylemleri hakkında düşünebilirim.

Böylece alma arzum artık Hasadim Işığı ile dolduğu için, artık sürekli kendini düşünme ve kendi için endişe etme rolünden özgürleştiği ve “ölen özgürdür” deyişindeki gibi ölü kabul edildiği için gerçekten de özgür olabilirim.

Bu nedenle kişinin hayatı, kendi içinde hissettiği kendine güven ile ölçülür.

Şunu da eklemeliyiz ki, bu kap yani ruh basitçe ona gelen Işıkla ölçülmez, ondan başkalarına geçebilen Işığın miktarı ile ölçülür. Bunun anlamı şudur, ölçü mevcut kabın ölçüsü değildir, bu kabın içinden başkalarına ıslah ve doyum sağlamak için kişinin kendisini onlara bağlayabilmesinin ölçüsüdür.

Elektrikte de sınırlamalar olduğunu biliriz. Eğer belli bir cihazı prize sokmak istiyorsak, önce ne kadar voltaj çekeceğini kontrol etmemiz gerekir. Her cihazın taşıyabileceği bir voltaj limiti vardır, bu onun gerilimini belirleyen önemli bir parametredir.

Eğer kişinin diğerlerine ihsan etmesinden de bu şekilde söz edecek olursak, bu parametre ruhların sayısı,  yani ona bağlanan ve onlara hayatın ruhu temin edilen ruhların sayıdır; bu kişinin çalışmasında önemli bir parametredir.

Bu ancak,  kendine güven Işığının kişiye parlaması koşulu ile olur. Kişi kendi arzusunun üstesinden gelebilen bir kahraman değildir. Kişi kendisi alma arzusunun 1 gramının bile üstesinden gelemez. Bu ancak Üst Işıktan gelen dolumun miktarına göre olur.

Işık arzuyu doldurduğu zaman, onun alma niyetini etkisizleştirir, egosunu sınırlama gücü, başkalarını düşünme, başkalarını kendisi gibi, hatta daha fazla hissetme gücü verir. O zaman, her şeyin ıslah olduğunu söyleyebiliriz.

Günlük Kalaba Dersi, 07.11.2014,  Şamati #72

Kabala ve Din arasındaki fark nedir?

Kabala ve din arasında bir ilişki yoktur. İnsanların bir Kabala metni almış olduklarından dolayı  din ortaya çıktı. Fakat nasıl doğru şekilde okumak ve anlamak gerektiğini bilmiyorlar.

Kural olarak, dindar bir adam, Tora’yı veya üst dünyaları edinmiş Kabalistler tarafından yazılmış herhangi bir kitabı açtığında bunları bizim fiziksel dünyamızın maddi suretine göre, örneğin anladığı terimlere göre yorumlar.

Örnek olarak, atalarının yolculuğunda, o bunu yer küredeki yolculuğu olarak algılar; kendi içindeki egoizmin değişik seviyelerindeyken bunu algılamaz. Kişi öldürmeyi, yenmeyi, zaferleri, diğer olayları ve Tora’da yazan hadiseleri, dünyamızdaki türlü çeşit macera olarak tahlil eder. Kişi sanki bir küçük çocukmuş gibi, siz ona daha yüksek şeylerden bahsederken, onun sizin anlattıklarınızı kendi etrafındaki olayları algılayış seviyesinde idrak edebildiği yerdedir.

Sorun aslında manevi dünyanın ve bizim fiziksel dünyamızın anlatımı için yalnızca bir dilin olmasıdır. Bu nedenle, bizim fiziksel dünyamız seviyesindeki bir kişi, her şeyi harfi harfine algılar ve bu da dinin kaynağıdır. Fakat manevi seviyede olan bir kişi bunu doğru şekilde yorumlar. Nitekim onun için bu Kabala’dır, üst dünyalar ve Yaradan ile birbirine tesir etme anlamına gelir.

Soru: Dindar bir kişi Kabala ile kendisini nasıl ilişkilendirir?

Cevap:  Denir ki, her insan kendi seviyesinden her şeyi sorgular. Yani kişi kendi bozuk algı derecesine göre bunu yapar. İşte burada büyük bir sorun oluşur.  

Kabalistler sıradan dindar kişilerin, kendilerinin dar ve sınırlı algıları içinde Tora’yı yanlış şekilde  yorumladıklarını anlarlar. Fakat onlar kendilerinin basit inanç seviyelerini bu şekilde tutmaya ihtiyaçları vardır. Onlar Tora’yı bu şekilde, kendi usulleriyle, ta ki ıslahları gelene kadar çalışmalılar.

Dindar kişiler Kabala’yı maddi seviyeye bağlarlar ve Kabalistler’in bunu farklı şekilde (daha yüksek bir seviyede) anladıklarını, bir çocuğun yetişkini anlayamaması gibi, fark etmezler. Bu nedenle,  Kabalistler’e kızarlar ve Kabala’nın zararlı bir şey olduğunu ve kişiyi dinden uzaklaştırdığına inanırlar. Kabala gerçekten bir insanı dinden alıkoyar, çünkü Kabala kişiye gerçek sükuneti ve evrimin doğru gayesini gösterir.

Hakikat şudur ki, dindar bir kişi emirleri bencilce bir şekilde uygular; yalnızca bu fiziksel dünyadaki iyi yaşam için ve bir sonraki dünyadaki cennet için. Bunun birlik ve ”dostunu kendin gibi sev” kuralları ile bir ilişkisi yoktur.

Bir Kabalist ”dostunu sev” koşulunu yerine getirir, çünkü bu onun bütün yaşamının temelidir. Burada da Yaradan’ı ifşa eder ve ihsan etmeye, sevgiye erişir.

Bu nedenle, Kabala’nın ve dinin tamamıyla farklı gayeleri vardır. Değişik yöntemler ve Tora’ya farklı bakış açısı. Bu derin zıtlaşma birbirlerini ayırır ve karşılıklı iten zıt taraflar haline getirir. Umut edelim ki, er ya da geç dindar kimseler, dinden Kabala’ya derece derece dönüşümün önemini anlarlar.

22.10.2014 tarihli, Kabtv’den ”kısa hikayeler” 

Bir Olmak İçin Bir Araç Olarak Onlu

Eğer üst gücü keşfetmek istiyorsanız, Kabala bilgeliği size buna uygun bir araç yaratmanız gerektiğini söyler. Tıpkı mikroskop, teleskop, partikül hızlandırıcısı vb. gibi ölçüm araçlarını geliştiren bilim adamları gibi, ancak bu araçlar yalnızca fiziksel maddeler için uygundur. Peki, ama öyleyse bizim içimizde, özümüzde çalışan gücü nasıl ölçebiliriz?

Bunun için Kabalistler, aralarındaki tüm karşılıklı bağlantıları tamamlamaya çalışan on kişiden oluşan (minyan) bir yapı önerirler. Onlar oluşturdukları bu çevrenin içinde,  buna hazır olsalar da olmasalar da, egolarının üzerine çıkarak, kendilerinden tek bir bütün oluşturmayı isteyerek,  Işığın niteliklerini sağlam bir dengeye getirirler.

Böyle bir yapı içinde iki ayrı gücü barındırır; kendi doğal bencil gücümüzü ve ihsan etmenin genel gücünü, yani Yaradan’ı barındırır. Ve buradaki hesap çok basittir: Birliğin gücü ile ne ölçüde ayrılığın gücünü yenersek, o ölçüde Üst Işığa benzer onunla eşitleniriz.

İhsan etme yüzde bir ölçüsünde bile artsa, biz bu ölçüde Işığa benzer, onu hissederiz. İhsan etme arzusu, alma arzusuna hükmettiği ölçüde Işığı hissederiz.

Bencil arzumuzu yenemememize rağmen çaba göstermeye uğraşırız, eksiğimizin, kusurumuzun nerede olduğuna, hala ne kadar zayıf olduğumuza, neden başaramadığımıza dikkatimizi veririz.  Ve böylece Işığın bize yardım etmesi, bize güç vermesi için içimizde bir yakarış, bir talep, bir dua gelişir ve bağ kurarız. Bu bağ yalnız Işıktan gelir.

İlerlememiz şöyle olur: Işık talebimiz üzerine eylemde bulunur ve bizi etkiler; alma arzumuzu yeneriz, daha çok ihsan etme arzusu ediniriz; aramızda tekrar ve tekrar daha güçlü bağ kurarız. Bunun hakkında (Baba Batra 9b’de) “Kuruş kuruşa eklenerek toplam para büyür” diye yazılmıştır.

Ve sonra gerçekten birleştiğimiz an gelir. O zaman herkes aramızdaki genel bağın içinde nasıl da yok olduğunu hisseder. Artık “Ben” ve “dostlar” yoktur; hepsi tek bir bütünde birleşmiştir. Bu “birliktelik” durumunda tamamlanma hissederiz, Üst Işık, Yaradan aramızdadır.

Ve sonra böylece Onu araştırıp, inceleyebiliriz. Diğer bir deyişle, “onlu grup” (minyan) diye bir cihaz yaptık ve bunu çalıştırdık; böylece şimdi artık farklı biçimlerde bağlantılarla kendimizi her defa daha da sağlam bir dengeye getirerek ilerleyebiliriz. Ve Yaradan aramızdaki karşılıklı bağla aynı ölçüde her defa daha çok ifşa olur.

Aynı zamanda, yaptığı etki ile Işık egonun daha derin katmanlarına da bizi uyandırır. Direnç, düşüş, her türlü rahatsızlığı hissederiz, bu bizim daha büyük bir güçle Üst Işığa doğru dönmemizi sağlar ve böylece Işık gelir ve bize kusurlarımızı ve bunları ıslah etmenin yolunu görecek gücü verir.

Yol işte budur, 125 basamaklıdır, bunları çıkarak en sonunda Yaradan’la “form eşitliğine” ulaşırız. Ve bu yol boyunca korku ve endişenin niteliklerinin bizim için ne kadar önemli olduğunu keşfederiz. Sonunda bizi ileriye iten şey, “İhsan edebilme yeteneğinde miyim?” korku ve endişesidir.

Los Angeles Kongresi, İkinci Gün, 11/1/2014, 3. Dersten alıntı.

Bir Kabalist’in Gizli Uygulamaları

Soru: Kabala Bilgeliği’ne niçin gizli bilgelik adı verilir? Bir Kabalist’in gizli çalışması nedir?

Bir Kabalist’in uygulamalı çalışması şu şekilde olur: o bir asansör gibi, egosunun seviyelerinde veya ihsan ediş seviyelerinde inebilir ve çıkabilir.

En alt kattan egoya kadar düşebilir ve daha sonra da zemin kata yükselebilir ve 125 basamağı tırmanmaya başlayabilir.

Bununla birlikte, kişinin içinde her çeşit içsel değişimler olur. Bir çocuk seviyesinden, bir genç seviyesine, yetişkin veya yaşlı bir adam seviyesine yükselme fırsatı olur ve bundan sonra da yeniden en alt seviyelerden birine kadar devamlı olarak inebilir.

Kabalistlere ilişkin merdiven üzerinde inişte veya çıkışta, içinizdeki tüm parametreleri ve özellikleri değiştirebilmeniz mümkün olup, kendi içinizde bunu ayırabilir ve değiştirebilirsiniz. Bizler sanki bir programcı gibiyiz, kendimizi yönetiriz ve her seferinde de dünyayı aynı şekilde ve aynı biçimde, hedeflediğimiz şekilde görürüz. Bunlara da Kabalistler’in gizli uygulamaları adını verebiliriz.

Bizler dünyamızın çerçevesi içerisinde bulunuyorsak, zaman içinde, uzay ve dünyalar içerisinde zamanlara göre; bizler dinazorlar devrinde kendimizi bulabilir ve aramızdaki bütün seviyeleri seyredebiliriz.

Büyük Kabalist Baal HaSulam, dünya kürenin yaratılış tarihini ve onun tüm oluşum periyotlarını yazılarında anlatmıştı. Fakat kendisi bunu yapabildi. Jeoloji tahsilini yapmış olduğundan dolayı değil, çünkü bütün bu seviyeleri görmüş olduğundan dolayı bunu yapabildi.

Bunların içine girebilmek kendisi için zor değildi. Sanki eline dürbünü, mikroskobu veya teleskobu almıştı. Nitekim kendisinin kişisel ve içsel aygıtlarına göre, o her devri görebilmek ve edinebilmek için doğru şekilde kendisini odakladı.

Bütün bunlara gizli Kabalist uygulamaları adı verilir. Aslında bütün bunlar gizli değildir. Fakat bir Kabalist bunu diğerlerine nakledemez veya ifade edemez. Yalnızca kendisi için bunu kullanabilir, çünkü bunlar onun içsel özellikleridir. Herkes kendi içsel vizyonunun alanını genişletmeyi öğrenebilir. Bunu yapabilmek için de, metotsal açıdan, ciddi şekilde Kabala Bilgeliği ile ilgilenmesi ve kendisini bir Kabalist’e dönüştürmesi gerekir.

Böylece kendisini doğru şekilde odakladığında, kişi kendisi dışına çıkabilir ve dünyamız üzerinde, evrimin her safhasında seyahat edebilir. Nitekim dünyamız bizim için küçücük, önemsiz ve gri olup,  Kabala Bilgeliği’ne göre ise, dünyamız yalnızca bizim düzeltilmemiş algılayışımız ve hayal gücümüz içinde yaşar.

22.10.2014 tarihli Kabtv’den ”kısa hikayeler”

Kısa Hikayeler: Sina Dağı’na Tırmanırken

thumbs_laitman_546_03Mısır’daki yaşamın her türlü kademelerinden ve Mısır’dan çıkışı geçmiş olan İsrail insanlarının eriştiği seviyeye Sina Dağı denir. Onlar kocaman bir kötü eğilim dağı ile karşı karşıya kaldıklarını anlamaya başlarlar. ”Sina” kelimesi ”nefret” (karşılıklı nefret) kelimesinden gelir; insanların birbirlerine karşı hissettiği derin bir geri itme, birbirlerine karşı hissettikleri bu hissiyat Mısır’da hissetmiş olduklarından çok daha fazladır.    

Mısır’da veya kadim Babil’de iken bunu anlamamışlar ve bunların tamamıyla farkında değildiler; şimdi kötü eğilim bütünüyle onlara ifşa oldu.

Bunun neticesinde insanlar kendilerini şaşırmış ve çaresiz hissederler ve hatta ne yapmaları gerektiğini bile tahmin edemezler. Musa, onlar ve Yaradan arasındaki bağı onarmak konusunda söz vererek onların zihinlerini rahat ettirir. Bu onun görevidir çünkü o İsrail insanları ve Üst Güç arasındaki bağdır. İnsanlar onun yardımı ve rehberliği, onun Yaradan ile bağlantısı olmadan bir şey yapamazlardı.

İnsanlar bu bağı hissetmediklerinde ve Mısır’a geriye dönmeye hazır olduklarında, o Sina Dağı’na tırmanır. Onlar için temel olan şey, tutunabilecekleri bir şeyin olması! Nefret basit insanları korkutur.

Herkesin sizden nefret ettiği bir apartman binasında oturduğunuzu hayal ediniz. Binadan dışarıya çıkmaya ve camı açmaya korkarsınız, her taraftan gelen kocaman nefreti hisseder, uyuyamaz ve iştahınızı kaybedersiniz. Bu çok berbat bir durumdur! Bütün bunlar Sina Dağı’nın eteğinde ayakta duran insanların hissettikleri şeyin aynısıdır. Egolarının gerçek doğası onlara ifşa olmuş ve bunun üstesinden de herhangi bir şekilde gelemeyeceklerini anlamışlardır. Nitekim kısa bir süre önce kendileri ile bağ içinde olmuş olan Yaradan’ın yardımı ortadan yok olmuştur.

Fakat Musa onlara, bu bağ seviyesine yükseleceğine, onlar arasındaki bağı yeniden kuracağına ve onları bu nefretten çıkaracağına dair söz vermişti. Ego dağının üzerine yalnızca o yükselebilir fakat bu içimizde olan yalnızca küçük bir niteliktir.

O, İnsanlardan bağını kopardığı anda, insanlar Yaradan ile bağ kurma umudunu yitirirler ve gördükleri tek umut onları bir araya getirebilecek altın buzağı oluşturmak olur. Tutunacakları başka bir şey olmaz.

Onlar mücevherlerini çıkartarak, bağış yapmaya hazır olurlar ki bir şeyler onları birleştirsin. Çünkü hissettikleri derin nefret ile karşılaştırıldığında, altın buzağı içerisinde kıyafetlenmiş küçük ego en azından onları bir derece birleştirir.

Sina Dağı’ndan indiği zaman, Musa kendisi vasıtası ile Yaradan’a ulaşmak isteyen insanlara onların arasında irtibatı inşa etmek için yaklaşır. Fakat bir kere daha görür ki onlar egolarına boyun eğerler (altın buzağı). Daha sonra Sina Dağı’nda kendisine ulaşan anlaşmanın iki yazıtına riayet etmez çünkü onlar, onlara uygun olmayan farklı bir seviyeye düşmüşlerdir.

Musa dağa tırmanır, yani yine ego ve üst seviye üzerindeki sevgi ve ihsan ile bağ kurduğu zaman, Yaradan’dan ikinci bir talimat alır. Bu manevi seviyeden düştüğünde, o, insanlar birliğin planını getirir: kendi aralarındaki içsel yaklaşmalarının içindeki birlik içinde Yaradan’ın ifşası..

Bu plan tüm belli başlı Tora kurallarını dahil eder ve bunlardan en önemlisi de ”dostunu kendin gibi sev”dir ve insanlar buna uymaya ve birlik olmaya hazırdırlar.

Sina Dağı’nda Musa’nın ikinci kez düşüş yaşaması gününe Yom Kipur (Kefaret günü) adı verilir. İnsanlara iki yazıtı getirir; yani 10 koşulun, Mısır’dan çıkışa ilişkin on musibet ile karşılaştırılması.. Manevi seviyede bu koşulları yerine getirerek, aralarında Yaradan’ın ifşa olduğu bir birlik seviyesine ve O’nunla tam anlamıyla bir bütünlüğe yükselirler. Bu onların ıslahı için bir amaçtır.

22.1.2014 tarihli Kabtv’den ”kısa hikayeler”