Monthly Archives: Mart 2023

Yaradan’ın Ve Yaratılanın Niteliklerinin Bağlantısı Neye Yöneliktir?

Soru: On Sefirot Çalışması’nda, Baal HaSulam, daralan boşluğun bir noktasında dört dünyanın oluştuğunu yazar. “Olam” (dünya), “Alama” (gizlenme) kelimesinden gelir. Dört gizlenme, dört filtre oluşturuldu. Bu filtrelere neden ihtiyaç duyuldu?

Cevap: Gerçek şu ki, kimse bir şeyi bilerek yaratmamıştır. Ancak Yaradan’ın doldurulacak yeri ile yaratılanın doldurulacak niteliği arasında bir karşıtlık olduğu için, birbirleriyle etkileşim halinde karşılıklı, birbirine bağlı dört aşamalı etki oluştururlar.

Bu nedenle, ışığın kendisinden, sıfır aşaması yani ışığın arzuda yayıldığı ilk aşama gelir. Arzu onu hissetmeye başlar ve kısıtlandığı ölçüde değişir. Ve bu esnada hala tüm ışığı kendi içine alır. Bu duruma sonsuzluk dünyası denir.

On Sefirot Çalışması’nda, ışığın yayılmasının dört aşaması hakkındaki bilgi Kabala bilminde temel olduğundan, bu çok ayrıntılı bir şekilde analiz edilir.

Başka bir deyişle, bunlar iki niteliği birleştirmek için seçeneklerdir: Yaradan’ın ve yaratılanın nitelikleri yani ihsan etme ve alma nitelikleri. Bu bağın kombinasyonları, daha sonra kendi içimizde keşfetmeye başladığımız ve onlara göre değiştirdiğimiz dört çeşit gizlenme sağlar.

Kurtuluş, Aramızdaki Bağdadır

Çözümü bulana kadar dünya durmadan darbelere maruz kalacaktır. Ya integral bağ kurma metodunu şimdi dinlemeye başlayacağız ya da duyulması gerekeni anlayana kadar her türlü kişisel – umumi darbelere veya savaş benzeri durumlara maruz kalacağız. Duymamız gereken şey farklılıklarımıza rağmen yaşayabilmemizin tek yolunun bağ kurmak olduğudur.

İnsanlık için artık yapacak başka bir şey kalmamıştır: ya sürekli mücadele içinde birbirleriyle rekabet halinde ya da birbirleriyle bağ içinde yaşarlar. Afetler veya savaşlar sırasında insanın içgüdüsel olarak bunun için çabaladığını biliyoruz. Bu nedenle, her türlü sıkıntının yardımıyla bu bize öğretilecektir.

O zaman acıdan kaçmak için bağ kurmaya doğru ilerlememiz gerektiğini anlamaya başlayacağız. Ama bu tamamen egoist bir hareket olacak, başka bir şey değil. Bu, egoizmden gerçek bir çıkıştan çok uzaktır.

Biz, kişinin doğasını bilerek, ona gelişiminin aşamalarını yavaş yavaş ve tutarlı bir şekilde açıklıyoruz. Bunda herhangi bir aldatmaca yoktur. Sevgi ve nezaket vardır ve sevgiye dayalı olarak, kişiye her zaman içinden geçmesi gereken koşullara göre davranırız.

Egoistik Gelişimin Sonu

Dünyamız bugün egoistik gelişiminin sonuna geldi. Bizler artık tüm dünyanın kapalı bir sistem olduğunu ifşa ettik. Bir zamanlar, her şeyi yapabileceğimizi düşündük: üretmek, başarmak, genişletmek ve fethetmek. Aniden, evrende yalnız olduğumuz, kaçacak hiçbir yerimiz olmadığı ortaya çıktı.

Dünya kapalı, oldukça sınırlı bir sistemdir. İnsanlığın tüketimi sınırlıdır ve gelişebileceği başka bir yer de yoktur. Biriktirecek fazla bir şey yok çünkü zaten hiçbir yere gitmiyor ve her şey oldukça küçük ve kapalı.

Burada, artık bir sonla – şu anda içinde bulunduğumuz son egoist gelişimle karşı karşıyayız. Bir sonraki aşamaya; deneyimleyeceğimiz artan baskıdan ve egoist gelişimin sonunun krizinden sonraki aşamaya geçmeliyiz.

Bir sonraki aşama tamamen farklıdır – bize zıt olan doğanın seviyesidir, ihsan etme seviyesidir.

Zohar Kitabı Maneviyatın Giriş Biletidir

Zohar Kitabı’nın özel olduğunu herkes bilir. O, insanı manevi dünyaya götürebilen tek kitaptır. Eşsiz amacı nedeniyle ünlenmiştir ve insanlık ona özel bir şekilde davranır.

İnsan bu dünyaya, hiçbir şey bilmeden doğar. Doğa, onun için dünyaya çok garip bir giriş hazırlamıştır, ona önceden hiçbir şey açıklanmaz ve ona babasından, annesinden veya önceki nesillerden duyumlar, hafıza veya zihin aktarılmaz.

İnsan bir et parçası olarak doğar ve bu dünyadan izlenimler almaya başlar: sıcak, soğuk, ışık, karanlık, sesler, gürültü ve sessizlik…

Yeni doğduğunda, insan hiçbir şey hissetmez. Yavaş yavaş seslere, ışığa, sonra annesinin tavrına, kendi üzerindeki bazı hareketlerine tepki vermeye başlar ve güler ya da ağlar. Dünyayı keşfetmeye başlar, etrafını saran şeyleri anlamaya çalışır ve bedeniyle tanışır. O bu şekilde büyür.

Bir hayvan yavrusunun doğumundan birkaç gün sonra her şeyi bilmesi ve bu dünyada kendi başına hayatta kalabilmesi, ancak bir insan yavrusunun yetişkinlerin ilgisi olmadan hiçbir şey yapamaması şaşırtıcıdır. Ayrıca eğer o, ormanda bırakılmış olsaydı çevresindeki hayvanlara benzemeye başlardı.

Bir çocuğun dünyamızdaki tüm gelişimi; aldığı izlenimler ve dünyada var olan ve yetişkinlerin ona gösterdiği ve açıkladığı örnek ve davranış kalıpları temelinde gerçekleşir.

Çocuklar için müzik, oyuncaklar, kum havuzlu ve kaydıraklı oyun alanları, çeşitli inşaat setleri ve oyunlar var. Bunların hepsi çocukların kırmayı, birleştirmeyi, sökmeyi, renkleri ve sesleri ayırt etmeyi öğrenmesi içindir. Bütün bunlar, onu dünyamızdaki hayata hazırlamak için, onun gelişimi için varlar.

Ebeveynler ve çevre, çocuğun kendi kuşağına ve içinde yaşadığı dünyaya yakışır bir şekilde büyümesi için her şeyi sağlamaya hazırdır. İçgüdüsel olarak, çocuğumuza içimizdeki her şeyi vermek isteyecek şekilde yaratıldık. Aksi takdirde çocuklar hayata hazır olamazdı.

Bu tür bir yetiştirme tarzı doğaldır, bizim doğamızdan gelir ve onu yok edemeyiz. Bir kişiyi doğrudan bir bilgisayara bağlayıp onu ansiklopedik bilgilerle doldurarak ona bilgi yükleyemeyiz.

Doğumdan hemen sonra onu eğitim ve bilgi ile doldurup onda duyular, tepkiler, hassasiyetler geliştiremeyiz; ancak yavaş yavaş, adım adım, izlenimler biriktirdiği ölçüde, kendisi bir birey formunu alır.

Bu süreç insanın hayatının ilk 20 yılını ve hatta daha fazlasını alır. Ve yetişkinler olarak biz de öğrenmeye ve gelişmeye devam ediyoruz ve reşit olduğumuzda daha önce bir şey bilmediğimiz için pişmanlık duyuyoruz.

Benzer bir gelişme süreci, üst dünyada doğuşumuz ve gelişimimiz de bizimle birlikte gerçekleşir. Tek fark, bu süreç esnasında maddi dünyada da var olmamızdır ve bu gerçekten kişiyi etkiler!

Ama aynı zamanda manevi bir baba ve anneye, manevi bir çevreye, oyuncaklara, eğitime, yetiştirilmeye ve açıklamaya da ihtiyacım var. Ve örnek alamazsam, manevi dünyaya hazır olamayacağım, o bana açılmayacak ve onu tanıyamayacağım.

Bir insan nasıl ki bilgisi olmadan bizim dünyamızda var olamazsa, ruhu da bilgi olmadan üst dünyada var olamaz. Dahası, üst dünyanın bilgisi, onun içindeki bir yaşam hissidir (Baal HaSulam, “Beden ve Ruh”).

Yeni doğmuş bir bebeğe, beşiğinde bırakıldığını ve varlığı için gerekli olandan başka hiçbir şey verilmediğini düşünün. O bir et parçası olarak gelişmeden kalırdı.

Yeni, çeşitli izlenimler almazsak gelişemeyeceğiz. Onları bir bebeğin anlamaması gibi biz de anlamayabiliriz ama her türlü dış etki ve izlenimle dolmaya başladıkça bu şekilde büyürüz.

Aynı şey maneviyat için de geçerlidir. Kendimizi manevi dünyadan gelen çeşitli dış etkilerle doldurmalıyız. Ama bu etkiler bizim maddi dünyamızda yoklar!

Zohar Kitabı’nın üzerimizde sahip olduğu tam da bu “dış” etkidir. İşte bu yüzden bu kitap özeldir. Bir insan bu kitabı okursa veya dinlerse, anlayışı ne olursa olsun, kitap onu bilinmeyen üst dünyanın çeşitli izlenimleriyle doldurur. Başka hiçbir kitabın insan üzerinde böyle bir etkisi yoktur.

Bizler, Zohar kitabını çalışırken, yavaş yavaş  ondan izlenimler alacağız, onları biriktireceğiz ve onlar bize nüfuz edecek ve ilerlememizi sağlayacaklar.

Elbette, kişinin, onun anlatımıyla bir miktar bağ kurmasını sağlamak için Zohar Kitabı’nı okumaya küçük açıklamalarla eşlik edeceğiz.

Ama aslında insan, ona hiçbir açıklama yapılmadan sadece anlama arzusuyla bile onu okuyabilir, tıpkı gözleri fal taşı gibi açılmış bir çocuğun, doğası bir dakika bile rahat kalmasına izin vermediği için, dünyaya ulaşmak ve her şeyi bilmek istemesi gibi.

Duyularımızı, kalbimizi ve zihnimizi bu kitaptaki her şeyi özümsemek için açarsak, dünyayı coşkulu gözlerle özümseyen bir bebek gibi, ilerleriz.

Ve kişinin parlak bir zihne sahip olması veya öğrenmesinin zor olması, tembel veya çevik, rasyonel veya duyarlı olması fark etmez, herkes kendisi için en uygun gelişimi alacaktır.

“Manevi Süreç Nedir?” (Quora)

Manevi gelişim süreci, başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarımıza yönelik egoist arzularımızı dinlemeye karşı çıkmak ve yalnızca “Yaradan” veya “Doğa” olarak adlandırılan sevgi, ihsan etme ve bağın üst gücü ile bağlı olacak yeni bir kıvılcım geliştirmek anlamına gelir.

İçimizdeki bu manevi kıvılcımı yani manevi arzumuzu geliştirmeye yönelik çabalarımıza göre, kelimenin tam anlamıyla “insan” olarak anılacağız. “İnsan” kelimesi İbranice’de  (“Adam”), en yüce olan Yaradan’a (“Domeh le Elyon”) benzer olmak (“Domeh”) anlamına gelir.

Yaradan ihsan etme, verme gücüdür. Bizim yaratılmış olduğumuz alma arzularının tam tersidir. Yaradan, ihsan etmek için içimizde bulunan küçük bir kıvılcımda var olur. Yaradan’ı bulmak çok zordur. En büyük egoistler, Yaradan’ı daha küçük egoistlerden daha hızlı ve daha doğru bir şekilde bulabilirler. Daha küçük egoları olan, başkalarına yardım etme ve onlarla birlikte olma eğilimi olan insanlar, vermenin manevi niteliğini zaten belirli bir dereceye kadar deneyimliyormuş gibi hissederler ama tam olarak yaşayamazlar.

Manevi olarak gelişirken, içimizdeki manevi kıvılcımla -sevginin gücü, ihsan etme ve başkalarıyla olumlu bağ kurmanın gücü- giderek daha fazla özdeşleşmeyi arzularken, kendimizi sürekli olarak egoizmimize, gururumuza ve bencilliğimize düşerken bulduğumuz umutsuzluk koşullarından geçeriz. Bu tür koşullardan geçmek ve bunları en iyi şekilde kullanmak, etrafımızı oluşturan çevreye bağlıdır. Bireysel olarak, bu tür koşulları aşamayız.

Bize belirli bir his verilir ve çevremizde bu hisse zıttı olan, bir yandan diğer yana değişen ağırlıklara benzer bir şey varsa, o zaman bu şekilde karşı kuvveti kullanabiliriz.

Kendimizi, manevi gelişimimizde bizi destekleyen insanlarla çevrelersek, o zaman birbirimize yardım eder, tartışır ve birbirimizi anlarız. Bu sayede o anda düşüşte olan kişiye değil, diğer herkese odaklanıyor olabiliriz.

Manevi Edinimin Bir Sonucu

Soru:  Biz bir şeye odaklandığımızda, onun içine dalarız ve oradan çıkamayız. Siz; bizlerin yaptığı gibi koşulun içine batmadan, zaten her şeyin içinde olduğunuzu söylüyorsunuz.

Aynı anda her şeyin içinde olmayı ve aynı zamanda beyninizin tıkanmamasını nasıl başarıyorsunuz?

Cevap:  Bu sadece benim tüm hayatım. Herhangi bir programın kaydı sırasında bana soru sorulduğu anda, zaten bu konunun içindeyim. Bunu yapmak için hiçbir araştırma içine girmeme gerek kalmıyor.

Ben üniversitedeyken çok saygı duyduğumuz bir hocamız vardı. Derse gelir, gömlek cebinden küçük bir kâğıt çıkarır, plana göre ne söyleyeceğine bakar, yerine koyar ve 15-20 dakika konuşurdu. Bir konuyu bitirir, ardından bir sonraki konuyu bulmak için tekrar kâğıt parçasını çıkarır ve tekrar konuşmaya başlardı.

Yani bir yandan öğrenciler için çok önemli olan net bir planı vardı. Öte yandan, tüm materyali bildiğini ve sadece sunumun sırasını hatırlaması gerektiğini görürdük. Hepsi bu.

Bende aynıyım. Sadece öğrenciler, benim için yaptığından dolayı bir plan yapmak zorunda değilim. Derse geliyorum ve diyorlar ki: “Şu konuları çalışmak istiyoruz.” Ve onları inceliyoruz. Sonra sorular soruyorlar ve hangisinin olduğunun benim için hiç önemi yok. Bana içinde yaşadığım dünyayı soruyorlar. Onun hakkında konuşmakla ilgili ne gibi bir sorunum olabilir ki?

Soru: Demek ki olaylara net bir yaklaşımınız var, her şey yapılandırılmış, her şey net ve bir insanın yıllarca uğraşabileceği bazı işlerle kafanızı meşgul etmenize gerek kalmıyor.

Cevap: Buna “edinim” denir. Bazı gerçekleri bildiğinizde bu, maddi dünyamızın bilgisi değildir.  Manevi dünyada olduğu gibi, bizim dünyamızda, ekmek, su ve süt dâhil olmak üzere böylesine bir bağ kurduğumuz hiçbir şey yoktur.

Manevi dünyada, her şeyin özüne ulaşırsınız ve bu nedenle o sizindir. Size bir şey sorulduğu zaman; onun ne olduğunu, ortaya çıkışını, gelişimini, bugünkü haline gelişini ve daha da ileride son haline geleceği andan itibaren, onun ne olduğunu içselliğinizde bilirsiniz.

Herhangi bir nesne, güç, nitelik ve olay hakkındaki her şeyi bilirsiniz. Bu nedenle, herhangi bir sorun yoktur. Buna “manevi edinim” denir çünkü o, zamanın, mekânın ve hareketin üzerindedir. Sadece geneldir çünkü bütünseldir.

“Ego Hayatımı Nasıl Mahvediyor?” (Quora)

Ego, bizi düzenli olarak başkalarını sömürmeyi amaçladığımız durumlarda konumlandırır. Başkalarına, onları kendimize fayda sağlamak için nasıl kullanabileceğimize dair egoist merceklerimizden bakarız: “Benim için nasıl bir şey yapabilirler?”, “Onları çeşitli yollarla nasıl ezip geçebilirim?” Nihayetinde, ego bizi öldürür. Sınıflardaki öğrencileri, iş yerlerindeki insanları ve her türlü ilişkiyi bozar, hayatımızı mahveder.

Ego, ilişkilerimizi ve genel olarak hayatımızı mahvettiğinden, hemen ardından şu soru gelir: Egomuzla ne yapmalıyız? Egonun dizginlerini alıp kontrol etmemiz gerekiyor. Onu bastırmamalı veya öldürmemeli ama doğru kullanmalıyız çünkü doğanın yarattığı her şeyi hepimize fayda sağlayacak şekilde kullanmak zorundayız.

Bedenlerimiz, işleyişi için neyin yararlı ve zararlı olduğunu bilerek; doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinde otomatik olarak çalışır. Bununla birlikte; cansız, bitkisel ve hayvansalın üzerinde olan insan seviyesinde, nasıl doğru şekilde işlev göreceğimizi bilmiyoruz.

Bu nedenle, başkalarıyla olumlu bağ kurmanın yollarını öğrenmeliyiz çünkü egomuz, yalnızca kendimize fayda sağlama arzusuyla, insanlarla ve doğayla ilişki kurmamızı sağlar. Sadece kendimize fayda sağlamanın yanı sıra; ego bazen başkalarını baskı altına alarak, yani başkalarını sömürerek, manipüle ederek ve suistimal ederek haz alma isteği uyandırır. Diğer bir deyişle, kendimizi başkalarından üstün görmemize neden olarak mutlu olmamızı sağlar. Bu, hayatımızı mahveden egonun gerçekten olumsuz formudur ve egoyu nasıl kontrol edeceğimizi ve ona olumlu bir form kazandırmayı öğrenmek, nasıl olumlu bağ kurabileceğimizi düzenli olarak öğrenmeyi ve birbirimizi buna teşvik etmeyi gerektirir.

Baal HaSulam’ın İfşaları Sayesinde

Bugün dünyada kaç kişi gerçek bir korku ve çaresizlik duygusu içinde? Çektikleri acıya bir gerekçe bulamıyorlar, ne yapacaklarını, yarın ya da birkaç ay sonra kendilerini nasıl besleyebileceklerini bilmiyorlar. Bazıları, milyarlarının hali ne olacak diye endişelenirken, diğerleri ise son kuruşları bittiğinde nasıl hayatta kalabileceklerini bilemiyorlar.

Herkes kendi hayatında kendince acı çekiyor ama kimse var olmaya nasıl devam edebileceğini anlamıyor. Ve bizler, birdenbire yukarıdan öyle bir hediye aldık ki, bu dünyaya küçük ve mutsuz, bitap düşmüş hayvanlar olarak değil, insan bakış açısıyla bakabiliriz. Ve tüm bunlar, Baal HaSulam’ın ruhu aracılığıyla bizlere ulaşan ifşaları sayesinde oldu ve Rabaş, bizimle Baal HaSulam arasında bir geçiş adaptörüydü.

Baal HaSulam, son ıslahına ulaşmış olan mükemmel ruhu aracılığıyla, sonsuzluk dünyasından bize gelen ışığın kanalıydı. Ama kendini bizim seviyemize alçaltmak istedi çünkü aksi halde insanlarla bağ kuramazdı. Ve ancak birçok derece alçaldıktan sonra, On Sefirot Çalışması’nı ve Zohar Kitabı’na Giriş’i yazabildi. Daha önceden sahip olduğu dereceyi, olabilecek en yüksek seviyeyi, kelimelerle hiçbir şey söylenemeyecek yerden geldiği için idrak edemeyiz.

Bunun anlamı, o, ışığın arzularla örtülmediği Atzilut dünyasının GAR derecesi ve yukarısında olduğuydu. Oradan, insana hitap edemedi ve duyulamadı ve bu nedenle kendini alçaltmak istedi. Ve aslında Yaradan’ın kendisinden beklediği görevi, bilinçli şekilde isteyeceğini ve yerine getireceğini bilerek, tamamlamış oldu.

Ve bizler Rabaş, Baal HaSulam ve insanlık arasındaki bir orta seviyedeyiz. Bir taraftan, Baal HaSulam’ın ne dediğini anlamak için yükselmemiz gerekiyor. Öte yandan, insanlara inip bizden neye ihtiyaçları olduğunu ve mesajımızı hangi biçimde kabul edebileceklerini anlamamız gerekiyor. Bu iki kutba, yukarıya ve aşağıya ulaşabilmemiz gerekiyor.

Baal HaSulam ve Rabaş bizlere üst seviyelerden konuştular. Ve bizler, dünyaya dokunabilmek ve onu uyandırabilmek ve sonra tüm insanlıkla birlikte, Mahsom aracılığıyla yükselip, üst Malhut’a bağlanabilmek için, en altta, Parsa’nın altındayız. Bu bizim görevimizdir.

Yaradan’a Yaklaşma Fırsatı

Soru: Yaradan, insanı kendisine yaklaştırdığında, neden toplum içinde küçük düşürme ve alçaltma ile ona yol göstermek zorunda? Neden tüm büyük rehberler toplum tarafından reddedildi?

Cevap: Egoizmden kurtulmalarına yardımcı olabilmek için. Başka nasıl olabilirdi ki? İnsan kendi başına Yaradan’ın peşinden gidemez. Bu yüzden Yaradan, insanı alçaltma yoluyla yönlendirir ve bu şekilde onu kendisine yaklaştırır.

Yaradan’a yakınlaşmanın tek yolu, kişinin “Ben”ini küçültmesidir. Ve bunun bedelini, Yaradan’ın bende yarattığı ve beni her gün öldüren egoizmden başlayarak, egoizmimin toplumda yarattığı sorunlara kadar sahip olduğum her şeyle ödemeye hazırım.

Ama ben yine de, Yaradan’a yaklaşmak için bunun bedelini ödemeye hazırım. Yapılacak hiçbir şey yok. Böylece maneviyatta yükselmenin ne anlama geldiğini öğrenmeye başlarız.

Soru: Herkes bunu yaşamak zorunda mı?

Yanıt: Az çok herkes. Günümüzde bu çok kolay olabiliyor çünkü zaten gruplar ve uygulanan bir metodoloji var. Kabalistlerin sadece psikolojik olarak değil, fiziksel olarak da gerçekten çok acı çektikleri zamanlar oldu. Ama bugün artık çok daha kolay.

Dahası, bugün çok sayıda insan bunu zaten anlıyor ve birleşme ile meşgul. Anlamayanlarda bununla ilgilenmezler ancak yine de kurtuluşun, birlik içinde olduğunu içten içe hissederler.