Monthly Archives: Şubat 2015

Bizler Uyku Olmadan Yaşayamayız

thumbs_laitman_433_02Soru: Rüyalarımızda herhangi bir özel anlam var mıdır?

Cevap: Genellikle rüyalarımız bizim önceki tecrübelerimiz veya gizli olanımız ile ilgilidir. Bizim aslında olmadığını sandığımız bilinçaltındaki arzular ve amaçlara ilişkindir. Fakat bizim geleceğimizi ifşa eden rüyalar vardır.

Bir seferinde sınava girmeden önce bir rüya gördüğümü hatırlıyorum. Rüya daha sonra gerçekleşen bir durumu daha sonrasında gösterdi. Önceden benim bazı şeyleri önceden görebilme yeteneğim vardı. Fakat bizim bu bilgiyi kullanabilme kapasitemiz yoktur. Bu bilgiyi de aynı zamanda diğerlerine ifşa edemeyiz. Yani bizim pasif ifşalarımızın bir faydası yoktur.

Bu çeşit bir bilgi hakkında konuşma arzunuz veya gücünüz yoktur. Bu sanki sizin içinizde hapsolmuştur. Bazı zamanlarda yakınımda olan insanlar hakkında bazı şeyleri sanki onların yaşam senaryolarını biliyormuşum gibi önceden görebiliyorum. Yine de ben onlara bir şey bahsedemem. Fakat önceden görmüş olduğum şeyler daha sonra gerçekleşmişti.

Kabala rüyaları deşifre etmez nitekim onlar fiziksel dünyaya ilişkin şeylerdir. Bedenimiz yalnızca bir ”hayvandır”. Her hayvan rüya görür. Küçük çocuklar devamlı rüya görürler. Rüyalar onların büyümesine yardımcı olur.

Genellikle, yaşamımız doğaüstü, belli, alışılmış ve yenilik taşımayan durumlardan oluşur. Bütün günlerimiz birbirine benzer. Bu sebeple gelecekteki önemli, daha hakiki görevimize bizi iten rüyalar görürüz. Rüyalar hissiyatımızı ve zekamızı yükseltir. Onlar bizi bir sonraki aşamaya hazırlar.

Rüyalar bizi gelecekte bekleyen seviyeler ile başa çıkabilmemize yardımcı olur -manevi yükselişlerimize. Rüyalar olmasa, yaşamımız çok tekdüze olur ve hayvanların yaşamına benzer. Alışılagelmiş şekilde yaşardık: sabah uyanır, işe gider, eve döner, akşam yemeğini yer, saçma bir TV programını izler ve uyurduk. Bundan başka bir şey olmazdı!

Hatta diyebiliriz ki, rüyalarda insanlar ortak bir düşünce ile insanlar bağ kurar. Doğada fiziksel olsa da, birleşmiş tek kuvvet, tek arzu. İşte bu şekilde büyürüz.

İşte bu yüzden ilkel yaratıklar hiç uyumaz ve gece gündüz uyanık kalırlar. Onların yalnızca sezona ilişkin senelik bağ ile alakalı devirleri vardır. Daha karmaşık yapıdaki hayvanlar, insanlar gibi aynı uyuma özelliklerine sahiptirler.

Uykusuz yaşayamayacağımız bir tesadüf değildir. Uykusuz geçen sayılı geceler sonrasında kişi zihnini kontrol edemez. Zihnimiz uyku molası olmadan doğru şekilde fonksiyonlarını sürdüremez. Niçin?

Bir seviyeden diğer seviyeye geçişimizde bunu uyku seviyesi ile ayırmak dışında başka bir seçeneğimiz yoktur. Bu olay Kabala terimleri ile açıklanabilir. Uyanma seviyesine ”GAR” (üst bölüm) denir. Bu seviyede aktif ve uyanık oluruz. Bizler alır ve ihsan eder, bulunduğumuz ortam  ile duyularımızı ve entellektüel bilgilerimizi değiştiririz.

Fakat aktif seviyeler arasındaki geçişler için uyku molasına ihtiyacımız vardır. Uyuyan seviye alt bölüm olup, buna VAK denir. Bu Hohma Işığının kayboluş seviyesidir. Bu daha büyük bir seviyenin bölümüdür. Uyurken insanların hayvana dönüştüğü doğru değildir. Onlar hâlâ uyku seviyesinde olan insanlardır. Rüya görüp görmediğimiz fark etmez. Temel olan şey, uykuların bizim ‘içimizden geçmesidir’.

İşte bu yüzden bizler yeni bir güne hazır şekilde uyanırız. Biz uyurken doğa bizim içimizde ”araçları hazırlar” ki, nitekim bir sonraki görevimize yine ihtiyacımız olsun.

İnsanların 8-10 saat uyku uyuması bir tesadüf değildir. 6-7 saatten daha az uyuyan kişiler kendilerini kötü hissederler. Yetersiz uyku manevi bir engel haline gelir. Uyku ve gecedeki rüyalar bencilliğimizin bir parçası olan saf fiziksel olaylardır. Bunların maneviyat ile ilgisi yoktur.

Soru: Bizler uyurken bile egoizmin gücü altında mıyız?

Cevap: Tabii ki! Başka hangi gücün olabilir ki? Bedenimiz ve onun tüm sistemleri bencilcedir. Yalnızca uykuya yattığımız için maneviyata doğru hareket ediyoruz anlamına gelmez. Aniden dostlarımıza ilişkin ihsan etme ve sevgi niteliğini edinmek mümkün değildir. İhsan etme niteliğine sahip olmadığımız gerçeği, bizim hala bu fiziksel dünyaya ait olduğumuzu ifade eder. Fiziksellik ve maneviyat arasındaki tek fark niyettir: kendi adımıza mı yoksa diğerleri adına hareket edip etmediğimiz hususudur.

KabTV’den, ”Yeni Bir Yaşam”, 11.1.2015

Nahşon İhsan Etmenin Doğasıdır

laitman_2008-12-24_8202_wSoru: Kızıldeniz’e ilk atlayan kişi olan Nahşon ben Amminadab’ın doğası insanın içindeki neyi sembolize eder?

Cevap: Nahşon ben Amminadab’ın adlandırdığı Gematria (sayısal değer), manevi halin boyutunu temiz Bina‘nın doğasını gösterir.

Kişiye bir su duvarına karşı gelme fırsatını verir. Bir yandan, su yani bu yumuşak doğa yaşamın temeli olup, diğer yandan da sert doğa gibi yani Gevurot şeklinde kendisini belli eder, mahkeme kuvveti.

Suyun içinde gizlenmiş olan yumuşak ve sert kuvvetler yalnızca egoizm üzerine yükselindikten sonra hareket ettirilebilir. Nahşon’un bunu yapabilmesi mümkündür çünkü kişi egoizmi kırmadan önce, kişi bütünüyle Yaradan ile bir olurken her şey ayrılır.

Dünyada hiç bir boşluk yoktur: ya alma, egoizm ya da ihsan etmek yani Yaradan’ın doğası. Egonun üzerine bir kez yükselindikten sonra, boşluğa girmezsiniz ama Yaradan’ın doğasına girmiş olursunuz. Nuh’un gemisine girmiş olduğu zaman yaptığı gibi. Yani buradadır, siz ihsan etme doğasına girişi sanki kozaya giriyormuş gibi yaparsınız ve bunun içinde mevcudiyetinizi sürdürürsünüz. Bu Nahşon’un etkisidir. Sel felaketi hikayesinde olduğu gibi deniz birisine zarar verir ve başka birisi de kurtarılmış olur.

Nitekim Nuh ve Nahşon hareketleri aynı fakat farklı seviyelerde ortaya çıkan ve gelişimin dört aşamasına geri dönerek yeniden başlayan hareketlerdir. Bu her aşamada gerçekleşir. Bu manevi ilerleyiştir.

Kabtv’den ”Ölümsüz Kitabın Sırları”, 30.4.2014

Çaresizlikten ve Endişe Etmekten Korkmayınız

Laitman_00003Soru: Yakın bir zamanda sokakta bazı insanlar ile karşılaşmış ve hiç beklenmeyen müdahaleler sonucunda kendimi çaresiz ve umutsuz bir halde bulmuştum. Nasıl etrafında daireler çizmeden, direkt olarak amacımıza odaklanabilirim?

Cevap: Bu kafa karışıklığı seni daha derinlerdeki anlayışlara getirmek üzere bilerek verilmiştir. Bu her aşamada, her seviyede ve herkesin başına gelir.

Bu noktayı açıklığa kavuştur ve bu daha açık ve net bir hale gelecektir. Sonrasında daha birçok buna benzer durumlar ile karşılaşacaksın ve  her zaman kendini çaresiz hissedeceksin. Çaresizlik, herhangi birşeyi düzeltme gücünün senin ellerinde olmaması ve durumun kontrolünün sende olmaması gerçeğinden gelir ancak aslında bu iyi birşeydir. Burada eksikliğini duyduğun şey ise, evsahibine tutunmak ve O’nunla iletişim halinde olmaktır

Yoluna devam etmekten başka yapabileceğin birşey yoktur. Herkes bu tarz koşullara, anlayışlara ulaşır ve sen onları güzel bir şekilde tarif etmene rağmen, hala üst Işık ile bir iletişimin yoktur. Bu tarz bir kontağın olsaydı bile, yine de bağlantı kopuklukları olacaktı ve bu yüzden de yol boyunca her kendini çaresiz hissettiğin belli bir noktada, bir seviyeden bir sonrakine yükselebilecektin.

Bu tıpkı Kral Davut’un Tehilim (Mezmur) Kitabı’nda yazmış olduğu gibidir: “Yüzünü benden gizledin ve ben korktum.” Bu, insanı biraz sarstığından ve kabukları (Klipot) ondan aldığından güzeldir. Kişi, korku, endişe, güvensiz ve kayıp olmuş durumlarındayken, aslında bu güzel bir şeydir. Tüm bunların nereden geldiklerini ve Yaradan’ın, nasıl, sizi O’na yapışmaya davet ettiğini görmeliyiz.

Günlik Kabala Dersi’ne Hazırlık 03/06/2014

Herkes için Dua Etmeliyiz

thumbs_laitman_254_02Soru: Zohar Kitabı’nı okurken, herbir kişiye, dostlarımıza ve bütün dünyaya ait tüm problemlerin iyileşmesi için kendimizi doğru bir şekilde nasıl yönlendirebiliriz?

Cevap: Dua etmek, istemek için, bize en yakın olan kişilerin ve aynı zamanda bizden uzak olanların acılarına ortak olmak gereklidir. Ancak hasta olan belli bir kişi için dua etmeyiz bunun yerine belli bir kişinin önümüzde yaşamış olduğu, görmüş olduğumuz problem vasıtasıyla, bu hastalığın genel olarak düzeltilmesi için dua ederiz.

Kişi genel düzeltme için dua etmelidir, çünkü bizim gördüğümüz genel bir problemin önümüzdeki belli bir ifadesidir. Dualar bu şekilde organize edilmelidirler.

Soru: Neden, herkes için dua etmek, kalbime daha yakın olan bir kişi için yapacağım talepten daha pratiktir?

Cevap: Belli bir kişi için yapılan talep, egonuza daha yakındır. Bir yandan, kendinize daha yakın olan tarafından daha çok harekete geçirilirsiniz, fakat diğer yandan da, ihsan etmek için olan arzunun, size yakın ya da uzak birine ihsan ediyor olmasının farkı nedir?

Or Hasadim (Merhamet Işığı)’na sınır yoktur; her yere aynı yoğunlukta genişler. O zaman neden belli bir kişi için dua etmek istiyorsunuz ki?
Biliyoruz ki, herkes birbiri ile bağlantılıdır ve sadece tek bir ruh vardır. O zaman bir kişide ortaya çıkan bir eksiklik, rahatsızlık, genel hastalığın bir sonucudur. Genel hastalığı şifalandırmadan, sadece belli bir insanı iyileştirmek nasıl mümkün olabilir ki? Herkes için dua etmek gereklidir.

Eğer dualarınız ile herkesi düzeltmeye hazırsanız, o zaman hasta olarak gördüğünüz kişi de aynı şekilde iyileşecektir. Aksi takdirde bu işlemez. En nihayetinde, bizler tek bir sistemin, global bir sistemin içindeyiz. Diyelim ki bir kişi grip hastası olmuş, sadece onu iyileştiremezsiniz, daha iyisi, bu salgını dünya üzerinde iyileştirmeniz gerekir çünkü bu genel bir sistemdir.

Sadece tek bir yerde eksiklik, kusur olamaz, her ne kadar bizlere sadece tek bir hasar görmüş parçayı görüyoruz gibi gelse de. Hasar sadece bir kişi de olamaz, tüm sistemde vardır. Ve sadece sizin için bu bir arkadaşınızdaki kusur olarak karşınıza çıkmaktadır. Toplumun genelini iyi bakmanız ona göz kulak olmanız gereklidir ve görmüş olduğunuz belli bazı problemler sadece genel probleme ait olan yansımalardır. İzole edilmiş bir parça hiçbir formda varolamaz, ne bende ne de bir başkasında. Eğer ben eksik bir parça görüyorsam bu, sistem genel olarak hasta olduğu anlamına gelir.

Bunu dünyamızda da görürüz. Eğer toplumun ya da devletlerin sadece belli bir parçasını düzeltmek istersek, o zaman hiçbir şey bize yardımcı olmayacaktır çünkü bu doğru bir yaklaşım değildir.

Günlük Kabala Dersinin 3.kısmı , 17/06/2014, Zohar

Sihirli Tiyatro  

thumbs_laitman_433_02Soru: Kabala Bilgeliği’nin özel, doğaüstü güçler barındırdığını söyleyebilir miyim ?

Cevap: Doğaüstü olan bir şey yoktur. Kabala, güncel hakikatta nasıl davranmamızı ve bu esnada, yaşam zamanında nasıl cennete erişebileceğimizi açıklayan bir bilimdir.

Kabala kitapları sihir ile ilişkili değildir. Evet, onlara ”kutsal” denir çünkü onların yardımıyla nasıl ”kutsal” hale gelebileceğimi öğrenirim. Başka bir deyişle, ben ihsan etmeyi, dostumu sevmeyi, verici olmayı ve iyilik etmeyi nasıl yapacağımı öğrenebilirim.

Soru:  Kabala kitaplarını kötü bir şey için kullanabilir miyim? Örneğin, bazı kimseler belli bir kişiye karşı odaklanarak özel ritüeller düzenlerler.

Cevap: Bu bir tiyatrodur. Psikolojik olarak bunun biraz etkisi olabilir ama bundan daha fazlası olamaz.

Kendi gücüne sahip olan bir Kabalist’in kimseye zararı olamaz. Neticede o Yaradan’a yakındır ve kötülük de ondan gelmez.

Diğer yandan öyle durumlar vardır ki, Kabalistler’in faydası dokunur. İnsanlara çok büyük zararı dokunan büyük bir haini etkisiz (nötr) hale getirir.

Sonuçta, iyiye dayanabilmeyi ve verici olmayı öğrenmem gerekir. Yalnızca bu şekilde ortak, mutlak iyiliğe doğru hareket ederim ve nitekim bu da bana, kendime fayda sağlar.

Kabtv’den ”Yeni bir yaşam”, 18.1.2015

Denizi Ayıran Doğa

thumbs_laitman_744Midraş ”Beşalah”: Deniz henüz ayrılmamasına rağmen, İsrail oğulları dev dalgalara doğru daha derinden hareket etmeye devam ettiler. Su onların boyunlara kadar yükselmişti.

Musa elini yuvarlanan dalgalara doğru uzattı ve denize emretti, ”Yaradan adına, yolu aç!” Fakat deniz bu emre uymadı.

Deniz 6 günlük evrim içinde oluşmuş olan sınırlarını değiştirmek istemedi. Yaradan Musa’ya ekibinin sayısını artırarak denizi tehdit etmesini emretti. Ev sahibinin sopasını asi hizmetkarına kaldırdığında olduğu gibi. Fakat dalgalar geri çekilmedi ve kabarmaya devam etti. 

Daha sonra Şehina (Yaradan’ın mucizesi) denizin önünde belirdi ve deniz ayrıldı. ”Niçin şimdi, deniz, gittin mi?” diye sordu Musa. Cevap geldi: ”Ben yalnızca dünya kralının kendisi adına geriye çekildim!”

Uzak mesafede olan ülkelerde bile denizin gürültüsü ve kırılması duyulmuştu. Bu noktada, yalnızca Yam Suf  (son deniz) ayrılmamıştı, fakat bütün ülkelerdeki göller ve kuyular ayrılmıştı, hatta testilerdeki sular bile ayrılmıştı!

Nitekim bütün dünyada bir mucize ortaya çıkmıştı! Yam Suf  suyu (son deniz suyu) kendi malum yerini aldıktan sonra, dünya etrafındaki bütün sular ise kendi doğal seviyesine döndü. 

İnsanların hareket edişleri Bina’nın genel doğasında gerçekleşir ve Bina’nın tüm bölümleri, nerede olurlarsa olsun, Bina’nın doğasını Malhut’un doğasına gömmüştü. Nitekim şayet insanlar ihsan etme seviyesine erişirlerse, o zaman Bina her seviyede zincirleme bir olay şeklinde çalışmaya başlar. Bu nedenle, denir ki, ”göller ve kuyulardaki sular tüm ülkelerde ayrılmıştı ve hatta testi içindeki su bile ayrılmıştı.”

Soru: Deniz niçin Musa’nın emrine uymadı ?

Cevap: Egoizmden çıkabilmek için, bunun başarılması ancak  Üst Işığın yardımı ile, GAR de Bina etkisi altında ve büyük Hohma Işığı ile, ”Yaradan” adı verilen doğa ile olur.

Bunun yapılması için her çabanın harcanması gerekirdi fakat Nahşon dışında kimse bu fırsata teslim olmadı: ne Musa ne de Aron biliyordu, hatta rahipler bile ”Nahşon” doğası hakkında bir şey bilmiyorlardı.

Genelde kişinin önde ilerlemesine ilişkin bir doğası yoktur. Bitişe doğru koşan atletler gibi, bir liderin grubun önünde ilerlemesi gibi. Fakat bu grup bitiş çizgisine doğru beraber gelmelidir ve şayet birlikte koşmazlarsa o zaman ne birinci ne de sonuncu kişi bitiş çizgisine ulaşır.

Tüm grup için temel olan şey kutsal amaca doğru birliğe gelmektir. Grupta lider olan kişi önde olduğu için hızı tutmalıdır fakat her seferinde lider değişir. Bu şekilde herhangi bir kişinin karakteristik doğası yok olmaz fakat aksine bunların bir kişi rehberlik ettiğinde ve tüm insanlığa rehberlik ettiğinde en azından bir an için bile ortaya çıkması gerekir.

Diyelim ki, tüm insanlık bir dairedir. Ben bu dairenin  içinde genetik doğamlayım. Ben bu doğanın içinde iken, bir kere herkesin önünde ve bir kere de herkesin arkasında olmalıyımdır. Her bir kişi aynı şeyi yapar. Her bir insanın doğası iki kez kendini belli etmelidir: tüm insanlığın rehberi olarak ve insanların ona rehberlik ettiği şekilde.

Soru: ”İnsanlığa yol gösterme” kavramı bellidir, fakat neden tüm insanlık tarafından buna rehberlik edilmelidir?

Cevap: Biri olmadan diğeri olamaz. Çünkü yalnızca bu şekilde kişinin gerçek doğası kendini belli eder. Tüm diğer nitelikler birbirine karışmıştır. Nitekim kişinin kendine has niteliği yalnızca Keter ve Malhut olarak kendini belli etmelidir.

Kabtv’den ”Ölümsüz Kitabın Sırları”, 30.4.2014

Yol Üzerindeki Kilometre Taşları

thumbs_Laitman_724Tu Bişvat, ”Ağaçların Yeni Senesi”, manevi çalışmanın, büyümenin meyvesini sembolize eder.  Manevi yolumuzun ilk aşamasında bizler bencil olan niyetlerimizi Lo Lişma‘dan özgeci niyete, ihsan etmek için ihsana yani Lişma‘ya dönüştürürüz. Bina özelliğini bir kez kazanan kişi, ”tarlanın ağacı” haline gelir.   

Daha sonra kişi ihsan etmek adına alma aşamasına doğru hareket eder ve tarladaki meyvesiz ağaç meyva vermeye başlar. Bu kişinin çalışmasının, onun seviyesinin sonucudur. Şimdi o ”ağacı”nı meyve vermesi için kullanır, ruhları doldurur ve onları ihsan etmenin kaynağı ile, Yaradan ile ilişkilendirir. Bu şekilde kişi Yaradan’a eşdeğer hale gelir ve ıslahı tamamlar.

Bizler Kabalistler olarak Tu Bişvat’ta kişinin tüm çalışmasının tamamlanışını görürüz. Kutlama yapılan tüm bayramların çift rolü vardır: Onlar yolumuzun belli bir bölümünü teşkil ederler ve aynı zamanda da onlar belli bir niteliği, tamamlanışın sembolünü barındırırlar.

Pesah, Mısır’dan çıkışın kutlanışı bizim neyi gördüğümüzü, egoizmi nasıl ve niçin terk ettiğimizi ifade eder. Sonuçta amacı bilmeden egoyu terk etmek mümkün değildir. Şavuot, Tora’nın verilişine ilişkin bayram, ıslahı kazanma hususundan daha fazlasıdır: Bizler bunu niçin edindiğimizi biliriz. Roş Aşana, yahudilerin yeni yılı, tüm değişimlerin başlangıcı ve son amacımızın da tohumları zaten ilk plan içerisinde ekilmiştir. Kefaret günü, Yom kipur bir kere daha niçin ıslah zincirlerinden geçtiğimizi bize hatırlatır. Aynı şey Hanuka ve Purim bayramları için de geçerlidir.

Dünyamızın bütün bu gelenekleri manevi ıslah yolumuzun aşamalarını, kilometre taşlarını sembolize eder. İşte onlar buradan gelirler.

Onlar pek özelmiş gibi görünmezler. Bizler Tu Bişvat’ta meyve ve tatlılar yeriz -ne kadar zayıf bir ipucu! Purim de daha çok çocuk bayramıymış gibi görünür. Fakat gerçekte, bunların hepsi önemli bayramlar olup, sonuçları ise en ikna edici olanlardır. Bunun nedeni ise onların neticelere yani çabalarımızın meyvesine işaret eder.

Purim ıslahı, yolun sonunu temsil eder. Daha sonra her iki kuvvet de, hem olumlu olan hem de olumlu olmayan birbirlerini destekler ve son gayeyi edinmek hususunda rol alır. Tu Bişvat aynı zamanda meyvenin olgunlaşmasını sembolize eder ve aralarındaki fark ise algılama seviyesidir. Tarla ağacı bitkisel bir seviyedir fakat Purim ise daha yüksek seviyelerdir.

21.1.2011 tarihli Kabala dersinin ilk bölümünden, ”Çünkü  insan  tarlanın  ağacıdır”

Kısa Hikayeler: Son Sürgün

Yahudiler İsrail topraklarına girdikten sonra, yani içsel olarak bağ seviyesini içsel çalışmayı kendileri üzerinde yapmaya, sevgiyi, iyiliği ve birbirleri içinde bütünleşmeye başladıktan sonra edindiler. Daha sonra yeni liderler ortaya çıktı. Kral Davut ve her nesildeki peygamberler.

Bu kişiler, İbrahim’in yolunu devam ettiren, ulusun birliği, bağ kurmaya yardım eden, büyüyen neslin eğitiminde yer alan yüce Kabalistler idiler.

Aynı zamanda egoları da büyümeye devam etti, insanların birbirlerine karşı hissettiği zıtlaşmaların arttığı, durdurulamayan bir süreçti.

Bu durum hem tarihsel hem de diyalektik açıdan gerekli bir safhaydı,  nitekim İsrail ulusunun insanların doğru şekilde nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin tüm dünyaya örnek olmasına ihtiyaç vardı.

Bu nedenle, onlar İsrail topraklarına ulaştıktan sonra sürgüne girmek için, dünya ulusları arasında bir süre yaşamak için ve manevi seviyede tohumlar ekebilmek ve bunların içinde dinler, bilim, kültür vs. şeklinde oluşturmak için ayrı şekilde büyüdüler; bu safhanın sonuna gelindiği zaman, bu ulusları yetiştirmeye başladılar.

İsrail toprakları seviyesinden, Rabbi Akiva zamanı esnasında insanların temeli olmayan nefret seviyesine düşüşleri 800 sene sürmüştü.

Rabbi Akiva büyük bir manevi liderdi ve herkesin aralarındaki sevgiyi ve bağı güçlendirmesi için çağrı yaptı ve sordu: ”Bizler niçin dostunu kendin gibi sev kuralına uymuyoruz? Aslında bu Tora’nın genel kuralıdır!” Fakat kimse onu dinlemedi.

İnsanlar temelsiz nefret içine o kadar çok batmışlardı ki, onlar İsrail topraklarından sürüldüler. Onlar aralarındaki bağı kaybettiler çünkü onları bir arada tutan nitelik gitmişti ve birbirlerinden koptuktan sonra onlar dünyanın her yanına dağıldılar.

Tüm İsrail ulusu, manevi dünyayı edindikten ve manevi dünyayı hissetmiş olmalarına rağmen, daha sonra bunu bütünüyle unutarak ”dünyanın ulusları” seviyesine düşmüştü. Bugünkü hale kadar da bu bizim hâlâ içinde olduğumuz seviyedir.

Fakat bizler evrim planının parçasını bu şekilde yerine getirdik: bizler dünya uluslarına dinleri, kültürü, bilimi vs. götürdük. Orta Çağ’daki filozoflar bütün bunların bizim gerçek Tora’mızdan, Kabala bilgeliğinden kaynaklandığını söylediler.

Rabbi Akiva’nın, Rabbi Şimon Bar Yohai adında yüce bir öğrencisi vardı. Kendisi bu manevi metodu öğretmeninden aldı ve bunu Zohar kitabında ifade etti. Bu çok özel bir kitaptır. 2000 seneden beri bir nesilden nesle aktarılmıştır.

16. yüzyılda başka bir değerli Kabalist, ARI ortaya çıktı. O bizim anlayabilmemize uygun olarak Kabalist metodu bize açık bir şekilde ifade etti.

20. Yüzyılın başında başka bir öncü Kabalist, Baal HaSulam (Rav Yehuda Aşlag), Zohar’ı ve ARI’nin bilgeliğini anlayabileceğimiz bir dilde günümüzdeki nesle götürmüş oldu. O pratikte bilimsel Kabala’yı inşa etti. Bu şekilde içinde yaşadığımız dünyayı anlamamız ve tüm yaratılışı tamamıyla son ıslaha getirmek yani misyonu yerine getirmek için ne yapmamız gerektiğini idrak etmemiz ve mümkün oldu.

Bizler Kabalist metodu yerine getirmek zorunda olduğumuz zamanın içinde yaşıyoruz. Bizler güncel şekilde aynı tarihi kırılma içinden, bizlere dünyanın bencil seviyesinin ifşa olduğu seviyeden, insanlığın nereye doğru dönmesi gerektiği ve ne yapması gerektiğini bilmediği bir seviyeden geçiyoruz. Bu durum devrimlere, savaşlara, kendimizi neredeyse imha ettiğimiz durumlara ve  pratikte her şeye sebep olan yöne doğru gidebilir. Fakat bizler dünyayı kurtaracak metoda sahibiz.

Bu birlik ve bağ metodudur; karşılıklı sevgiyi oluşturmak, dünyayı  ahenge doğru getirmek, üst gücün ifşası, insanlığın içselliğinin bizim dünyamız seviyesinden bütün bir sonsuz var oluşa doğru yükselişidir. Bizler bunu burada ve şimdi edinebiliriz.

Kab TV’den, ”Kısa Hikayeler”, 22.10.2014

Böylece Deniz Yanlara Çekilecek

thumbs_laitman_433_02Midraş “BeŞalah”: Önde İsrail’in çocuklarını, Yusuf’ın tabutunu taşırken görünce, deniz yanlara çekilecektir. Tıpkı, Yusuf’un, Potifar’ın karısından kaçmış olduğu gibi, denizde onun soyundan olanlar için yanlara çekilecektir.

Soru: Neden, denizin yanlara çekilmesi gereklidir?

Cevap: Çünkü, Yusuf herkesi birleştirir. Yusuf, Yesod’dur, kişinin tüm özelliklerinin Yaradan uğruna bağlandığı noktadır. Aslında, Yesod, tamamen birbirine zıt olan nitelikleri kapsayan yığını yaratır.

“Yusuf’u İsrailoğulları’nın önünde taşımak” demek, aralarında tam bir birlik geliştirmek demektir. Deniz, yargıyı temsil eder, birliğe zıt olan kuvveti, yaşama zıt olan güç. Eğer, bunun üzerinde birlik noktası ile ilerlersen, tıpkı bir koçbaşıyla birlikte, deniz yanlara çekilecektir.

KabTV “Ölümsüz Kitabın Sırları” 30/04/14