Tag Archives: Egoizm

Işık Olmadan Hiçbir Şey Çözülemez

Soru: Hoşlanmadığım birçok niteliğim var. Bana büyük yük oluyorlar ve bu nitelikleri istemiyorum. Ne yapabilirim?

Cevap: Kötü nitelikleri bertaraf etmek yerine, o nitelikleri tam zıttına çevirmen lazım. Fakat bunu yapmak için Işığa ihtiyacın var; “burada, savaşmak yerine durumu hediyelerle atlatamazsın”. İçsel olarak öyle bir biçimde değişmeliyim ki kötü niteliğim onun antitezine dönüşsün.

Soru: Diyelim ki “çabuk sinirlenen” bir yapım var ve kavga çıkarmak için yer arıyorum. Birine kızdığımda, sinirli olduğum için kendime sinirleniyorum. Bu durumda benim ıslahım ne olacak? Asabiyetim bitecek mi?

Cevap: Hayır, asabi olacaksın fakat başka sebepler yüzünden. Çünkü öfkenin kendisi ille de kötü değildir. Tüm insanlar farklıdır ve Işık herkese kendi çizgisini verir. Sana şu an kötü gözüken bir şeyi sana şu an iyi gözüken bir şeyle düzeltemezsin. Çünkü egoist kriterler tarafından yönlendiriliyorsun. Egoizm hakim sandalyesinde otururken gerçeği göremezsin.

Neyin iyi neyin kötü olduğunu sadece Işık sana gösterecek ve daha sonra neyi tercih edeceğine karar vereceğin bir fırsatı sana sunacak. Tifferet’in orta üçte birini, yani orta çizgiyi ortada bulunan terazilerle beraber bırakacak. Kişi kendini daima yarı günahkâr yarı haktan yana görmelidir diye yazar. Işığın yardımıyla hissedeceğin şey budur.

Fakat şu an egoizm “balonunun” içindesin ve kendi kendine karar verirsen “dünya reformcuları” gibi olursun, sabahtan akşama kadar duyurularda ve uyarılarda bulunan, ceza korkusu üzerine kurulu bir eğitim sistemi inşa eden tüm o akıllı insanlar gibi olursun. Bunun dışında başa bir şeyleri yok. Egoistler ve onları takip edenler de öyle.

Onların aksine biz Islah Eden Işık olmaksızın hiçbir şey yapmıyoruz. Alma arzusu akla, hissiyata ve doğru karar için güce sahip değildir. Sadece korku arta kalır ve gerçeğin kendisinden kaçar. Bunun sonucu olarak da uyuşmazlıklar kızışır ve insanlar birbirlerinden yavaş yavaş koparlar.

– 08.02.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin dördüncü kısmından alıntıdır, “On Sefirot’un Çalışılmasına Giriş”.

Akıl ile Kalp Arasında Denge Olmalıdır

Yayınlanma tarihi 03 Şubat 2012, saat 10:31

Bazı anlarda öyle bir duyguya kapılırız ki, içimizden yoğun bir şekilde ihsan etme, verme, yakın olma, kucaklama, kalpler arasında birlik kurma isteği gelir; ancak bir sonraki an, bu duygu kayboluverir. Bunun sebebi, henüz ıslah olmamış oluşumuz ve izlenimlerimizin egomuzdan geliyor olmasıdır.

Egomuz, bağı hissedebilmek amacıyla, bir anlığına teslim olup bir başkasına egoistçe yapışmayı kabul eder. Ardından da, bağ kurmayı başardığım için gurur duyarım; ve beni tutan şey de budur. Bunu takiben ortaya çıkan yeni bir Reşimo (anı), hevesimi söndürür.

Öyle zamanlar olur ki, kişi onuncu kattan atlamaya; kırık kalbinde hissettiği ümitsizlik sebebiyle her şeyi yapmaya hazır olur. Ancak bu durum kısa sürer ve kişi hemen ardından mantıklı düşünmeye başlar. Durumun bu şekilde işlemesinin sebebi, kişide bulunan bir ve tek egoist arzudan kaynaklanmasıdır.

Islah olmuş durumda, hem zihnimizde hem kalbimizde, daha uzun bir süre nasıl kalabiliriz? Almış olduğumuz kararı, her ne kadar bizden daha üstte ve tabiatımıza karşı olsa da, nasıl pişman olmadan tutabiliriz? Yani, sanki onuncu katta duruyormuşçasına, kendimizi bilinçli olarak nasıl bırakabiliriz? Havada asılıyken, kendimizin ve olanların farkında olarak, olacak olana nasıl hazır olabilir ve olacak olanın olmasını nasıl isteyebiliriz?

Burada bahsettiğimiz şey, kırık bir kalbin yarattığı ümitsizlikten doğan, gözü kara bir şekilde atılmış olan çılgın bir adım değildir; aksine, aklıselim bir şekilde alınmış olan, mantıklı ve sağduyulu bir karardır. Ancak bu, yalnızca başka bir kuvvete sahip olduğumuzda; alma kuvvetine karşı çalışan ihsan etme kuvvetine sahip olduğumuzda yapılabilir. Kişiyi etkileyen Işık, kişinin bilinçli bir karara varmasını ve kendisini bu şekilde tutmasını sağlar.

Manevi bir eylem, asla sadece kalbin arzusu sayesinde gerçekleşmez. Manevi bir eylem ölçüp biçilmiş, bilinçli ve hem kalpte hem akılda tartılıp hesaplanmış bir eylem olmalıdır. Üst Işık kişiye ne kadar işler ve onu ne kadar aydınlatırsa, kişi de doğru kararı o kadar alabilir, kendi hayatını ve ruhunu beraberce o kadar verebilir ve kararına uzun bir süre sadık kalabilir; ta ki kişi o seviyeyi tamamlayıp bir sonraki seviyeye yükselene kadar.

Kişinin mevcut durumuna istinaden, kişi asla kararını değiştirmez. Ancak bir sonraki seviyeye ulaştığında ve içinde yeni bir arzu büyümeye başladığında, kişi düşer ve ardından bir sonraki seviyeye yükselir. Böylesine bir ilerlemenin işareti, sürekli olarak duyulan mutluluk hissidir.

29/01/12 tarihli Günlük Kabala Dersi’ndenRabaş’ın Yazıları

İyilik İle Kıyafetlendirilmiş Kötülük

Yayınlanma tarihi 30 Ocak 2012, saat 13:57

Soru: Entegral eğitim metoduna göre kişiye kötü örnekler gösterilmemelidir. Ancak bu, psikolojide biraz farklıdır. Psikolojide kişi, başından geçen talihsizliklerden bahseder ve nerede hata yaptığının değerlendirmesini yapmaya başlar. Genel olarak söylemek gerekirse, kişi önce kötü yanı ile yüzleşir ve ardından da onu düzeltmeye çalışır.

Cevap: Bizim yaklaşımımız tamamen farklı. Kötülük diye bir şey yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde kötülük yoktur! Her ne kadar tabiatın tümü bize kötüymüş gibi görünse de, bu, yalnızca tabiata yaklaşımımız yanlış olduğu için bize öyle görünür. Eğer tabiata olan yaklaşımımız farklı olsaydı ve tabiatı farklı bir şekilde kullansaydık, o zaman tabiatın sadece iyilikten ibaret olduğunu görürdük. Ayrıca, egoizmi kötülük için kullanmak yerine, iyilik için de kullanabiliriz.

Eğer kendi egoizmime karşı oynarsam; yani, egoizmimi değerlendirmeye başlayıp, kendi egoizmimin üstüne yükselişimin bir aracı olarak onunla çalışmaya başlarsam, o zaman kendi egoizmim, benim başlangıç noktamı oluşturur; kendimi ölçtüğüm, ne kadar yükselip değiştiğimi gösteren kılavuz haline gelir.

Egoizmimi bana verilmiş olan ve tamamen zıt bir niyete kıyafetlendirmem gereken negatif bir nitelik olarak görürüm: Egoizmimin tümünü ihsan etmek, sevgi ve bağ kurmak için kullanma niyetiyle kıyafetlendiririm. Bundan sonra, egoizmim sürekli olarak bana yardım eder; beni sürekli olarak iter ve dürter, beni bir taraflara çeker ve ben de sürekli olarak onun üstüne yükselmenin yollarını bularak onu karşılar ve dengelerim. Bu şekilde, egoizmim “kendime karşı” yardım aracı haline gelir.

İlerlemekte veya gelişmekte olan sistemlerin tümünün iki zıt kuvvetten oluşması gerektiğini biliriz. Karşılıklı olan, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini dengeleyen ortak paydalar oluşturan bu iki zıt kuvvet, mümkün olan en iyi sonuçları verir.

Bu sebepten dolayı egoizm, egoizmin üstüne yükselme arzusu ile dengelenmelidir ve egoizmin üstüne yükselebilmek için çevreye, komşuların yardımına, tanıdıklara ve tüm topluma güven duyulabilmelidir. Bu iki sistem, yani bir tarafta toplum ve çevre, diğer tarafta da kendi egoizmim, bana yardım eden unsurlardır. Ben bu iki unsurun arasında dururum ve kendimi bu şekilde yükseltirim.

Nihayetinde, kendi egoizmimi incelerim ve egoizmimin üstüne yükselebilmeme yardımcı olabilecek olan niteliklerini bulurum. Bu nitelikleri ihsan etmek, ilerlemek, mutluluk ve diğerlerine yardım etmek için kullanırım ve o zaman egoizmim, çalışmakta olduğum kuvvet, kütle, çalışmak için elimde olan madde haline gelir. Egoizmimi hiçbir şekilde yok etmem! O, içimde gelişmeye devam eder; ben ise onun gelişiminin tüm ayrıntılarını neşe ile karşılarım.

Modern bir insan, egoizmini hüzün ve acı ile karşılar; “Yine ben! Suçum neydi?” diye yakınır. Fakat bunun benimle bir ilgisi yoktur. Tabiat, kendisini içimde bu şekilde gösterir. Muazzam boyutlardaki egoist bir tabiat, kendisini içimizde özellikle bu şekilde ifşa eder ki, biz de onun üstünde birlik kurmaya devam edelim.

Bu sebepten dolayı, egoizm, bizleri ilerleten bir makine gibidir. Onun her türüne, çeşit ve şekline, meydana getirdiği her şeye ihtiyacımız vardır, en feci olan yanlarına bile, ki bu şekilde onları güzel giysiler ile kıyafetlendirebilelim.

Bu dehşet içeride kalmaya devam eder ve bırakın orada kalsın. Eğer onun üstüne tamamen faklı, bambaşka olan bir kabuk yerleştirirsek, bir ihtilaf yaratırız, niteliklerimizin her biri çift kutuplu olur ve bu sayede egoizmimizin gücünü arttırabilir ve onu, başkaların iyiliği için kullanabiliriz. Bu şekilde, “İnsan” denilen ve tamamıyla farklı olan bir yapı oluşur.

Fiziksel (bedenin uğruna) olan varlığımızın bulunduğu seviyenin üstüne yükselip, tamamıyla faklı olan manevi bir yapıyı oluşturacağımız duruma tarihte ilk kez ulaşmaktayız; herkesin birbirine bağlı olduğu karşılıklı olarak birbirini tamamladığı, ortak ve sanal bir insanlık durumuna ulaşmaktayız. Dünyadaki kolektif insanın prototipini oluşturan ve Adam denilen bu bütüncül mekanizma, bizlere tabiatın tüm kuvvetlerini, ayrıntılarını ve derinliklerini edinme ve onları doğru biçimde kullanma fırsatını tanımaktadır

Yani, egoizmi hiçbir şekilde yok etmiyoruz veya etkisizleştirmiyoruz. Tam tersine, tüm negatif belirtileri ile memnuniyet duyuyoruz, tıpkı bir heykel yapmak için harikulade bir malzeme bulmuş olan bir heykeltıraş gibi. Elbette ki bu heykeltıraş, heykelini belli bir şekle sokabilmek için önünde bir ton iş olduğunun bilincindedir, ancak bu malzemenin eline düşmüş olmasından dolayı son derece memnundur.

Aynı şey, bizler için de geçerlidir. Egoizmin ifşası, çalışabileceğim yeni malzemenin ta kendisini oluşturur. Tek yapmamız gereken şey, bu malzemeyi kullanma şeklimizi değiştirmektir, malzemenin kendisini değiştirmek değil. Bu malzemeyi, bir şeyi başkalarının pahasına yapmak yerine, onların yararına yapmak için kullanmalıyız.

“Entegral Eğitim Üzerine Konuşma” #7’den alıntıdır, 14/12/11

Ego’nun Üzerinde

Diğer her şeyden öte, egonun üzerine yükselirsek, muazzam bir keşif yaparız: dışımızda hiçbir şey olmadığını ve tüm dünyanın içimizde olduğunu fark etmeye başlarız. Ve bu mantıklıdır zira ben gerçekten dışımda ne olduğunu bilmiyorum.

Kişi sadece duyularına gireni algılar ve sinir sistemi vasıtasıyla nihai ‘‘imajı’’ işleten beyine ulaşır. Dünyayı algılama şeklimiz bu. Duyularımızdan realitenin bir parçasını yok etmek için bir siniri ayırmak yeterlidir.

Dolayısıyla, kişi kendi üzerine yükseldiğinde, artık görür ki algısı onun dışında değil daha ziyade her şey tamamıyla kendi duyularına, arzusuna, düşüncesine, hissiyatına ve aklına bağlıdır. Ve bizler bu parametreleri nasıl değiştireceğimizi bildiğimiz zaman, algımızı genişletebilir ve beş duyunun sınırları üzerine yükselebiliriz.

İşte ‘‘Kabala Bilgeliğinin’’ adının geldiği yer burasıdır, tam olarak ‘‘almanın’’ aklını ifade eder. Kişi bunu kullanarak aşama aşama hayvani bedeninin fiziksel duyularının dışına çıkar ve hissiyatını sonsuzluk noktasına genişletir. Halen bu dünyada yaşarken, maddesel bedeni ile artık kendisini daha fazla ilişkilendirmediği seviyeye doğru ilerler çünkü o bu hayvani bedeninin üzerinde çok daha büyük bir realite görür.

Şimdi artık o, hayatını beş duyunun algısına göre düzenlemez. Ve hatta beden öldükten sonra bile, kişi bu bedenin üzerinde kazanmış olduğu realitenin içinde kalmaya devam eder. Ölümü hissetmez zira bedeninin ölümünden önce algısına yeni bir boyut girmiştir.

Bu şekilde kişi iki seviyede yaşar: maddesel seviye ki hepimiz gibi ve egosunun üzerinde yükselmiş olduğu ‘‘manevi’’ seviye.

KARA ve EGOİSTİK DELİK

Uzayda  varlığı “Kara Delik” olarak bilinen fenomenin vukuunda, tüm yıldızlar öyle sıkıştırılmış bir hal alırlar ki aralarından Işığın sızmasına olanak vermezler. Egoizmi de bu şekilde izah edebiliriz, çünkü aynen yıldızlar misali bizlerde egomuzun içinde sıkıştırılırız. Bu sıkıştırılmışlık duygusu, bizim dışımızda var olan realiteyi hissetmemizi engeller. Kendi içsel hissiyatımıza kilitlenir ve dışımızda olan Yaratan’ı hissedemeyiz. Ona o kadar muhtaç olduğumuz halde yine de hissedemiyoruz onu, neden? Çünkü bize düşen ve aslında manevi aleme girmenin en önemli adımı olan kendi kabımızı hazırlamamız gerekiyor.

Öncelikle, bende noksan olanı, ihtiyacını duyduğum, bende var olan olumsuzluğu ifşa edip onun vasıtasıyla içimde noksanlık duygusunu oluştururum. Ve bu duygu beni bir sonraki seviyemi arzulamaya hazırlar. Bulunduğum seviyeye ulaşır ulaşmaz hemen, daha üst seviyede ve yukarıda olan basamağı düşünmeye başlar ve onu elde etmek benim için o kadar önemli bir hal alır ki artık kendi çıkarıma olan herşeyi unutmaya hazır hale gelirim.  Bu da demektir ki bulunduğum seviyenin bana sağlayacağı tüm fayda ve avantajlardan vazgeçiyorum, yeter ki daha üst seviyeye çıkabileyim. Aslında tüm bu süreçte gerçekleşen, değerlerimi alt dünyadan üst dünyaya geçirmem. Ve bunu elde etmede arzum güçlü ise yükselir ve bu seviyeye ulaşırım.

31-03-10-”Baal HaSulam’ın Mektupları” dersinden alıntıdır

Sevgi Diye Sandığımız Şey Maskelenmiş Egoizmdir

Soru: Niçin ‘başkalarını sevmenin’ ne olduğunu bilmediğimizi veya anlamadığımızı söylüyorsunuz?

Cevap: İnsanlar genellikle ‘sevginin’ cinsellik, bir çocuğun bakımı, hasta veya muhtaçlara yardım gibi şeylere bağlı olduğunu sanıyorlar. Şimdi bu nosyonu gerçekten anlamanın zamanıdır ki şimdiki patlak veren krizin nedeni olarak. Bu kriz, sevginin ne olduğu ve sevgi eksikliğinin ne anlama geldiğini realize etmemizi sağlamak için var. Bu durum gerçekte krizin özüdür.

Finans, endüstri ve diğer alanlarda gerçekleşen her şeyin tek amacı, gerçek sevginin aslında ne olduğunu bize göstermek içindir. Sonra biz diğer her şeyi bu nosyonla kıyaslayabilecek ve şimdi bizim tek niteliğimizin egoizm olduğunu realize edeceğiz.

İnsanlar, ‘Kötülüğün İfşası’ olarak adlandırılan bu süreci çekmek zorunda kalacaklar. Aslında zaten başkalarını sevdiklerini düşündükleri şeyin, onların şimdiki sevgi anlayışlarının kötü olduğunu görmek zorunda kalacaklar. İnsanlar sonra realize edeceklerdir ki eğer birbirlerine bu yolla davranmaya devam ederlerse, herkes bireysel ve kolektif olarak kötü hissedeceklerdir. Kişisel olarak iyi hissedebilirim fakat başkalarını sevmediğim sürece hala kötü bir koşuldayım.

‘Başkalarını sevmenin’ gerçekte ne olduğunu tanımlamak zorundayız, zıttı ve nefretiyle birlikte. Çünkü ‘Işık karanlığın üstünde bir üstünlüğe sahiptir.’ Başkalarından nefret ettiğimizi ancak kendimizi sevdiğimizi kabul etmediğimiz sürece sevgi tarafına geçmeyi beceremeyeceğiz. Bu ilk aşamadır ve insanlık şimdi buna doğru yaklaşmaya başlıyor.

İnsanlar şimdi, ‘evet birbirimizi yeterince sevmediğimiz olasıdır’ diye düşünüyor ve bu konuda hem fikirler. Ancak aramızda egemen olan nefretin henüz farkına varmaya başlamadılar.

Egoizm Kırmızı Çizgiye Dayandı

Dünyamıza ait arzu ve istekler had safhaya geldiler ve gelişecek bir şey kalmadı, doygunluğa eriştiler.

Tüm bedensel arzularımız; beslenme, seks, aile ve sosyal arzularımız; zenginlik saygı, bilgi hepsi kriz içinde. Demek ki isteklerimiz artık maximum seviyeyi aştılar ve mutasyona uğramakta. Dolayısıyla dünyamızda artık egoizmle ilgili bir gelişme beklenmemekte olup egolarımız bizi birbirimizle ilişki kurup karşılıklı bağımlılığa zorluyor. Böylece bütünleşmiş bir bağ hissi uyandırlarak ötekini kendimiz gibi sevmeyi ve dolayısıyla aramızdaki tüm sorunların çözümünün sadece bu bilinçte yattığını keşfedeceğiz.

23-10-09 Antalya Kongresi Ders-2 içinden.