Tag Archives: Eğitim

Çekici Olmayan Fakat Sevimli Kişi

Soru: Kişi eksikliklerini telafi etmek eğilimindedir. Örnek olarak, her radyo sunucusunun bazı konuşma eksiklikleri vardır; sıradan görünüşlü kişiler TV’de bir kariyer elde eder ve bu şekilde devam eder. Bu aynı zamanda bütünsel eğitim sisteminde çalışan kişilere de geçerli midir? Onlar telafi etmeye çalışacaklar mı, ya da belki de bütünsellik herşeyi dengeye getirecek midir?

Yanıt: Hayır, herşeyden önce, anlıyoruz ki, görünüş hiçbir fark yaratmamaktadır. Eğitmenlerimiz arasında, çoğu zaman çekici olmayan kişiler görüyoruz, hoş olmayan ve güzel görünüşlü olmayan. Hatta diyebilirim ki, görgü kuralları çok çok basittir.

Ancak, kişi içsel çalışma ile meşgul olduğunda, bu onu iğrendirmemektedir. Eğer onları sevmezse, o zaman en azından onları nazikçe sanki kendisine yakın bir kişi gibi kabul etmeye başlar. Hatta onun içinde bir çeşit sevimlilik görür. İşte bu ne olduğudur.

Aynı şey kadınlara da geçerlidir. Eğer samimiyet ortaya çıkarsa, bunun dışında herşey rafa kalkar.

18 Mart 2012  10:10’da yayımlandı.

Işık Olmadan Hiçbir Şey Çözülemez

Soru: Hoşlanmadığım birçok niteliğim var. Bana büyük yük oluyorlar ve bu nitelikleri istemiyorum. Ne yapabilirim?

Cevap: Kötü nitelikleri bertaraf etmek yerine, o nitelikleri tam zıttına çevirmen lazım. Fakat bunu yapmak için Işığa ihtiyacın var; “burada, savaşmak yerine durumu hediyelerle atlatamazsın”. İçsel olarak öyle bir biçimde değişmeliyim ki kötü niteliğim onun antitezine dönüşsün.

Soru: Diyelim ki “çabuk sinirlenen” bir yapım var ve kavga çıkarmak için yer arıyorum. Birine kızdığımda, sinirli olduğum için kendime sinirleniyorum. Bu durumda benim ıslahım ne olacak? Asabiyetim bitecek mi?

Cevap: Hayır, asabi olacaksın fakat başka sebepler yüzünden. Çünkü öfkenin kendisi ille de kötü değildir. Tüm insanlar farklıdır ve Işık herkese kendi çizgisini verir. Sana şu an kötü gözüken bir şeyi sana şu an iyi gözüken bir şeyle düzeltemezsin. Çünkü egoist kriterler tarafından yönlendiriliyorsun. Egoizm hakim sandalyesinde otururken gerçeği göremezsin.

Neyin iyi neyin kötü olduğunu sadece Işık sana gösterecek ve daha sonra neyi tercih edeceğine karar vereceğin bir fırsatı sana sunacak. Tifferet’in orta üçte birini, yani orta çizgiyi ortada bulunan terazilerle beraber bırakacak. Kişi kendini daima yarı günahkâr yarı haktan yana görmelidir diye yazar. Işığın yardımıyla hissedeceğin şey budur.

Fakat şu an egoizm “balonunun” içindesin ve kendi kendine karar verirsen “dünya reformcuları” gibi olursun, sabahtan akşama kadar duyurularda ve uyarılarda bulunan, ceza korkusu üzerine kurulu bir eğitim sistemi inşa eden tüm o akıllı insanlar gibi olursun. Bunun dışında başa bir şeyleri yok. Egoistler ve onları takip edenler de öyle.

Onların aksine biz Islah Eden Işık olmaksızın hiçbir şey yapmıyoruz. Alma arzusu akla, hissiyata ve doğru karar için güce sahip değildir. Sadece korku arta kalır ve gerçeğin kendisinden kaçar. Bunun sonucu olarak da uyuşmazlıklar kızışır ve insanlar birbirlerinden yavaş yavaş koparlar.

– 08.02.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin dördüncü kısmından alıntıdır, “On Sefirot’un Çalışılmasına Giriş”.

Duygusal Seviyede İlişki Kur

Soru: Bütünsel eğitim kursundaki psikolojik bölümün amacı, insanlara birbirleriyle ilişki kurmayı, bir diğerini dinlemeyi ve kendi aralarında anlamlı ve derin bir ilişki geliştirmeyi öğretmektir. Bu nasıl yapılabilir?

Cevap: Kişilerarası ilişkilerin ne olduğunu anlamamız gerekir.

Derler ki, eğer ortada bir çocuk yoksa, o bir aile değildir. İnsanlar ne için yaşar? Farz edin ki bugün bir çift birbirinden fiziksel olarak hoşlanıyor, fizyolojik olarak birbirlerinden memnunlar, birlikte rahatlar. Şimdilik rahatlar… Çocuk bir şekilde ortak bir zemindir, onları birbirine bağlayan ortak bir şeydir.

Bir kişi, birisiyle ilişki kurmaya çalıştığı zaman, birbirlerinde ortak olarak neye sahip olduğunu, onları birbirine karşılıklı olarak neyin bağladığını açıkça görmelidir. Bu sadece bir bağlantı noktası değildir, ortak bir duygusal, fizyolojik, fiziksel, sosyal ve kültürel dünyadır, orada sadece birbirine dokunmazlar fakat sanki birbiri üzerine örtüşürler.

Her birey bir “daire”yi temsil eder ve diğer bir kişinin “daire”siyle kesişebildiği ölçü, onların derin ve çok boyutlu bir ilişki kurma becerilerini tanımlar.

İlk olarak ve her şeyden önce, günümüzde anlamalıyız ki, iki kişi arasındaki ilişki,  bireysel dairelerin birbirine dokunmadığı şekildedir çünkü onların egoizmi en son haline gelmiştir. Dairem her neyi kapsıyorsa, diğer hiçbir daireye uymaz. Kendimi o kadar özel – bir kişilik, bir egoist – hissederim ki, bir başkasını kendi ilgi alanları ve ihtiyaçları olan bir birey olarak algılayamam. Benim için, başka bir insan sadece bir tüketim nesnesidir. Eğer bu beni ilgilendirirse, onunla ilişkiye girerim, fakat ona bir insan gibi, kendi iç dünyası ve ilgi alanları olan bir birey gibi davranmam. Bir haz kaynağı olan bir tüketici olarak onunla etkileşim içinde olurum, daha başka bir şey değil.

Ve birbirimizle bu şekilde iletişim kurarız. Bu şekilde uygundur: herkesin cep telefonu, bilgisayarı ve e-mail adresi vardır. Onların arkasına saklanırız ve böylece birbirimizden mutlak ayrılığımızı saklarız.

Farklı toplulukların yavaş yavaş kaybolduklarını görüyoruz. Ekranlarımızın arkasına saklanıyoruz, görünürde sosyalleşiyoruz, bu arada kendimiz için davranış ve kurallara dair yeni standartlar icat ediyoruz. Fakat bunların hepsi sanal olarak oluyor, diğer hiçbir daireyle duygusal olarak yan yana olmadan oluyor. Yeni bir dil icat ediyoruz, başka biçimlerin, başka kabukların arkasına saklanıyoruz, kendimizi gerçekte olduğumuzdan tamamen farklı şekilde internet ortamında sunuyoruz, kendi yüzümüz yerine semboller veya farklı isimli işaretler kullanıyoruz. Diğer bir deyişle, insanlar hiçbir koşulda kendilerini açığa çıkarmadan oynuyorlar. Ve egoizm buna eşlik ediyor, kendini iyi ve rahat hissediyor.

Esas görevimiz, insanların ortak bir şeye sahip olup almadıklarını ortaya çıkarmaktır, sadece iki insanınkini değil, herkesinkini. Çünkü doğanın bizi ona doğru ittiği bir bütünsel toplumdan bahsediyoruz, ya acı çekme yoluyla ya da bizim gönüllü farkındalığımız yoluyla, insanlığın bu aydınlık haline doğru yol alır. Hepimizin neyi ortak olarak paylaştığını açığa çıkardığımız için, duygusal seviyede ilişki kurabilir olacağız. Kendimizi birbirimizden saklamayacağız, aksine kendimizi açmaya çalışacağız.

Herkes kendi içsel “ben”ini açığa çıkaracak ve onu dışsal olanın üzerine, bu imajın üzerine, ilk ve son isimlerin üzerine, mesleklerin ve her tür dışsal alışkanlıkların, geleneklerin, dilin ve her şeyin üzerine yerleştirecek. Kişinin duygusal dünyası, onlara doğa tarafından verilen her zamanki fiziksel koşulun üzerine yükselecek. Kişide geliştirmemiz gereken şey budur.

Bunun olması için, insanlara göstermemiz gerekir ki, kendi aramızda birlik olarak, kendi bireysel dairelerimizi üst üste koyarak, tek bir mekanizma olacak şekilde birbirimizle bağlanarak, robotlara dönmeyeceğiz ya da meşhur Rus deyişindeki gibi savunmasız kalmayacağız, “Ruhunu aç ki birisi ona tükürebilsin.”  Bunu,  bizim birleşik bütünsel hareketimiz içinde, birleşik analog bir mekanizma gibi olduğumuz zaman, özel bir amaca ulaşalım ve yeni bir şey doğuralım diye yapıyoruz, tıpkı bir çocuk yapmak için birleşen bir çift gibi.

Ancak burada hep birlikte doğum yapıyoruz, insanlık için tamamen yeni bir durum yaratıyoruz, orada saklanmamız, korkmamız ya da kendimizi yükseltmek için birbirimizden kapmak için çabalamamız gerekmeyecek. Aksine, yükselişimiz karşılıklı olacak, tam da bizim bu ortak “yavru” aracılığıyla olacak, ona bakacak, değer verecek, sürekli yükseltecek ve onu geliştireceğiz.

“Bütünsel Eğitim üzerine Konuşma”, Bölüm 6, 14.12 2011

Küresel Çevrede Eğitim

Dr. L. Kotlanikova’nın Görüşü: Modern Eğitim’in süreci yeni bir evrensel toplumun oluşumuyla müşterek olacak, adil ve insancıl bir toplumun. Bu yeni eğitimin amacı, eğitimi yenilemek, herkesin bir diğerini ve dünyayı anlamasını sağlamak, dünyanın kargaşa dolu durumundan birliğine doğru yönelmesi için.

Eğitim bu aralıksız süreci çevirmeli ve bu eğitim “Evrensel İnsanın” kendisini, çevresini ve bu çevre içindeki yaşamını anlamasına olanak tanımalıdır.

Buradaki asıl sorun eğitimin gelecek yakın zamanda şu sorunu çözümlemesi gerekecek. Sorun: “Nasıl beraber olabiliriz”i öğrenmek.

Dr. Laitman’ın: Dünyadaki birçok eğitimci modern bilgilerin ve eğitimin sorunlarını anlıyorlar.

Bizler bu kişilerle, kendi eğitim metodumuzu iyileştirirken yapmış olduğumuz tartışmalarda ilişki kurmak zorundayız.

03/02/2012

Çocukluk Dönemi Bittiğinde

Her geçen gün dünya bizlere daha sert şekilde, ciddi ve inatçı bir biçimde davranıyor. İnsanlar, isteyerek ya da istemeyerek, bir şeyler olmalı veya zaten oluyor diye hissediyorlar. Dindar olanlar bu durumu daha yüksek bir güce bağlıyorlar; laik olanlar ise suçu doğaya yüklüyorlar. Öyle ya da böyle, dikkatimizi odaklamamız ve harekete geçmemiz için bizi zorlayan güçlü bir baskı altındayız.

Kabala bize, gelişimimizi en iyi koşula getirmek ve hızlandırmak için bir yol olduğunu öğretir. Bunun için, ne olduğunu fark etmeliyiz ve süreci bir bütün olarak gözlemlemeliyiz. Gelişmeye nasıl devam edeceğimizi her an seçmeliyiz. Bu, doğru ya da yanlış olma meselesi değil, aksine gelişimimizin doğanın programına uygun olması meselesidir. Her şey, doğanın bizden talep ettiği algoritmayı anlamamıza, kavramamıza, edinmemize ve onaylamamıza bağlıdır.

Bunu nasıl biliyoruz? Bugün, kendi deneyimimiz sayesinde bu sonuca ulaşabiliriz.

Bilim adamları, psikologlar ve felsefeciler, kötü ve iyi olmak üzere iki güç tarafından geliştiğimizi bir ağızdan tekrarlıyorlar. İyi, bize iyilik getirir ve kötü, kötülük getirir. Buna dair hiçbir şüphemiz yok, çünkü her birimiz iyi ve kötüyü değerlendirebilir.

İyi gücün etkisi özellikle, büyürken sevildiğimiz ve korunduğumuz çocukluk döneminde hissedilir. Doğa (veya Yaratan), anne ve babalarda, yakın ailede ve hatta uzak çevrelerde bile çocuklara karşı iyi bir yaklaşım ve sevgi ortaya çıkarır. Çocukların yaramazlık yapması veya bir şeyler kırması önemli değildir. Çocuk, bir yetişkin yaptığında asla affedilmeyecek şeyleri yaptığı zaman affedilir. Herkes çocuğun bir dediğini iki etmez ve çocuk onların iyi yaklaşımını kullanır.

Çocuk büyür büyümez, bu sevecen ve hoşgörülü yaklaşım birdenbire durur. Bu andan itibaren kendisine ve başkalarına bakması gereken biri olur; başkalarına “borçlu” olmaya başlar ve hareketlerinden sorumlu tutulur. Kısacası, talepler sevginin yerine geçer.

Bu neden olur? Çocukluk dönemini sorgulamıyoruz, ama neden doğa yetişkinlik döneminden bu kadar talepkâr oluyor, neden daha önce olduğu gibi sevecen olmayı durduruyor?

Bu durumun olumsuzlukla hiçbir ilişkisi olmadığını, aksine bizi büyümeye teşvik etmek için olduğunu anlamak şarttır. Eğer doğru şekilde gelişirsek, o zaman kötü etkiler hissetmek yerine, iyilik hissederiz. Bu yüzden, fark etmeliyiz ki, tüm doğa, yaşam ve dünya bize, dünyaya olan uygunluğumuza göre davranıyor. Dünyaya uyumlandığımız zaman, daha önce iyi ve kötü diye düşündüğümüz güçleri yeniden değerlendirmeye başlarız.

Bu olumsuz gücün bizi kendimizi düzeltmeye doğru teşvik ettiğini hissetmiyor olmamızın nedeni nedir? Eğer bu güç ile yeniden bağ kurarsak, yaşam tekrar, tıpkı her günün yeni bir şeyler getirmeyi vaat ettiği çocukluk dönemi gibi görünmeye başlayacak.

Her şey bizim hazırlıklı olmamıza ve eğitimimize bağlıdır. Eğer erken yaşlarımızdan itibaren doğru şekilde yetiştirilseydik ve olumlu tepkiler sağlamak üzere çevreyle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair ve doğa, toplum, aile ve kendimizle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair bir anlayışla olgunlaşan yetişkinler olmamızı sağlayacak şekilde eğitilseydik, o zaman yaşamlarımız mükemmel şekilde, sorunsuzca devam ederdi.

Ancak çocukluk döneminde, yetişkinlik dönemine dair doğru direktifleri almıyoruz. Kabalistlerin sözlerini kullanarak bu meselelerden bahsetmek kolaydır, fakat eğer Kabala öğretisine aşina değilsek ne yapabiliriz? Doğanın ipuclarını dinleyerek belli yönler bulabilir miyiz? Bizi çevreleyen her şeye karşı doğru yaklaşımı oluşturabilir miyiz? İnsanlık, acı çekmekten kaçınmanın yolunu bulma sorunuyla yüz yüze ve en az miktarda üzüntü yaşamak üzere hayatla nasıl ilişki kuracağını keşfetmeye çalışıyor. Şu an bile acı çekmeye devam ediyoruz ve daha da fazla acı çekeceğiz çünkü henüz bu sorunun cevabını bulamadık.

Ne istediğimiz ile aslında realitede neye sahip olduğumuz arasındaki karşıtlık, yetişkinleri daha ilerisini araştırmaya iter. Sonuç olarak, tarih boyunca bu soruna çeşitli yaklaşımlar geliştirdik. Baal HaSulam, “Barış” makalesinde bunlardan bahseder; eğer biz, dürüst ve gerçekçi bir şekilde doğayı, insanlığı ve yaşamı incelersek, Kabala öğretisinin bizlere öğrettiği aynı sonuçlara ulaşacağımıza işaret eder.

Esas olan, egoizmimiz tarafından ayartılmamak, aksine onun üzerine, mevcut hislerimize, eğilimlerimize ve düşüncelerimize bağlı olmadığımız objektif bir seviyeye çıkmaktır. Eğer bağımsız araştırmacılar olarak kendimizin üzerine çıkabilirsek, Kabala’da bulunan bazı bilgileri fark ederiz.

Öğretinin yaptığı budur: Kişiyi, kendi ego prizması olmadan realiteye bakabildiği bir seviyeye çıkarır. Eğer egoizmin “lenslerini” kaldırabilirsek, kolaylıkla Kabala bilgeliğini ediniriz. Baal HaSulam’ın “Barış” makalesine göre, bu bir bilimsel araştırmadır; istisnasız herkes için geçerli olan deneysel, deneyimsel ve uygulamalı bir temeli vardır ve bu herkesin komşumuza ihsan etme ihtiyacını keşfetmesine imkân verir.

Günlük Kabala Dersi, 4. Bölüm, 11/11/2011, “Barış”

İyilik İle Kıyafetlendirilmiş Kötülük

Yayınlanma tarihi 30 Ocak 2012, saat 13:57

Soru: Entegral eğitim metoduna göre kişiye kötü örnekler gösterilmemelidir. Ancak bu, psikolojide biraz farklıdır. Psikolojide kişi, başından geçen talihsizliklerden bahseder ve nerede hata yaptığının değerlendirmesini yapmaya başlar. Genel olarak söylemek gerekirse, kişi önce kötü yanı ile yüzleşir ve ardından da onu düzeltmeye çalışır.

Cevap: Bizim yaklaşımımız tamamen farklı. Kötülük diye bir şey yoktur! Dünyanın hiçbir yerinde kötülük yoktur! Her ne kadar tabiatın tümü bize kötüymüş gibi görünse de, bu, yalnızca tabiata yaklaşımımız yanlış olduğu için bize öyle görünür. Eğer tabiata olan yaklaşımımız farklı olsaydı ve tabiatı farklı bir şekilde kullansaydık, o zaman tabiatın sadece iyilikten ibaret olduğunu görürdük. Ayrıca, egoizmi kötülük için kullanmak yerine, iyilik için de kullanabiliriz.

Eğer kendi egoizmime karşı oynarsam; yani, egoizmimi değerlendirmeye başlayıp, kendi egoizmimin üstüne yükselişimin bir aracı olarak onunla çalışmaya başlarsam, o zaman kendi egoizmim, benim başlangıç noktamı oluşturur; kendimi ölçtüğüm, ne kadar yükselip değiştiğimi gösteren kılavuz haline gelir.

Egoizmimi bana verilmiş olan ve tamamen zıt bir niyete kıyafetlendirmem gereken negatif bir nitelik olarak görürüm: Egoizmimin tümünü ihsan etmek, sevgi ve bağ kurmak için kullanma niyetiyle kıyafetlendiririm. Bundan sonra, egoizmim sürekli olarak bana yardım eder; beni sürekli olarak iter ve dürter, beni bir taraflara çeker ve ben de sürekli olarak onun üstüne yükselmenin yollarını bularak onu karşılar ve dengelerim. Bu şekilde, egoizmim “kendime karşı” yardım aracı haline gelir.

İlerlemekte veya gelişmekte olan sistemlerin tümünün iki zıt kuvvetten oluşması gerektiğini biliriz. Karşılıklı olan, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini dengeleyen ortak paydalar oluşturan bu iki zıt kuvvet, mümkün olan en iyi sonuçları verir.

Bu sebepten dolayı egoizm, egoizmin üstüne yükselme arzusu ile dengelenmelidir ve egoizmin üstüne yükselebilmek için çevreye, komşuların yardımına, tanıdıklara ve tüm topluma güven duyulabilmelidir. Bu iki sistem, yani bir tarafta toplum ve çevre, diğer tarafta da kendi egoizmim, bana yardım eden unsurlardır. Ben bu iki unsurun arasında dururum ve kendimi bu şekilde yükseltirim.

Nihayetinde, kendi egoizmimi incelerim ve egoizmimin üstüne yükselebilmeme yardımcı olabilecek olan niteliklerini bulurum. Bu nitelikleri ihsan etmek, ilerlemek, mutluluk ve diğerlerine yardım etmek için kullanırım ve o zaman egoizmim, çalışmakta olduğum kuvvet, kütle, çalışmak için elimde olan madde haline gelir. Egoizmimi hiçbir şekilde yok etmem! O, içimde gelişmeye devam eder; ben ise onun gelişiminin tüm ayrıntılarını neşe ile karşılarım.

Modern bir insan, egoizmini hüzün ve acı ile karşılar; “Yine ben! Suçum neydi?” diye yakınır. Fakat bunun benimle bir ilgisi yoktur. Tabiat, kendisini içimde bu şekilde gösterir. Muazzam boyutlardaki egoist bir tabiat, kendisini içimizde özellikle bu şekilde ifşa eder ki, biz de onun üstünde birlik kurmaya devam edelim.

Bu sebepten dolayı, egoizm, bizleri ilerleten bir makine gibidir. Onun her türüne, çeşit ve şekline, meydana getirdiği her şeye ihtiyacımız vardır, en feci olan yanlarına bile, ki bu şekilde onları güzel giysiler ile kıyafetlendirebilelim.

Bu dehşet içeride kalmaya devam eder ve bırakın orada kalsın. Eğer onun üstüne tamamen faklı, bambaşka olan bir kabuk yerleştirirsek, bir ihtilaf yaratırız, niteliklerimizin her biri çift kutuplu olur ve bu sayede egoizmimizin gücünü arttırabilir ve onu, başkaların iyiliği için kullanabiliriz. Bu şekilde, “İnsan” denilen ve tamamıyla farklı olan bir yapı oluşur.

Fiziksel (bedenin uğruna) olan varlığımızın bulunduğu seviyenin üstüne yükselip, tamamıyla faklı olan manevi bir yapıyı oluşturacağımız duruma tarihte ilk kez ulaşmaktayız; herkesin birbirine bağlı olduğu karşılıklı olarak birbirini tamamladığı, ortak ve sanal bir insanlık durumuna ulaşmaktayız. Dünyadaki kolektif insanın prototipini oluşturan ve Adam denilen bu bütüncül mekanizma, bizlere tabiatın tüm kuvvetlerini, ayrıntılarını ve derinliklerini edinme ve onları doğru biçimde kullanma fırsatını tanımaktadır

Yani, egoizmi hiçbir şekilde yok etmiyoruz veya etkisizleştirmiyoruz. Tam tersine, tüm negatif belirtileri ile memnuniyet duyuyoruz, tıpkı bir heykel yapmak için harikulade bir malzeme bulmuş olan bir heykeltıraş gibi. Elbette ki bu heykeltıraş, heykelini belli bir şekle sokabilmek için önünde bir ton iş olduğunun bilincindedir, ancak bu malzemenin eline düşmüş olmasından dolayı son derece memnundur.

Aynı şey, bizler için de geçerlidir. Egoizmin ifşası, çalışabileceğim yeni malzemenin ta kendisini oluşturur. Tek yapmamız gereken şey, bu malzemeyi kullanma şeklimizi değiştirmektir, malzemenin kendisini değiştirmek değil. Bu malzemeyi, bir şeyi başkalarının pahasına yapmak yerine, onların yararına yapmak için kullanmalıyız.

“Entegral Eğitim Üzerine Konuşma” #7’den alıntıdır, 14/12/11

Ahlak Üzerine Düşünceler

Soru: Yetişkin bir kişi, bir yetiştirme sistemine girdiği zaman, ilgilendiği ilk şey ahlaki sorulardır. Ne iyidir ve ne kötüdür? Aynı zamanda biliyoruz ki, ahlak, kişinin gelişimini engeller.

Cevap: Biz kesin olarak ahlaka karşıyız. Sorun şudur ki, ahlak, kişinin ezberlemesi ve içine alması gereken aşırı sayıda türlü koşul varsayar ve böylece kişinin içsel “Ben”ini yaratır. Bu ona tüm olası ahlaki kısıtlamalar aracılığıyla yüklenmiştir. “Dar görüşlü”, sabit fikirli ve “paketlenmiş” hale gelir ve etrafında olanlarla görünürde düzgün ve doğru şekilde ilişki kurar. Doğal olarak, bu süreçte kendi imajını inşa eder – siyah, paketlenmiş, demir bir “çanta”.

Biz buna kesinlikle karşıyız. Bu özgürlük değildir. Kişi, bu şekilde uzun süre yaşayamaz ve eğer yaşarsa, o zaman algılamaya, hissetmeye, iyilik yapmaya ve karşılıklı anlayışa dair tüm duyarlılığını kaybeder. Ahlaki olarak doğru bir kişi, birisinin öldürülmesi gerektiğine karar verebilir ve onu kolaylıkla öldürebilir çünkü bu, onun çevresinde kabul edilen normlara uygundur ve o, bu normların ustası olmuştur. Esas itibariyle bu faşizmdir, Nazizmdir, azami aşırıcılığın tüm olası formlarıdır. Bu formlar anarşinin karşıtıdırlar.

Burada biz orta çizgiyi, ikisi arasındaki orta durumu sunuyoruz. Yani, kişi, ahlaki duruşlarının her birinin gerekliliğini anlamalıdır: Bu duruş doğaya uygun mu, bugünün toplumunda ve etrafında olanlarla ilişkilerinde kabul edilebilir mi? Bunu öyle şekilde düzenlememiz gerekir ki, toplumun menfaati her zaman bireyinkinin üzerinde olur ve ek olarak, tüm toplum çok büyük bir birleşmeye doğru hareket eder çünkü doğanın talep ettiği şey budur.

Bu nedenle, şüphesiz ki, bir ahlaki çerçeve gereklidir, fakat bu, sürekli gelişen ve esnek olan bir çerçeve olmalı, kişisel kontrol ve toplum kontrolü altında var olmalı, sözde “kutsal inekler” olmaksızın. Dolayısıyla, bu “Prusya eğitimi” yanlıları tarafından sunulan bir ahlak, “İçinize ne işlediysek, hayat boyu sizinle kalacak,” değildir.

“İntegral Eğitim üzerine Konuşma”,  13/12/2011

Yeni Dünya Hakkında Dersler: Kendini Kime Verirsin?

Bizim tüm evrim sürecimiz çevre aracılığıyladır. Eğer hiçbir çevre olmasaydı, bendeki Reşimot’a (hatıralar) rağmen ben gelişemezdim. Görüyoruz ki, eğer çocuklar bir ormana bırakılır ve ancak bir süre sonra bulunursa, ormanda onlara bakan hayvanlar gibi gelişirler. O hayvanların özelliklerine göre gelişirler, onlarla aynı hastalıklardan acı çekerler, hayvanlarla aynı şeyleri yapmayı isterler ve düşünürler ve hatta hayvanlarla aynı yaşam süresi kadar yaşarlar.

Bu demektir ki, bedenleri, hayvanlardan etkilendikleri ölçüde onlarla yaşamaya alışmıştır, öyle ki eğer çocuk 6 veya 9 yaşlarında bulunduysa (ki böyle birkaç vaka olmuştur), o zaman daha sonra yaşadıkları iyi koşullara ve bakıma rağmen, beraber yaşadıkları hayvanlarla aynı seneler süresince yaşadılar. En fazla 12-20 sene yaşadılar.

Diğer bir deyişle, bedenimiz, içinde geliştiğimiz topluma çok bağlıdır ve bu anlamda kişi çok esnektir. Eğer yıllarca insanlarla yaşayan bir köpeği veya kediyi örnek olarak alırsak,onlar insanlara sadece biraz alışmışlardır. Tabii ki, vahşi köpekler ve kediler gibi ormanda yaşayamazlar, çünkü onların farklı bir karakteri vardır. Ayrıca, insana ve çevreye dair yavrularına farklı bir yaklaşım geçirirler. Yine de o kadar esnek değildirler. Diğer yandan ise insan, belirli bir çevreye dahil olduğunda, o çevreden çok güçlü şekilde etkilenir, hatta ölümcül olacak ölçüde. İnsanlarla yaşamaya alışmış bir hayvanla kıyaslandığında, insan çok daha güçlü olarak etkilenir ve hayvanların yaşamlarına alışmış hale gelir.

Bu demektir ki, hepimiz çevremize bağlıyız. Dolayısıyla, eğitimde de, kişinin gelişimini belirleyen unsur olarak önce çevreye dikkat etmeliyiz. Kişinin tüm geleceği buna bağlıdır. Eğer çevreyi değiştirirsek, kişiliğimizi, arzumuzu, bakış açımızı ve yaşam paradigmamızı değiştiririz. Bu yüzden, girdiğimiz yeri, zamanımızı geçirdiğimiz dostları, sosyal çevreleri ve kendimizi kime verdiğimizi düşünmek, kontrol etmek ve bu konuda dikkatli olmak çok önemlidir.

Kişiye, onu neyin çevrelediğini bilmeyi ve öğrenmeyi öğretmeliyiz ve çevreye ne kadar bağımlı olduğunu, çevre sayesinde hayatını nasıl idare edebileceğini ona açıklamalıyız.

“Yeni Dünya Hakkında Dersler”, #3, 29/12/2011

Yetişkinleri Yeniden Eğitmek

Soru: İntegral eğitimin yapısı ne olmalıdır? Yetişkin bir kişinin eğitimine nasıl başlamalıyız?

Cevap: Tabii ki yetişkinlerin eğitimi ile ilgilenmeliyiz, fakat yine de maksimum ilgiyi çocukların eğitimine vermeliyiz çünkü yetişkinleri değiştirmek çok zordur. Bir yandan, içinde yaşadıkları toplumun tüm yozlaşmasını hissederler ve bunu değiştirmek isteyeceklerdir. Ancak, toplumu değiştirmek, kişiyi değiştirmek demektir. Bir kişiyi değiştirmek ise çok zordur. Çocuklarımıza dikkat ederek, özen göstererek (bizim için önemli bir şey), kendimizi de değiştiriyor olacağız.

Çoğumuz, birinin annesi ya da babasıyız.Çocuklarımız için tamamen farklı bir toplum kurmakla uğraştığımız zaman, söylendiği gibi, “Eğer bizim için değilse, o zaman çocuklarımız için.” Bir sonraki nesle dikkat ettiğimizde ve onu eğittiğimizde, biz de eş zamanlı olarak kendimizi yeniden eğitmeye başlayacağız.

Soru: Bu, yetişkinler için olan kurs, aynı zamanda çocuklar için eğitmen hazırlama kursunu da içermeli mi demek?

Cevap: Bu bir zorunluluk! Kurs, çocuk eğitiminin yanı sıra, eşler arasındaki etkileşim, kişinin toplumla, patronuyla, çalışanlarla ve çocuklarla olan etkileşimi gibi konuları da içermelidir. Kişi, herkesle integral şekilde ilişkide olmalıdır.

‘”İntegral Eğitim üzerine Konuşma”, # 5 , 13/12/2011

Barış İçin Umut

Baal HaSulam, “Barış”: “Ve barış için umut etmek, umutsuz bir durumdur… Ve toplumda her zaman, onlara sunulan koşullardan tatmin olmayan büyük bir azınlığın olması bir gerekliliktir… Böylece bu azınlık her zaman, yeni kavgacı insanlar için ve onları daima takip edecek yeni barış sağlayıcılar için hazır ve gönüllü bir yakıt olarak kalacaktır.”

Görüyoruz ki, insan seviyesinde, en iyi niyetler üzerine dayanan bir yaklaşım bile, bizim gerçeğe ve barışa ulaşmamıza imkân vermeyecektir. Bu süreci rahatsız edecek kavgacı insanlar her zaman olacaktır.

Ne yapılabilir? Hiçbir şey. İnsan toplumu ve insan doğası kasten bu şekilde yapılmıştır ki, böylece hayatla anlaşarak geçinip gitmemize imkân verilmez. Bunun bizim gücümüz dahilinde olmadığı gerçeğini kabul edebiliriz, fakat bundan daha fazlasını yapamayız.

Aramızda doğru sosyal ilişkileri asgari olarak bile sağlayamayacağımızı fark edene kadar, daha ne kadar kan dökülmesi ve acı çekilmesi gerekiyor? Doğanın gittikçe daha fazla global ve integral olduğu, birbirine bağlı ve karşılıklı bağımlı olduğu bize ifşa oluyor ve doğa yavaş yavaş, eski bencil formumuzda var olmayı sürdürebileceğimiz “küçük bir yer”e daralıyor. Yeni kanunlar büyük bir hızla yakınlaşıyor.

Birlik olmadan elde edemeyeceğimiz şeyleri telafi etmek üzere, toplum, farklı hayır kurumlarını kullanıyor, fakat bu “hayır işleri”nin bizi aslında nasıl yıkıma götürdüğünü yakın zamanda göreceğiz. Baal HaSulam, yıkımın aslında barış sağlamaya çalışanlar tarafından geleceğini söyler.

Soruna sadece tek bir çözüm vardır: insanları karşılıklı sorumluluk içinde yaşamak üzere eğitmek. Bu sayede insanlık, üzerine dayanacağımız sağlam bir şeyin olduğunu hissedebilir olacak. Bunu, doğru çevreyi yaratarak başarabiliriz. Öğretime ve bilgi edinmeye ek olarak, eğitim, çevrenin insanları etkileyeceği özel aktiviteleri içermelidir. Eğer böyle bir çevreyi düzenlemeye başlarsak, bunu yaratacak içsel güçler bizim aracılığımızla ortaya çıkacaktır. Bu olmadan barış için hiçbir umut yoktur.

Günlük Kabala Dersi 16/10/2011, 4. Bölümden, “Barış”