Egoizmin Büyümesinin Durması Bizi Neye Mecbur Eder?

Soru: Dünyadaki bütün devrimlerin, belli bir plan dâhilinde ilerlediğine inanılıyor. Terörist kisvesi altında özel servisler birilerine saldırıyor. Bu yöntemin bir sınırı var mı?

Cevap: Bunun bizim dünyamızda ne şekilde belirlendiği ne fark eder ki? Sorunlu bölgeler her yerde. O kadar çok silah birikti ki, ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir insan evde her şeyi yapabilir.

Mesele, cinayet aletlerinde ya da mantıkta değil, yaratılış programını iyi veya kötü yönde daha fazla uygulamak için gerekli olduğu gerçeğindedir. Tam olarak hangi yol? Bu sadece bununla ilgili.

Dünya zaten birleşme yolunu izliyor. Ondan kaçamazsınız. Tek sorun buna ulaşmak ve buna katkıda bulunmak gerektiğini anlama ölçüsündedir, yol bu ölçüde daha iyi hale gelir. Dünya bunu anlamıyorsa, anlayana kadar bir çocuk gibi cezalandırılır.

Bizler hali hazırda bu fikri dünyaya anlatabilecek durumdayız ve açıklıyoruz. Bunu az çok başarılı bir şekilde ve iyi bir tempoda yaptığımızı düşünüyorum. En azından nasıl çalıştığını görüyoruz. Dünya, gidecek hiçbir yeri olmadığını anlamaya başlıyor; insanlarda yeni, tamamen olağandışı değişikliklerin meydana geldiğini ve egoizmlerinin büyümeyi durdurduğunu hissetmeye başlıyor.

Sadece insanlığın değil, küçük bir egoist çekirdekten güneş sisteminin gezegenlerine kadar gelişen (ve egomuzun gelişimi buna sürekli olarak eşlik ediyordu) evrenin varoluş tarihinde, ilk kez, egoizm kendi kendine büyümeyi aniden durdurdu.

Küresel olmaya ve bağ kurmaya ve her parçası birbiriyle uyumlu doğanın geri kalanıyla aynı olmalarını insanlardan talep etmeye başladı. Ve insan bu koşulda değildir, kendi arasında veya doğa ile birlikte değildir.

Bu nedenle, etrafımızı saran cansız, bitkisel ve hayvansal doğanın tümü, bizi şimdi bunu yapmaya itiyor. Evrende, tüm dünyada ilk defa, son zamanlarda sürekli katlanarak büyüyen egoizm, hafif eğimli bir çizgiye ulaşmış ve daire olmaya başlamıştır. Artık büyümüyor, ancak bizi karşılıklı garanti içinde bütünsel olarak birbirine bağlı olmaya mecbur ediyor.

Yaradan Herkesi Gözetir

Soru: Genellikle Klipot‘a düştükten sonra yükseliyoruz. Bunların içine düştüğünüz ve geri dönemeyeceğiniz bir durum var mı?

Cevap: Hayır, bu pratikte olamaz çünkü Yaradan, üst güç, herkesi gözetir ve bir şekilde herkesi yükseltir. Yani birisinin düşüp düşmemesi önemli değildir. Hatta bunun için denir ki: Erdemli insan bin defa düşer ve kalkar.

Soru: Öyleyse sadece zaman farkı mı var, biri bir saniyede düşüp kalkıyor, diğeri bir yılda?

Cevap: Bu, kişinin kendini yükselmeye hazırlama hızına bağlıdır.

Kendinizi Klipot’tan Nasıl Koruyabilirsiniz?

Soru: Klipot, ıslahın sonuna kadar bizimle kalacak. Kendimizi onlardan nasıl koruyabiliriz?

Cevap: Sadece dostlara yakınlaşarak, kişi sadece dostlarına tutunup onlarla bir olmak istediğinde. Başka bir yol yok çünkü Klipa uzaklaşmak, uzağa itmek, kendi içine yoğunlaşmak için, kendini diğerlerinden soyutlamak arzusudur.

Grupta, dostları ayırmak için hareket eden ortak bir Klipa vardır; bu gururdur, kıskançlıktır, vs.dir.  Ve özellikle ihsan etme niteliğinin, üst gücün, Yaradan’ın büyüklüğüne karşı hareket eden Al Menat Lekabel‘in (Amalek) Klipa‘sı vardır. Kişiye der ki: “Senin çıkarın, senin kazancın daha önemli.”

Soru: Bu, manevi çalışmanın ve arınmaların tamamından geçmenin ve Klipot‘a düşmemenin imkansız olduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Doğal olarak düşmeli ve yükselmeliyiz, düşmeli ve yükselmeliyiz. Bu şekilde düşüşlerimizden Klipa‘nın küçük bir parçasını kendimizle birlikte yükselteceğiz, biraz bu kabuktan, biraz egoizmden, biraz kıskançlık, haset ve diğer her şeyden. Egoizmimizin bu parçalarını yükselterek onları ıslah edeceğiz.

Kaybolmayan Maneviyat

Yorum: Çalıştayın ilginç bir özelliği var. Uygulandığı anda, kişi bir tür anlayışa varmış gibi görünür, ilham alır, cesaretlenir ve ertesi gün hepsi kaybolur.

Cevabım: Önemli değil. Bu durum, insandan kaybolsa bile, yine de onundur. Manevi gelişimde hiçbir şey kaybolmaz. Sadece şu anda bir şeyler kaybolmuştur çünkü yeni egoizm eklenmiştir.

Hiçbir şey geriye gitmez, sadece ileri gider. Hafızanızdan bir şey silinip gittiyse bunun nedeni, önceki manevi edinimlerinizi karartan yeni, henüz ıslah edilmemiş, egoist bir parçanın gelmesidir.

Manevi Gelişim Sorunları

Yorum: Bazı zamanlar, dün söyledikleriniz bizim için en önemli şeymiş gibi görünüyordu. Ama kısa bir süre sonra, başka bir sürecin önemine değiniyorsunuz, daha sonra bir sonrakine, durmaksızın. O zaman bu şöyle görünüyor: “Nereye gidiyoruz?”

Cevabım: Çünkü yolun başında olan bir kişinin bundan dolayı kafası karışır.

Diyelim ki seninle yolda yürüyoruz ve sana her türlü yönlendirmeyi veriyorum: “Hedefi düşün, daha geniş bir adım at, daha derin bir nefes al, kollarını daha geniş salla.” Sana göre bunlar birbirlerini iptal ediyorlar gibi görünür ama benim zihnimde öyle değildir.

Kişi, tüm bilgilerden algılayabildiğini hisseder ve duyar. Biz bu şekilde düzenlendik, aksi takdirde basitçe hiçbir şey yapamazdık. Bu şekilde en azından duyduklarımızı yapıyoruz.

Yorum: Kabala’ya gelenlerin çoğu, standart bir şekilde düşünüyor. Diyelim ki iş dünyasında olduğu gibi bir yön seçtik ve hedefe doğru gidiyoruz, sonra önemli olanın nihai kazanç değil, sürecin kendisi olduğu bir süreçle karşı karşıya kalıyoruz. Kişinin kafası karışmaya başlıyor ve ne yaptığını anlamadığını düşünüyor yani net bir maddesel çerçevesi olmuyor.

Cevabım: Evet. Bu nedenle insan, kendisi için dar bir şey seçer ve ona tutunur, tıpkı küçük bir çocuğun oyuncağına ya da bebeğine tutunması gibi ve böylece yoluna devam eder. Bu yeni başlayanlar için doğaldır.

Bunu görürüm ve kişinin gelişmesini beklerim. Yapacak bir şey yok, çünkü biz böyle büyüyoruz.

On Sefirot Çalışması Nasıl Hissedilir?

Soru: “Kalpteki nokta”ya sahip olan bir kişinin, On Sefirot Çalışması’nı (TES) asla anlayamayacağını ifade etmeniz ne anlama geliyor?

Cevap: Kalpteki noktaya sahip olan ve onu geliştiren kişi, TES‘i ancak manevi gelişimi ölçüsünde anlayacaktır. Ve henüz manevi olarak gelişmemişken, bunu tamamen mekanik olarak algılayacak ve bu ona hiçbir şey vermeyecektir. Bir şekilde TES ile bağ kurmaya çalışacak, ancak genel olarak yaklaşım bu değil.

Ben de eskiden böyleydim. Maneviyata ulaşmak için çabalıyordum ama kendimi On Sefirot Çalışması‘nın önünde bulduğumda, onu fizik gibi çalışmaya başladım. Ona nasıl yaklaşacağımı ya da onu nasıl tutacağımı pek de bilmiyordum. Bu bir süre devam etti.

Ve manevi duyumlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığında, ben de onlara göre uyandım.

Soru: Yani buna mekanik bir yaklaşımla mı geldiniz?

Cevap: İlk başta evet, yaklaşımım tamamen mekanikti. TES‘in herhangi bir bilim gibi olduğunu, çalışmanız gerektiğini ve sonunda anlamaya başlayacağınızı düşündüm. Ama sonuç olarak, bir duyguya ve bunun sayesinde ne hissettiğimi anlamaya geldim.

Ve ondan önce, ilk yıllarda, materyale duygularla girmeye çalışmadan, spekülasyon yapmak için çok zaman harcadım. Genel olarak duyguları görmezden geldim. Sadece saf bir aklın, maymundan bir insan yapacağına ve bu nedenle duygularımızdan herhangi birinin içimizdeki hayvan olduğuna inanıyordum. İstersen duygularını tatmin et ama bunu yüce bir şeyle karıştırma diye düşündüm; bu senin hayvanın, neden onu daha fazla geliştiriyorsun?

Ve bir insanın, bir hayvanın ötesinde gelişmesi gerçeği benim için anlaşılmazdı. Başkalarına yönelmek, başkalarına dâhil olmak, özgecilik, sosyalizm, komünizm vb. hepsi bana göre çok iğrenç, tamamen gerçek dışı, gereksiz ve çirkindi. Bu nedenle, bana “dost sevgisi”, “dostluk içinde olmak” dendiğinde, bu nasıl bir ana okuludur?!

Perdede bazı hisler olduğunu hissetmeye başlamadan önce birkaç iyi yıl geçti. Prensip olarak, bir kişinin bunu yapması 20 ila 30 yıl sürebilir.

Manevi doğum en zor olanıdır çünkü bu koşul içinde, önceki tüm astronomik ve jeolojik süreçlerden geçersiniz. Manevi anlamda, büyük patlama noktasından itibaren kendinizi geliştirmeye başlıyor gibisinizdir. İçinizde insan ortaya çıkmaya başlayana kadar, doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinden geçersiniz. Ve bu insan, başkalarıyla olan bağınızın bir ölçüsüdür.

Soru: On Sefirot Çalışması‘nın duyusal girişine hangi noktada ulaştınız? Sonuçta, geçmişte bilimle yakından ilgiliydiniz.

Cevap: Ben çok büyük bir egoisttim, yalnızca saf bilime, deneyime ve gerçeklere inanan, duygulara inanmayan bir mühendis idim. Psikoloji benim için tamamen hükümsüz bir şeydi.

Soru: Peki duyusal hislere nasıl geldiniz?

Cevap: Bu, gelişmekte olan bir gücün etkisidir ve hiçbir şekilde yönlendirilmemiştir. Başka hiçbir şey değil! Bu şekilde, bu güç beni geliştirdi ve aniden, arzuların önce geldiğini ve ancak onlardan sonra arzuların incelemesine yönelik düşünceler, bazı hesaplamalar ve araştırmalar olduğunu anlamaya başladım.

Sevgiyi Nerde Bulursunuz?

Soru: Bir keresinde maddesel sevginin, sadece “kötü eğilimi” sakinleştirmek için hormonal güçlü bir istek olduğunu ve bizim yapımızda sevgi olmadığını söylediniz. Doğru mu anladım?

Cevap: Sevgi, bilinçli olarak onun üzerinde çalışan insanlarda ortaya çıkan, karşılıklı egoizm, reddediş ve nefretin üzerine çıkmaya dayanan karşılıklı bir çekimdir.

Bu duygu, birinin diğeri ile bütünleşmesi için ortaya çıkar: Ben onun arzularındayım, o da benim arzularımda. Egoizmin üstüne çıktığımız, onu iptal ettiğimiz ve onun yerine diğer insanların arzularını karşılamak için onlarla çalışmayı istediğimiz, komşunuzu kendiniz gibi sevmeyi istediğiniz ölçüde, tam da burada sevgi ortaya çıkar.

Fakat sevginin kendisi ne anlama gelir? O, bizden gelmez. Tam olarak kişisel egoizmimizi yok ettiğimiz ve birbirimize dâhil olduğumuz için, ışık bu karşılıklı dâhiliyete girer. Sevgi olan, Yaradan ifşa olur.

O Gülün İki Durumu

O gülün iki durumu vardır:

1) Katnut- oluşumunun başlangıcıdır yani içinde yalnızca Sefira Keter vardır, içinde onun Nefeş ışığı kıyafetlenmiştir ve alt dokuzu Atzilut‘un dışına, Beria dünyasına düşer.

2) Gadlut- alttaki dokuzun Beria dünyasından Atzilut dünyasına yükseldiği ve onlarla, birlikte on Sefirot ile tam bir Partzuf inşa ettiği zamandır. (Rabbi Shimon bar Yochai [Raşbi], Herkes İçin Zohar, Gül).

Soru: Kendini ilk kez bir Kabala dersinde bulan yeni bir öğrenciye ne tavsiye edersiniz?

Cevap: Bizim Kaynağımıza “Sonsuzluk” (Ein Sof) denir. Oradan, Adam Kadmon (AK) dünyası aracılığıyla, ışık ortak Tabur‘a (göbek) iner. Aşağıda Atzilut dünyasının Partzufim‘i bulunmaktadır: Atik, Arih Anpin (AA), Aba ve İma (AVİ) ve ZON (Zeir Anpin ve Nukva). Ve onların altındakiler Beria, Yetzira ve Assiya dünyalarıdır.

Atzilut dünyasında neler olup bittiğini çalışıyoruz. Bizim için bu son derece önemlidir çünkü burası yönetimin idare edildiği ve geçmişin, şimdinin ve geleceğin bulunduğu yerdir. Burası, Hohma (Bilgelik) ışığının yayılmasını sınırlayan Parsa (sınır, ayırma çizgisi) ile son bulur.

Aşağıda, BYA dünyalarında, kırılmış ruhlar vardır ve sonsuzluktan gelen ışığın ortak bitiş çizgisinin (Sium) altında bizim dünyamız vardır. Burada, manevi olarak uyanana kadar bedenlerimizin içinde var oluruz.

Ruhlar, arzularını, ıslah taleplerini Atzilut dünyasının Malhut‘una yükseltirler. Zeir Anpin ile olan bağı kullanır ve ruhların arzusunu O’na yükseltir.

Zeir Anpin‘in Malhut‘a bağlanması ölçüsünde, onlar ZON adı verilen ortak bir Partzuf haline gelirler ve AVİ‘ye yükselirler. Malhut, anne Partzuf olan İma‘ya yükselirken, Zer Anpin baba Partzuf olan Aba‘ya yükselir.

ZON, “anne ve babayı” onlara gerekli tüm ışıkları, ıslahları ve tamamlanmayı vermeleri için  zorlar ve sonra onlar yerlerine geri dönerler. Orada “büyük” haline gelirler; büyüklük koşulu Gadlut‘u edinirler. Bu, Gül’ün yani Malhut’un iki halinin anlamını netleştirmemize yardımcı olur: Katnut ve Gadlut.

İlk durumda, yalnızca üst Sefira’nın noktasını temsil eder – Keter, oysa diğer dokuz Sefirot‘u Parsa‘nın altındadır. Ayrıca Klipot‘un (pislik, kabuklar) güçleri de buradadır. “Dikenler arasında bir gül” ifadesinin anlamı budur: Klipot arasındaki Malhut. Bu, Malhut‘un ilk, en küçük halidir.

Yetişkinlik durumunda,  Malhut, alt dokuz Sefirot‘unu yükseltir, Zer Anpin ile birleşerek bir Zivug (çiftleşme) yapar ve böylece tüm güzelliği ile çiçek açan gerçek bir gül olur. Malhut, yalnızca “dikenleri” yani Kelim’leri (kaplar) Zeir Anpin tarafından bağlanmamış ve tamamlanmamış olduğu zaman, onunla Zivug’a yükselebilir ve bu hale gelebilir.

Bütün bunlar, parçalanmış ruhlar tarafından, bir araya geldiklerinde uyandırılır ve Zeir Anpin ve Malhut‘un ıslahını sağlayanlar onlardır. Bizim bütün çalışmamız burada yatmaktadır: onlar son hallerine ulaşana kadar ZON’un ıslahını sağlamak.

Durmak Mı Yoksa Hareket Etmek Mi?

Hareket çokluğunun insana acı verdiği bilinir çünkü bu O’nun özünden dolaylı bir uzantıdır. Ancak maldan ve varlıktan mahrum kalmak da imkânsızdır, bunun için de köke zıttır, çünkü kök bollukla doludur. Bu nedenle, servet elde etmek için hareket etmenin azabını seçeriz.

Ancak, tüm malları ve servetleri yalnız kendileri için olduğundan ve “yüzü olan iki yüz ister” olduğundan “kişi, arzusunun yarısı elinde ölür.” Böylece her iki taraftan da acı çekerler: artan hareketin ızdırabından ve yarısından yoksun oldukları malların eksikliğinin üzüntüden dolayı acı çeker. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, “İç Gözlem,” Bölüm 4, Madde 21)

Egoizmimiz yani doğamız, öyle bir şekilde düzenlenmiştir ki ya tam bir dinlenme halinde olmak ya da eksiğimiz olan şeyle dolmak isteriz. Tüm hayatımız, arzuladığımız şeyle nasıl doldurulabileceğimizi aramakla geçer.

Burada her zaman iki seçeneğimiz vardır: ya hareketsiz kalmak ya da bizi tatmine götüren bir harekete girmek. Ve zaten hareket etmeye karar verdiyseniz, o zaman önünüzdeki hedefi net bir şekilde görmelisiniz.

Nuh’un Gemisi Hiç Var Oldu Mu?

Türkiye, Nuh’un Gemisi adlı yeni bir ziyaretçi merkezinin açılışını yaptı. Ağrı Dağı’ndaki merkez, dünyanın her yerinden Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlardan gelen bağışlarla inşa edildi. Merkez, bölgede bulunan buluntuları ve fosilleri sergilemekte. Gemiyi aramak birçokları için çok heyecan verici ve gerçekten de şu soruyu gündeme getiriyor: Nuh’un Gemisi hiç var oldu mu?

Nuh’un Gemisi hikâyesinden bugün bizim için ana çıkarım, bizim de büyük bir tufanın eşiğinde olduğumuzu ve bunu önleme yeteneğine sahip olduğumuzu anlamamızdır. Yaradan’ın söylediklerini dinleyerek veya başka bir deyişle, doğanın kanunlarına uyarak büyük bir tufanın önümüze çıkmasını engelleriz, bu da nihayetinde olumlu bir şekilde bağ kurmamız gerektiği anlamına gelir.

Olumsuz insan bağları, doğadan aldığımız her darbeyi beraberinde getirir. Aksine, birbirimize iyi davranırsak, doğal afetleri ve diğer darbeleri önlemeyi başarırız.

Bu nasıl çalışır? Doğanın dengesini olumsuz insan ilişkilerimiz aracılığıyla bozmamızı engelleyen doğa yasaları vardır. Doğanın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan olmak üzere dört seviyesi vardır ve insan seviyesi, doğanın en yüksek niteliksel seviyesidir. İnsan seviyesinde, birbirimizle olan bağlarımızda belirlediklerimiz, tartışmasız bizimle ilgili olarak doğada ne olacağını belirler.

Bu nedenle, bugün dünyamızda gerçekten önemli olan şeylere -doğanın kanunlarıyla dengeye ulaşmanın bir yolu olarak pozitif insan bağları geliştirmek için- nasıl daha dikkatli olacağımızı öğrenmeliyiz ve bunu yaparak, doğal afetlerden ve daha birçok darbeden kendimizi koruduğumuzu görecek, dahası benzerlerini henüz yaşamadığımız barışçıl ve uyumlu yeni bir dünyanın kapılarını açacağız.