“Tanrı Gökleri Ve Yeri Neden Yarattı?” (Quora)

Varoluşta iki güç vardır: (1) Yaradan’ın ışığını alma ve mutlu olma arzusu olan yaratılan ve (2) memnuniyet, neşe, bütünlük ve haz ihsan etme arzusu olan ışığın kendisi, Yaradan.

Yaratılan, ancak ışığın niteliğine benzer olduğunda; yani ışığı Yaradan’a memnuniyet verme niyetiyle alma yeteneğini kazandığı zaman ışığı alabilir. Ancak yaratılan, ışığı kendine yönelik bir niyetle yani yalnızca kendisini memnun etmek için almaya niyet ederse, o zaman Yaradan’ın zıddı olur. Böyle bir durumda yaratılan, Yaradan’ın vermek istediği hazzı hissedemez ve bunun yerine ışığın siyah bir kopyası olan tam karanlığı hisseder. Böyle bir durum “bu dünya” veya “bizim dünyamız” olarak adlandırılır.

“Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı” cümlesi, Yaradan’ın ihsan etme ve alma niteliklerini yarattığını ima eder.  Neden? Bu niteliklerin bir kombinasyonunu edinmemiz ve bunlardan hangisini kullanacağımız konusunda özgür seçimimizi uygulama yeteneğine sahip olmamız için: sadece kendi için haz almayı amaçlayan bir alma niyetiyle alma arzu ya da Yaradan gibi ihsan etme niyetiyle alma arzusu. 

                                        

Bağ Kurmak İyilik Adına Olmadığında

Yorum: Prensip olarak, dünyamız bağ üzerine kuruludur. Her iki durumda da, insanlar bir tür girişim yaparak, örneğin futbol vb. bir fikir etrafında toplanırlar.

Cevabım: Onlar egoist bir amaçla bağ kuruyorlar – diğerinin kazanmasına izin vermek yerine, bağdan kar elde etmek. Başkalarını yenmek için güçlü olması gereken mafya veya bazı örgütler gibi.

Bağ kurmak, iyiliğe, barışa, sevgiye veya üst gücün ifşasına yönelik değilse, yapılmamalıdır. Her durumda bu, birlik, kardeşlik, eşitlik ve dayanışma fikirlerinin bozulduğu Sovyetler Birliği örneğinde gördüğümüz gibi, kötü bir sonuca yol açar. Başlangıçta gerçekten herkesi bu fikre çağırıyorlardı, herkes kardeş, eşit kabul ediliyordu, herkes birleşmişti, bir istek vardı ve herkesin yüz yirmi ruble (çok az) kazanması önemli değildi.

Bu insanları cezbetti ve Batı’da katbekat daha fazla para kazanmalarına rağmen, buna eşdeğer bir şey öne süremediler. Öyle ki biri beş yüz kat, diğeri ise sadece beş kat daha fazla alıyordu ve insan için aradaki bu fark her şeyi yok eder. Ama herkes yüz yirmi kazandığında, o zaman bu daha iyidir. Keşke bu fikir desteklenebilseydi…

Ama bu manevi bir altyapı gerektirir. Bu nedenle, kimsenin bunun nasıl yapılacağını anlamadığı o zamandaki uygun eğitimin eksikliği, bu sonucunu verdi.

“Tanrı Fiziksel Mi, Metafiziksel Mi, Soyut Mu, Kavramsal Mı, Maddi Mi, Yoksa Manevi Mi?” (Quora)

Kabala bilgeliğinde, Tanrı’yı pratik bir şekilde, bizimle olan ilişkisinin ve buna nasıl ulaştığımızla ilgili olarak inceleriz: bizi yaratan, içimizdeki ve etrafımızdaki evreni yöneten ve destekleyen ve önceden belirlenmiş olan bir amaca doğru yönlendiren bir üst güç olarak.

Onlarla olan özel ilişkilerimiz nedeniyle, ebeveynlerimizi nasıl “anne ve baba” olarak adlandırdığımız gibi, üst güçle bağ kurduğumuz zaman, bu gücün bize yönelik sahip olduğu belirli bir ilişki türü ediniriz, ancak bu gücün sahip olabileceği diğer olası nitelikler veya ilişkiler hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. Bu nedenle Kabala’da Tanrı’nın özü veya “benliği” ile ilgilenmediğimizi söyleriz çünkü bu koşulda bizim hiçbir edinimimiz yoktur.

Bu nedenle, kendimizin ve bizi çevreleyen gerçekliğin pratik ve deneysel bir araştırması olan Kabala metodunu kullanarak, Tanrı’yı, bizi yaratan ve sürdüren ve gelişmemize rehberlik eden bir üst güç olarak, açıkça algılayıp hissedene kadar, kendi üzerimizde çeşitli değişikliklere uğrarız: Yaradan ile dengeye – ya da  Kabalistik dilde Yaradan’la “bütünleşme”ye (İbranice “Dvekut”), geliriz. Biz “Yaradan” deriz çünkü İbranice’de “Yaradan” (“Boreh“) kelimesi “gel” (“Bo“) ve “gör” (“Reh“) olmak üzere iki kelimenin birleşimidir yani Yaradan hakkında sadece Kabala metodunu kullanarak kendimizde oluşan edinimler vasıtası ile konuşabiliriz. 

Bu nedenle, sadece bizim gerçeklik algımıza ve duyumumuza giren bir şeyi analiz edebileceğimiz, hissedebileceğimiz ve ölçebileceğimiz için; üst güç (Yaradan, Tanrı) yalnızca onu edinen kişi ile ilişkisinde karakterize edilebiliriz. Kabala dilinde böyle bir edinim, Kli‘nin (kap) kendisini dolduran ışığa (Yaradan’ın niteliği) tepkisi olarak ifade edilirken, içindeki ışık ve ışığın kendisi edinilemez.

Bu nedenle, benliğimizdeki belirli değişiklikler vasıtasıyla bu Kli’yi geliştirerek, ona olan tepkilerimizi ölçeriz ve onun niteliklerine göre değil, kendi tepkilerimize ve algılarımıza göre tanımlamalar verebiliriz. Kabala’yı en iyi tanımlayan kelimenin  “bilim” olmasının nedeni budur, zamana göre test edilmiş Kabala metodolojisini kendimize uygulayarak, geçmiş Kabalistlerin hakkında yazdığı, ölçebileceğimiz, tekrarlayabileceğimiz ve yeniden üretebileceğimiz sonuçlara ulaşırız. Bu bilimin bilgisi, yalnızca ampirik olarak doğrulanmış olanı içerir.

         

“Kendimi Tamamen Değiştirmek İçin Ne Yapmalıyım?” (Quora)

Öncelikle kendimizi değiştirmenin ne anlama geldiğini tanımlamalıyız. Bizler arzulardan yapıldık ve bu arzuları ya kendimize göre ya da doğanın cansız, bitkisel, canlı ve insani kısımlarına yani doğanın mutlak kanunlarına, sevgi, ihsan etme ve bağ kanunlarına göre değiştirebiliriz. Yani, ne tür bir arzu kullanmak istediğimizi ve onu neyle ilişkilendirmek istediğimizi seçeriz.

Tüm arzularımızı, doğa kanunlarına uygun bir niyetle yani cansız, bitkisel, hayvansal ve özellikle de insanlara karşı, doğanın bütününe karşı olumlu bir tavırla kullanmak istiyorsak, o zaman doğru yoldayız demektir. Sadece kendimizi değiştirmekle kalmayıp, dünyayı da gerçekten değiştirebilmemizin tek yolu budur.

Doğanın kanunlarına dikkat etmeye başlarsak, bizim dünyevi güçlerimizin üzerinde büyük bir güç hissederiz. Daha sonra bu güçle birlikte çalışabilir, bizi değiştirmesini isteyebiliriz ve buna göre çevremizdeki dünyanın, kendimize davet ettiğimiz değişikliklere göre nasıl değiştiğini görmeye başlarız.

Böyle bir değişiklik, kendimizin tam bir dönüşümüdür çünkü doğuştan gelen niyetimiz kendimiz için alma niyetidir ve niyetimizi verme niyetine çevirerek, niyetimizi tam tersine çevirmiş oluruz.

Nasıl Bir Kli İnşa Edebiliriz?

Mantık ötesi inanç nedir? Manevi dünyaya girmek için neden aklımızı ve duygularımızı iptal etmemiz gerekiyor ve bunun yerine ne alacağız? Bu haklı bir soru çünkü kişi, kendini değiştirmesi ve başka bir şeye dönüşmesi gerektiğini hissetmeye başlıyor.

Dünyevi aklımızı ve daha da önemlisi egoist kalbimizi, manevi dünyada kullanamazsak, geriye ne kalır? Üst dünyayı hissetmek, Yaradan’ı hissetmek için nasıl bir Kli inşa edebiliriz; daha yüksek bir seviyede yeni bir akıl ve duyguları nasıl oluştururuz?

İnsan, hayvan, bitki ve cansız maddelerin farklı düzeylerinin bu dünyada bile birbirinden ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Her gelişim düzeyi, kendi aklı, duyguları, biçimi, davranışı ve hareket özgürlüğü ile karakterize edilir. Bir canlı ne kadar gelişmişse, zihni, duyguları ve çevresiyle bağ kurma yeteneği o kadar fazladır. Ve maneviyata girdiğimizde, yeni bir ortama, almanın değil, ihsan etmenin hüküm sürdüğü bir alana gireriz.

Dünyamızda ifşa olan dört çeşit alma kuvveti vardır. Üç derece vardır: cansız, bitkisel ve hayvansal ve ayrıca bir sonraki seviyeye geçiş aşaması olan insan, manevi dünyanın ise cansız, bitkisel ve hayvansal dereceleri. Üst dünyanın insanı olan “Adam”, zaten Yaradan ile bir bağlılık halidir.

Görünüşe göre bir dünyadan diğerine geçiyoruz ve bunu başarmak için önceki aklımızdan ve duygularımızdan çıkmamız gerekiyor. Bu, akıl ve kalpten yoksun kaldığımız anlamına gelmez – yeni akıl ve duygular, ihsan etme güçlerini,  “Bina” üzerine inşa edilmiş manevi olanları alırız. “Bina”, aşağıdan gelen alma arzusunun yukarıdan gelen üst ışıkla birleşimidir. Birlikte, Keter ve Malhut’un ortasında yer alan “Bina” adlı yeni bir form oluştururlar.

Bu şekilde, mantığın, egoizmimizin, alma arzusunun üstünde inanç (Bina derecesi) adı verilen yeni bir algı oluştururuz. Bu yeni aklı ve duyguları, aramızdaki her türlü bağ aracılığıyla inşa ederiz. Ve bunda “Herkes dostuna yardım eder.” Birbirimize karşı egoizmimizden çıktığımızda, bu inanç derecesini ifşa ederiz yani “Ben”imizin egoist duygusunun ötesinde, mantık ötesi bir şekilde diğerine ihsan etmeyi.

Sonunda, bu özlemde kendim dışında herkesi hissetmeliyim. Sanki kendi “ben”im yokmuş gibi olmalı; daha doğrusu, benden başka herkes var gibi. O zaman bu diğerlerinde üst gücü, Yaradan’ı hissedeceğim.

Sadece bağ kurarak, tek bir Kli’de, tek üst güç ifşa olur. Bu çalışma, görünüşte basit mekanik eylemlerle, sanal iletişimle başlar. Ancak bunu yaparak, mevcut aklımızın ve duygularımızın üzerine çıkma ve ortak bir akıl ve duygu edinme arzumuzu ifade ederiz ki, “Ben kendi halkım arasında yaşarım” diye yazıldığı gibi, O’na tek bir istekte birleşen grubun içinde Yaradan ifşa olacaktır.

Karşılıklı Garanti: İnsanlığın Var Oluşunun Kanunu

Karşılıklı garanti, insanlığın tek bir ruh olarak varoluşunun küresel yasasıdır. İnsanlar arasında gerçekleştirilirse, o zaman altımızdaki tüm dereceler yani hayvansal, bitkisel ve cansız doğa, tek bir sisteme yeniden bağlanacaktır.

Eğer insanlık bugün insan derecesinde birleşmiş olsaydı, tüm doğanın tek bir sistemde toplandığı, hiçbir patlamanın olmadığı ve cansız, bitkisel ve hayvansal dünyada tam bir uyumun hüküm sürdüğü bu tür değişiklikleri tüm evrende görürdük.

Bilgelerin dediği gibi kurt kuzunun yanında huzur içinde yaşayacak ve tüm yaratılış uyum içinde var olacaktır. Bu şekilde tüm evreni ve tüm dünyayı tek bir bağa getireceğiz ve Yaradan, tüm yaradılışı dolduran ve kucaklayan tek bir güç olarak kendisini bu uyum içinde ifşa edecektir. Karşılıklı garantimiz ve bağımız sadece hayatımızı iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda tüm yaratılışı düzeltecek ve onu tek bir mükemmel sistemde birleştirecektir.

Ve bunun olması kaçınılmazdır çünkü bu bilgi genler yaratılışta kayıtlıdır ve onu bu amaca götüren güçler onda hareket etmektedir. Katılımımızla bu hedefi daha da yakınlaştırabiliriz. Her şey bize bağlı!

İnançtan Hakikate

Dostumuzu, kendi egoizmimize göründüğü gibi değil, “mantık içi” denilen gerçek, somut bir şekilde neslin en büyüğü olarak görmek için özlem duymalıyız. Ne de olsa egoizm her zaman daha iyi ve daha rahat hissetmek ister ve bu nedenle içgüdüsel olarak etrafındaki herkesi, onların üzerinde olabilmek için küçümser. Ego için mühim olan hükmetmektir.

Bu nedenle, Yaradan’la bağa ulaşmanın bir yolu olarak, dostlarla bağ kurma fikrini kabul etmek ancak mantık ötesi inançla mümkündür çünkü bizler, birbirimizi kesinlikle gerçek formumuzla göremiyoruz. Ancak kişinin aynı hedefi amaçladığını ve hedefe ilerlemek için gerekli tüm koşulları kabul etmeye istekli olduğunu gördüğümüzde, yalnızca bu küçük dış kriter temelinde, Yaradan’la bağ kurmanın bir yolu olarak ona bir dost gibi davranmaya başlayabiliriz.

Bu tür dışsal işaretlere dayanarak, bu kişiye karşı tavrımız üzerinde çalışmaya karar veririz. Birlikte çalışmaya hazırsa, o zaman egomuzun genellikle yaptığı diğer tüm iddiaları iptal ederiz ve sadece mantık ötesi inançla değil, bağımızı somut bir şekilde ortaya çıkarmak için, bağ kurulacak kişiye yaklaşmaya başlarız.

Gerçek, duyusal bir bağa ulaştığımızda, içinde Yaradan’ın ifşa olduğu manevi bir kap inşa etmeye başlarız.

Dostumun, buna değmeyeceğini düşündüğüm zamanlarda bile, mantık ötesi bir bağ oluşabilir yani yine de onunla bağlantı kurarım. Bunu araç olarak kullanırım. Dostlarıma onları harika gördüğüm için değil mantık ötesinde onlara değer verdiğimde buna, hazırlık dönemi diyoruz. Duygularıma göre kendimi onlardan üstünmüş gibi hissederim ama kendi hislerimin üstüne çıkarım, kendi hislerime katılmam ve dostlarımı kendimden yüce olarak hayal ederim.

Mantık ötesi inançtan mantığa geçmek yani dostlarımı gerçekten takdir etmek için algımı düzeltmem gerekir. Bu düzeltme, karşıt görüşlere rağmen bağımız üzerinde çalışmaya başlamamızdır. Herkesin, başkalarına grubun büyüklüğü ve hedefi hakkında fikir verdiği bir toplum inşa ederiz.

Birlikte çalışarak, ıslah eden ışığı üzerimize çekeriz ve sonuç olarak, mantık ötesi inançtan mantığa geçeriz ve böylece daha da yükseliriz. Tabii ki, sonraki her adım daha zordur. İlk başta, dostlar bana o kadar da kötü görünmüyordu: bazı yönlerden kötü, bazı yönlerden iyi gibiydi. Mantığın üzerine çıkmak gerektiğinde, bunu kolayca yapabiliyor ve onlarla eşitleniyordum, onları yol arkadaşlarım, hatta neslin büyük insanları olarak kabul edebiliyordum. Amaçları ve kendileri benim için önemli görünüyordu.

Ama sonrasında kalbin ağırlaşması gelir ve dostlarda pek çok kusur bulurum. Onları yüce kabul edip arkalarındaki Yaradan’ı görmek ve dostlarımdan başka kimseyi fark etmemek ve dostlar benim her şeyim olacak şekilde kalbi ısıtmak, benim için gittikçe zorlaşır.

Yine de bu engellerin üstesinden gelene ve benim için ayrılan tamamlamayı yerine getirinceye dek, her seferinde bu daha da zorlaşır.  O zaman, mantığın ötesine geçmek için sarf edilen tüm çabalar mantığa çevrilir, içinde gerçek ihsan etme niteliğinin ilk ifşasının gerçekleştiği doğru kaba dönüşür, yani kişi Yaradan duygusuyla dolar.

Dolayısıyla mantık ötesi inanç ilkesi, birinden diğerine yükselirken her zaman dereceler arasında işler. Ancak kabımızı inşa ederken onu mümkün olduğunca mantığa aktarmaya çalışmalıyız.

Işık Kıvılcımının İfşası İçin Ön Koşul

Kendimizi dostlarımızla doğru bir şekilde uyumlarsak ve iki zıt nitelikten bir alt yapı oluşturup, bu niteliklerin birbiriyle bağlı olacağı bir yer yaratırsak, o zaman içinde Yaradan veya “orta çizgi” denen üçüncü bir nitelik tezahür edecektir.

Aksi halde, O olmaz ve “orta çizgi” de olmaz. Dışarıda arayacak kimse yok; çevrenizde, yıldızların üzerinde veya yer altında onları arayacak hiçbir yer yok. Herhangi bir imaj çizmek için hiçbir şey yok. Yalnızca doğru bağımız Yaradan’ı açığa çıkartır. O’nu kendimiz bulacağız ve bu durumu ve bu niteliği aramızda yaratacağız. Aksi takdirde O hiçbir yerde değildir.

Böyle bir metodu takip ettiğinizde, kutsallık yalnızca birbirimizle doğru ilişkilerimizde, aslında en doğru şekilde yaratılmış olan egoizmin üzerinde yükselir, böylece birbirimize karşı Yaradan denen doğru bir tutum geliştiririz.

Sonuç olarak, kişi bu niteliğe benzer şekilde “Adam” olur ve onu kendi içinde hisseder. Ve insanlarda doğru bağlarının başlangıcında bile böyle bir niteliğin, böyle bir içsel maneviyatın ortaya çıkması, ortaya çıkarmamız gereken en küçük ışığın ön koşuludur.

İşte bizim yaptığımız budur. Bu, herkese açık olan Kabala bilgeliğidir.

Mantık Ötesi İnanç = Ruh

Soru: Mantık ötesi inanç nedir?

Yanıt: Mantık ötesi inanç, kendi doğamın üzerine çıkmam ve Yaradan’ın içinde bulunduğu koşula girmem anlamına gelir ve bu, bugün olduğum durumuma zıttır.

Yaradan, ihsan etme, evrensel bağlantı ve küresel sevgi niteliğidir. Başlangıçta, bu niteliğe sahip değildim. Ama onu bir şekilde kendi içimde yaratabilir, toplayabilir ve ortaya çıkarabilirsem, o zaman bu, mevcut egoist doğamın üzerinde olacak ve mantık ötesi inanç olarak adlandırılacak.

Ne de olsa mantık, benim doğamda, egoizmimde, anlayışım ve hissimde olan şeydir. Ve bunun üzerine çıktığımda ve aksi yönde hareket etmek istediğimde, o zaman aklın karşıtı nitelikte olacağım – mantık ötesi inançta. Burada zıt, “çelişki” anlamına gelmez.

Basit hayat anlayışımızda genellikle bu tür pek çok tutarsızlık vardır, bunların önce etrafından dolanmanız ve sonra hissetmeye çalışmanız gerekir, çünkü mantık ötesi inanç, ihsan etme adına yaşamak gibi, üst dünya gibi, kendinizin üzerine yükselmek gibi bir koşulun var olduğu hissinden gelir ve siz bu koşulu bulmak istersiniz.

Kişi böyle bir içsel harekete sahip olduğunda, egoist kölelikten çıkış için hazırlanmaya başlar. Bu, üst “saran ışık” adı verilen bir kuvvetin ona belirli miktarda ve uzun bir süre etki etmesinden kaynaklanır.

Bu güç, kişinin kendini değiştirme arzusu ve eylemlerinden kaynaklanır. Ve içsel niteliklerinde egoist olmalarına rağmen, niyetlerinde özgecil olurlar.

Kişi, Kabala dersleri ile gruptaki çalışmasından böyle bir etki alırsa ve ek güç kazanmak, bu dünyanın üzerinde bir nitelik kazanmak isterse, o zaman bu, fetüsün rahim içi gelişimi gibi yavaş yavaş onda belirmeye ve gelişmeye başlar. Ve sonra mantık ötesi inanç niteliği doğar ve kendi başına var olmaya başlar. Buna ruh denir.

Kabala dilinde anlatmak gerekirse, kendisini Malhut’tan ayırmış gibi olur ve Bina’ya yapışır. Bu nedenle mantık ötesi inanç, Malhut niteliğine üstün gelen Bina’nın niteliğidir veya alma niteliği üzerinde gerçekleştirilen ihsan etme niteliği ya da alma arzusunun üzerinde düzenlenen ihsan etme arzusudur.

Ortak ruhun inşası, bu prensibe göre düzenlenir. Manevi dünyada var olmamızı sağlayan ilke budur. Bunu kendi içimizde inşa etmeliyiz. O zamana kadar hiçbirimizin ruhu yoktur. Kabala’da hiç bahsedilmeyen, sadece fiziksel olan bir beden vardır.

Kabala biliminde beden, bizim egoist alma ve haz alma arzumuz anlamına gelir; içimizde var olur ve hayvansal bedenle hiçbir ilgisi yoktur.

İnsanlığın Gelişiminin İki Yolu

İnsanlığın gelişmesinde iki yol vardır. Bunlardan biri korkunç ve ıstırap doludur. Karşı koyacak bir şey olmadan, sürekli bir egoizm büyümesi vardır, acı bizi defalarca, nesilden nesile yavaş yavaş öldüresiye döver, bizi savaşa, kıtlığa, hastalıklara, her türlü iklim felaketine, her türlü belaya sürükler!

Burada herhangi bir sorun ortaya çıkabilir! Aniden öyle bir felaket tüm dünyayı kasıp kavurabilir ki, nüfusun yarısı bir tür enfeksiyondan ölebilir. Önümüze her türlü bulaşıcı ve genetik sorun gelebilir. Bu nedenle, tüm bunları yaşamamamız ve bizi ileriye doğru itecek olan egoizmimizi kademeli olarak test edebilmemiz için bize Kabala bilgeliği verildi.

Ne de olsa, dünyamızın en düşük egoist seviyesinden, en yüksek manevi derecenin büyük egoizmine kadar, tüm egoizmi ifşa etmek zorundayız. Bu ölçeğin en düşük seviyesi olan mevcut durumumuzdan hareket edersek, o zaman 125. dereceye ulaşana kadar muazzam, inanılmaz acılar yaşamak zorunda kalacağız. Aynı zamanda insanlar ölemeyecekler bile çünkü onlar için ölüm bir kurtuluş olacak, intihar ederek bile kendilerine yardım edemeyecekler.

Dünyamızın birbirini ne kadar kolay mahveden insanlara dönüştüğünü görüyoruz. Üst güçlerin bizimle nasıl oynadığı, medeniyetimizin ne kadar sallantıda olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok.

Nasıl güzel bir şekilde gelişilebileceğini tüm dünyaya göstermeli ve üst gücün yardımıyla kademeli olarak etkileşimler kurmalıyız. İnsanlar bunun mümkün olduğuna inanamıyor çünkü üst gücü kendilerine çekebilecek bir metodları yok. Sadece bizde var. Bizler bu teması kuruyoruz çünkü benden ve bizlerden diğerlerine geçebilecek olan Kabala’yı çalışıyoruz.

Grup, ben fiziksel olarak burada olmasam bile benim aracılığımla ışığı alıyor ve alacak. Bu bağlantı hiçbir yerde kaybolmaz, ne olursa olsun aynen kalır. Aynı şekilde, diğer tüm Kabalistler üst ışığa giden bağlantı halkalarıdır, bütün bir zincirdir.

Bu nedenle insanlara bu fırsatı vermemiz gerekiyor. Sanki bir insana, “Al onu! Bak, üst kuvvetin, üst ışığın indiği bir tüpüm var. Onu alabilir, kendini düzeltebilir ve bu hayatta, bu dünyada en iyi şekilde davranabilirsin. Bu size manevi enerji verecek, nerede, neden, nasıl ve ne için yaşadığınıza dair bir fikir oluşturacak ve hayatınızı doğru bir şekilde düzeltebileceksiniz.

Şimdi, bu andan itibaren, dünyamızda acı çekmeden, üst dünyanın sonsuz güzel zevklerine ulaşmada gelişiyor olacaksınız. Tüm kâinata, Yaradan’a, hayal bile edemeyeceğiniz mertebelere ve boyutlara kavuşacaksınız. Bu, fantastik resimleriyle dolu olan Hollywood değil. Evrenin ortasında, tüm dünyaların ortasında duran bir insan olacaksın.”