Twitter’da Düşüncelerim / 4 Temmuz 2020

Her manevi eylem tıpkı “ışığın avantajının karanlıktan ifşa olduğu” gibi ona karşıt bir eylemle başlar. Her şey sadece zıtlıktan algılandığından, diğer türlü bir şey hissedemezdik. Karanlık ışıktan önce geldiği gibi, karışıklık ve idrak eksikliği netlik ve anlayıştan önce gelir.

“Toprağın kazancı (arzu) her şeydedir.” Karanlık önceden, arzuda ifşa olmalı ve bizler sadece karanlıktan ışığı ediniriz. İnsanlığın evrimi, egonun büyümesi sayesinde ilerlemiştir. Şimdi bizi bu ego-arzudan çıkaracak olan üst kuvveti uyandırması gereken “son nesil” e geldik.

Bütün gelişimimiz, artık egonun (doğamız) içinde var olamayacağımız ve bunun üzerine çıkmamız gerektiğinin farkındalığına yol açmıştır.

Bugünkü safha önemli ve benzersizdir, benzerleri tarihte hiç var olmamıştır. Binlerce yıldır yaptığımız gibi var olmaya devam edemeyeceğimizi anlamaya başlıyoruz.

İnsanlık, egoizmin yukarıdan bir kuvvet olduğunu ortaya çıkarmaya başlıyor ve yardım için dönmemiz gereken egoizme zıt bir üst kuvvet var ki böylece kötülüğün gücünü iyiliğin gücüne, anti-egoizme dönüştürecek. O zaman yeni, üst dünyada iyi, mutlu hayatlar yaşamaya başlayacağız!

Her insanın başkalarını düşünüp, onların refahını önemsediği bir dünya yaratma girişimi başarılı olmadı! Böyle bir devrim, ancak içimizde farklı bir doğayı ifşa edecek olan Yaratan tarafından uygulanabilir. Mümkün olduğunca çabuk istemeye çalışmamamız gereken budur!

Koronavirüsün yakında yok olmasını ummamalıyız. Bizi yalnız bırakmayacak ve daha ciddi sorunlar buna eklenecek. Yakında, para, kaynaklar ve gıda ürünleri tükenecek ve insanlık muazzam bir şekilde acı çekecek.

Bunun yanı sıra kasırga, fırtına bulutları, çekirge, sel ve kuraklık yaklaşıyor

Sadece Yaradan’a dönerek sıkıntılardan kurtulabiliriz. Ona dönmeye başladığımızda, en mühim olanın problemlerden ve talihsizliklerden kurtarılmak olmadığını anlayacağız zira onlar bize verildi ki böylece Yaradan’a dönebilelim.

Düşen Doğum Oranları İnsanlık İçin Ne Anlama Geliyor? (Medium)

Şimdi bu dünyaya daha fazla çocuk getirmek doğru mu? Bu, ekonomik, sosyal ve çevresel belirsizliğin kadınları annelik hakkında iki kez düşündürdüğü günümüzde, her zamankinden daha fazla alakalı görünen bir soru. 2019’da yapılan resmi bir araştırmaya göre, ABD ‘ de doğum sayısı son yirmi yılda en düşük seviyelere ulaştı. Koronavirüs salgınının neden olduğu sıkıntıların rekor kıran istatistikleri daha da düşüreceği tahmin ediliyor. Ama rakamların ötesinde, asıl endişemiz dünya nüfusu için yaşam kalitesini, toplum yararına ilişkilerimizin kalitesini yükseltmek olmalıdır.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) tarafından yayınlanan son bir rapora göre, bir neslin yerini almak için gereken kadın başına doğurganlık oranı şu anda karşılanmayan bir düzey olan 2.1 çocuktur. Ön araştırmada ortalama olarak Amerika ‘ da kadınların sadece 1.71 çocuk doğurması bekleniyor. Ayrıca, geçen yıl toplam doğum sayısının 2018’den yaklaşık % 1 daha az olan 3.7 milyona düştüğünü de ortaya koyuyor.

COVID-19 karantinasının sonucunda tahmin edilen bebek patlaması gerçekleşmeyecek. Tam tersi: Amerika ‘ da virüs salgını nedeniyle doğum kontrol istekleri neredeyse iki katına çıktı. Yükselen işsizlik ve ekonomik baskı sonucunda ekonomistler, önümüzdeki yıl Amerika ‘ da yaklaşık 500,000 daha az doğum görmeyi bekliyor.

Günümüz toplumu çocuk sahibi olma arzusu geliştirmiyor. İnsanlık geliştikçe, insanların egoları büyüyor, hayatın her yönüyle ben merkezli bir yaklaşım üretiyor, çocuk sahibi olmak konusunda giderek isteksizleşiyor. Ego günden güne, nesilden nesile büyüyor ve insanları, bugün birçok gencin evlenmek bile istemediği noktaya kadar, kendilerini memnun etmeye odaklanmasına neden oluyor. Çiftler hayata karşı yeni bir yaklaşım geliştirdiler, kendini tatmin etme etrafında merkezli ve birçok kişi neden özgürlüklerini kaybedip çocukların ihtiyaçlarını gidermek için kendilerini bağlamaları gerektiğini sorguluyorlar.

Aynı zamanda, tıbbi gelişmeler bize doğumlar üzerindeki kontrol hissi verdi. Kadınlar artık çocuk isteyip istemediklerini, ne zaman ve nasıl olacağını, kariyerlerine veya yaşam önceliklerine bağlı olarak seçebilirler. Bebeğin cinsiyetini bile gebe kalmadan önce seçebiliyorlar. Hamilelik ve doğum hakkında çok az bilgi sahibi olan geçmiş toplumun naif çiftinden, iyi planlanmış ve dikkatle hesaplanmış bir doğum toplumuna dönüştük.

Doğurganlık oranlarındaki ani düşüş, çalışmaların teyit ettiği gibi birçok ülkede küresel bir eğilim olarak gözlendi. Ama bu illa olumsuz bir durum değildir. İnsan şu soruları sorabilir: ′′ Zaten dünya çapında 8 milyarlık bir nüfusumuz olduğuna göre, bunu neden artırmamız gerekiyor? Ne için?”

Aslında kişinin amaca, sadece yaşamaktan daha yüksek bir amaca ihtiyacı vardır. Bir insana doğurganlık ne verir? Her insanın yeryüzündeki hayatı amaçlıdır. Her insan kendi egoist doğasını düzeltmek içindir. Bu hedefe, yeni bir insanlık, karşılıklı sorumluluk ve birliğe dayanan bir insanlık doğana kadar, aşamalı olarak başkalarıyla bağ kurma süreci ile ulaşılabilir.

Dünyanın şu anda ihtiyacı olan şey nitelikli bir değişimdir, nicel bir değil. Her insanın kendi egoist doğasının üzerine yükseldiği ve çevresine fayda sağlamayı amaçladığı bir toplum, milyarlarca insana ihtiyaç duymaz. Bu, niceliksel bir değişiklik yerine, niteliksel bir değişikliği özetler.

Aklımızı işgal etmesi gereken şey doğum sayısı değil, çocuklarımızı nasıl eğiteceğimize dair endişedir. Çocuklarımızı başkalarını sevme, hayatın amacı, insanlar arasındaki doğru bağı keşfetme yönünde eğittiğimizde, bu mümkün olduğunca çok sayıda çocuğu dünyaya getirmenin zamanı olacak.  Küresel ve bütüncül bir sistemde, her çocuk tüm insanlığın gelişimine muazzam faydalar getirir.

Yeni Hayat 1078 – Niçin Nefret Ediyoruz?

Dr. Michael Laitman, Oren Levi ve Tal Mandelbaum ben Moshe ile söyleşide

İnsan doğası egoist haz alma arzusudur. Bizi memnun eden şeyleri severiz ve bizi üzenlerden nefret ederiz. Ego her gün büyür ve bizler, tamamen sevgi ve nefret ya da haz ve acı deneyimlerimizle meşgul oluruz. Bize haz getireceğini düşündüğümüz kaynaklar, sonuçta acı kaynağı haline geldiğinde, onlardan nefret etmeyi öğreniriz. Bir kişi benim için ızdırap kaynağı haline gelirse, artık o var olduğu sürece hayattan zevk alamam. Bir kişinin “Ben” ine acı vermek, onu deli eder.  Hayatın tamamı, bir şey kazanmak için ne kadar acı çekmeye istekli olduğumuza dair bir hesaplamadır. İnsanların hayal gücü ve bilgisi, nefret ve sevginin sınırlarını genişletirken, diğer canlılar sadece içgüdülere sahiptir. Sadece insanlık, başkalarının acı çekmesinden haz alır. Nefret ve sevgi ile doğru bir şekilde çalışmayı öğrenmek zorundayız, böylelikle orta çizgide onların üzerine yükselebilelim.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1078-nicin-nefret-ediyoruz/

21. Yüzyılın Köleleri

Soru: 19. yüzyıldaki insanlar bilimsel ve teknik devrim olmadan,  sadece kendilerini beslemek için günde 16-18 saat çalıştılar. Teknik bir devrim olmasaydı, 2-3 saat çalışma ve ihtiyaç duyduğunuz her şeye sahip olma fırsatı nereden gelebilirdi?

Cevap: Teknolojinin ve tüm bilimlerin gelişmesine karşı olduğumu söylemiyorum. Kişinin yarattığı şeyin, onu kontrol eden şey haline geldiğini söylüyorum. O bir sahipten, köle haline gelir.

Bankalarımıza ve finans kurumlarımıza ne olduğuna bakın. İnsanı köleleştirdiler. Kişinin o kadar çalışması gerekmiyor.

Bana 19. yüzyılı örnek olarak getirirseniz ve bende size 21. yüzyılı örnek olarak getiririm. Bugün insana ne oldu? Kişi daha az saat çalışabilir mi? Hayır. Daha özgür hisseder mi? Hayır.

Peki, onun performansına ne oldu? O, özellikle daha daha fazla insanı köleleştirmek ve emeğinin ürünlerini denize atmak için kullanıldı. Aksi takdirde, çalışmasaydı, ne yapardı?

Bir sürü boş zamana sahip olacak! Bu da tehlikelidir. Serbest düşünce başlayacak, yetkililer için uygunsuz veya sakıncalı olabilecek her türlü toplantı başlayacak, yeni eğilimler ortaya çıkacak vb. Buna ihtiyacımız yok!

İnsanların günde 15 ila 20 saat ya da en az 10 çalışmasına müsaade edin. Ancak kişi 10 saat çalışırsa, onlara işe gelmeleri için iki saat ve işin üstüne iki saat vereceğiz ve bu iyi sonuç verecektir. İnsan eve gelir, akşam yemeği yer, yarım saat televizyon seyreder ve yatağa gider. Ve bu sürekli olarak yaşanır.

Ona uzak bir yerde bir tatil rezervasyonu yapacağız. Bu yüzden dönecektir ve onu reklamlara boğacağız: Bunu henüz görmediniz, henüz satın almadınız, vb. Böylece hayatının geri kalanı boyunca böyle çalışacak. İnsan 19. yüzyılda bir köleydi ve 21. yüzyılda da bir köle olacaktır.

Ancak burada bir sorun var: Sahiplerimizin istediği şey bu, ancak doğa bununla aynı fikirde değil. Ve bu yüzden Koronavirüs ve diğer şeyler var.

Kendi aramızda ayrılmaz, doğru, dostane bir bağımlılık ve karşılıklı anlayış elde etmemiz gereken, “son nesil” denilen bir koşula girdik. Eğer bu gerçekleşmezse, sadece virüslerle değil, başka herhangi bir şeyle cezalandırılacağız.

“Maske Takmak Koronavirüs’ün Yayılmasını Durdurabilir Mi?” (Quora)

“Hafta sonu ‘Anma Günü’nden bu yana en az 14 eyalette Koronavirüs olarak hastaneye yatışlarda artış görülmüştür. Arizona şu anda 1000’den fazla yeni günlük vaka görüyor ve eyaletin eski sağlık müdürü alarm veriyor, ” CBS This Morning (12 Haziran 2020) bildirdi.

Koronavirüs, ekonomilerimizi yeniden açtığımıza ve Koronavirüs öncesi hayatlarımıza geri dönmeye çalıştığımıza dikkat etmez.

O, bizler ciddi bir tutum ayarlaması yapana kadar daha fazla insana bulaşmaya devam edecek.

Bu ayar nedir?

Bu, kaygı merkezimizin değişmesidir: Kendimiz için kaygıdan, başkaları ile ilgili kaygıya.

Başka bir deyişle, bizler doğal olarak kendimizi ve ailelerimizi korumak için ne yapmamız gerektiğini düşünmekteyiz.

Ancak, Koronavirüs bize endişemizi başkalarına yönlendirmemiz gerektiğini gösterdi: diğer insanları korumak, onlara sağlıklı ve virüssüz kalma koşulları sağlamak için ne yapmamız gerektiğini düşünelim.

Hepimiz, virüsün yayılmasını durdurmak için, kişisel hijyenin sürdürülmesi, maske takılması ve birbirimizden fiziksel mesafemizin tutulması dahil olmak üzere belirli koşulların sağlanması için, birbirimize bağlıyız.

Bu nedenle, bu koşulları kendimizi korumayla değil, öncelikle başkalarını korumayı aklımızda tutarak sürdürürsek, Koronavirüs’ün yayılmasını durdurabiliriz.

Virüsün yayılmasını durdurmak için yürüttüğümüz eylemlere, başkalarının yararı için olan niyeti yerine getirme vasıtasıyla, Koronavirüs’ün üstesinden gelmenin yanı sıra, başkalarını düşündüğümüzde hastalıktan ve diğer zararlı olaylardan gerçekten korunabileceğimiz anlayışına da ulaşacağız.

Başkalarına, topluluğumuzun ve toplumun korunması ve yararı üzerinde odaklanırsak, o zaman hastalık ve ölümü yayan bir virüs yerine, sağlık, esenlik, barış ve mutluluğu yayan pozitif bir virüs üretirdik.

Bu nedenle, Koronavirüs ile sadece bir hastalık veya pandemi olarak değil, karşılıklı bağımlılığımızda bir ders olarak bağlantı kurmak akıllıca olacaktır: başkalarının sağlığı ve refahı onları önemsememize bağlıdır, aynı şekilde kendi sağlığımız ve refahımız, bizi önemseyen diğerlerine bağlıdır.

Kabalistik Terimler: “Yesh Mi Ain”

Yorum: Kabala’da, “yoktan var olma” olarak tercüme edilen “Yesh Mi Ain” terimi vardır.

Cevabım: Bu terimi hiç çevirmezdim. “Yesh Mi Ain” olarak bırakmak daha iyidir.

Burada, var olan her şeyin sıfırdan geldiği anlaşılmaktadır – bir şekilde bir yerden, bir zamanlar yüksek manevi doğa alanından, yüksek bir zihinden, bir yaratılış planının ortaya çıkmasından. Ve ondan sonraki her şey bu düşünceden iner ve gelişir. Bu nedenle, Yesh Mi Ain şimdi var olan şeydir, ama bir zamanlar değildi.

Kendini Sevmek Ne Demektir?

Soru:  “Komşunu kendin gibi seveceksin” ne anlama gelmektedir? Kendini sevmek ne demektir?

Cevap: Egoistçe kendinizi nasıl seveceğinizi hayal edebildiğiniz ölçüde, bir başkasını da sevmelisiniz.

Doğal olarak bu, farklı seviyelerde farklı olacaktır. Büyüyen egoizmin yardımıyla ne kadar yükselirseniz, kendinizi o kadar çok seveceksiniz. Ve bu, diğerini nasıl daha fazla sevmeniz gerektiğine bir örnek olarak hizmet edecektir.

Soru: Kişi manevi düzeyde gelişirse, günlük hayatta daha iyi hale gelip, fiziksel düzeyde de değişir mi?

Cevap: Hayır. Manevi olarak gelişen bir kişi, gelişiminde, değişimlerinde bizim dünyamızda kesinlikle görünmezdir. Sonuçta bu, insanların algılayabileceği, belirleyebileceği ve ölçebileceği niteliklerde gerçekleşmez.

Yaradan İnsanla Ne Tür Bir Bağa Sahiptir?

Soru: Yaradan bir insana karşı nasıl bir bağa, nasıl bir tutuma sahiptir?

Cevap: Bu, doğrudan bir bağdır. Yaradan, cansız, bitkisel ve hayvansal doğa ile insan seviyelerini yarattı ve O, tüm bu seviyeleri yönetmektedir. İlk üç seviye, sadece insan doğasının varlığını sürdürmek ve desteklemek için işlev görür.

İnsan doğası da dört bölüme ayrılmıştır: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri, kişide bulunmaktadır.

Son seviye, kişinin içindeki insan seviyesi, Yaradan’ı ifşa etme ihtiyacı hissederken, diğer tüm parçalar, yani arzunun gelişiminin son safhası ifşa olmamış diğer tüm insanlar, henüz O’nu ifşa etme ihtiyacı hissetmezler ve bu onları ilgilendirmez. Onlar, huzurlu, hayvansal seviyede bir hayat yaşarlar.

İçlerinde, insan seviyesine ulaşma arzusunu geliştirmiş olanlar, onları yöneten güce, üstümüzde bulunan güce ulaşmanın ihtiyacını ve gerekliliğini hissetmeye başlarlar. Genel olarak, bu tür insanlar Kabala bilgeliğini araştırmaya gelirler.

Onlu ile Birleşme

Soru: Yaradan bizlerin arasındadır. Yaradan’dan beni ıslah etmesini mi yoksa tüm onluyu, tüm dünya onlularını ıslah etmesini mi istemem gerekir?

Yaradan beni nerede olursam olayım duyar mı yoksa sadece onludayken mi duyar?

Cevap: Yaradan yaratılan varlığı sadece O’na benzediği ölçüde hisseder.

Kişinin niteliği almak iken Yaradan’ın niteliği ihsan etmektir. Bu durumda,  kişi Yaradan’ı hissetmez. Bunu kendimizde de görebiliriz.

Yaradan’ı ifşa etme arzusu bir kişinin içinde ortaya çıkarsa, bu arzuyu ancak bir grupta olmak ve dostlarla bağ kurmak üzerinde ciddi çalışmak gibi, bunun için doğru koşulları yaratırsa yerine getirebilir.

Kişi gruptaki dostlarla birleşirse, onlu sayesinde Yaradan’ı hissetmeye başlayacaktır. Kişi aslında onlu ile birleştiği ölçüde Yaradan’la olan bağı hisseder, başka hiçbir şekilde değil.

Dünyaya Karşı Tutumunuzu Değiştirin

Yorum: İnsanlar iyi duygular ve özgecil sevgiyi kullanma eğilimindedir.

Cevabım: Gerçekten, insanlar bu niteliğe sahiptir. Herkesi kendileri için kullanmak istedikleri açıktır. Ancak bu aynı şeyi yapmamız gerektiği anlamına gelmez.

Eğer hayvansal yaşamının üzerine çıkmak ve bana verilen yıllar boyunca sadece bu hayvansal bedende var olmak istemiyorsam, bedenim varlığını sona erdirmeden önce sonsuzluk, mükemmellik, tüm doğanın algılanması seviyesine şimdi ulaşmak istiyorsam, o zaman dünyaya karşı tutumumu değiştirmeliyim.

Tamamen egoist nedenler için olsa bile, bunu yapmalıyım.

Soru: Bir kişi egoizmini özgeciliğe dönüştürmeden önce kaç yıl geçmesi gerekir?

Cevap: Bu kişiye ve içinde yaşadığı zamana bağlıdır. Zamanımızda, oldukça hızlı olabilir, 5 ila 15 yıl – ama bunlar yıllardır! Onlar yine de yıllardır.

Ne istiyorsunuz? Neden bize veriliyorlar? Hayatınızın sona yaklaştığını hayal edin. Ne için yaşadınız? Tüm iyiliği ve kötülüyü hissetmek için mi? Sonra ne olacak?

Bu nedenle, yılları,  tam olarak ilerlediğiniz hedefe ulaşmak için kullanmanız gerekir.