Özgecilik Nedir?

Soru: “Özgecil yön” nedir?

Cevap: Özgecilik egoizmin zıttıdır. Egoizm, her şeyin bana yönlendirildiği zamandır ve özgecilik her şeyin benden sevdiklerime, benim dışımda olana, tüm insanlığa doğru yönlendirildiği zamandır. Egoizm içe doğrudur; özgecilik dışa doğrudur.

Soru: Bunu nasıl öğrenirim?

Cevap: Bunu öğrenmek imkânsızdır. Bu özel bir çevre, Kabalistik bir çevre gerektirir. Bunu yapmak için, sizi doğada bir egoistten bir özgecile dönüştüren bazı güçlere neden olan, pratik/uygulamalı Kabala’yı çalışmalısınız. Onlar sizi tersine çevirirler. Karşıt düşüncelere, arzulara, eylemlere, niyetlere ve hedeflere sahip bir varlık haline gelirsiniz. Hepsi zıt yönde.

Soru: Eğer her şey bizi değiştiren güce bağlıysa, o zaman bana bağlı olan nedir?

Cevap: Arzu etmek. Daha fazlası değil. Farklı olmak isterim. Egoist güçlerin olumsuz, zararlı olduğuna:  beni ve diğer herkesi ölüme, yok olmaya götürdüklerine ikna olurum. Ve sadece özgecil güçler bizi yeniden canlandırabilir, kurtarabilir, bize yeni bir hayat verebilir.

Kabalistik Metinlerin Gücü

Şamati’deki tüm makalelerin okunması çok kolaydır, görünüşte oldukça açıktır ve analitik olarak işlenebilir. Akılcı bir insan için hiç sorun değildir.

Makalenin sunumunu değil, içsel anlamlarını anlamalıyız, bu da içsel anlamlarını hissetmek, görmek, duymak, anlamak, içlerinde açıklanan güçleri hissetmek anlamına gelir. Bir insanın özlem duyması gereken şey budur. Bu makalelere giren bir kişi, aslında onların söylediklerinden çok uzakta olduğunu görür. Bunun nedeni gerçek materyali hissetmiyor olmasıdır. Bu nitelikleri deneyimlemez ve var olduğumuz boyutta olmadıkları için, etrafındaki bu güçleri görmez.

Soru: Peki, bu makaleleri okumanın amacı nedir?

Cevap:  Bu makaleleri okuyarak, bizim üzerimizde bir şey olduğunu ve bunun bize nasıl bağlanabileceğini anlamaya başlarız. Kabalistik metinlerin içsel anlamlarına ulaşma özlemi, bizi manevi nesnelere doğru çeker ve yönlendirir. Bu da içimizde, bizi yavaş yavaş değiştiren ve makalenin bahsettiği şeyleri hissetmeye başladığımız yeni nitelikler yaratan, manevi güçleri uyandırır.

Birliğe Karşıtlık, Bölüm 1

Birbirinden Nefret Etmenin Nedeni

Soru: Yahudi halkının gelişim tarihi boyunca, aralarında her zaman nefret ortaya çıktı. Bu, Mısır’dan çıkan İsrail halkının Mısır’da “büyük karışma” (Erev Rav) ile karşı karşıya gelmesiyle başladı. Bu çatışma İsrail kabileleri arasında çölde devam etti.

M.Ö. 10. yüzyılın sonunda, İsrail Krallıkları ve Yahuda arasında bir bölünme başladı ve aralarında çekişmeye yol açtı. Daha sonra, iktidardaki seçkinler içinde patlak veren nefret, Birinci Tapınağın yıkılmasına yol açtı. Sonra Makabilerin Helenistik Yahudilerle savaşı, gruplara bölünme, Roma İmparatorluğu zamanında kardeş sevgisinin yıkılışı ve İkinci Tapınağın çöküşü oldu.

Ortaçağ İspanya’sında ilk engizisyon mahkemesi üyeleri Yahudilerdi. On altıncı yüzyılda, Yahudilerin en büyük Kabalist Ari’ye karşı olan ihmaller ve sert ifadeler belgelenmiştir. Yirminci yüzyılın başında Rav Kuk ve Baal HaSulam kitaplarının yayınlanması hakkında hahamlık yasağı vardı.

Bu liste uzayıp gider.

Bugün, yaklaşık 50 sağ ve sol blok parti sayısıyla, bu çatışma hali hazırda İsrail devletinin kendisinde görülmektedir. Yahudiler arasındaki nefretin nedeni nedir?

Cevap: Bu nefret ideolojik, doğal ve tamamen farklı seviyelerde beliriyor. Gerçek şu ki, İbrahim’in çağrısında, birlikte büyük bir grup oluşturan İsrail ulusu, tüm Babil halklarının temsilcilerinden toplandı.

İbrahim onları doğal kökenleri, karakterleri vb. nedenlerle aralarında olan tüm ayrılıkların üzerinde birliğe çağırdı. İnsanlar tek bir bütün, tek bir aile ya da tek kalpte tek adam olmak için çok ciddi bir şekilde kendi üzerlerinde çalıştılar. O günlerde her şey biraz farklıydı.

Bu şekilde kişisel egoizmlerini bastırmak ve başkalarıyla dostça bağ kurma seviyesine yükselmek için sürekli kendi içlerinde savaşarak yıllarca ilerlediler.

Böylece “Mısır sürgünü” veya esareti olarak adlandırılan, bir dönemden geçtiler. Egoizmleri o kadar yükseldi ki gerçekten birbirlerinden ayrıldılar; egoizm onları ayırdı. Bu, Firavun’un (egoizm) üzerlerinde hükmettiği “Mısır sürgünü”dür. Ancak daha sonra karşılıklı reddedilişin üstesinden gelmeyi başardılar, bu da Mısır’dan çıkmalarına ve farklı bir düzeyde bir sonraki birliklerine yol açtı.

Mısır sürgünü döneminde içlerinde gelişen egoizmin üzerine çıkmak için, yukarıdan yeni bir güç, üst ışık, Tora’nın ışığı, yani ihsan etme ve sevginin gücü, karşılıklılık ve çekim gücünü almak zorundaydılar.

Bunu aldılar ve birlikte kalmak için onunla çalışmaya başladılar. Her gün egoizmleri gittikçe büyüdü ve onlar da her seferinde onun üzerine geliştiler. Özgeciliğin, egoizmin üzerindeki kademeli gelişimi, nefretin üzerinde karşılıklı bağ, ulusun, “Tapınak” olarak adlandırılan, güç ve hacim birliğine yol açtı.

Buna ek olarak, koşulları İsrail Toprakları’na giriş olarak adlandırıldı. “Toprak”- “Eretz”, “Ratzon” kelimesinden gelir ve “arzu” anlamına gelir ve “İsrail”, Yaradan için çabalamak anlamına gelir.

Böyle bir bağ seviyesine yükseldikten sonra, kendi aralarında “Tapınak”- ortak bir ev, ortak bir kalp denilen bir ilişki kurabilirler. İçlerindeki egoizm sürekli olarak geliştiği için insanlar, çok kısa bir süre bu koşulun içindeydi. Buna direnemediler ve aralarındaki bağın çöküşü anlamına gelen, Tapınak yıkılana kadar, birbirlerinden ayrılmaya başladılar.

Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi için,  Çok Dar Bir Köprü: Yahudi halkının kaderi ve Bir Demek Başak Gibi: Neden Birlik Ve Karşılıklı Sorumluluk Bu Zamanın Çağrısıdır, adlı kitaplarımı okuyunuz.

Birliğin Özü Ve Kökü, Bölüm 6

Zıtlıkların çeşitliliği ne getirir?

Soru: Anladığım kadarıyla, doğanın amacı, tüm parçalarını kutupsal zıtlıklarının durumuna göre geliştirmek ve sonra birleştirmektir. Böyle bir zıtlıktan ne kazanabiliriz?

Cevap: Olumsuz ve olumlu,  iki güç arasında var olarak, onları dengeye getirmeliyiz. İyi ve kötü yoktur. Onların doğru kombinasyonuna yol açan, zıt parçalar arasında sadece doğru denge vardır.

Soru: Salatada olduğu gibi mi: ne kadar çok malzemeye sahipse, o kadar lezzetlidir?

Cevap: Her şey başlangıçtan itibaren, doğa tarafından kanıtlanmıştır. İnsanlık geliştikçe, doğal olarak, bileşenlerin sayısı artar.

İnsanların nasıl geliştiğini görüyoruz, biri diğerine benzemiyor. Bununla birlikte, doğru bir şekilde etkileşim kurarken ne kadar çeşitli olursak, toplum ve gelişimimiz de o kadar zengin olacaktır.

Yeni Hayat 1099 – Suçluluk Duygusu

Dr. Michael Laitman, Oren Levi ve Nitzah Mazoz ile söyleşide

Kabala bilgeliğine göre, hayattaki her şey üst güç tarafından yönetilir, bu nedenle geçmişten pişman olmanın bir anlamı yoktur. İnsanlar yaşlandıkça geçmişle ilgili suçluluk duygulardan daha fazla acı çekmeye eğilimlidirler. Doğadaki bilge ve anaçlı gücün liderliğini ve bizi nasıl harekete geçirdiğini anlamıyoruz. Eğer kendimizi, hayatlarımızı yöneten bu pozitif güce yapıştırırsak, artık kimseye zarar vermeyeceğiz çünkü herkese karşı iyi bir tutum sergilemeye çalışacağız. Üst gücün aramızdaki ilişkileri yürüttüğünü keşfettiğimizde, suçluluk için yer olmayacaktır.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1099-sucluluk-duygusu/

Birbirine Bağlı Bir Dünyada İnsan, Bölüm 4

Değişmez Doğa Programında Özgürlük Unsuru

Soru: Baal HaSulam’a göre, karşılıklı garanti yasası tüm canlı organizmaların etkileşiminin temelini oluşturur ve alma ile ihsan etme arasındaki denge üzerine kurulmuştur.

Dahası, alma yasası, toplumun her üyesinin kendi bireysel, egoist sisteminin gerektirdiği şekilde yaşamak için ihtiyaç duyduğu her şeyi elde etmeye çalışmasıdır. İhsan etme yasası, her insanın tüm toplumun refahını önemsemesidir.

Kişi ihsan etme yasasına uymazsa, o zaman doğa tarafından kendisine gönderilen felaketler ve sorunlar tarafından darbe alır. Kişi bu yasaya nasıl uyabilir?

Cevap: Nasıl uyulacağı bir sorundur. Ve kişinin bu yasaya uymakla yükümlü olduğu gerçeği, bizde ortaya çıkan doğa imajından kaynaklanır.

Önümüzde tamamen bütünsel bir resim görürüz: İnsanın tüm egoizmleriyle, bilimsel ve bilimsel olmayan  “izmleri” ile dâhil edildiği, tek bir doğa. Doğanın bütünsel resminden kaçamadığımız ve kurtulamadığımız ortaya çıkar. İstesek de istemesek de, bu sistemin içindeyiz ve bunun dışında var olamayız.

Bu sistem sürekli olarak gelişmektedir: yüz binlerce yıl boyunca cansız seviyeden, on binlerce yıllık bitkisel seviyeye, binlerce yıllık hayvansal seviyeye ve tam anlamıyla onlarca yıldır insan seviyesine. Başka bir deyişle, doğa ne kadar yüksek organize edilirse, gelişim aşamaları o kadar hızlı gerçekleşir.

Tek soru, bu sistemde ne zaman kendimizi keşfetmeye başladığımızdır. Çok basit bir nedenden dolayı buna karşı olduğumuzu anlarız. Doğayla içgüdüsel olarak ilgilenmeyiz çünkü bizi özgürlük unsuruyla etkiler.

Doğanın üzerimizde nasıl çalıştığı konusunda hemfikir olabilir ya da aynı fikirde olmayabiliriz ve bu kapsamda kaderimizi belirleriz. Mutsuz insanlar olduğumuz ortaya çıkıyor. Doğa bize verilir, onun içinde yaşayabilir, çalışabilir, çoğalabilir, hayvanlardan farklı olarak akla gelebilecek her şeyi yaratabiliriz; bir sonraki, bilinçli seviyede. Ve bununla ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Her şeyi, başkalarının zararına ve görünüşte kendimizin yararına hareket ederek, doğal egoist doğamıza dayalı olarak yaratırız. Bütünsel doğanın, bizi farklı olmaya zorladığını anlamıyoruz. Kendi yararın için demek, başkalarının yararına demektir.

Virüs Değil Gelişmiş Bir Yazılım (KabNET)

Gelişmiş bir yazılım gibi, COVID-19 bizi işletmekte ve bizi içten değiştirmektedir. Virüs, insan olarak gelişimimizi öne çıkarıyor ve bizler, bencil insan ilişkilerimizi düzeltene kadar salgının devam eden dalgalarını yaşamaya devam edeceğiz.

Doğanın programı ile uyum sağlayana kadar etrafımızdaki durum değişmeyecek.

Koronavirüsü aracılığıyla doğa bizi insan bağlantısını yeniden tanımlamak için arkadan itiyor. Ancak, bizler henüz karşılıklı düşünceye, desteğe ve sorumluluğa yönelik insan ilişkilerini geliştirerek, salgınlara doğru bir şekilde yanıt vermedik. Toplum içindeki sektörler arasındaki sürtüşmeleri azaltmadık. Bu nedenle virüs bize tekrar ve tekrar vuruyor. Onun için, etkileşimlerimizi integral, tamamlayıcı bir şekilde düzenlemeye kendimizi zorlamalıyız.

Tıpkı doğanın tüm parçalarının birbirine bağlı olduğu bir sistem olması gibi, insan ırkı da tüm üyeleri arasında bütünleşik bir bağlantılar ağı geliştirmelidir. Ancak içgüdüsel olarak hareket eden hayvanların aksine, tek bir insanlığın eşit derecede hayati parçaları olana kadar, bilinçli olarak bağ kurmaya doğru ilerlememiz gerekir.

Virüs davranışımızı nasıl algılıyor ve yanıtlıyor? Biz ve virüs aynı doğa sistemindeyiz, tüm gerçekliği kapsayan ve tepkilerimize ve içinde olan her şeye cevap veren geniş bir sistemiz. Davranışlarımız sistemden beklenenin tersini yapmaya devam ederse, egoist ve dar görüşlü olmaya devam ederse, doğanın güçleri bizi tekrar hizaya sokmak için, sistemin daha güçlü bir şekilde yanıt vermesini gerekecektir. Davranışlarımızı değiştirmezsek, dünyanın hiçbir yeri pandemi için kalıcı bir tedavi bulamayacak çünkü virüs mutasyona uğrayacak ve tekrar tekrar kendisinin yeni versiyonlarını oluşturacaktır.

İlk ve en önemli sorun insanların birbirlerine karşı düşmanca tutumudur. Bu nedenle, virüs tam olarak bu karşılıklı önemseme noktasında baskı uygulamaktadır. Baştan sona tutumumuzu yeniden yapılandırmadıkça, birbirimize yaklaşmamıza veya normale dönmemize bile izin vermez. Doğanın, bizim ayrı, bağımsız birimler olduğumuzu hissetmemize bakmaksızın, bizi onun tek integral sisteminin bir parçası olarak gördüğünü anlamamız gerekir.

Diğer taraftan, aramızda düzgün bağlar kurarsak, dünyayı tamamen farklı bir şekilde şekillendirebiliriz. Aramızdaki yeni davranışlara ve ifadelere yol açacak, birbirimize karşı önemli bir algı, zihniyet ve tutum hissedeceğiz. Süreci fark etsek de etmesek de, çevrenin etkisi ile tüm içsel dünyamız daha iyiye doğru değişecek.

Sonunda virüsün geçtiği zaman gelse de eskisinden farklı insanlar olduğumuzu, değiştiğimizi keşfedeceğiz. Artık dünyanın bir köşesinden diğerine koşmak ya da piyasaya her yeni bir telefon modeli çıktığında alışveriş merkezlerine hücum etmek gibi bir dürtümüz olmayacak. Hayat daha basit, daha doğal olacak ve memnuniyetimiz esas olarak insanlar arasındaki daha yüksek kaliteli ilişkilerden gelecek.

Çevremizdeki her şeyle daha sorumlu bir şekilde bağ kurma ihtiyacını, dünyamızı mahveden boş materyalist hedeflerin peşinde koşma ihtiyacını anlayacağız. Şimdiye kadar, elde etme ve biriktirme fikri bizi kontrol altına aldı: İnsan her şeyin en iyisini kendi için almak, servet kazanmak ve her ne pahasına olursa olsun kontrol etmek istedi. Daha da geliştikçe, bir insan türü olarak en iyi yaşamımızın, ilişkilerimizi doğanın geri kalanında var olan bütünlükle uyumlu hale getirdiğimizde olacağını keşfedeceğiz.

Bütünlük, insan evriminde bir sonraki adımdır. Bu fikrin benimsenmesi ve içselleştirilmesi ve insanlar arasında gerçekleşmesi, bizi doğanın en güçlü içsel gücünü, doğanın tüm seviyelerini ve güçlerini tek bir bütünsel sisteme bağlayan tek gücü keşfetmeye götürecektir.

Zamanımızın krizleriyle başa çıkamamamız (dünyamızı her alanda ve her seviyede dolduran tüm karmaşa, bölünmeler ve yolsuzluk), gerçekliğin geri kalanını yöneten dengeli sisteme ne kadar zıt olduğumuzu keşfetmemize yardımcı olur. Öğrenme iki yoldan biriyle olabilir: Koronavirüs gibi daha küresel felaketlerin, tek bir sistemin parçası olduğumuzu, birbirimize bağımlı ve birbirimizin kaderini etkilememizi göstermek için bize vuracağı hoş olmayan yolla ya da kendimizi tek bir bütünsel sistem kavramına soktuğumuz ve aramızda önemseme, karşılıklılık ve tamamlamaya dayanan, yeni niteliksel ilişkiler geliştirmek için koruyucu önlemler almaya başlayarak, daha kolay bir yoldan öğrenebiliriz.

Gelecek kaderimiz, doğanın bütünsel gücünün elindedir. Yani Birbirimize ne kadar yaklaşırsak ve ilişkilerimizle doğa ile bütünleşmek için ince ayar yaparsak, şimdi bizi rahatsız eden tüm sıkıntılardan daha çabuk ve daha acısız bir şekilde kurtulabiliriz. En derin ve en anlamlı yazılımla uyum sağlamak için insani bağımızı iyileştirerek, yepyeni bir insani gelişim seviyesine yükselmeyi başarabiliriz.

Doğa Sistemindeki Yerinizi Bulun

Baal HaSulam, ‘‘Barış’’ makalesi: Böylece, gözümüzün önünde gelişen tarih deneyimi ile kanıtlayarak deneysel neden bakış açısını ispatlamış oldum, yani insanlık için İlahi Takdir’in emirlerini kabul etmekten başka çare yok: iki deyişin anlattığı ölçüde, Yaradan’a mutluluk vermek için başkalarına ihsan etmek.

İlki, “Dostunu kendin gibi sev”dir ki bu manevi çalışmanın özelliğidir. Bu, içimize monte edilmiş olan kendi ihtiyaçlarını karşılayabildiğinden daha az olmamak kaydıyla toplumun mutluluğu için başkalarına ihsan etme ölçüsü anlamına gelir. Dahası kişi “Matan Tora” makalesi Madde 4’de yazıldığı gibi dostlarının ihtiyaçlarını kendisininkinin önünde tutmalıdır.

Soru: Artık kriz zamanında, kimsenin bir araya getiremeyeceği bazı pragmatik hesaplamalardan, üst yönetim yasalarına uymayı, bunlara dahil olmayı ve herkesin bir tür destek hissetmesine yardımcı olmayı içeren, üstlenmemiz gereken bağı ve daha yüksek seviyeyi anlayama nasıl geçebiliriz?

Cevap: Gerçeklik algısının bir sonraki seviyesine yükselmek; sonsuzluk, mükemmellik, sınırsızlık ve en önemlisi tek, ortak, mükemmel, entegre bir gerçeklik hissine girdiğimiz gerçeğine dayanır.

Doğayı tamamen bütünsel bir sistem olarak hissetmeye başlarsak, içindeki yerimizi, hücrelerimizin onun içinde bulunduğu yeri de bileceğiz. Bu şekilde, bireylerin birliği ile bağlantılı olarak varlığımın anlamını anlayacağım ve her şey benim için netleşecek.

Asıl mesele kendinizi bireyciliğinizden, egoizminizden ayırmak ve doğaya bütüncül bir açıdan bakmaktır, böylece tüm resmi tek bir bütün olarak görürsünüz. Bu, ayrı nesneleri ve fenomenleri hissetmediğim, ancak tüm resmi gördüğüm tamamen farklı bir gerçeklik algısıdır.

O zaman kendimi tamamen farklı bir şekilde anlayabilirim: Bu resimde ben neredeyim? Onun içinde de değilim. Kendimi her şeyden ayrı hissediyorum. Yani, yanlış bir şekilde yaşıyorum. Bu, gerçek yaşamdan, doğanın tüm geniş resminden kopmuş, bir tür bilinçsiz durumda olduğum anlamına gelir. Bunu nasıl doğru bir şekilde algılayabilirim? İstediğim şey budur.

Ve eğer onu doğru bir şekilde algılamaya başlarsam, içindeki yerimi göreceğim ve herkesle entegre bir şekilde bağ kuramamamın nedenini keşfedeceğim. Bu, işimin ne olduğunu, görevimin ne olduğunu, diğerleriyle olan bağlantımın ne olduğunu ve başkalarının bana nasıl bağlandığını netleştirecek. Bu ebedi, mükemmel, ayrılmaz, birleşik doğanın seviyesine geleceğim; onun ve var oluşumun anlamını anlayacağım.

Şu anda, bunların ne için olduğunu kesinlikle anlamıyorum. Her şeye bakıyorum: Onlar var, dönüyorlar ve ben onlarla birlikteyim. Ama neden, bilmiyorum.

“Neden Nefret Ediyoruz” (Linkedin)

Tüm doğada, insanlar dışında zerre kadar bir nefret yoktur. Hayvanlar birbirlerinden nefret etmez; benzersiz bir insan yardımcısıdır. Ancak, sadece insanların birbirlerinden nefret etmesinin ve böylesi bir tutkuyla yapmasının derin bir nedeni var. Kıskançlık, güç ve saygı arayışı içimizde her zaman büyür. Gittikçe affetmez hale geliyoruz.

Geçmişte, çocukların birlikte oynadığını ve birbirleriyle arkadaşlığın tadını çıkardığını görebilirdiniz. Günümüzde, onları birbirleriyle karşı karşıya getiren ve umursadıkları tek şeyin kazanmak olduğu, oyun konsollarıyla oynamaktalar.

İki yüzyıl öncesindeki kedileri bugün yaşayan kedilerle karşılaştırırsanız, daha kötü olduklarını göremezsiniz. Fakat iki yüzyıl önce yaşayan insanları kendi kuşağımızla karşılaştırırsak, büyük büyükanne ve büyükbabamıza göre çok daha fazla ben merkezli, yetkili, ilgisiz ve genellikle çok daha kötü insanlar olduğumuzu göreceksiniz. Nesilden nesile, kötülüklerimizde daha kavgacı, incitici ve daha yapmacık hale geliyoruz.

Ancak görünen kalıcı düşüşün, iyi bir nedeni var. Doğamızda bilinçli bir ıslah yapmak sadece bizim kaderimizde var olduğu için, düşüşteki tek tür biziz. Son yıllarda ve özellikle de son birkaç ayda, nefret seviyelerindeki ani yükselişin nedeni, nefretin o kadar şiddetli olması gerektiğidir ki bu bizleri, onu iyileştirmenin bir yolunu aramaya zorlayacaktır.

Nefret ne kadar artarsa, kendi başımıza üstesinden gelemeyeceğimizi o kadar çok anlayacağız, ancak bunun üstesinden gelmeliyiz, yoksa medeniyeti ortadan kaldıracaktır. Bu da, bizi, irademize karşı olsa bile, onu birlikte iyileştirmek için çalışmaya itecektir. Ve her birimizde yaşayan bir düşmana karşı bu zorunlu işbirliği, birbirimizi sevmemizi teşvik edecektir. Nefretin yoğunluğu olmasaydı, sevmeye gerek kalmazdı. Nefretle tek başımıza mücadele yenilgimiz olmasaydı, birbirimize dönmezdik.

Hissettiğimiz nefret asla yok olmayacak. Eğer yok olsaydı, sevme ihtiyacımız da yok olurdu. Sevgiyi artırmamızı sağlayan şey, tam olarak büyüyen nefrettir. Nefret ve sevgi, “iki ayak” üzerinde ilerledikçe, insan duygularının derinliklerini, çatışmaların üstesinden nasıl gelebileceğimizi, öfke ve nefrette hüküm sürdüğümüzü ve bu süreçte insan doğasının derinliklerini öğrenmeye doğru yürüyoruz.

Sadece nefretin rolünü ve önemini anlarsak, gerçekten sevebiliriz. Ve bunu yaptığımızda, hepimizin, tüm renklerin, ırkların, inançların ve kültürlerin nefret dolu bir şekilde yaratıldığını göreceğiz, ama sadece nefreti kendi irademizin sevgisine dönüştürmek için.

Kabalistik Terimler: “Ruh”

Soru: “Ruh” terimi nereden gelmektedir?

Cevap: “Ruh” terimi “Neşama” kelimesinden gelir. Kabala’da, Yaradan’a benzer arzunun beş hali vardır: Nefeş, Ruah, Neşama, Haya ve Yehida.

Nefeş, Ruah ve Neşama ulaşabileceğimiz ve sürekli içinde kalabileceğimiz koşullardır. Bunların en büyüğü Neşama’dır. Bu nedenle, bu, manevi parçamızın adıdır.

Ek olarak, Haya ve Yehida olarak adlandırılan koşullar da var. Ancak bunlar, ruhun durumuna ek, geçici eklemelerdir.