“Biz, Bizim İçin Değilsek, Kim Bizim İçin”

Dr. Michael Laitman Facebook Sayfamdan  28.08.2020

Öğretmenim derdi ki, eğer biri ağır bir çantanın yanında durursa ve insanlardan onu kaldırıp omzuna koymasına yardım etmelerini isterse, kimse ona yardım etmez. Ama çantayı alır, omzuna koyarsa ve çanta tek başına taşıyamayacağı kadar ağır olduğu için adeta kayıyorsa, etrafındaki herkes yardımına koşacaktır. Hikayenin kıssadan hissesi basittir: Yardım istemeden önce kendinize yardım etmek için çaba gösterin. O zaman, yardıma ihtiyacınız olursa, o kesin gelecektir.

Günümüzde, sadece kendimize yardım edebileceğimiz her zamankinden daha fazla nettir. Devlet görevlilerinin bizim için işimizi yapmasını beklersek, sonsuza kadar bekleyebiliriz. Ancak karşılıklı sorumluluk yoluyla elde edebileceklerimizin sınırı yoktur.

Covid-19 pandemisinden öğrenebileceğimiz pek çok ders var ama bence en önemli çıkarım, bizler tek bir sistemiz ve sistemin refahı, onun parçaları arasındaki bağların kalitesine bağlıdır. İnanılmaz bulaşma kolaylığıyla virüs bize şunu öğretti: herhangi bir yerde bir enfeksiyon, her yerde enfeksiyon demektir. İrademize karşı, o bizi birbirimizin sağlığından sorumlu yaptı, ancak bunu yaparken zaten bildiğimiz bir gerçeği vurguladı: Tamamen birbirimize bağımlıyız.

Birbirimizden sorumlu olduğumuzun farkına varmak, sadece birbirimize hastalık bulaştırmamamız gerektiğini öğretmekten ibaret değildir. Bu bizlere, eğer gezegende iyi bir yaşam sürdürmek istiyorsak, kalplerimizi birbirine bağlamamız gerektiğini, aksi takdirde birbirimize fiziksel olarak yardım etmek için yapmamız gerekeni yapma motivasyonumuz olmayacağını gösterdi.

Başka bir deyişle, salgınla birlikte yaşadığımız sağlık krizi her şeyden önce bir toplumsal krizdir, toplumsal parçalanmanın bir belirtisidir. Aslında, toplumsal parçalanmadan muzdarip olmasaydık, şu anda yaşadığımız krizlerin çoğu asla gerçekleşmezdi. New York ve Chicago’daki silahlı şiddet dalgası, toplumsal parçalanmanın bir belirtisi değil mi? Reçeteye tabi olan ilaçlara ve hatta her yıl on binlerce Amerikalıyı öldüren reçetesiz satılan ilaçlara bağımlılık krizi, bu toplumsal parçalanmadan kaynaklanmıyor mu? Ya aile içi şiddet, polis şiddeti, ırkçılık, fanatizm, cinsel taciz, sözlü ve fiziksel taciz, depresyon, obezite, boykot kültürü, bunların hepsi toplumsal parçalanmanın sonuçları değil mi?

Açıkçası, bugün ihtiyacımız olan gerçek çare birbirimizle ilgilenmek ya da en azından birbirimizden sorumlu olmaktır. Ama bunu bizler yapmazsak- toplumdan topluma, şehirden şehire, devletten devlete ve ülkenin her yerinde olmak üzere- kimse bizim için toplumsal sorumluluk inşa edemez.

Covid-19 bir meydan okumadır. Ve meydan okumaya başkaldırmak, zorluğun bizi öncekinden daha yüksek bir seviyeye çıkarması gerektiği anlamına gelir. Yoksa neden ilk sırada meydan okuma geldi ki? Bu Koronavirüs durumunda, açıkça bizi izolasyonun en düşük noktasından bağın zirvesine yükseltmek için geldi. Bu, bugün, mutluluğa giden yolumuzdur.

Aşı Zaten Her Kalpte Var

Koronavirüs ile mücadelede esas olan, hastalığın kendisini anlamaktır. Hangi durumda olduğumuzu anlayana kadar, iyileşmeye doğru bir sonraki aşamaya geçemeyeceğiz. Sonuçta doğa bize virüsü sona erdirmemize ve onu unutmamıza izin verecek mucize bir tedavi vermeyecek.

Doğanın amacı bize hastalık boyunca rehberlik etmek ve bizi iyileştirmek değildir. Doğa, virüsten acı çekmenin, bizi onun içindeki insan faktörünü yani kopukluğumuzu ve birbirimizle kötü ilişkilerimizi açığa çıkarmaya zorlamasını istiyor.

Ve sonra başkalarının ne düşündüğü ve hissettiği hakkında endişelenmeye başlamak için, birinin diğerine karşı tavrını düzelteceğiz, kalplerinde ne olduğunu anlayacağız. Böyle bir ilişki kurmazsak, Koronavirüs veya ardındaki diğer virüslerden uzun bir süre acı çekmeye devam edeceğiz. Yeni bir çağda olduğumuz ve insanların başkalarına karşı tavırlarını düzeltmek zorunda olduğumuz için salgın bitmeyecek.

Her kötü durum, birbirimize duyduğumuz nefretin sonucudur. Bunun tam olarak farkına varılması, zaten tedavinin başlangıcı olarak hizmet eder. İnsanlık bu mesajı duyarsa, bu zaten tedavinin yarısıdır. Tüm bu aşılara ihtiyacımız yok. Şimdi her ülke insanlığı iyileştirmek için değil, ondan para kazanmak için Koronavirüse karşı ilk aşıyı yapan ülke olmaya çalışıyor.

Bu tam olarak tersi eylemdir. Her ülke bir aşı satmak istemekte. Tüm insanlığı kurtarabileceği gerçeğiyle gurur duymazlar, herkese : “Aşımızı alın ve tedavi olun!” diye teklif etmezler. Hayır, “Bunu satın alın” derler. Yani burada, bu darbenin bizi nasıl yönlendirdiğinin tam tersi davranıyoruz. Ve bu yüzden aşı herhangi bir gelişme getirmeyecektir.

Ancak Koronavirüs için zaten bir tedavimiz var, bir aşımız var. Ve bu çok basit: Birbirine karşı iyi bir tutum tüm virüsleri etkisiz hale getirir. Aşı mı istediniz? Ona sahipsiniz! Herkes kalplerinde virus için bir tedaviye sahiptir. Kullanın onu! Bundan başka hiçbir şeye gerek yok.

Kalpteki bu antivirüs, sevgi, birlik ve kalbin yakınlığıdır. Tüm virüsleri yok eden en güvenilir ilaçtır. Şu anda test edilen deneme aşıları gibi klinik denemeler yapalım. İnsanların gerçekten yakınlaşmaya başladığı bir grup kurup, Koronavirüsten etkilenmemelerini sağlayacağız.

Ve bunda annesinin kalbi olan bir kadının özel bir rolü vardır. Kadınlar gerçekten Koronavirüsten  kurtulmak isteseler ve ortak çabalarıyla bunun mümkün olduğunu anlasalar bunu yaparlardı.

Aksi takdirde salgın büyüyecek çünkü yaz bitti ve çocuklar okula dönüyor. Ve sonra tatiller, bayram toplantıları ve dualar için zaman gelecek. Her şeyi olduğu gibi bırakırsak darbelerin sonu gelmez. Doğa boyun eğmeyecek.

Bizler “son nesil” denen yeni bir çağdayız ve komşumuzu kendimiz gibi sevmeye başlamalıyız. Sadece bu, şu anda insanlığı her şekilde bekleyen tüm hastalıkların tedavisi olabilir. Nereden darbe bekleyeceğimizi bile bilmiyoruz ama gelecekler.

Dünyanın her yerindeki kadınların bizi duyacağını ve her insanın, özellikle de kadınların kalbinde herkesi kurtarabilecek bir güç olduğunu anlayacağını umuyoruz. Görünüşe göre insanlar arasındaki ilişkinin virüsle, kimyayla ve biyoloji ile bir bağlantısı yok ama aslında öyle. İlişkimiz en yüksek gizli güce sahiptir ve bu nedenle, yalnızca onları düzelterek virüslerle baş edebiliriz. Aksi takdirde, hepimiz acı çekeceğiz, özellikle de kadınlar.

Virüsün aramızdaki egoist bir bağın sonucu olarak ortaya çıktığını ve iyi ilişkilerin virüsü yok ettiğini ve bir ilaç görevi gördüğünü anlamak – bu bilgi bile bizi iyileştirmeye başlayacak. İyi ilişkiler tüm iyiliklerin kaynağıdır ve böyle bir bağın olmaması tüm kötülüklerin kaynağıdır ve Koronavirüs bunu bize kanıtlamak içindir.

Bir anne olarak kadın, tüm aileyi başkalarına iyi davranmaya yönlendirmelidir. Annemizin bizi okula gönderirken ya da bahçede yürürken bize nasıl talimat verdiğini hatırlıyor musunuz: “İyi bir çocuk olun, kavga etmeyin, o zaman onlar da size zarar vermez. Caddeyi sadece uygun geçitten geçin. Başkalarıyla ilgilenin, onlara yardım edin, o zaman onlar da size yardım edecekler “.  Buna “iyi çocuk” olmak denir. Öyleyse hepimiz iyi çocuklar olalım. Ve kadınlar, anneler bunu bize anlatmalı. Sonuçta, bununla hiçbir şey kaybetmeyiz!

Neden çocuklara sokakta iyi davranmayı öğretiyoruz ve bunun onlara iyi geleceği konusunda kendimize güveniyoruz? Çünkü iyiliğin karşılığında iyiliği uyandırdığını biliyoruz. Ve burada da durum aynıdır, birbirimize karşı daha iyi olalım ve bunun nasıl yardımcı olduğunu görelim. Bu da eğer birdenbire Koronavirüsü yok etmezse, o zaman bize pek çok sıkıntı getiren bencilliğimizi biraz sınırlandırarak ne kaybederiz ki?

Zaten içimizde olan ilacı denemeye değer. O zaten var, hiçbir şey icat etmemize gerek yok. Ve eminim ki kalbimizdeki bu ilacı kullanırsak tüm virüsleri yeneceğiz.

Twitter’da Düşüncelerim / 25 Eylül 2020

Koronavirüs bir darbe değil, gelişimimizi kolaylaştırmak, bizi birlik yoluyla bir araya getirmek – doğanın Üst gücünü algılamak için büyümemize doğru bir itiştir. Ona bağlı olmalıyız. Bunun hiç bir dinle ilgisi yoktur. Ancak o zaman hayatımız daha iyi olacak.

“Öğretmenim ve Ben”

Facebook Sayfamdan Michael Laitman 22.09.2020

Şubat 1979’da soğuk ve yağmurlu bir akşam, arkadaşım Chaim Malka ile her zamanki gibi Kabala kitaplarını araştırırken, bunun umutsuz olduğunu anladım. “Chaim,” dedim, “hemen şimdi bir öğretmen bulacağız.” Arabaya bindik ve insanların Kabala çalıştığını duyduğum, Ortodoks bir şehir olan Bnei Brak’a gittik. Ön cama sanki yağmur boşalırken; arabayı sıfır görüş mesafesiyle neredeyse kör bir şekilde sürdüm. Ama içsel olarak sürüyordum; devam etmek zorundaydım.

Şehre girdikten sonra nereye gideceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. Birden, kaldırımda karşıdan karşıya geçmek için bekleyen bir adam gördüm. Yağan yağmurda etraftaki tek kişi oydu. Pencereyi açtım ve selin içinden bağırdım: “Kabala’yı buralarda nerede çalışıyorlar ?!”

Adam ilgisizce bana baktı ve “Sola dönün ve meyve bahçesine doğru sürün. Caddenin sonunda karşıda bir ev göreceksiniz; Kabala’yı çalıştıkları yer orası.”

Meyve bahçesinin yanındaki evde, öğretmenimle tanıştım, Rav Yehuda Leib HaLevi Ashlag’ın ilk oğlu ve halefi Rav Baruch Shalom HaLevi Ashlag (RABAŞ), Zohar Kitabı üzerine yaptığı Sulam (Merdiven) yorumundan sonra Baal HaSulam (Sulam’ın yazarı) olarak bilinen 20. yüzyılın en büyük kabalisti.

Sonraki on iki yıl boyunca, RABAŞ’ın kişisel asistanı olarak hizmet ettim ve baş öğrencisi oldum. O’nunla sabah üç saat, akşam iki saat herkesle birlikte çalıştım. O’nu yalnız başımıza günlük gezilerine, sahile ya da parka götürürken dahi çalıştım. İkimiz hafta sonlarını birbirimizin şirketinde geçirdiğimiz her hafta sonu O’nunla çalışıyordum ve bir ay hastanede kaldığında uygun zamanlarda O’nunla çalıştım. İster ders sırasında ister araba sürerken veya başka bir fırsatta olsun, maneviyatla ilgili sorabileceğim tüm soruları sordum. O’na sordum çünkü bilmem gerekiyordu. O’nun,  bin yıl öncesine dayanan bir soyun son halkası, son Mohikan olduğunu biliyordum ve bu öğretiyi devam ettirmem gerektiğini de biliyordum.  Her dersi kaydettim ve sözlerini not aldım. O’ndan elimden gelen her şeyi, kelimelerin dışsal ve içsel anlamlarını özümsedim, böylece zamanı geldiğinde onları aktarabilirdim.

Birkaç yıl sonra, RABAŞ bana manevi çalışma yapacağım arkadaşlara ihtiyacım olduğunu söylediğinde O’na kırk öğrenci getirdim. Onlar için, kişinin sıradan bir insandan bir Kabaliste – insan doğasının en içsel inceliklerini ve Yaradan’la olan ilişkisini bilen – ilerlemesi hakkında paha biçilmez denemelerini yazmaya başladı.

RABAŞ’ın denemeleri sadece öğrencilerinin değil, hepimizin, her birimizin yolunu açtı. Şimdi bu denemeler, maneviyata ulaşmak isteyen herkese yolu gösteren bir deniz feneridir. Bize birbirimizle nasıl ilişki kuracağımızı ve yol boyunca içimizde keşfettiğimiz duygu ve durumlarla nasıl ilişki kuracağımızı öğretirler. RABAŞ, babasına çok benzer şekilde, bir öncüydü, sonsuz cesaret, şefkat ve insanlık sevgisinin öncüsüydü.

1991’de ölümünden sonra, insanlar benden öğretmenliğe başlamamı istediler. RABAŞ beni hala onunla birlikteyken öğretmeye teşvik etmişti, bu yüzden insanlar bana başvurduklarında kabul ettim ve Bnei Baruch (Baruch’un oğulları) adını verdiğimiz bir çalışma grubu kurdum. Gerçekten bizler o zaman çok arzu ettik, adı hak etmeyi ve öğretmenimin manevi çocukları olmayı arzuladık.

Bugün, O’nu vefatının 29. yıl dönümününde anarken, Bnei Baruch adını hak etmeye, O’nun sevgi ve birlik yolunda yürümeye ve dünyadaki tüm susamış ruhlara otantik Kabala bilgeliğini yaymaya devam edeceğimizi umuyorum.

“Ve bir kez bu giysiyi talep ettiğimde sevginin kıvılcımları içimde ışıldamaya başlar. Kalbim dostlarla birleşmeye özlem duyar ve bana öyle gelir ki, gözlerim dostlarımı görüyor, kulaklarım onların sesini duyuyor, ağzım sevgi ve neşe içinde onlarla konuşuyor, eller kavuşuyor, ayaklar daireler çiziyor ve dünyasal sınırlarımın ötesine geçiyorum. Dostlarım ve benim aramdaki geniş uzaklığı unutuyorum… ve bana öyle geliyor ki dostlarım ve benim haricimde dünyada başka bir gerçeklik yok. Bundan sonra, “ben” iptal oluyor ve onlarla kaynaşıyorum ta ki dostlarımın haricinde dünyada hiçbir gerçekliğin olmadığını hissedene kadar” (RABASH, Mektup No. 8).

Yeni Hayat 1141 – Barış İçin Eğitim

Dr. Michael Laitman, Oren Levi ve Nitzah Mazoz ile söyleşide

İbranice’de “barış” anlamına gelen Şalom, İbranice mükemmellik anlamına gelen “Shlemut” kelimesinden türemiştir. Hayatta mükemmelliğe ulaşmanın yolu barıştan, yani karşıtların uzlaşmasından geçer. Uzlaşma, kimin haklı olduğunu tartışmadan görüşlerin üzerine aşılması yoluyla gerçekleşir; iki yeni, üçüncü bir şeyi doğurur. Barış için eğitim, doğadan olumlu bir güç çekerek, onu davet ederek egoist doğayı aşmak için eğitimdir.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1141-baris-icin-egitim/

Twitter’da Düşüncelerim / 24 Eylül 2020

Bir öğretmen NE düşüneceğini değil, NASIL düşüneceğini öğretir. Başkalarından ve kendinden nasıl bağımsız olunacağını öğretir, yalnızca hedefe işaret ederek: Yaradan’ın ifşası

Bugün bir Partzuf oluşturmaya çalışacağız: bireysel egomuzdan ortak bir şey yaratmak, bir ruhu şekillendirmek için. Sadece kili suya (Hasadim) batırmamız gerekir, o zaman her şey 10 Sefirot’un tek bedeninde birleşecek ve ondan Yaradan uğruna ortak eylemler yapabileceğiz.

Doğa (Yaratan) bize, birbirimize doğru davranmayı öğrenene kadar, pratikte birbirimizden izole edilmemiz gerektiğini göstermek istiyor. Ve bir duaya da protestoya katılıp katılmamamız önemli değil. Bizim iyi tavrımız karantinayı kaldıracak!

“Egoizmden Yana Yanlış Bir Şey Yoktur (Eğer Doğru Kullanılırsa)” (Medium)

Egoizmin, bizim neslimizin belası olduğundan bahsettiğimizde, bunun ne anlama geldiğini anlamamız gerekir. Sonuçta, onsuz nerede olurduk? Sanayimiz, modern tıbbımız veya iletişimimiz olmazdı. Atalarımıza kıyasla seyahat edemez, keşfedemez, keyifli ve kolay bir hayat süremezdik. Üstelik ego, insanın yarattığı şey değildir; o doğamızın özünde vardır. Öyleyse doğayı övdüğümüzde, doğanın kendi yarattığı egoyu nasıl kınayabiliriz?

Sorun ego ile ilgili değil; onu nasıl, ne kadar ve ne zaman kullandığımızla ilgilidir. Atomların şeklini koruyan ve parçalanmalarına izin vermeyen şey budur. Bununla birlikte atomlar gelişmek için, elektronlarından bir veya daha fazlasının münhasırlığından “vazgeçerler” ve kendi gelişimlerinin bir sonraki aşaması olan moleküller oluşturmak için onları diğer atomlarla “paylaşırlar”. Moleküller, münhasırlıklarının bir kısmınından “vazgeçtikçe” ve kendi parçalarını diğer moleküllerle “paylaştıkça”, sonunda hücre haline gelen, bölünmeye ve çoğalmaya başlayan moleküler yapılar oluştururlar ve siz farkına bile varmadan hayata sahip olursunuz.

Başka bir deyişle hayat, kendi parçalarının münhasırlığından “vazgeçen” ve bunları diğer unsurlarla paylaşan “bencil” unsurlardan oluşur. Ancak böyle yaparak atomlar, moleküller ve hücreler kendi kendilerini ortadan kaldırmazlar tersine, hayatta kalmalarını garanti ederler çünkü artık varlıkları, kendilerinden başka biri için hayati önem taşımaktadır. Dahası, daha karmaşık bir sistemin gelişimine katılarak kendileri de gelişirler. Tüm yaratılış aynı evrim ilkesini takip eder ve evrenimiz, içinde insanlıkla birlikte, böyle inşa edildi.

Bizler de aynı gelişim yasalarına tabiyiz. Toplumsal olarak klanlardan köylere, köylerden kasabalara, kasabalardan illere, illerden ülkelere ve şimdi de küresel bir köye evrildik. Ama toplumlarımız gelişirken, ruhlarımız ihmal edildi; şimdi onların sırası. Onlar, yaratılışta dokunulmamış son unsurdur
ve şimdi onların sırası.

Gerçek bir bağ oluşturmak için kendi parçalarımızdan vazgeçmeyi ve bunları başkalarıyla paylaşmayı öğreneceğimiz bir çağın şafağındayız. Sadece bireylerden oluşan toplulukları olarak değil, tek bir varlık haline geleceğiz, aynı zamanda insanlar birbirlerini kendi parçaları olarak hissedecekler. Bu, hiç deneyimlemediğimiz, egolarımızın da bunun onların sonu olacağını düşünmekten korktuğu bir bağ seviyesidir.

Nitekim, gelişimin bu son aşamasının önünde duran tek şey egomuzdur. Bedeli ne olursa olsun hiçbir şeyden vazgeçmek istememektedir. Kanser gibi, kimseyle hiçbir şey paylaşmadığı sürece, ev sahibiyle birlikte ölmeye razıdır. Ancak doğa, Tüm gerçekliği, tüm parçaların birbirini hem paylaştığı hem de sürdürdüğü en yüksek gelişme düzeyine getirene kadar gelişmeyi bırakmayacaktır ve böylece tüm varoluş sistemini kapsayacak şekilde bilinçlerini genişletecektir.

Sürece direnenler yol boyunca acı çekecekler ama onlar da ona ulaşacaklardır. Bugün ego kültürünü diğer ülkelerden daha fazla yetiştiren Amerika, doğanın çekişine direnmenin acısıyla sarsılıyor. Ama şükürler olsun ki acı çekmeye gerek yok. Egolarımızı öldürmemiz gerekmediğini, sadece onları doğru kullanmamız, başkalarıyla paylaşmamız ve topluluklarımızı güçlendirmemiz gerektiğini anlarsak, biz de gelişeceğiz, hayatlarımız güvende olacak ve bilincimiz tüm insanlığı ve tüm gerçekliği kapsayacaktır.

Hayatın Anlamı Hakkındaki Ebedi Soru

İnsanlar neden intihar ederler?  Melankoli ve boşluk hissine dayanamazlar. Ne de olsa kendilerini doldurmak istediler ama televizyon ve radyomuz, binlerce farklı kanal ve programımız olmasına rağmen kendimi dolduramıyorum. İçimde ortaya çıkan noksanlık, içsel tatminsizlik ve boşluk, çevremdeki tüm kaynaklardan alabileceğimden çok daha fazlasıdır.

Hayatın anlamına ihtiyacım var! Hayatımın bir anlamı, yaşamaya değer bir amacı var mı? Bu soruya cevap bulamıyorum. Hayatın beni doğru hedefe, kendim ve diğerleri için daha iyi olacağı iyi bir sonuca götürdüğünü ve sonsuza dek devam eden yaşam akışının özel bir sürecinde olduğumu bilmem gerekiyor.

Büyük olasılıkla, kişi gerçekliğin nasıl düzenlendiğini, hangi doğa programı içinde var olduğumuzu ve doğanın bizi nasıl kontrol ettiğini öğrenirse intiharı düşünmeyi bırakacaktır. Sürekli olarak bir programdan diğerine geçiyoruz, yeni bir “yükseltme” alıyoruz ve bu nedenle yaratılışı hem bu hayatta hem de onun üzerinde bütünüyle anlıyoruz.

Gelişim süreci bizi çok değerli ve yüce bir hedefe götürür. Kişi, sonsuzluktan sonsuzluğa akan yaşam akışını hissetmelidir. Ben bu sonsuz akıntı içindeyim ve ben de sonsuzum.  Kendimi etrafımdaki yaşamın gücünün algısına açmam ve böylece daha da gelişmem gerekiyor.

Bu okulda, üniversitede, evde ya da ailede öğretilmiyor. Bu nedenle, şimdi, umutsuzluk bu kadar büyüdüğünde ve büyümeye devam ettiğinde, kişi sonunda bu yaşamın anlamı sorusunu çözmeye zorlanacaktır.

Herkesi,  bunun ne kadar iyi ve samimi olduğunu görmeleri için, Kabalistik topluluğumuza  davet ediyorum; o yaşamın anlamını ve bu dünyasal varoluşla bitmeyen amacını bulmaya yardımcı olur. İnsan, her an yaşamaya değer olan huzur, sonsuz ve harika bir yaşam duygusu kazanır.

Sağlık ve Tıp, Bölüm 5

Tüketici Toplumu: Gelir ve Stres

Soru: Bugün herkes iki ana hastalığın milyonlarca can kaybına mal olduğunu biliyor: Kanser ve kalp hastalığı. Bunun dünyaya karşı egoist tutumumuzla bir ilgisi var mıdır?

Cevap: Elbette. Dünyaya karşı egoist tavrımız, her şeyi almak, her şeyi kendimiz için almak, kendimizi başkalarının üzerine koymaktır. Bu bize rahat vermez, kalp kasını yer ve vücuttaki genel dengeyi bozarak kansere neden olur.

Neden var olduğunu bilmesi için kişiye normal, sakin bir yaşam vermek gerekir. Neden günde 8 saat çalışıp diğer birkaç saat de trafikte kalsın? Ve evde çocuklar çığlık atıyor, televizyon sürekli açık ve diğer her şey. Başarılı olduğu varsayılan ve hayattan zevk alan insanları taklit ederek sürekli stres altındadır. Sonuçta, sıradan bir insan çok zayıf ve küçüktür; biz ise onu maço olmaya zorluyoruz.

Yorum: Bunun bir tür kısır döngü olduğu ortaya çıkar. Bir yandan, “Çalışmayın, evde kalın” diyorsunuz. Ama ben bir insan olarak nasıl çalışmayabilirim?! Yarın beni kim besleyecek? Devlet bana hiçbir şey ödemeyecek.

Benim Yorumum: Peki nüfusun sadece % 10’u çalışırsa insanlar nerede yaşayacak? Nüfusun % 90’ının yapacak hiçbir şeyi olmayacak. Kesinlikle hiçbir şey! 20. yüzyılın 50’li yıllarından başlayarak teknolojiler geliştirmeye başladık ve 70’lerden itibaren neredeyse hiçbir ek emek gerekmeyecek şekilde ilerledik. Silahlanma yarışı olmasaydı, kendimizi uzun zaman önce büyük bir krizin içinde bulabilirdik.

Yorum: Birçoğunun sizinle aynı fikirde olacağını düşünüyorum, ancak bugün devletin yapısı, insanların belirli bir temel geliri olmadığı için çalışmamasına izin vermeyecek şekildedir.

Benim Yorumum: Yani bir gelir olacak. Şimdi, salgın sırasında, nüfusun yarısı izinli. Peki pandemi devam ederse ne yapabilirsiniz?

Yorum: Sorun da budur. İnsanlar zihinsel olarak stresli olmaya başlarlar.

Benim Yorumum: Öyleyse bu streslerle başa çıkın. Neden gereksiz işleri yeniden yaratmalısınız? Kimse küçük dükkanlarından, kuaförlerinden ve diğer küçük işletmelerinden alışveriş yapmayacak. Bu olmayacak! Birçok sektör yok olacak.

Ve nüfusun büyük çoğunluğu ile ne yapacaksın? Gerçek endüstri nerede? Rusya’da Uralların ötesinde veya Orta Amerika’da. Ve diğer her konuda, bazıları başkalarına hizmet ediyor. Ama buna gerek olmayacak.

Yorum: İnsanlar spor yapacak, tiyatrolara gidecek, film izleyecek.

Benim Yorumum: Tiyatrolara gitmeyecekler ve spor da yapmayacaklar. Koşu bandında ısınmak için biraz koşmaları yeterli. Kaç kişi spor yapmak için dışarı çıkıyor? Size birçok kişi var gibi geliyor.

Büyük bir problem öngörüyorum. Hükümet para basmak ve işsizlerin % 90’ını geçindirmek zorunda kalacak. Bunda yanlış bir şey yoktur. Bir düşünelim, nasıl geçindiler? Biri diğerine, diğeri diğerine mi sattı? Hizmetler, hizmetler, hizmetler.

Yorum: Birinin bana belli bir miktar para vereceği gerçeğine alışmak çok zor. Bu zaten korkutucu. Elimden geldiğince çok kazandım. Daha da çok kazanabilirim.

Benim Yorumum: Ve buna işiniz mi deniyordu? Bazı mallar, bazı hizmetler ürettiğiniz yanılsaması yaratıldı.

Yorum: Hayır, yeteneklerime göre para kazandım. Ve bu parayla haz satın alabilirim.

Benim Yorumum: Ve şimdi de aynısını yapacaksınız.

Yorum: Ama diyorsunuz ki: “Hayır, ölmemen için sana bir ödenek verecekler.”

Benim Yorumum: Normal bir yaşam için gerekli olduğu kadar size verilecektir. Ve bu kesinlikle herkes için aynı olacaktır! Başka çıkış yolu yok.

Ancak bu, geçecek ve bir şeylerin değişeceği kritik bir durum değildir. Bu, gelişimimizin bir sonraki aşamasıdır. Yakında çok sayıda insanın temel bir gelir elde edeceğini göreceğiz.

Her durumda, toplum onurlu bir varoluş için para vermeye son verecektir. Buna uygun olarak, bazıları üretimde çalışacak, diğerleri ise toplumu yeniden yapılandırma ile meşgul olacak – eğitimde, bireyi yetiştirmede ve yeni bir toplumun oluşturulmasında.

Soru: Böyle bir toplumda sağlık ne olacak?

Cevap: Sabahları her birey kendisine uygun şekilde egzersiz yapacak, yüzmeye gidecek. Eminim ki tüm bunlar gelişecek. Ama tam olarak sağlığı korumak için, spor yapmak uğruna değil.

Neden İyiye Kötü Vasıtasıyla Ulaşmalıyız?

Soru: Her şeyin Yaradan tarafından dengelendiğini biliyoruz, öyleyse neden iyiye ulaşabilmemiz için kötülük hüküm sürmeli?

Cevap: Birincisi, Yaradan’ın bizi böyle harekete geçirmesidir.  İkincisi, insanın doğası kötüdür.  Dolayısıyla kötülüğü uyandırarak, Yaradan bizi çok güçlü bir şekilde sarsar ve uyandırır.  Polisten bir mektup aldığınızı veya bankadan bir şey kazandığınıza dair bir mesaj aldığınızı varsayalım.  Sizin üzerinde hangisinin daha büyük bir etkisi olurdu?  Elbette olumsuz mesajın daha büyük bir etkisi olurdu.

Soru: Ama olumsuz ve olumlu nasıl eşit olabilir?  Sonuçta, kişi duyarsız bir robot değildir.

Cevap: Her şey  Yaradan’ın bana ihsan etmesine karşı, benim tutumuma bağlıdır.  Anne babasının tüm eylemlerinin gerekli ve arzu edilir olduğunu doğru bir şekilde anlayan bir çocuk gibi, O’nun ihsanının her şekline değer verirsem, O’ndan ne aldığım benim için hiç fark etmez.

Egomun üzerine çıkabilir ve tamamen farklı koşullar altında O’na tam ve karşılıklı olarak bağlanabilirim.  Başlangıç koşullarım, kendimden çoktan koptuğum ve halihazırda kendi üzerimde yüzdüğüm sıfır durumundadır.