Faydalı Tembellik

Soru: Bilim adamları, tembelliğin en yararlı özelliklerden biri olduğuna inanıyor. Tembelliğin sağlığı iyileştirdiğini, bizi daha üretken hale getirdiğini, yaratıcılığı artırdığını, beyni aşırı yüklenmeden koruduğunu, konsantrasyonu iyileştirdiğini, sağlığı artırdığını ve yaşamı uzattığını kanıtladılar.

Tembellikle nasıl savaşırız ve onunla savaşmalı mıyız?

Cevap: Bizler, sürekli olarak teknik ve psikolojik bir evrim içinde gelişiyoruz. Sonuç olarak, teknolojimiz ve en son iletişim araçlarıyla, kendimizi giderek daha fazla bağlıyor ve durmaksızın çalışıyoruz.

Bu daha önce böyle değildi. Tam tersine, insanlar zamanlarının çoğunu köylerinde evlerinde geçirdiler, başka birçok faaliyetle meşgul oldular.  Sıradan insan bile şafaktan alacakaranlığa kadar çalışmadı.

Her şey on dokuzuncu yüzyılda buhar motorlarının ve diğer teknik yeniliklerin geliştirilmesiyle başladı. Görünüşe göre ne kadar çok icat edebilirsek, o kadar çok çalışırız, kendimizi çekmek zorunda olduğumuz  bir arabaya koşarız.

Kişi daha az çalışmalıdır. Antik çağlardaki gibi ateşin yanında oturmalı (mecazi anlamda), çayırda dans etmeli, arkadaşlarını ve akrabalarını ziyaret etmeli, zamanının çoğunu her türlü evde veya sosyal etkinliklerde geçirmeli ve dinlenmek için zaman ayırmalıdır. Ama ne olursa olsun, tüm zamanınızı kimsenin ihtiyaç duymadığı çalışmaya ayırmayın, bu sadece birinin hesabına sıfır eklemek için yapılır.

Bu nedenle tembel olmak kötü değil, hatta faydalıdır.

Soru: Bir kişinin manevi gelişiminde tembellik diye bir şey var mı?

Cevap: Evet, bizler bunu hoş karşılarız. Manevi tembellik, kişinin gereksiz bir şey yapmamasına yardımcı olur, aksi takdirde tüm dünyayı yıkıma götürür. Bu nedenle şöyle denir:  “Ayakta durmak yerine oturun. Yürümek yerine ayakta durun ” ve bunun gibi. Yani tembellik faydalıdır. Daha az hareket daha az soruna yol açar.

İshak’ın Kuyuları

Kabala bilgeliğini yıllarca çalıştıktan sonra,  kişinin birdenbire tüm maneviyat arzusunu, tüm motivasyonunu, daha önce sahip olduğu tüm dürtüyü kaybettiğini keşfettiği ve nereden güç alacağını bilmediği bir olgu vardır. Kişi Yaradan’dan ona maneviyat özlemi için güç vermesini isteyecek güce bile sahip değildir.

Ve bundan başka, kişi haz alma arzusunun üstesinden gelme ve onu ihsan etme uğruna kullanma gücüne sahip olmaya özen göstermelidir. Bu nedenle çalışma, birbiri ardına değişen iki aşamada ilerler.

Bazen onu aşmak ve ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmek için haz alma arzumla savaşırım. Ve bazen maneviyat arzusu için savaşırım çünkü kaybolur, maneviyatla ilgili olarak ölmüş gibi olurum ve yardım istemek veya almak istemem.

Bu iki koşulda da çalışmak zorundayız ve buna İshak’ın kuyularının kazılması denir. Toprak olarak adlandırılan haz alma arzusunun içinde, eksiklik hissiyatının, maneviyata ulaşma arzusunun sembolleri olan bu kuyular kazılmalıdır, ardından bu kuyular suyla,  Tora’nın sularıyla, Hasadim ışığıyla doldurulacaktır.

Kuyu kazarım çünkü maneviyat arzusunu, Yaradan’a ulaşma ve O’nunla birleşme arzusunu, ihsan etme ihtiyacını edinmek isterim. Önümde basit bir toprak var ve onu manevi bir alana dönüştürmek isterim. Bu nedenle, egoist arzu içinde eylemler yaparım, bu dünyadan cennete, manevi dünyaya ulaşmak için onu ortaya çıkarmak ve içinde boşluklar açmak isterim. Bu, İshak’ın çalışmasıdır.

Haz alma arzumu, onu ihsan etme eylemleri için, dost sevgisi için ve onlar aracılığıyla Yaradan sevgisi için, nasıl kullanacağımı anlamak amacıyla kazarım. Bu arzudan ihsan etme, sevgi, birlik arzusunu çıkarmak isterim. Bundan başka materyalimiz yok ve o, ıslaha gelmiş olmalıdır.

Öncelikle, ihsan etme uğruna arzumla çalışma arzumda, haz alma arzumda bir delik kazarım. Ve sonra bu delik suyla dolar ve kuyu olur, bu da ortak bir arzuyla, toprakla uygun bir şekilde çalışmamı sağlar.

Bir ev inşa etmek istiyorsak, önce temel için bir çukur açmamız gerekir. Ve aynı şey maneviyatta da olur; toprağı kazmalısınız yani kalbi ve oradaki tüm tozu temizlemelisiniz. Bu, arzularınızdan tüm egoist niyetleri çıkarmak anlamına gelir. Ve sonra bu yerde inşa etmeye başlayabilir yani ihsan etme uğruna olan arzuya niyet ekleyebilir ve bir bina inşa edebilirsiniz. Kalp hiç doldurulma olmadan boş kaldığında, inşa etme zamanı gelir.

İnsan, arzusundan, kendi iyiliği için olan niyetini çıkarmalıdır. Yaradan, sanki inşaat kazıkları çakıyormuş gibi, arzumuza kasıtlı olarak egoist niyetler yerleştirdi. Bizim de kuyu yapmak için onları dışarı çekip kalan delikleri suyla doldurmamız gerekir. Bereketli topraklar elde edeceğiz ve üzerine inşa edeceğiz.

Arzu, haz alma arzusu olarak kalır ve bizim işimiz, içindeki egoist niyeti, ihsan etmekle değiştirmektir. İhsan etme uğruna bir niyet varsa, o zaman kişi zaten arzuyu kullanabilir ve ondan binaları, ihsan etme basamaklarını, Yaradan’a benzer formlarımızı inşa edilebilir.

Egoist niyeti arzudan ayırmak, ancak grup vasıtasıyla, dostlarla birleşerek mümkündür. Tek başına niyeti değiştirmek ve hatta buna yaklaşmak bile imkansızdır.

Birleşiriz ve ortak arzumuzu birlikte kazarız, sütunlar üzerine bir ev inşa etmek gibi, kuyular kazılır, betonla doldurulur ve bu sütunların üzerine bir ev dikilir.

Tüm niyetlerimizin egoist olduğunu, kendi iyiliğimiz için olduğunu görürüz. Ve bu yüzden onları topraktan, arzularımızdan çıkarmak ve onların yerine ihsan etme uğruna olan niyetleri koymak isteriz.

Tora’da kuyularla ilgili birçok hikaye vardır. İbrahim’in çölde Beer Sheva yakınlarındaki kuyuları nasıl açtığını, ardından İshak’ın kuyularını anlatır. Gelecekteki gelinle buluşma da kuyuda gerçekleşir. Kahraman, kötüleri kuyudan uzaklaştırır, içinden ağır bir taş çıkarır ve herkese su verir.

Bu, ihsan etme uğruna edinilmiş niyetler nedeniyle kuyuyu tıkayan bir taşı (taştan kalp)hareket ettirebilen bir kişiyi sembolize eder ve sonra herkes kuyudaki suyun tadını çıkarabilir.

Dolayısıyla, Tora, tek çizgide ve üç çizgide çalışmaktan, farklı manevi seviyelerden bahseder, ama bu her zaman suyla dolu bir kuyu vasıtasıyla olur.

Suyla yani Hasadim ışığıyla dolu bir kuyu, canlandırıcı suyla dolu bir kuyuya dönüşür. Hasadim ışığı, dünyaya güç verebilir ve ekinleri yetiştirebilir.

Kuyu kazmak demek, basitçe toprak denen bozuk bir arzu içinde, ihsan etme niyetini almak demektir. Kuyunun olması gereken bir yer bulmalıyız. Eksikliği hissedin ve yerdeki bu oluk, su ile, Bina’nın özellikleri ile yani kendimiz için değil ihsan etme uğruna çalışma özlemlerimizle dolmaya başlayana kadar toprağı kazmaya başlayın.

Verme niyeti, haz alma arzusunun içindeki tüm bu boşluğu doldurduğunda, o zaman bu suyu toprağı sulamak ve ekinleri yeniden canlandırmak, hayvanlara (eşekler, develer veya insanlara) su vermek ve yavaş yavaş ıslahlara gelmek için kullanabiliriz. Kuyu kazmak, manevi çalışmanın başlangıcıdır.

“Dua Nedir? “

Hayatımızda biriken problemlere yol açan ben merkezli bir dünya algısı ve hissi içinde doğup büyüyoruz. Her türlü problemle karşılaşmamız, bize mevcut algımızın ve hissiyatımızın üzerine çıkma arzusu vermek ve herkes arasında sevgi, ilgi ve olumlu bağdan oluşan yeni bir dünya keşfetmek içindir.

Doğuştan gelen egoist algımız ve hissiyatımızdan, yeni bir özgecil algıya dönüşüm, “dua” adı verilen bir eylemle gerçekleştirilir.

Dua nedir?

Dua, kitap ne kadar kutsal olursa olsun, bir kitaptan sözler okumak anlamına gelmediği gibi, daha yüksek bir güçten dünyada bir şeyleri değiştirmesini istemek veya bireysel olarak kendine fayda sağlamak anlamına da gelmez. Daha ziyade, tüm gerçeklik algımız ben merkezli olduğundan, an be an kendi içimizde doyumu elde etmeyi hedeflediğimiz için, o zaman dua, ben merkezli yaklaşımımızı gerçeğe dönüştürmek ve herkese ve çevremizdeki her şeye faydalı olmak için samimi bir taleptir.

Başka bir deyişle, dua, olağan bir şekilde yaptığımız gibi, kişisel kazanç için başkalarını egoist olarak özümsemek, almak ve sömürmek yerine kendi kendini dönüştürme talebidir, bunun karşılığında ters yönde düşünmek ve arzulamak için gerçek bir irade geliştiririz: başkalarının yararı için vermek, ihsan etmek ve kendi kendimizi kullanmak.

Kalplerimizin derinliklerinden, kendi kendine dönüşüm için dürüst bir duanın sonucu, bilgelerimiz tarafından “Dostunu kendi gibi sev” emrinde yazılmıştır (Leviticus 19:18). Yani duamız bizi, kendimizi hissettiğimiz gibi başkalarını da hissettiğimiz bir duruma götürmeli, böylece egomuzun niyetini, verme niyetine çevirip ıslah ederiz.

Bu nedenle dua, başkalarını kendimizi sevdiğimiz gibi sevmek için gerçek bir arzuya ulaşmanın yanı sıra, kendimizi gerçekten ne kadar sevdiğimizin tam olarak açığa çıkması anlamına gelir. Eğer arzumuz doğruysa, kalbimizin derinliklerindense, egomuzu ıslah eden ve bize kendi öz sevgimiz ölçüsünde başkalarını sevme yeteneği veren daha yüksek bir gücün yardımıyla ödüllendiriliriz.

Geleceğe Ulaşmak İçin Bugünü Keşfedin

Soru: İnsanlar arasındaki iletişimdeki güçlükler genellikle yanlış anlamalar, korku veya nefretten kaynaklanır. En büyük sorun, iki kişinin birbirini anlamaması ve bu nedenle iletişim kuramamasıdır.

Özellikle insanların yakınlaştığı integral eğitim kurslarında, doğru iletişim modelini nasıl bulabilirim?

Cevap: Öncelikle, öğrenciler, birbirlerini anladıkları, birbirlerine bağlı oldukları ve ortak bir kavramsal ve mantıksal duyusal alana sahip oldukları, gelecek bir durumu hayal etmelidir.

Sanki zaten o gelecekteki durumdalarmış gibi, oradan başlarlar ve daha sonra bunun, bugün sahip olduklarından gerçekte ne kadar farklı olduğunu ve buna ulaşmak için hala ne yapmaları gerektiğini keşfederler.

Daha sonra, herkesin geleceğe aykırı olduğu konusunda hemfikir olduğu mevcut durumu kademeli olarak dahil ederler ve bunun uğruna nasıl daha yakınlaşabileceklerini görürler.

Soru: Öyleyse, ilk olarak, geleceği istemeleri için insanlara anlatmamız ve bunun için çabalamaya başladıklarında, içinde bulunduğumuz zamanı daha fazla araştırmamız mı gerekiyor?

Cevap: Evet. Bunun en iyi çözüm olduğunu düşünüyorum. O zaman, bu geleceğe gelmek için, neden bir şeyleri feda etmek zorunda olduklarını anlayacaklar.

Üst Düzey İletişimin Yolu

Soru: İnternet, günümüzde tükenmez bir iletişim kaynağıdır. Giderek daha sık, diller, anonimlik, gönüllülük ve ortak hedefler ve ilgi alanlarına ilişkin kısıtlamaların olmaması ile karakterize edilen sanal topluluklar oluşturulmaktadır.

Sizce bu değişikliklerin eğilimi nedir? Doğa bizi neye itiyor?

Cevap: Doğa bizi birbirimizle doğru iletişime itiyor. Henüz doğru iletişimin ne olduğunu bilmiyoruz, ancak yavaş yavaş öğreneceğiz. Bu birkaç yıl daha sürecek ve doğanın bizden ne istediğini anlayacağız.

Sonunda, her şey insanlar arasındaki iletişimin değişmesine bağlı olacaktır. Binlerce yıllık gelişimimiz boyunca, insanların yeni bir iletişim durumuna gelmeye çalıştıklarını görüyoruz. Toprağın, gücün ve zenginliğin keşfinin peşindeydiler, ancak sonunda hangi görüntülerin, yöntemlerin ve iletişim biçimlerinin kendileri için en uygun olduğunu anladılar. Ne yapıyor olduklarını anlamadılar ama genel olarak buna doğru ilerliyorlardı.

Ve zamanımızda, bu açıklamalar yeni bir seviyeye yükseltildi. Ulaşım teknikleri, aramızdaki sanal iletişim vb. nedenlerle azalan, değişen mesafelerin teknolojisinin, bizleri birbirimizle çok hızlı ve verimli bir şekilde nihai iletişim kurabileceğimiz gerçeğine götürdüğü ortaya çıktı.

Aynı zamanda, bağlantımızın tamamen mekanik, teknik olduğunu ve doğanın bizden talep ettiği bağlantı olmadığını ifşa ediyoruz.

Soru: Herkesin milyonlarca insanla iletişim kurabildiği bu tür sanal toplulukların ortaya çıkmasının olumlu bir olgu olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Elbette.

Soru: Yüzlerce yıldır kitaplar ana bilgi kaynağıydı, ancak bugün tamamen yok oluyorlar ve tüm iletişim değişti. Bu, gelişme mi yoksa bozulma mı? Geçmişte bir kişi haftada birkaç kitap okuyabiliyorken, bugün insanlar çok daha az okuyor.

Cevap: Her halükarda, yazılı kayıt şekli kaybolmayacak ve kullanmaya devam edeceğiz. Sonuçta, bu yazı biçiminde bir iletişim değil, hafızadır.

Twitter’da Düşüncelerim / 2 Aralık 2020

Yaradan’ın ifşası, O’ndan başka bir otorite olmadığını keşfetmek için kendisinin değişen gizlenmelerinden ve ifşalarından açığa çıkar. O’ndan bağımsız bir yer yoktur. Ben bunun ifşa olabileceği siyah bir noktayım, bu safhaya yapışma denir, gelişimin amacı.

Kendime değil bir tek Yaradan’a değer vermenin zorluğu, tüm dünyayı terk ettiğim ama karşılığında Yaradan’ı hissetmediğim hissindedir. Yaradan’ı hissederek, O’nunla bağlanmak için her şeyi bırakmaya hazır olurdum. Bu nedenle, asıl önemli olan Yaradan’ın tüm dünyayı doldurduğu hissine ulaşmaktır.

Görevimiz artı ve eksi arasında , Yaradan tarafından yapılan egoist doğa (kötü eğilim, bozuk başlangıç) ile çabalarımızla çektiğimiz Üst ışık (iyi başlangıç) arasında olmaktır. Kötülük ve iyi başlangıçlar arasında varız, çalışmamızı yapıyoruz.

Duygulara bağlı kalmamayı fakat mantığı takip etmeyi yani bağın bilimi Kabala bilimiyle meşgul olmayı öğrenmemiz gerekiyor. İçimizde artıdan eksiye çeşitli duygular ortaya çıktıkça-asıl mesele tüm bu duyguların üzerinde sevgi denilen birliği tamamlamak için ilerlemeye çalışmaktır

Bağ temelsiz bir nefretle başlar. Oradan, tek kalp tek adam olarak kişi kardeş sevgisine gelmelidir. Ortak ruh sistemini bir araya getirmeli ve herkesin yalnızca diğerlerini doldurmaya çalıştığı tam bir bağa ulaşmalıyız. Ortak ruh bu şekilde çalışır.

Doğamız üzerinde birlikte çalışarak aramızdaki çabaları biriktiririz, birbirimize yapışmaya çalışarak. Herkes kendini başkalarına adapte etmek, birbirine sevgiyle davranmak ister böylece aramızda Yaradan’ın mini bir sistemi, sadık bağlantılar sistemi ve ardından sevginin sistemini inşa ederiz.

Arzusunu kısmen veya tamamen kontrol edebilen kişi Kabalisttir. Yaradan’dan bir arzu alır ve bu arzuyu değiştirmek için güç ister. Her zaman içinde yaşadığı dünyayı, gerçeği, manevi merdivenin en altından en tepesine kadar değiştirebilir.

Yaradan bana her zaman belirli arzular verir: her an yeni bir dünya, yeni bir safhadır. Her saniye Yaradan’a daha yakın, daha bağışlayıcı, dostlarıma daha bağlı ve Yaradan’a bağlı kalmak isteyen tek bir adama dönüştüğümüzde onlar aracılığıyla Yaradan’a daha bağlı olmaya çabalarım

Arzumuzu değiştirerek duygularımızı değiştiririz. Hangisi olursa olsun, en kötüsünde bile Yaradan’dan bir duygu aldığım için sevinç duymalıyım. Grubun yardımıyla onun üzerine çıkabilir ve olanlara karşı tavrımı değiştirebilirim. “Oğullarım Beni yendi.”

Yaradan’ın amacı yarattıklarına haz vermektir. Bu nedenle kişi hazzı deneyimleyerek Yaradan’a haz vereceği gerçeğini dikkate almalıdır. Böylelikle Yaradan’ın gücünde olmaya, Yaradan ile, O’na memnuniyet getirecek olan hazzı alabilmek çabalar.

Bir kişi alma arzusunun ihsan etme niyeti ile ıslah edilmesine dikkat etmelidir. Öyle ki, alma arzusunda ifşa olan zevk ve neşe, kişinin hazzı deneyimlemesi dolayısıyla Yaradan’a haz vermesi niyetiyle olacaktır.

 

Yaş ve Motivasyon

Soru: Karışık yaş gruplarını nasıl motive ederim? Örneğin, integral eğitim kursumuza farklı yaşlardan insanlar: gençler ve yaşlılar katılacaktır. Elbette gençlerin motivasyonla ilgili bir sorunu var. Herkes kendi arzu seviyesinde olduğundan, onu artırmak için herhangi bir genel ilke var mı?

Cevap: Bununla ilgili diğerlerinden daha az sorunumuz olabilir çünkü yaş, cinsiyet veya gelişimden bağımsız olarak tüm insanlara, neden birleşmemiz gerektiğini, neden Kabala bilimine ihtiyacımız olduğunu, bir kişiye ne verebileceğini ve zamanımızda ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu açıklayabiliriz.

Bu nedenle, çok farklı yaş, seviye, eğitim niteliklerine sahip vb. kişiler birbirini anlayabilecek ve birlikte çalışabileceklerdir.

Üst Dünyayı Biz İnşa Ederiz

Bizler üst dünyaya girmeyiz, onu inşa ederiz. O, hazır olarak mevcut değildir. Bizim için hazır olan tek şey, bunu yapmamız için gerekli şartlardır. Manevi dünyayı, alma arzumuzdan inşa ederiz, onun üzerine bir kısıtlama, perde ve yansıyan ışık oluşturma yoluyla. Bu yansıyan ışıkla üst dünyayı inşa ederiz.

Yansıyan ışığımız ne kadar yüksekse, derece de yükselir, üst dünyanın ne olduğunu daha iyi tasvir edebiliriz. Bundan öncesinde o yoktur. Her şey sadece bizim arzumuzda var olmaktadır: ya alma ya da ihsan etme uğruna. Bunun ötesinde, arzularımızda ve niyetlerimizde olmadığı için hakkında tek bir kelime bile söyleyemeyeceğimiz üst kaynağımız vardır.

Arzularımızda ve niyetlerimizde ifşa olan şeye Yaradan (Bo-Re) –gel ve gör, denir. Üst dünyayı, birbirimize karşılıklı ihsan etmeyi amaçlayan, arzularımızdan inşa ederiz. Ve buna “ruh” denir.

Kendinizi Nasıl Seversiniz?

Soru: Yaygın bir şekilde inanılmaktadır ki eğer kendinizi sevmezseniz, kimse sizi sevmeyecektir. Biraz daha az tartışılan bir fikir ise başkalarını sevmek için, kendinizi sevmeniz gerekir. Ve daha az tartışılan ama belki daha değerli olan: kendini sevmek için önce başkalarını sevmelisin.

Kendinizi nasıl seversiniz?

Cevap: Tek bir çıkış yolu var: insanlara istediklerini veya onlar için gerçekten önemli olanı yapmaya çalışmak. İnsanlara mutluluğu nasıl bulacaklarını gösterin. Bu sizin mutluluğunuz olacak ve herkesin mutluluğu olacaktır; kişi kendini başkalarından ayıramaz. İnsanlara mutluluğu göstererek veya çekerek, mutluluğunuzu onun içinde gördüğünüzden emin olmak gerekir.

Soru: Yani, kendinizden bağımsız olarak başkalarını gerçekten sevmek mi?

Cevap: Evet. Bundan, bunun bir öz sevgi olduğunu anlayacaksın.

“Bugün Alışveriş Merkezinde, Yarın Morgda” (Linkedin)

Korona inkarcıları her ülkede bol miktarda bulunmakta. Onları, devletin başlattığı tecritlere karşı gösteri yaparken, maskesiz dolaşırken, dikkatsizlikleri ve başkalarına bulaştırarak, başkalarına verebilecekleri zarara kayıtsız kalmalarıyla övünürken ve sanki 2019’daymış gibi halka açık yerlerde yoğunlaşırken görebilirsiniz. Peki ya çeyrek milyondan fazla Amerikalı ölürse ve sayısız başkası, kimsenin açıklayamayacağı, iyileştiremeyeceği veya ne kadar süreceğini söyleyemeyeceği korona sonrası komplikasyonlardan muzdarip olursa ne olur? Peki ya benim “ifade özgürlüğüm” başka birinin hayatını tehlikeye atarsa? Özgür bir ülkede, istediğimi yapmakta özgürüm, doğru mu?

Yanlış. Başkalarına zarar vermediği sürece, istediğimizi yapmakta özgürüz. Covid-19 söz konusu olduğunda, toplum içinde sorumsuz davranış bu kategoriye girmez; bu diğer insanların sağlığını ve muhtemelen hayatlarını tehlikeye atar.

Salgını kontrol altına almak isteyen yetkililere bir fikir önermek istiyorum: Bir kampanya başlatın ve buna “Bugün Alışveriş Merkezinde, Yarın Morgda” adını verin. Halka açık yerlerdeki insanların, nasıl eğlendiklerine ve birbirleriyle nasıl dikkatsizce takıldıklarına, güvenlik önlemlerini nasıl göz ardı ettiklerine, maske takmadıkları, gerekli mesafeyi korumadıkları ve temastan kaçınmadıklarına dair güvenlik kamerası görüntülerini alın. İki hafta sonra, bu verileri gözden geçirin ve yeni teyit edilmiş Covid vakalarının kayıtlarıyla karşılaştırma yapın. Eminim sonuçlar, kişisel verileri koruyan tüm gizlilik yasalarına rağmen, Covid’in çok gerçek olduğuna ve insanların eylemlerinin sonuçlarına katlandığına dair yeterli kanıt gösterecektir.

Düşüncesiz davranışlardan intikam alma niyeti olmadan ama basitçe tehlikenin gerçek olduğunu kanıtlamak için. Bu hareket, duygusuz gibi görünse de bu kadar çok insanın inkar etmeye çalıştığı gerçeği ortaya çıkararak, sayısız hayatı kurtarabilir: Covid gerçek ve işte burada!

İnsanlar gerçekten bir sorun olduğunu, 270.000 küsur Covid ölümünün artık bizimle olmayan gerçek insanlar olduğunu anladıklarında, durumu çözmenin yollarını düşünmeye daha açık olacaklar. Bu, karşılıklı sorumluluktan, dayanışmadan, karşılıklı bağımlılıktan ve ta ki kendilerine ya da sevdikleri birine, dikkatsiz bir kişi tarafından virüs bulaştığından dolayı karşılıklı bağımlılık yüzlerine vurana kadar, insanlara çok önemsiz görünen tüm o güzel ve gerçek fikirlerden bahsetmeye başlamamız gereken zamandır.

Tüm doğanın tek bir temel kuralı olduğunun farkına varmalı ve ona göre davranmaya başlamalıyız: Tüm yaratılanlar tek bir sistemdir, tek bir varlıktır. Tıpkı bir organın hasta olması ama vücudun geri kalanının sağlıklı olması gibi bir durum olmadığı gibi, bir kişinin hasta olması ve insanlığın geri kalanının sağlıklı olması diye bir şey de yoktur. Herhangi bir yerde bir hastalık, her yerde hastalıktır. Bunu hissetmememiz, bunun doğru olmadığı anlamına gelmez; bu, duyularımızın kusurlu olduğu, yabancılaşmadan/ötekileştirmeden hasta olduğumuz ve geri kalan hastalıklarımızı iyileştirmek için, önce yabancılaşma durumunu iyileştirmemiz gerektiği anlamına gelir.

Bunun üzerinde birlikte çalışırsak realiteyi değiştirebiliriz. Birbirimizi hissetmeyi, bağlılığımızı ve karşılıklı bağımlılığımızı hissetmeyi öğrenebiliriz. Karşılıklı sorumluluk ve dayanışmanın faydalarını keşfedebiliriz, ancak bunu yapmak için önce ortak bir taahhütte bulunmalıyız. Karantina ve yalnızlıktan bıktığımızda, kendimizi anlamsız gururumuzdan iyileştirebileceğiz ve bağ kurmaya başlayabileceğiz. Yabancılaşmadan dolayı hastalandığımızda, yabancılaşmanın bizim gerçek hastalığımız olduğunu göreceğiz.