Doğal Kanunlar ve Hukuk Normları

Soru: Kişinin komşunu sevmesinin ve karşılıklı garantinin (Arvut), doğanın kanunları olduğunu yazmaktasınız. Dolayısıyla bunlara uyulmaması, insanlığın tarih boyunca karşılaştığı tüm sorunlara ve felaketlere neden olur.

Bu yasalara uyulmamasından kaynaklanan zararı, bilimsel olarak ispatlamak ve göstermek ve sonra bunları hukuki normlar olarak sunmak ve böylece duyusal olanı saymazsak, en azından dışsal bir tezahürde devlet tarafından korunmalarını sağlamak mümkün müdür?

Cevap: Güzel, doğru ve hatta belki doğru olsalar bile,  topluma uyamayacakları yasaları ve davranış kurallarını empoze edemezsiniz. Onlar doğada varlar.

Ancak insanlık henüz onları yerine getirme ihtiyacı için olgunlaşmadı. Sadece fark ettiği/anladığı şeyi yapabilir, bir gereklilik olarak görür, bu yasaları kendi içinde nasıl gerçekleştireceğini anlar ve onları koruyan bir çerçeve yaratır vb.

Örneğin, canlı organizmaların daha düşük seviyelerde etkileşime girdiği,  karşılıklı garanti yasası ( Arvut ) olduğunu biliyoruz, ancak bunu bir devlet yasası olarak tanıtamayız çünkü insanlar yine de buna uyamayacaklardır.

Önümüzde olan, bizim içinde olduğumuz, cansız, bitkisel ve hayvansal doğanın fiziksel, kimyasal ve diğer yasalarını ifşa ediyoruz. Bu yasaları anlayarak herkese açıklıyoruz çünkü onlara uyulmaması hemen cezayı gerektirir. Ancak doğada öyle yasalar vardır ki, bunların uygulanması veya yerine getirilmemesi anlık bir ödül veya cezayı gerektirmez.

Soru: Sonuçları hemen görmüyor muyuz? Ya da görüyoruz, ancak nedeni sonuçla ilişkilendiremiyor muyuz?

Cevap: Evet. O yüzden, bu doğa yasalarını toplumun yasaları olarak tanıtamayız. Toplumu, dünya bilimleri seviyesinde, eylemlerini kendi gözleriyle gördüğü veya gerçekleştirdiği noktaya çekmeliyiz. Ya da bunu kendi içinde ahlaki davranış yasaları olarak, doğru etkileşim olarak hisseder.

O zaman onlara girebilirsiniz. Aksi takdirde, toplumu parçalarsınız, köklü değişiklikler yaparsınız ve insanlar arasında zorla iyi ilişkiler kurulduğunda, Rusya’da olan başınıza gelir, gerçi egoist olduklarından, bunun neden kendilerinden istendiğini hiçbir şekilde anlamadılar.

“Kudüs, Dünyanın Kalbi” (Thrive Global)

Pandeminin kararlılığı ve küresel yayılımını sürdürme azmi, uyuşukluk yarattı ve bizi uykuya daldırdı.  İnsanlık genelinde, genel bir yorgunluk yayıldı, bu nedenle herhangi bir memnuniyet kaynağı bulma dürtüsü sadece doğaldır. Son zamanlarda, dünyayı kasıp kavuran kolektif bir dansa dönüşen,  Zulu dilinde bir şarkı (Jerusalema), umut mesajı ile birlikte geldi. Onun büyük bir hızla yayılması, insanların bağ kurmak için ne kadar istekli olduğunu gösterir. Şimdi soru, bu bağ duygusunun daha yüksek bir birlik düzeyine, kalıcı neşe vermek için fiziksel eylemlerimizi ve aramızdaki mesafeleri aşan bir duruma nasıl yükseltilebileceğidir.

Öğrencilerimden bazıları bana küresel sansasyon olan “Jerusalema” hakkında sorular sordular, Güney Afrika melodisinin, Covid-19 kısıtlamaları sırasında ruh halini yükseltmek için, gezegenin her yerine yayılan grup dansları nedeniyle karantina marşı haline geldiğini açıkladılar. Cevabım, özellikle bir grupta dansın, beraberlik hissi verdiği için olumlu bir aktivite olduğudur. Aynı zamanda, insanlığın çaresizlik hali, salgın darbeleri biter bitmez ve herkes kendi yerine ve belirsiz gelecekle ilgili endişelerine geri döner dönmez, yeniden ortaya çıkmayı bekliyor olacak.

Diğer bir deyişle, eğlence amaçlı bir grup aktivitesi, bir tür terapi ve gerçeklikten kaçış görevi görür, ancak küçücük bir virüsün bize ne öğretmeye çalıştığına dair anlamlı sorularla zihnimizi bilemeden gözlerimizi korkmuş çocuklar gibi kapatmamıza izin vermez. Pandemi, dünyanın durumunun, şimdiye kadar neyi yanlış inşa ettiğimizin ve insanlığın ıslahı/iyileşmesi (virüsün daha iyi bir yaşam hedefine doğru aramızdaki bağ ihtiyacını uyandırması) için neyin tersine döndürülmesi gerektiğinin daha derin bir incelemesini gerektiriyor

İlginçtir ki, şarkının teması olan Jerusalema, yuva olarak, hayatta özel bir yer olarak, Kabala bilgeliğinde derin bir perspektifle açıklanabilir. Ari’nin Hayat Ağacı adlı kitabında, eğer bir kişi, başkalarına karşı doğru sevgi ve ihsan etme tavırlarıyla üst gücün ifşasına ulaşırsa, fiziksel bir yeri değil, mükemmel bir birlik durumuna atıfta bulunan “Jerusalem/Kudüs” denilen özel bir niteliği keşfedeceği yazılıdır.

Bu nedenle, üç büyük dünya dini için kutsal bir şehir olan bugünkü Kudüs, peygamberler ve bilgeler tarafından yazılan gerçek Kudüs değildir. Jerusalem (Yerushalayim), hepimizin aramızdaki ilişkilerde mükemmelliğe ulaşıp, birbirimizi tamamladığımız “mükemmel şehir”i (Ira Shlemah) belirtmektedir. Karşılıklı ilgi ve empatiyle, duygularımız ve düşüncelerimizde birbirimize yakınlaştıkça, hayatlarımız için yepyeni bir amaç keşfederiz. Kendimizi doğada var olan, mükemmel küresel birbirine bağlılık ve karşılıklılık ile uyumlu hale getiririz.

Kudüs, kalptir, dünyanın merkezi, tüm arzuların ve özlemlerin merkez üssü, her şeyin karşılıklı sevgiye dayandığı bir koşuldur. Kalplerimizin bağıyla böyle bir duruma ulaştığımızda, sadece yeni geçim duygusunu, yüksek ruh halini ve enerjiyi harekete geçirmekle kalmayacağız, aynı zamanda sınırsız ve ebedi sevince de erişeceğiz.

“Negatif Düşünceden Nasıl Kurtulabilirsiniz?” (Quora)

Olumsuz düşünceden ve ondan kaynaklanan tüm sorun ve krizlerden kurtulmak için, tüm düşüncelerimizin önünde ve ötesinde var olan temel düşünceye (doğayı: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinde yöneten düşünce) bağlanmalıyız.

Her şeyi kapsayan bu yüce düşünceye nasıl erişebiliriz?

Aramızda doğru bir bağ kurma yöntemiyle.

Mevcut durumumuzda, tüm arzularımız üzerinde egoist bir niyet barındırarak olumsuz düşünceler ve etkiler yayarız. Bu egoist niyet, kar, statü ve kontrol için başkalarını sömüren sayısız “virüs” olarak ifade edilir. Egoist bir çalışma tarzına göre ne kadar çok düşünür ve hareket edersek, bu virüsleri başkalarına o kadar çok yayarız ve sonuç olarak, dünyamızda giderek daha fazla olumsuz fenomen bulunur.

Egoizmimiz toplumu etkiler, toplumda mutasyona uğrar ve sonra bize çok daha büyük bir güçle geri döner. Çok geçmeden, egoist bağlarımızın giderek daha olumsuz ve nefret dolu hale geldiği, bozulmuş yaşam koşullarına acı verici bir şekilde katlanırız.

Günümüzde, nefretin, acımasız rekabetçiliğin, kıskançlığın, şehvetin, gururun, kontrolün ve kişisel tatminimize hizmet eden herhangi bir şeyi ve herhangi birini sömürmeye yönelik sürekli artan bir dürtü gibi çeşitli mutasyonları deneyimliyoruz.

Bu kadar çok olumsuz düşünceyle ilgili sorun, daha tatmin olmuş hale gelme hedeflerimizin bizi gittikçe daha fazla atlatmasıdır ve bu koşullar altında ne bizim ne de başkalarının gerçekten zevk alamadığını görürüz.

Egolarımız, başkalarının pahasına kişisel olarak fayda sağlamaya devam edersek, kimsenin kazanmayacağı ve kendimizi giderek daha çaresiz bulacağımız sonucuna varmamız için gelişir.

O halde olumsuz düşünme biçimlerimizi nasıl değiştirebiliriz ve farklı bir olumlu gelişme biçimini nasıl teşvik edebiliriz?

“Nefret ettiğinizi başkalarına yapmayın” ve “Komşunu kendin gibi sev” ilkelerine uygun olarak, böyle bir sisteme dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Başka bir deyişle, birbirleriyle olumlu bağ kurarak ve üyelerini egoist dürtülerin üzerinde olumlu düşünmeye ve davranmaya destekleyen, teşvik eden ve yükselten bir toplum yaratmaya yatırım yaparak, o zaman düşüncemizi olumlu bir şekilde dönüştüreceğiz. Dünyaya ve başkalarına iyilik yapma örneklerine değer vererek ve bunlara saygı duyarak, başkalarını nasıl olumlu etkileyeceğine dair düşünceler toplumda yayılmaya başlayacak, sonrasında bireysel ve materyalist hedeflere değer vermekten ve bunlara saygı duymaktan kaynaklanan olumsuz düşüncelerin yerini alacaktır.

Birbirimize yaydığımız “virüsler” daha sonra pozitif hale gelecektir. Birbirimize aktardığımız düşünceler, virüs olarak kabul edilir çünkü farkında olmadan bize nüfuz ederler. Bu sanki diğer insanlara iyi niyetlere odaklanarak rehberlik etmemiz ve bu niyetlerin de onları olumlu yönde etkilemeye hizmet etmesi gibidir. Bizler o zaman dünyayı daha iyi ve sağlıklı bir yer haline getiririz.

Her birimiz evrenin belirli bir kıvılcımına ev sahipliği yapmaktayız ve bu kıvılcımın sorumluluğunu alma ve uyumlu insan bağlarını teşvik eden ve destekleyen bir toplum yaratarak onu etkileme fırsatına sahibiz.

Twitter’da Düşüncelerim / 8 Aralık 2020

 

Yaradan’dan başka bir güç yoktur – bu, insanın da hiçbir güce sahip olmadığı anlamına gelir ve bir kişi dün kendi başına bir şey yaptığını düşünmekte yanılır yani dünyayı sadece Yaradan’ın kontrol ettiğine inanmıyor demektir. Kişi olanlardan pişman olmamalı …

Kişi her zaman Yaradan’a tutunmaya çalışmalıdır ki tüm düşünceleri Yaradan hakkında olsun. En kötü durumda bile, Yaradan’ın yolunu takip etmesini engelleyen başka bir güç olduğunu düşünerek Yaradan’ın alanını terk etmemelidir – çünkü her şey Yaradan’dan gelir.

Kişi dostların Yaradan’a daha yakın olduğunu görür. O Yaradan ile aynı hizada değilken, O’ndan tamamen kopuktur. Bazen Yaradan için bir uyanış alsa bile, Yaradan’ın birliğinden anında kopar. Ancak, bu onu Yaradan’a bağlılıkta bir çözüm talep etmeye zorlar.

Bağ ancak egoizmin üstüne çıkma ölçüsünde mümkündür. Ya da dağılır. Bunu dünyamızdaki tüm birliklerde görürüz. Bu nedenle, önce egomuzun üstüne yükseliriz ve bu ölçüde tek bir bütün halinde birleşiriz.

Dahası, egoizm aramızda kalır ancak fakat güçlendirici bir bağ rol oynar.

Herkesin bireysel, doğuştan gelen nitelikleri büyük bir değerdir ve değiştirilmemeli veya bozulmamalıdır. Aksine, dünyadaki her insanı doğal niteliklerini sürdürmesi için korumalıyız. Yaradan’ın hepimizi birleştirmesi, ihsan etme gücünü çekmek için birlikte çalışmalıyız.

Yaradan bizi birleştirir ve mükemmel kılar. Dünyayı O’nun ortakları olmamız için yarattı: Farklılıklarımızı ve ihsan etme gücüne duyulan ihtiyacı ortaya çıkarmak, Yaradan’dan gelip tüm boşlukları doldurmasını, karşıtları birleştirmesini ve tüm artılar ve eksilerin mükemmel birliğini hissetmemize izin vermesini istememiz için.

Dostlar kalbime girerse, Yaradan’ın her birinin arkasında durduğunu göreceğim. Önümde ıslah olmuş niteliklerim olarak görünürler, ancak egoizmimde onları kusurlu olarak görürüm. Onların doğrudan kalbime girmesine izin verirsem, kendimi ıslah edeceğim.

Kendimi dostlara ve onlar aracılığıyla Yaradan’a karşı iyi bir tavıra uyumlu hale getirirsem; kendimi gitar telleri, seslerinde tam bir uyum için çabalayan bir müzik aleti gibi ayarlarım. Kendimi bu şekilde ayarlayarak, grupla uyum içinde ses çıkarırım ve tek bir ruh çalar gibi çalmaya başlarım.

 

Fiziksel Temasın Yerini Alma

Soru: Sanal toplulukların fiziksel temasın yerini alabileceğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Hiç şüphesiz. Her şey, her bir kişinin bir modeme, bir bilgisayara bağlanacağı ve böylece iletişim kaynakları aracılığıyla tüm insanlığa bağlanacağı bir yönde ilerliyor.

Soru: Bu, fiziksel dünyaya olan ihtiyacın ortadan kalkmaya başlayacağı anlamına mı geliyor?

Cevap: Elbette. Neden başka birine bakmam gerekiyor? Ondan birkaç metre uzakta veya birkaç kilometre uzakta oturmam benim için ne fark eder? Bu beni nasıl sınırlandırır? Sınırlandırmaz.

Duygular, kalpler, akıllar ve ortak hedeflerle bağlı olmamız gerektiğini anlarsam ve bunu birbirimize sağlarsak ve doğru bir şekilde ifade edip aktarırsak, o zaman internet dahil tüm mekanik iletişim türleri değerini kaybeder.

Kendin İçin Dua

Yorum: Kabala, bir kişi kendisi için (prensipte, bu sıradan bir insan için doğaldır) dua ettiğinde, bunun bir günah olduğunu söyler.

Cevabım: Kişi kendisi hakkında düşünürse, kendini diğerlerinden ayırır ve onlara yaklaşmaz. Doğal olarak bu, onu Yaradan’dan uzaklaştırır çünkü Yaradan hepimizi, ayrı bireylere bölünmeden önce olduğumuz gibi, tek bir ortak bütünde birleşmiş olarak görür.

Soru: Yaradan Kendisini düşünmez mi? Böyle düşünceleri yok mu?

Cevap: Birincisi, O, Kendisi hakkında düşünmez. İkincisi, her bir kişiyi düşünmez çünkü bizi bir bütün olarak hisseder.

Soru: Diyelim ki bir kişiye bakıyorum. O milyarlarca hücreden oluşmaktadır. Bir hücreye hitap etmiyorum, bir surete hitap ediyorum. Bunun gibi, Yaradan bizi bireysel olarak görmüyor mu?

Cevap: Hiçbir şekilde! Tek bir kişi ile en ufak bir hesap bile yapmaz. O, bizleri, kendimizi birbirimizden ayrı, Kendisine zıt olarak var olduğumuzu hissettiğimiz egoist bir nitelik içinde yarattı.

Soru: Peki, bundan ne anlamalıyım? Yaradan’ın beni hiç dikkate almadığını mı? Varlığımı bile bilmiyor mu?

Cevap: O’nun bilip bilmemesi tamamen başka bir konudur. O, diğerlerine yakınlaşarak O’na yakınlaşma eylemi dışında, kişisel eylemlerinizi hesaba katmaz.

Ruhun Müziği

İlerleme ancak onlu içinde mümkündür. Her şeyi egoizmim aracılığıyla görürüm ve bu nedenle her şey onu nasıl ıslah edeceğime bağlıdır. Bu yüzden Yaradan, Adam HaRishon’un ortak ruhunu parçalara ayırdı, böylece egoizmime rağmen çalışıp dostlarıma yakınlaşabilir ve algımı düzeltebilirim.

Dostlar kalbime girecek ve ben her birinin arkasında Yaradan olduğunu göreceğim. Onlar önümde ıslah olmuş niteliklerim olarak görünürler, ama egoizmim içinde onları bozuk olarak görürüm. Onları tam olarak kalbime getirmeye çalışırsam, kendimi ıslah edeceğim.

Kendimi, onluya, dünyaya, tüm gerçekliğe ve bunun aracılığıyla Yaradan’a karşı olan tutumumu ıslah etmesi gereken tek kişi benim.

Yaradan bana dostları verir ve şöyle der: “Onları seç, bu senin iyi kaderin, onlar aracılığıyla ruhunu ifşa edeceksin.” Ve ben bu kaderi kabul etmeli ve dostlarımı kalbimde ve aklımda birleştirmeliyim. Bu, iyi kaderi seçtiğim ve bir ruh edindiğim anlamına gelecektir.

Kendimi dostlarıma ve onlar aracılığıyla Yaradan’a karşı iyi olacak şekilde ayarlarsam, o zaman kendimi bir müzik aleti gibi ayarlarım, tıpkı gitar telleri gibi, seslerinde tam bir uyum elde ederim. Bu, grupla uyum içinde olmak için kendimi nasıl ayarlamam ve ortak bir arzu, tek bir ruh olarak, onlar ile çalmaya başlamam gerektiğidir.

Bu şekilde, tüm İsrail halkının arzularını birleştirerek ilahilerini yazan Kral Davut gibi, ortak duamızı bir araya getirebileceğiz. Bizler, dışsal eylemlerden değil, içsel bağdan bahsediyoruz. Dışsal eylemler yalnızca dikkatimizi dağıtır ve ıslahımızı yavaşlatır.

Dışsal Eylemler ve İçsel Niyetler

Soru: Kabala’nın, kendi bakış açısından eylem olan niyeti incelemeye ele aldığını biliyorum. Bir eylem yoluyla niyetin ne kadar iyi olduğunu belirlemek her zaman mümkün olmadığına göre, niyet ve eylem nasıl birleştirilmelidir?

Cevap: Bir insanı, niyetine uygun davranması için eğitmeliyiz. Sonrasında dışsal eylemleri yoluyla, içsel niyetini anlamaya başlayabiliriz.

Soru: Yine de bir kişiyi eylemleriyle değerlendirmeli miyiz?

Cevap: Yapamayız. Niyetinin ne olduğunu gerçekten bilmiyoruz.

Rabaş bunun çok güzel bir örneğini verir: Bir çocuk yerde histerik bir şekilde yuvarlanıp ağlar ve babası hiçbir şey yapmadan yakınında durur. Yoldan geçenler sorar: “Çocuğa neden bu şekilde davranıyorsunuz?” Baba cevap verir: “Küçük oğlum gözünü kaşımak için iğne istiyor. Onu doktora götürmeye hazırım ama gitmek istemiyor.”

Bu örnekte, dışsal bir eylemin, dışarıdan anlaşılmasının hiçbir şey anlatmadığını görmekteyiz.

Soru: Yani niyet bizden gizlidir. İnsan ahlakını dışsal eylemlerle belirleyemeyiz. Peki çözüm nedir?

Cevap: Çözüm, insanların içsel arzularını, niyetlerini ve eylemlerini bu dünyada gördüğümüz gibi dışarıdan değil, içeriden hissedebildiğimiz bir koşula gelmektir. Bunu yapmak için, üst dünya seviyesine yükselmemiz gerekir ve böylece kişinin fiziksel eylemlerini değil niyetlerini görebiliriz.

Soru: Kişisel olarak, bir kişinin dışsal eylemlerine asla bakmaz mısınız? Sizin için önemli değiller mi?

Cevap: Benim için önemli olan bir kişinin dışsal eylemleridir, çünkü bu eylemlerin herkesi etkilediği ve doğru yöne çektiği bir ıslah döneminde yaşıyoruz. Bu nedenle, başkalarına doğru yolu ne ölçüde gösterdiklerini doğrulamanız gerekir.

Covid Aşıları Neden Bana İç Rahatlığı Vermiyor?

Yılın başından beri insanlar, 2019 Koronavirüs hastalığına (Covid-19) neden olan, şiddetli akut solunum sendromu Koronavirüs 2’den (SARS-CoV-2) insanlığı iyileştirecek bir aşı beklentisiyle, önceki yaşamlarına tutunmaya çalışıyorlar. Şimdi aşı, birden çok biçimde ve birden çok şirketten gelmiş gibi görünüyor. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir makaleye göre, “Bir aşının geliştirilmesi genellikle 10 yıldan fazla sürmektedir.” Covid-19 söz konusu olduğunda, birkaç şirketin onu geliştirmesi yaklaşık on ay sürdü. Birkaç şirket, ortalama süreden 12 kat daha hızlı bir sürede, aşıyı nasıl geliştirdi? En azından bu, kafa karıştırıcıdır.

Ancak buradaki en büyük sorun bu değildir. Beni en çok rahatsız eden şey, Covid virüsünden kurtularak dertlerimizden kurtulacağımıza ve ilk etapta virüsü bize veren önceki yaşam tarzımıza döneceğimize dair sanrısal düşüncemizdir.

Koronavirüsün, insanlığın üzerine giderek artan bir sıklıkta inecek olan bir dizi sefaletin yalnızca ilki olduğuna hiç şüphem yok ve önceki yazılarda alıntı yaptığım sayısız bilim insanının da yok. Covid’den kurtulmak, yalnızca bir sonraki ve daha acı verici darbenin gelişini hızlandıracaktır. Doğayı ve insanları sömürmemizin bittiğini anlamalıyız. Eğer bunu anlarsak ve kendimizi bu gerçekliğe adapte edersek, onarım aşamasından nispeten daha kolay geçeceğiz. Eğer inatçıysak, doğanın bize kimin gerçekten patron olduğunu gösterecek daha birçok numarası vardır ve bunların hiçbiri hoş değildir.

Doğaya, sanki o cansızmış gibi, istediğimiz her şeyi yapabilirmişiz gibi, küçümseyebileceğimiz ve reddedebileceğimiz bir şeymiş gibi davranıyoruz. Covid bize bunun tersini öğretmeye geldi. Onun aracılığıyla doğa bizimle konuşmakta. Bize onun dilini, davranışını öğretmekte ve yavaş yavaş bize sırlarını açıklamaktadır.

Doğanın bizi öldürme hırsı yoktur. Eğer olsaydı, bunu yapmanın Covid-19’dan çok daha hızlı yolları var. Doğaya “Doğa Ana” diyoruz çünkü tam olarak olduğu şey budur. Sevgi dolu bir anne gibi, bize öğretmesi gereken şeyi, bize en az acı ve çabayla öğretmek ister. Bize nasıl çalıştığını, nasıl düşündüğünü, ne istediğini ve neden istediğini göstermek ister. Bir annenin bebeğinin önünde davrandığı gibi bizim önümüzde hareket eder: güler ve şarkı söyler, bebeğiyle konuşur, yüzünü gözünü tuhaf şekillere sokar ve diğer nesneleri ve insanları gösterir. Bütün bunları neden yapar? Sonuçta, bebeği onu anlamaz, öyleyse ne anlamı vardır? Mesele şu ki, bebek öğrenmek ister ve “gösteri sergileyen” anneye bakarak büyümek için öğrenmesi gereken her şeyi öğrenir.

Doğa bize aynı o anne gibi davranıyor. O bebek gibi biz de anlamıyoruz ve o bebek gibi, buna ihtiyacımız yok. Tek ihtiyacımız olan şey, tıpkı o bebek gibi istemektir ve şimdiye kadar doğmuş her bebeğe geldiği gibi bu anlayış bize de gelecektir.

Doğa bizi her şeyi bilen, bilge ve sevgi dolu yapmak ister. Bize her şeyin nasıl bağlı olduğunu, neden bağlı olduğunu ve bu bağdaki yerimizi ve rolümüzü göstermek istiyor. Bunu rolümüzü üstlenmeden önce bilmemize gerek yok; sadece dinlememiz gerekiyor. Tıpkı bir bebeğin önce öğrenmek istemesi, sonra öğrenmesi ve sonunda performans göstermesi gibi, insanlıkta önce öğrenmek istemeli, sonra öğrenmeli ve ancak ondan sonra icra etmelidir.

Eğer bu tutumu benimsersek, herhangi bir virüse, doğal afete veya başka herhangi bir korkuya ihtiyacımız olmayacak. Bunlar, dikkatimizi çekmekten vazgeçtiğinde, doğanın son çareleridir. Eğer inatçıysak ve öğrenmek, doğaya dikkat etmek ve onun dilini anlamak istemiyorsak, o zaman doğanın, işe yarayan tek yolla- bize zarar vererek, dikkatimizi çekmekten başka seçeneği yoktur. İsteseydi bize çok daha fazla zarar verebilirdi ama istemiyor. Doğa çok daha ciddi bir “çare” uygulayabileceğinden, Covid’in sadece kötü bir grip olduğunu söylemekten çok daha akıllı olmalıyız.

Anlamayı reddettiğimiz şey, bir aşı geliştirmemiz gerekmediğidir; biz buna zaten sahibiz-bu, birbirimizle olan olumlu ilişkimizdir. Çok azı benimserse işe yaramayabilir, ama bütün toplum tavrını birbirine karşı değiştirirse, yabancılaşma ve zulümden ziyade dayanışma ve özenle yönetilen bir toplum olursak, herkesin özgür ve güvende olduğu sağlıklı ve müreffeh bir toplum haline geleceğiz.

Güzel Bir Hayata Ulaşabiliriz

Binlerce yıldır Kabalistler tarafından yapılan açıklamalar sayesinde Kabala bilimi, bizlere yaratılışın amacının ne olduğunu, evrimin bizi nereye ve hangi yasalara göre götürdüğünü açıklamaktadır.

Yaradan bizi tek bir ruh olarak yarattı ve sonra onu paramparça etti, bu da birbirini yabancı olarak hisseden birçok farklı arzuyla sonuçlandı. Bu bölünme nedeniyle herkes kendini diğerlerinden bağımsız, ayrı, farklı hisseder ve içgüdüsel olarak kişi diğerlerini reddeder, diğerleri de onu reddeder.

Böylece dünya giderek daha fazla gelişti: cansız doğa, bitkiler, hayvanlar ve insanlar. İnsanlık bu arzuların her geçen gün artması nedeniyle gelişmiştir, giderek daha fazla bağımsızlık, bölünme ve çatışan çıkarlar sergilemiştir. Doğanın her seviyesinde bir çekim gücü ve bir reddetme gücü vardır.

Cansız, bitkisel ve hayvansal dünyada, çekim gücü, özgür seçimle değil, doğanın belirlediği gibi herkesin var olmasına yardım etmek için içgüdüsel bir şekilde hareket eder. Ve insanlar arasında da çekim gücü, cinsiyete ve aileye karşı doğal bir çekim görevi görür. İnsanlık nesiller boyunca böyle var olmuştur.

Aslında insanlar arasında böyle bir çekim yoktur. Ortak arzuyu birçok parçaya bölen, ortak güç Yaradan, onların büyümelerini ve ne kadar uzak ve zıt olduklarını ortaya çıkarmalarını ister. Ve aynı zamanda, bağımızı, bağımlılığımızı ve birliğimizin faydalarını keşfederiz.

Ancak, insanların, ülkelerin ve ulusların bağı ve işbirliği yoluyla harika bir yaşama ulaşabilsek de, birbirimizi mahvetmek ve yok etmek için savaşa büyük miktarda enerji, para ve kaynak harcıyoruz. İnsanlığın bağ kurmaktan yararlanmasını izlemek yerine, bölünmeden dolayı çaresizce savaşmasını izlemek acı vericidir.

İnsanların, tüm bunların Yaradan’ın bizimle oynadığı bir oyun olduğunu anlamaması üzücü. Kötünün gücünü onu yok etmeden korumak,  bu eksinin üzerine bir artı inşa etmek, tüm günahları sevgiyle örtmek gerekir. Ve o zaman,  kötünün tüm gücünü ve iyinin tüm gücünü içeren bir sistemde var olacağız. İyi güç tüm kötülükleri örtecek ve onun üstesinden gelecektir ve bu şekilde, bu sistemden tüm iyiliği alabileceğiz.

Parçalamanın amacı buydu: ışığın karanlığa üstünlüğü olarak, içimizdeki gizli, içsel, iyi güçleri ortaya çıkarmak. Karanlığı ifşa etmezsek, ışığı ve onun tüm niteliklerini ifşa etmeyeceğiz. Bu nedenle “Ve akşam vardı ve sabah vardı, bir gün” de olduğu gibi, tüm kötü koşullardan geçmeliyiz. Gece ve gündüz her zaman birbirini izler, böylece tüm günahlar sevgi ile örtülür. Bu nedenle, günah her zaman önce ifşa olur ve ancak ondan sonra birlik ifşa olur.

Bizim çalışmamız, iki zıt gücü içeren bir sistemi bir araya getirmektir. Ve kısa devrede olduğu gibi birbirlerine yakınlaşmamalıdırlar, bir elektrik şebekesinde pozitif ve negatif kısa devre gibi. Aralarına bir yük, bir direnç, dayanma gücü koymak gerekir. O zaman artı ve eksi birbirini iptal etmeyecektir ama bağlanacak ve bu direnç üzerine olumlu, işe yarar bir sonuç verecektir.

Bizim görevimiz, artı ve eksi arasında, Yaradan’ın yarattığı egoist doğa, kötü eğilim ve çabalarımızla çektiğimiz üst ışık, iyi eğilim arasında durmaktır. Bizler iyi ile kötü arasında var olur, çalışmamızı yaparız.

Ve sonra, Yaradan tarafından bir mini model şeklinde yaratılan,  sadece onun gücü nedeniyle var olan, Adam HaRishon sistemi, bizim gücümüzle, yükümüzle doldurulacaktır. Artı ve eksi, kötünün gücü ve iyinin gücü, bu sistemde birbirini iptal etmeyen, ancak Adem’in ortak ruhu sisteminde çalışmamızı ifşa etmeye izin veren, potansiyel bir fark yaratan, iki kutup olarak çalışabilir.

Karanlık ışık olarak parlayacak: bu iki güç, daha önce kırılmış olan bu sistem içinde, sonsuzluğun tüm ışığını tutuşturabilecek. Arzularımızı tekrar bir araya getirmek için gücümüzü tam olarak kullanırsak, tüm ışığın ifşa olduğu ortak bir arzu elde ederiz.

Bu sisteme, duygularımıza bağlı olmayan mekanik bir ağ olarak bakmalıyız. Başka bir deyişle, mutlak eksiden mutlak artıya, reddetmekten bağ kurmaya, nefretten sevgiye gidebiliriz. Ve bir aşırı uçtan diğerine her zaman değişimlerin başımıza gelmesi iyi bir şeydir. Asıl mesele, Adem’in tek ruh sisteminde var olduğumuzu sürekli hatırlamaktır ve bunların hepsi, doğru bağlantıya getirilmesi gereken doğadır.

Ve o zaman duygularımıza çok fazla bağlı kalmayacağız, ama aklı takip edeceğiz yani Kabala bilgeliğiyle, bağ kurma bilgeliğiyle meşgul olacağız. Bırakalım içimizde artıdan eksiye farklı duygular ortaya çıksın, asıl mesele, tüm bu deneyimler üzerinden sevgi denen birliği tamamlamayı hedeflemektir.