Form Benzerliği Yasasının Paradoksu

Yorum: Yabancı düşmanlığı denen bir şey var. Bu, farklı olan, farklı ten renkli, fazla kilolu, kısa boylu vb. insanlara karşı hoşnutsuzluk, hoşgörüsüzlük ve önyargıya dayanan, kendini koruma arzusudur. Beynimiz onları hemen yabancı olarak tanımlar.

Benzer olan insanların birbirlerini çektiği ve karşıtların ittiği bir form benzerliği yasası vardır. Doğa kanunlarına uymamız gerektiğini söylüyoruz.

Cevabım: Hayır, doğa kanunu, sizin gibilere mutlaka daha yakın olmak zorunda değildir. Çoğu durumda, daha geniş bir sosyal ilişkiler alanı oluşturmak için, sizden farklı olanlarla bağ kurmak gerekir.

Bu nedenle, birbirleriyle birleşmesi gereken birbirinden çok farklı olan türlü biyolojik bağlar görüyoruz. Bu, doğada daha da büyük bir çeşitliliğe yol açıyor.

Bu nedenle, yalnızca kızıl saçlıları kızıllarla, uzun olanları uzun olanlarla vs. karşılaştıramazsınız, bu yalnızca yanlış sonuçlara yol açabilir.

Soru: Öyleyse, bu form benzerliği yasası nedir, benzer benzeri mi çeker?

Cevap: Bu, insanların birbirlerini çekip aynı özlemleri hissettikleri zamanki,  içsel benzerliği ifade eder.

Kabala’da bu en önemli niteliktir; herhangi bir standartla belirlenemeyen, maddi olmayan özel bir hedefe ulaşmak amacıyla gruplar halinde bir araya geliriz.

Farklı ten rengine sahip kişiler, uzun, kısa, şişman veya zayıf kişiler bu sürece katılabilir. Esas olan, herkesin kendi doğasının üzerine çıkarak, başkalarıyla bağ kurma arzusuna sahip olması gerektiğidir. Kişiler tamamen farklı bir şekilde ve bu dünyada önemsiz olan niteliklerle bağ kurmaya başlarlar.

Diğer bir deyişle, benzerlikten bahsettiğimizde, insanların hedeflerinin benzerliğini kastediyoruz, ancak onların nitelikleri ve karakter özellikleri farklı kalıyor. Çeşitlilik arttıkça benzerliğe ulaşırız.

Işık ve Karanlık Arasında

Soru: Diyelim ki Yaradan’ı ne aklımda ne de kalbimde haklı çıkaramayacağımı hissediyorum. Yine de bu bir farkındalık durumu mudur?

Cevap: Evet. Çift gizlilikten tek gizliliğe, sonra tekrar çift ve tekrar tek gizliliğe geçebilen çok düzgün bir geçiş vardır. Bunun nedeni, her zaman hislerimizi ıslah ederek ilerlediğimizde, onları yükselişler ve düşüşler, yükselişler ve düşüşler olarak ıslah ederiz.

Yükselişler ve düşüşler, bize Yaradan’ın çift veya tek ifşası hissini, sonra gizlilik ve sonra ifşa hissini verir. Başka bir deyişle, bu durumlar her zaman birbirini takip eder.

Gizliliğin beni uzaklaştırdığı gerçeğine rağmen, Yaradan’ı görmem ve O’nu anlamam, her zaman bazı şüpheler ve çelişkiler içindeyimdir, yine de bu çalışmayı bırakmam ve O’nu anlamak ve tanımakta ısrar ederim. O zaman Yaradan yavaş yavaş bana ifşa olur.

Her şeyin O’ndan geldiğini ve her şeyin kendi nedenleri olduğunu hissetmeye başlarım, bunlar benimle ilgili kasıtlı olarak tezahür ederler ve bana çift veya tek gizlilik ve çift veya tek ifşa içinde olma fırsatı verirler, böylece her zaman karanlık ve ışık arasındaki zıtlıkları hissederim. Sonuçta, O’nun benim üzerimdeki kontrolü ilkesinin ne olduğunu ve buna geri bildirimle nasıl yanıt vermem gerektiğini anlamaya başladığım şey bu zıtlıklardır.

Temel olarak, ne çift ne de tek gizliliğin, O‘nu benden gizlemediği bir koşula ulaşmam gerekiyor.

Her bir karanlıkta, kendi üzerime yükselerek, nasıl doğru davranacağımı hissedeceğim ve karanlık beni Yaradan’dan asla ayırmayacak. Aksine, onun üzerine çıkarak, O’na bağlanmama yardım edecektir.

“Demokrasi, İnsan Doğasını Yenemez” (Linkedin)

2020 bir darbe ile başladı ve kargaşa içinde sona eriyor. Covid-19, medeniyetin yüzüne acı bir darbe indirdi ve bizi aniden durdurdu. Başladığından beri, bir aşının gelmesini bekleyerek “bekleme modunda”  yaşıyoruz. Ancak pandemi, ne kadar acı verici olursa olsun, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanlık seçimlerinden sonra yaşadığı ve hiçbir aşının tedavi edemediği kargaşaya kıyasla sönük kalıyor. Wall Street öksürdüğünde dünya borsalarının nezle olduğu söyleniyor. Bugün tanık olduğumuz Amerikan demokrasisinin çöküşünün, dünyanın geri kalanını nasıl etkileyeceğini ancak tahmin edebiliriz, ama her ne olursa olsun, hoş olmayacak.

İyi haber şu ki, Amerika’nın ve dünyanın kasvetli geleceği değiştirilemez değildir. En azından şimdilik bunu belirleyebiliriz. Ancak bunu yapmak bağlılık, kararlılık ve en önemlisi, yolun sonuna geldiğimizi kabul etmeyi gerektirecektir ve kendimizi kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmazsak, ölüme mahkûm oluruz.

Ben bir Kabalist ve bilim adamıyım. Kabala öğrenmeye başlamadan önce, bir bilim adamıydım ve organizmaların dinamik koşullarda homeostazı (dengeyi) nasıl koruduğu konusunda kapsamlı araştırmalar yaptım. Kabala öğretmenim Baruch Aşlag (Yehuda Aşlag’ın ilk oğlu ve halefi, Zohar Kitabı üzerine tam bir yorum yazarı) ile karşılaştığımda, yaklaşımı bana çok çekici geldi çünkü çok bilimseldi. Oğlu Aşlag, 20. yüzyılın önde gelen Kabalisti olmasının yanı sıra sosyal bilimler ve beşeri bilimlerle derinden ilgilenen ve bu konudaki yazılarında çok üretken olan babasının izinden devam etti. İnsanları sosyal birleşme yoluyla birbirine bağlama bilimi olan Kabala hakkındaki kapsamlı bilgisi, 20. yüzyılın ortalarında yaşadığı olaylarla dolu sosyal sistemleri ve süreçleri analiz ederken ona çok yardımcı oldu.

Sonraki yıllarında, II.Dünya Savaşı’ndan sonra, Aşlag, yalnızca birini tamamlamayı başardığı iki devasa projede yer aldı. Ölümünden önce, şimdi Sulam [Merdiven] yorumu olarak adlandırdığımız Zohar Kitabı’nın tam yorumunu yayınladı. Bu muazzam başarıdan sonra Ashlag artık Baal HaSulam [Merdiven’in sahibi] olarak biliniyor. Aynı zamanda o, Baal HaSulam’ın adil, sürdürülebilir ve müreffeh bir toplum kurmak için, insanlığın inşa etmesi gerektiğini düşündüğü toplum yapısının kapsamlı bir açıklaması olabilecek şeyler üzerinde çalışıyordu. Bize sadece taslaklar ve notlar bıraktı, ancak o kadar çok vardı ki, fikirleriyle nereye gittiğini görmek kolaydı.

Dahası, Baal HaSulam’ın, şu anda deneyimlemekte olduğumuz gelecekteki olayları gördüğü netliği görmek büyüleyici. O, tüm insanların doğaları gereği ben merkezli olduklarını ve bu nedenle, başkalarını sömürecek, zorbalık yapacak ve boyun eğdireceklerini, ancak eğer bunu bilirlerse onlardan kurtulabileceklerini fark etti. 1930’ların başlarında, “Dünyada Barış” adlı makalesinde şunları yazdı: “Daha basit bir şekilde söylemek gerekirse her insan, doğası gereği, kendi menfaati için dünyadaki tüm diğer insanların hayatlarını kötüye kullanır. Başkalarına verdiği her şey, sadece gerekliliktir ve o zaman bile bu davranışın altında hâlâ başkalarını kötüye kullanmak yatar; ancak bu kurnazca yapılır öyle ki kişinin dostu bunu anlamayacak ve isteyerek kabul edecektir…Bu, değiştirilemez bir yasadır. Tek fark insanların tercihlerindedir: Biri düşük arzuları edinerek insanları kötüye kullanır, bir diğeri yönetimi edinerek, bir üçüncüsü saygı edinerek… Dahası, eğer kişi fazla çaba sarf etmeksizin yapabilseydi dünyayı zenginlik, yönetim ve saygı üçü birlikte kötüye kullanmaya hem fikir olurdu.” Bugün gördüğümüz şey budur: mutlak bir yetki duygusu ve dolayısıyla utanmaz ve dizginlenemez bir sömürü veya en azından bu tür sömürü girişimleri. Ve Baal HaSulam’ın dediği gibi, “Bu kurnazca yapılır, böylece komşusu bunu fark etmez ve isteyerek teslim olur.” Onun uyarısından birkaç yıl sonra Naziler iktidara geldi.

Hemen hemen aynı zamanlarda, Baal HaSulam Rusya’nın komünizminin hataları üzerine ayrıntılı bir şekilde yazdı, bunun sürmeyeceğini açıkladı, çünkü eşitlik ve topluma en iyi şekilde katkıda bulunma idealleri, yalnızca geçiminiz için ihtiyacınız olanı alırken, bu şekilde eğitilmemiş insanlara empoze edildi ve bu nedenle başarısız olacaktı. Aslında, gözleminden o kadar emindi ki Rusya komünizminin zirvede olduğu 1930’larda yapmış olmasına rağmen, Rusya’nın düşüşü hakkında geçmiş zamanda yazdı. “Barış” (“Dünyada Barış” dan farklı bir makale) makalesinde, şöyle yazdı: “Gerçekten de, tarih bizim lehimize sıkıntılar yarattı ve tam bir anlayış ve tartışmasız sonuç için yeterli olan belirli bir gerçeği hazırladı: Rusya gibi herkesin sadece toplumun iyiliğini düşündüğü, yüzlerce milyonluk nüfusa sahip, yüzölçümü olarak Avrupa’dan büyük, hammadde varlığı büyük ikinci ülke ve zaten komün yaşam sürmeye mutabık olmuş büyük bir toplum, insan aklının alabildiği ölçüde, başkalarına ihsan etme erdemliğini görünüşte tam anlamıyla edinmiştir. Ancak onlara gidin bakın ne oldular: Yükselip kapitalist ülkelerin başarılarını geçeceklerine daha da dibe battılar. Şimdi, çalışanların yaşamlarına kapitalist ülkelerinkinden biraz daha fazla fayda sağlamayı bırakın günlük yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar.”

1950’lerde, Baal HaSulam taslaklarını yazdığında ve sürdürülebilir ve adil toplum hakkındaki görüşlerini detaylandırdığında, yine uygun eğitim eksikliği nedeniyle demokrasi için kasvetli bir gelecek öngördü.  Baal HaSulam’ın Yazıları’nda yayınlanan bu makalelerde, Baal HaSulam, tam olarak insan doğasında bulunan ve hala ıslah edilmemiş olan içsel kötülük nedeniyle, demokrasi için bir gelecek görmediğini açıklar. Onun sözleriyle, “Zamanın başlangıcından bu yana, halkın çoğunluğunun bir ülkeyi yönettiği hiçbir zaman gerçekleşmedi… Ya otokratlar yönetti… ya oligarşi ya da yalancı demokratlar. Ancak basit halkın çoğunluğu, yalnızca Hitler’in günlerinde hüküm sürdü ve bu da diğer uluslara karşı kötülüğü teşvik etti. O, sadistlerin zihniyet çerçevesini anladığından, sadistlerin sadizminden kurtulmak için yer verilirse bunun bedelini hayatlarıyla ödeyeceklerini anladığından, halka fayda sağlamanın değerini, tam bağlılık seviyesine yükseltti.”

“Aslında” diye devam ediyor Baal HaSulam, “çoğunluğu iyi olmadıkça bir toplumun iyi ve bütün olamayacağı mutlak bir gerçektir çünkü yönetim toplumun kalitesini gösterir ve toplumu çoğunluk oluşturur. Eğer çoğunluk kötüyse yönetim de ona uygun olarak kötüdür çünkü onayladıkları bir yöneticiyi seçmişlerdir. Modern demokrasilerden çıkarım yapmamıza gerek yok.” Onlar için umutsuzluğunu (1950’lerin başında), “seçmenleri aldatmak için türlü taktikler geliştirir. Çoğunluk (seçmenler) akıllanıp karşı tarafın eksikliklerini görmedikçe daima kendi özüne uygun bir yönetim seçer.” diye açıklıyor. Bu nedenle Baal HaSulam, toplum yöneticilerinin halkı aldatmak için güzel görünen ama aslında güçsüz olan “aptallar”ı yerleştirdiklerini ve onların yegâne amacının da, yöneticilerin rahatsız edilmeden hüküm sürmelerini sağlamak olduğunu açıklar. Onun sözleriyle, “Esas taktikleri nam salmış insanları kutsallaştırıp, onları erdemli olarak tanıtmaktır sonra kitleler buna inanır ve onları seçer fakat bir yalan asla sonsuza kadar devam etmez.” diye bitiriyor.

Sonuçta, Baal HaSulam’ın dediği gibi, benmerkezci bir çoğunluğun liderine karar vermesine izin veren bir demokrasi, insanların doğasına göre benmerkezci bir lider seçecektir. Bu uzun süre dayanamaz. Sonunda, benmerkezcilik o kadar uç seviyelere ulaşır ki tüm sistem yozlaşır ve parçalanır. Bu noktada demokrasi, kötü insan doğasının bir başka kurbanı olur.

Kim olduğumuzu değiştirene kadar liderlerimizi veya rejimlerimizi değiştirmeyeceğiz ve hepimiz için iyi bir toplum inşa edemeyeceğiz. Sadece bu gezegende hepimiz için bir yer olmadığını, aynı zamanda hepimize ihtiyacımız olduğunu, tüm görüşlerimizi ve fikirlerimizi, hayallerimizi ve hoşlanmadıklarımızı, renklerimizi, ırklarımızı ve inançlarımızı ve kültürlerimizi kabul etmeye başlamaya ihtiyacımız var. Onlara ihtiyacımız var çünkü onlar çevremizde olmasaydı biz de eksik kalırdık. Cumhuriyetçiler ve aynı şekilde Cumhuriyetçilerin varlığı olmasaydı Demokratlar Demokrat olmazdı. Erkekliği kadınlıkla karşılaştırmadan düşünebilir misin veya tam tersi? Birbirimiz olmadan, tanımlanabilir hiçbir şey olamazdık, sadece zamanı gelene kadar amaçsızca dolaşan beden parçaları olurduk.

Bugün, tüm insanlığın bunu kabul etmesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var ve yakında, boykot kültürümüz ve birbirimize duyduğumuz nefret yoluyla kendimize verdiğimiz zararı anlayacağız. Beklenenden uzun olan bu makalenin başında yazdığım gibi, geleceğimizi hala belirleyebiliriz. Şiddet patlak verdiğinde, bunun yine de mümkün olacağından emin değilim. Bu nedenle acele etmeli, kendimizi inandırmalıyız ve karşılıklı bağımlılığımızı, demokrasinin savunmasızlığını ve toplumumuzu ve geleceğimizi kurtarabilecek tek çare olan: bağ kurmak için eğitim kavramlarını, başkalarıyla paylaşmalıyız.

Yaradan’ın Mors Alfabesi

Önemli olan, birliği sürdürmek için sürekli olarak bağ kurmaya çabalamamızdır. Yukarıdan ayrılmıştık ve yeniden bağlanıyoruz. Yaradan ile birlikte çalışmamız bu şekildedir:  O bizi ayırır, biz bağlarız, O bizi tekrar ayırır, biz yeniden bağlanırız.

Bu karşılıklı çalışmada, Yaradan ile bağımızın farkına varırız. Ve o zaman, O’nun içimizde neden olduğu kopukluklarda ve O’na bağlandığımız aramızdaki bağ vasıtasıyla, O’nun dilini anlamaya başlarız – Mors Alfabesi gibi: nokta, kısa çizgi, bip, bip…

Bağın kesilmesini Yaradan’ın Kendisi yapar ve O’ndan bizi bağlamasını talep ederiz. Sonra tüm bu eylemlerde, Yaradan’ı hissetmeye ve kodlanmış bir radyo mesajındaki gibi: biip-biip-biiiiip-biip… bize anlatmak istediğini anlamaya başlarız.

Yaradan’ın, ışığın Kli’mize girişleri ve çıkışları aracılığıyla bizimle konuştuğunu ve O’na yakınlaşmak için hangi daha gelişmiş formlara ulaşmamız gerektiğini açıkladığını hissederiz. Yaradan, O’na nasıl daha da yakınlaşacağımızı bize öğretir.

Mutlak Sevgiye Yükselmek

Egoist arzunun (Aviut) bayağılığının, onluda aramızda nasıl ortaya çıktığını hissediyoruz. Bu, aramızda gerçekten var olan reddetmenin, nefretin ve uzaklığın sadece küçük bir kısmı.

Bize bu nefretin sadece küçük bir kısmı, üstesinden gelebileceğimiz bir kısım ifşa olur. Doğal olarak birbirimize karşı ne kadar uzak hissedersek ve buna rağmen birbirimize yakınlaşıp,  tek bir kalpte birleşirsek, manevi Kli’miz o kadar büyük olacaktır.

Mesafemiz, Partzuf’un temeli olan Yesod’umuzdur. Ve bazı arzularda, dirence rağmen bağ kurmak, Yaradan’la ilgili olarak ihsan etme uğruna alma konusunda birlikte çalışabileceğimiz yer olan Partzuf’un iç kısmıdır. Manevi Partzuf’un başını ve bedenini böyle inşa ederiz.

Her şey, bizi bölen büyük bir haz alma arzusu, büyük bir nefret olduğu gerçeği üzerine inşa edilir, nefretin her geçen gün daha da alevlendiği Kabalist Şimon’un öğrencilerinde olduğu gibi. Ama onlar, bunun üstesinden geldiler, bu nefretin üzerinde birleştiler ve böylece Partzuf’un bedenini inşa ettiler ve Yaradan’a yani başa yakardılar.

Bu formda,  onlar manevi Partzuf’larını inşa ederek ve merdiven basamaklarını tırmanarak, Yaradan’ın niteliklerini uygulamalı olarak ifşa etmeye başladılar.

Her basamakta, mesafe ve nefret, birlik ve sevgi ve bunun yanı sıra sevginin ortak gücü olan Yaradan’a benzerlik büyür. Kendimizi mükemmel, mutlak sevgiye doğru ıslah edene kadar bu şekilde yükseliriz.

Kısa Eğitim Ansiklopedisi, Bölüm 1

Soru: Geleceğin ebeveynlerinin, dünyamızdaki buluşması önceden belirlenmiş midir yoksa belirlenmemiş midir?

Cevap: Önceden belirlenmiştir. Bu kişiyle tanışmam tesadüf değildi.

Soru: Bu neden yapılır? Çiftler neden bu şekilde bağlanır?

Cevap: Dünyada tesadüf yoktur. Hiçbir şekilde tesadüf yoktur! Üstat ve Margarita’da söylendiği gibi: “Tuğla ne buradadır ne de orada … asla birdenbire birinin kafasına düşmez.”

Soru: Öyleyse, doğacak belirli bir çocuğun doğumu önceden belirlenmiş midir?

Cevap: Her şey, tüm zamanların sonuna kadar kesinlikle önceden belirlenmiştir. Yeni bir şey yoktur.

Soru: Çocuk sahibi olmak için iyi bir zamanın olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Bunun da önemi yok ve insanlara da bağlı değil. Her şey yukarıdan düzenlenmiştir ve öyle olur. Aslında kişi hiçbir şeyi seçmez.

Soru: Ama ebeveynler çocuk sahibi olmak istediklerine karar verdiklerinde ne düşünmelidirler?

Cevap: Dünyaya faydalı olacak ve dünyaya faydalı olduğu gerçeğinden haz alacak iyi bir insan meydana getirmek istediklerini.

Soru: “Dünyaya fayda sağlamak” nedir?

Cevap: İnsanları bir araya getirmek.

Yorum: Bu görevi ebeveynlere verdiğinizi hayal edin!

Cevabım: Gebe kalma eyleminde, bunun hakkında düşünürler. Ketuvim, Eyüp 3: 2’de yazıldığı gibi: “Doğduğum gün yok olsun, ‘Bir oğul doğdu’ denen gece yok olsun!”

Yorum: Genellikle kişi kendisiyle ilgili daha çok düşünür, böylece iyi, kibar, samimi, sevilen, sağlıklı bir çocuk olur. Onu daha çok düşün.

Cevabım: Hayır. Bununla çocuk değil bir hayvan meydana getirisiniz. Ve eğer onun dünya için bir insan olarak, dünyada nasıl olacağını düşünürseniz, o zaman bir insan yaparsın.

Soru: Ya bir çift çocuk sahibi olamıyor, ama gerçekten istiyorsa?

Cevap: Deneyebildiğiniz kadar deneyin. Hiç bir şey yapamazsınız. Bugün bile bu hala yüksek takdiri ilahiye bağlıdır.

Soru: Ve burada daha fazla ne yardımcı olacak: şifacılara mı yoksa doktorlara gitmek mi?

Cevap: Doktorları ziyaret etmeliyiz, mümkün olan her şeyi yapmalıyız.

Soru: Ve aynı zamanda yukarıdakinden yardım etmesini mi istemeli?

Cevap: Elbette, hep birlikte.

Soru: O, bu isteği ne zaman duyacak?

Cevap: Bu bizim için bilinmezdir. İnsanlar birbirlerine ve Yaradan ile iyilik yapmaya çabaladıkça, bu arzuyu yerine getirmeye o kadar yakın olurlar, ancak bu bunu garanti etmez.

Yorum: “Birbirlerine ve Yaradan ile iyilik yapmak” çok net değil. Bu noktayı açıklayın lütfen.

Cevabım: Başlangıçta Yaradan tarafından belirlendiği gibi, birbirleri arasında eylem yapmak.

Soru: Bu nasıl belirlenmiş?

Cevap: Her şey iyilik üzerine inşa edilmiştir.

Alay Edilmekten Korkmayın

Soru: Düşüncelerinizi, duygularınızı ve hislerinizi ifade etme korkusu, kişinin başkalarının nasıl tepki vereceğini bilmemesinden kaynaklanır. Reddedilmekten veya alay edilmekten korkar. Böyle insanlara ne tavsiye edersiniz?

Cevap: Bu; doğru, gelişmiş, özel, arkadaş canlısı, iyi niyetli görünmek isteyen sıradan insan egoizmidir. Kural olarak, kişi eleştirileceğinden, reddedileceğinden vb.den korkar.

Ama genel olarak, İntegral eğitim kursunun açılmasından önce, özel bir eğitim yaparsak ya da insanları uzaktan dikkatli bir şekilde tanıtarak başlarsak, ilk derslerde her şeyin kolay olacağını düşünüyorum.

Ve sonra her şey doğal hale gelecektir.  Birkaç oturumdan sonra, birbirleriyle tamamen rahatlamış hissedecekler ve aralarında hiçbir fark kalmayacaktır. Tamamen yeni, içlerinde derinlemesine gizlenmiş niteliklerle uğraştıklarını ve herhangi bir dünyevi özellikler veya gelişim seviyesiyle ilgili olmadığını anlayacaklar.

Yabancılar Benim İçin Benden Daha Önemlidir

Soru: Büyük Kabalist Ari, beş tür arzu olduğunu yazmış. İki tür, benim içsel arzularımdır. Bana yakınlardır, bu yüzden onları önemserim. Ve benim dışımda olan ve onları yabancı olarak hissettiğim için ilgilenemediğim insanları kapsayan, üç arzu türü daha vardır.

Kabala yöntemini uyguladığımda, onların arzularını bugün benim kendi arzularımı hissettiğimden çok daha yakın hissedecek miyim?

Cevap: Evet. Şu anda sizin ölümlü, geçici bedeninizin sizin için değerli olduğu kadar, bu ölçüde onların ebedi, mükemmel ruhunuz olduklarını hissedeceksiniz ve onlara, kendinize olduğundan daha fazla yatırım yapacaksınız.

Yorum: Bunun mümkün olduğuna inanmak zor.

Cevabım: Mümkün. Sadece doğru bağı görmeniz gerekiyor.

Yaradan, sizin yapamayacağınız hiçbir şeyi talep etmez. Ama O, sizin bakış açınızı değiştirmenizi ister, böylece dışınızda var olanın, bugün sizin kendinizden daha önemli olduğunu saptarsınız.

Soru: Yaradan burada nerededir?

Cevap: Yaradan, her şeyi yaratan, her şeyi ikiye bölen ve “Komşunu kendin gibi sev.” koşulunu veren, doğanın ortak gücüdür. Bu asgaridir, ama aslında komşunuzu kendinizden daha çok sevmelisiniz. Ve o zaman, geçici ve kusurlu bir hayvan olarak kendinizle değil, ruhunuzla, ebedi halinizle, ebedi potansiyelinizle ilgileneceksiniz. Böylece, tamamen farklı bir dünya anlayışına geleceksiniz.

Genel Güç, Genel Düşünce

Soru: Sadece bir kişiyi (grubu değil, bir lideri) takip etmeye değecek durumlar var mıdır?

Cevap: Evet. Daha yüksek bir hedefe ulaşmak istiyorsak, o zaman kalabalığın görüşüne güvenemeyiz, çünkü birçok fikre sahip bir kalabalık olduklarından, kendisinden daha özel veya daha yüksek bir şey ortaya koyamazlar. Bundan ortaya ne çıkacağını görmekteyiz. Bütün bunlar sadece insanları kandırmak için icat edildi.

Koşulumuzun üstüne çıkmak istiyorsak kalabalığa ihtiyacımız yok. İnsanları, o aynı kalabalığı bile, bilginin üstünde inançla kendi üzerlerine yani bir sonraki gelişim düzeyine çıkabilen, yaratılışı algılayan bir kolektif olmak için eğitmemiz gerekiyor.

Soru: Ancak bu duruma yükselmek için kişisel görüşleri iptal etmek ve birleştirilmiş bir arzu yaratma çabalarını bir araya getirmek gerekiyor. Neden görüşlerimizi iptal etmeden, sadece onları ekleyemiyoruz?

Cevap: Olmaz. Eğer böyle yaparsak, bilginin üzerinde inanca ulaşamayacağız. Her birimiz kolektifle ilgili olarak kendimizi alçak tutmalıyız ve o zaman hepimiz, birliğimiz içinde,  bireysel olarak veya toplam olarak her birimizden daha yüksek olduğumuz bir duruma geleceğiz.

Burada tamamen farklı bir ilke işlemektedir. Egoizmimle çalışıyorum, toplumu gözümde yükseltiyorum ve onu kutsal bir şey olarak kabul ediyorum. Birey olarak haklı olduğum gerçeğine rağmen, toplumun görüşünü kendi görüşümün üzerinde kabul ediyorum çünkü o bir toplum! Onun içinde ortak bir güç, ortak bir fikir olduğunu anlıyorum.

Bu kalabalığın görüşü değildir. Birbirimize bağlı olmayı isteyerek, hepimiz birbirimizin içindeyiz, her biri kendini feshediyor. O zaman, herkesin kendini diğerleriyle eşitlediği bir durum yaratıyoruz. Sonra gelişimimizin bir sonraki seviyesini, her bir iptal noktasından hissetmeye başlarız. Buna bilginin üzerinde inanç denir.

Twitter’da Düşüncelerim / 12 Aralık 2020

Kişiye dış dünyayı hissediyormuş gibi geliyor. Kişi kendi içinde hapsolmuştur ve kendini içten hisseder. Gerçek içimizdedir. Sanki bir yerlerde uyuyor ve bir şeyi, bir yerlerde nasıl yaptığımla ilgili rüyalar görüyormuşum gibi. Uyandığımda, gerçek realitenim farklı olduğunu görüyorum. Aynı şekilde maneviyatı ifşa ederken, hayalperestler gibi olduğumuzu anlarız.

Mantık üstü inanç, realitenin hayal ettiğim gibi olmadığını anlamaktır. Beni yöneten üst güç olan Yaradan’ın içindeyim. Önümde görünen devasa dünya içimde. Tüm dünyamı doldurması ve her şeyi doğru olarak ayalaması için Yaradan’ın kuvvetine çekmeliyim.

Kişi, tüm evreni dolduran Yaradan’ı ifşa etmek için her türlü çabayı göstermelidir. Bu, ancak on kişi aracılığıyla, dostlarla kaybolup çözülerek, içlerinde de çokça çözülerek mümkündür ki, Yaradan’ın O’nu ifşa etmenizi bekleyen dostların arkasında nasıl durduğunu hissedeceksiniz.

En önemli şey, her zaman birlik için çaba harcamak, birliği korumaktır. Yukarıdan bölünürüz fakat birleşiriz. Yaradan ile karşılıklı çalışmamız burada yatmaktadır. O bizi parçalara ayırır – ve biz bağlanırız. Bizi tekrar ayırır- ve biz yeniden bağlanırız. Bu çalışmada Yaradan ile bağımızın farkında olmalıyız.

Yaradan kırılışı Kendi başına gerçekleştirir – ve biz O’ndan bağı talep ederiz. Tüm bu eylemlerde O’nu hissederiz, şifreli bir program aracılığıyla ne söylemek istediğini anlarız. Işığın çıkışları ve girişleriyle, Yaradan’ın bize O’na nasıl yaklaşacağımızı öğrettiğini hissederiz.