İbrahim’i Kendi İçinde Keşfetmek

Soru: 12. yüzyıl Kabalisti ve filozofu Rambam şöyle yazdı: “İnsanlar İbrahim’in yanında toplanıp, onun sözleriyle ilgili soru sorduğunda, İbrahim onları doğru yola geri getirene kadar herkese anlayışlarının derecesine göre anlattı. Böylece binler ve on binler onun yanında toplantı- onlar İbrahim’in evinin halkıdır.”

Bu olaylardan 2.000 yıl sonra yaşayan Rambam, bunun böyle olduğunu nereden biliyordu?

Cevap: Bir Kabalist araştırma yaptığında, kendisi tüm bu durumları kendi içinde yaşar. Gerçek şu ki, içimizde var olan dünyayı görüyoruz. Dışımızda hiçbir şey yok.

Soru: Bir Kabalistin onu bu şekilde görmesi mümkün mü, hâlbuki sıradan bir insan onun dışında bir dünya görüyor?

Cevap: Sıradan bir insan, sözde çevreleyen dünyayı görür. Ona sadece bu dünya varmış gibi gelir. Kabalist, tüm bunların kendi niteliklerinde var olduğunu anlar. Yani, niteliklerini değiştirirse- ve bir Kabalist onları değiştirebilir- bu, zamanda yolculuk yapmak gibidir.

Örneğin hem Baal HaSulam hem de diğer Kabalistler, İbrahim’in söyledikleri hakkında yazarlar. Onun böyle ve bu tür koşullar altında konuştuğunu nereden biliyorlar? Bir nevi onda kıyafetlenirler.

Soru: Yani, Rambam İbrahim’i kendi içinde mi buldu?

Cevap: Elbette! Tüm bu nitelikleri! Bu durumları kendi içimde yaşarım, içimde İbrahim’i bulurum, onunla aynı koşulları, bağları, ilişkileri yaşar ve dünyaya onun gibi bakarım.

İbrahim’in niteliği benim içimde buna benzer nitelikleri biriktirmeye başlar. Nemrut nitelikleriyle onlar anlaşmazlığa sahiptirler. Bütün bunlar tek bir kişinin içindedir.

Kişinin içinde direniş, Nemrut ve İbrahim bölünmesini, alma niteliği ve verme niteliğini kendi içinde keşfettiği zaman başlar.

 

“Kutsal Kitapta Verilen On Emir Nedir?” (Quora)

On Emir, birbirimizle olan mutlak bağlantımızın ve bağımızı bir arada tutan ihsan etme gücümüzün yasalarıdır.

Tora, İsrail halkının (yani “Yaşar Kel” [“Yaradan’a doğru olan”]  ortak bir arzuya sahip kişilerin) karşılıklı garanti koşulunu -“tek kalp tek adam olarak” birleşme koşulunu- kabul etmesinin ardından egoist nefretin devasa bir dağı olan Sina Dağı’nın eteklerinde verilir. (“Sina”, “Sinah” [“nefret”] kelimesinden gelir). Başka bir deyişle bizler, gelişimimizde, üzerimizde bir ego, bölünme ve nefret dağını keşfettiğimiz bir aşamaya ulaşırız ve bu dağa, manevi bir yükseliş için diğer tüm egoist arzuların üzerinde ortak arzumuzu birleştirerek, sadece kalbimizde bir nokta ile tırmanabiliriz. Bu noktaya “Musa” denir (“Moşe” [“çeken”] kelimesinden gelir), çünkü bizi egomuzdan çıkarır.

Sina Dağı muazzamdır, Babil Kulesi’nden bile daha büyüktür. Sina Dağı’nın eteğinde durmak, bireysel egolarımızın tüm parçalarını tek bir büyük dağda birleştirmeyi kabul ettiğimiz anlamına gelir. Öyleyse, aramızdaki bu büyük nefret ve bölünmeden korkmak yerine, onu birliğin özlemi için itici bir güç olarak kullanmalıyız, çünkü bir ego verilmesinin tek amacı, onu, birliğimizi beslemek için kullanmaktır.

Bu ego ve nefret dağının üzerinde birleştiğimizde, birleşmemizde ihsan etme gücünün ifşa olmasını talep ederiz. Birleşme eğilimi, “Yaratılan sevgisinden Yaradan’ın sevgisine”de yazıldığı gibi, manevi kaptır, karşılıklı sevgi, ihsan ve bağlantı eksikliğidir. Böylece “Komşunu kendin gibi sev” koşulunu kabul eder ve On Emir’i alırız.

On Emir, haz alma arzusunun doğru kullanımına atıfta bulunur. Manevi bir bağ kurmak ve sürdürmek istediğimizde, Malhut’ta uygulamamız gereken sınırlamaları ele alır. Bu sınırlamalara “perde” (“Masah”) ve “yansıyan ışık” (“Or Hozer”) denir. Malhut bu sınırlamaları kabul ettiğinde, On Emir olarak da bilinen on Sefirot’un, içinde kıyafetlenmesine izin verir.

Emir (Dover), İbranice “ifade” (Dibur) kökünden kaynaklanır yani o, Roş’un Peh’i olan Partzuf’un Peh’inde (ağzında) doğar. Bu eylemler Atzilut dünyasında gerçekleştirilir.

On Emir’i, “tek kalpte tek adam olarak” birleştikten sonra alırız. Aksi takdirde onları duyamayız. Sina Dağı’nın on sözünü duyabilen kulağa sahip olmak için, Bina seviyesinde olmamız gerekir. Uygulamada bu, önce “tek kalp tek adam” seviyesinde birleşene kadar, bir hazırlık sürecinden geçmemiz gerektiği ve ancak bu aşamada emirleri duyduğumuz anlamına gelir. Bu manevi seviyede değilsek, bu emirleri anlamak ve bunlara uymak için gereken kaplardan yoksunuzdur.

“Covid Henüz Hiçbir Yere Gitmiyor” (Linkedin)

Covid-19 ile bir yıldan fazla süren savaşmanın ardından aşılar artık kullanımda ve dağıtımları hız kazanıyor. Birçok eyalet, kısıtlamaların bir kısmını veya tamamını kaldırdığından, nihayet salgından çıkıyoruz gibi görünüyor.

Yine de, sonuca varmak için biraz fazla hızlı olduğumuzu düşünüyorum. Hala birbirimizle nasıl ilişki kurmamız gerektiğinin bilincinde değiliz ve sınırları kaldırmaya yönelik düşüncesiz yarış çok olumsuz bir tepki üretebilir. Özellikle de birbirimize ne kadar yakın ya da uzak olmamız gerektiğini hala hissetmediğimiz için, henüz ormanın dışına çıkmış değiliz.

Virüs çok çeviktir, kolay ve hızlı bir şekilde mutasyona uğrar ve şimdi ilk göründüğünden çok daha fazla bulaşıcı. Birbirimizden ne kadar uzakta olmamız gerektiğini (bu kişiden iki adım uzakta ve o kişiden on adım uzakta) hissetmediğimizden kendimizi nasıl idare edeceğimizi bilmiyoruz.

Ayrıca aşılar işe yarasa bile, onlar yüzde yüz aşılamazlar ve yalnızca altı ay kadar etkilidirler. Bu nedenle, kutlama için bir neden göremiyorum.

Sayısız kereler söylediğim gibi, doğa bizden daha akıllıdır; davranışımızı yeniden gözden geçirmemizi talep eder. Bu yüzden bize Koronavirüsü gönderdi ve virüs biz doğanın talebine uyana kadar (çeşitli şekillerde) bizi rahatsız etmeye devam edecek.

Şu anda, kısıtlamaları ne zaman kaldırsak, daha önce; bencilce ve birbirimize veya çevreye önem vermeden yaşadığımız hale geri dönüyoruz. İşte tam da bu yüzden salgın patlak verdi; bizi ilişkilerimizi dönüştürmeye zorlamak için. Kısıtlamaları her kaldırdığımızda önceki yaşam biçimimize geri dönersek, virüs her seferinde daha öldürücü ve şiddetli şekilde geri gelmeye devam edecek. Ancak aramızdaki zorunlu mesafeyi olumlu ilişkiler kurmak, karşılıklı bağımlılığımızı öğrenmek ve birbirimizi önemseme gerekliliğini öğrenmek için kullanmaya başladığımızda, kendimizi daha dikkatli bir şekilde yönetebileceğiz ve bizi, birbirimize zarar vermekten alıkoyan bir virüse ihtiyacımız olmayacak.

Bunu yapmak için, mesafemizi koruyarak kendimizi değil, uzak durduğumuz kişileri koruduğumuzu düşünmeye başlamalıyız. Yani eğer bizler kolektif şekilde, kendimizi enfekte olarak gördüğümüz (asemptomatik olsa bile) ve başkalarına bulaştırmamak için birbirimizden uzak durmamız gerektiği gibi bir düşünce tarzı geliştirirsek, o zaman birbirimize bulaştırmayı bitirmiş oluruz. Bunu yaparsak, birkaç hafta içinde virüs yok olacak. Ama daha da önemlisi, karşılıklı sorumluluk konusundaki ilk egzersizimizi başarmış olacağız.

Bu egzersiz, ancak karşılıklı sorumluluk yoluyla güvenli ve başarılı bir toplum inşa edebileceğimizi gösterecek ve şu anda aşırı bireysellik ve narsisizm nedeniyle sahip olduğumuz hürmet yerine, bu düşünce tarzını geliştirmek isteyeceğiz.

Fiziksel (ve duygusal) sağlığımız, sosyal sağlığımıza daha önce olduğundan daha fazla bağlı. Sağlıklı olmak istiyorsak, önce toplumumuzu bozulmuş egoizmden iyileştirmeliyiz. Farklılıklarımızı takdir etmeyi ve yavaş yavaş bunlardan dolayı sevinmeyi öğrenmeliyiz. İnsan toplumunun çeşitliliğinin, onun gücü için gerekli olduğunu ve farklı düşünen, farklı bakan ve farklı hareket eden insanlar olmadan, hiç kimsenin gelişip başarılı olamayacağını anlamaya gelmeliyiz çünkü sadece farklı insanlarla temas ve iletişim yoluyla gelişiyoruz. Bunu anladığımızda dengeli, sağlıklı bir toplum inşa edebileceğiz ve virüs gerçekten yok olacak.

Hayatımızın Peri Masalının İyi Bir Sonu Olacak Mı?

Soru: Tüm ulusları birleştiren bir şey var – peri masalları. Herkesin hayatının bir parçasıdır. Hayata peri masalları dinleyerek giriyoruz. Bir tür ahlak, çocuklar için anlaşılabilir olması için onlar aracılığıyla bize aktarılır. Sonra büyüyoruz ve peri masalları anlatmaya devam ediyoruz, ama onlara hikayeler, masallar vb. diyoruz. Bilgeler ayrıca alegorik olarak yazarlar ve bir peri masalı aracılığıyla çok şey aktarırlar.

Peri masalında ne vardır?

Cevap: Her şey! Kesinlikle her şey. Bir oduncu, bir prenses, bir kral, çizmeli bir kedi, tekerlekli bir balkabağı var, ne istersen. Atların toynaklarını gergin bir şekilde hareket ettirmesi ve benzeri şeyler. Prensesini arayan mutsuz bir prens. Ya prens kurbağaya benzer ya da prenses yüksek bir kulede bir yere hapsolmuştur. Ne isterseniz, her şey mümkün. Bir peri masalı her şeyi yapabilir! Ve dahası, sanki çıplak bir biçimde kendini çok açık bir şekilde gösterir.

Yani onlar severler, birlikte olmak isterler. Biri yardım etmez, biri ona karşıdır. Her şey açıktır. Peri masalının güzel yanı budur. Dünyamızda birçok yetişkin gerçek peri masallarını izlemekten zevk alır. Bunların peri masalı olduğunu bilmelerine rağmen.

Soru: Neden? Bu gerçeklikten bir kaçış mı?

Cevap: Bu aslında hayatımızdan daha gerçektir.

Soru: Peri masalın gerçekliği nedir?

Cevap: Adalet ödüllendirilir, sadakat ödüllendirilir. Ancak tüm bunlar, egoizmimizin labirentlerinden, her türlü kuytu köşesinden, kıvrımlarından, pek çok virajdan geçmek zorundadır.

Soru: Öyleyse peri masalı gerçekten ne olacağını mı anlatmakta? İyilik kötülüğe karşı zafer mi kazanacak?

Cevap: Kesinlikle. Aksi takdirde hiçbir şey başlamazdı. Tüm peri masallarının iyi bir sonu olmalıdır, çünkü zaten başlangıçta ayarlanmıştır.

Soru: Ya kötü sonu olan peri masalları, peki ya onlar?

Cevap: Böyle bir şey yok. Bu, bitmedikleri anlamına gelir.

Bir peri masalı, sondan itibaren yazılır. Ama iyi bir sonun içinde, bir başlangıç, bir sonuç, bir zirve olmalıdır. Genel olarak, kesinlikle her şey ve her zaman iyi bir son. En başından beri tasarlanır.

Benim sonucum şudur: Bir peri masalı baştan başlamalıdır. O zaman bir tür gösteri süreci olmalı; eğitici, suçlayıcı vb., Kahramanlar birbirinden uzaklaşmalı ve olanlardan mutsuz olmalı, bu öldürmek ister ve işe yaramaz, bu kaçmak ister ama yapamaz, evlenmek isterler, işe yaramaz vb.

Yani, bütün bunlarda aralarında bir bağ bulamıyorlar ve bu masalı kim yazıyor? Yaradan! İşte o zaman, her biri kendi yöntemleriyle çözümlerden yavaş yavaş umutsuzluğa kapılırlar: “Ne yapmalı?” diye. Sonra bir üst iradenin altında olduklarını anlamaya başlarlar ve sonra her şey kendileri için yoluna girmeye, bir araya gelmeye başlar. Ve bu üst iradenin, üst gücün onları doğru karara, iyi bir sonuca götürdüğü anlaşılır. Ve iyi zafer.

Soru: Şimdi gerçekten bizim zamanımız hakkında mı konuşuyordunuz?

Cevap: Tam da bizim zamanımızda, bu üst güç, insanlığın sorulara üst güç olduğunu söylemekten başka bir cevabı olmadığı zaman, çeşitli durumlarda kendini göstermeye başlıyor.

Yorum: Ve insanlığa göründüğü gibi, bu kaba peri masalı hareket etmeye başlıyor.

Cevabım: Ve sonra nazik olacak! Çünkü sizi nihai çözüme- onu tasarlayan, geliştirmeye ve yapmaya başlayan ve şimdi onu bitirmesi gerekene yönlendiriyor.

Soru: Ve bizler sevgiye,  mutluluğa mı yönlendirildik?

Cevap: Evet!

“Gerçek Mutluluk Var Mı?” (Linkedin)

Covid-19 geçen yılın başlarında patlak verdiğinde, çoğumuz hayatımızı kaybetmişiz gibi hissettik. Daha doğrusu, aslında hayatımızı kaybetmedik ama hayattan zevk alma yeteneğimizi kaybettik. Sonuçta, yılda iki kez tatil yapamıyorsanız, istediğiniz zaman ve istediğiniz yerde alışverişe çıkamıyorsanız, çocuklarla (veya bir arkadaşınızla tekrar çocuklar gibi olarak) sinemalara, restoranlara ve eğlence parklarına gidemiyorsak, o zaman hayatta nelerden zevk alınır ki? Daha da kötüsü, virüs çoğumuzu işsiz bıraktığında veya bizi uzun süreli izne yolladığında, mali güvenliğimizi kaybettik ve imkanımız olduğunda bile lükse para harcamak konusunda isteksiz hale geldik.

Artık aşılar burada olduğuna ve bu faaliyetlere devam etmeye başlayabildiğimize göre, daha önce yaptığımız gibi onlardan nasıl zevk alacağımızdan emin değilmişiz gibi görünüyor. İçimizde bir şeyler değişti, bizi neyin mutlu ettiğinden ve tümüyle gerçek mutluluk olup olmadığından artık emin değiliz.

Ama gerçek mutluluk vardır ve herkesin ulaşabileceği bir mesafededir. Geçtiğimiz yıl, yapabilirsek geçmiş zevk anlayışımızdan “bizi vazgeçirdi” ve bizi yeni ve daha yüksek bir tür için hazırladı. Hâlâ fark etmemiş olabiliriz, ancak şimdi bu geçmiş zevklerin tadını bir kez daha çıkarmaya başlayabildiğimize göre, bunların bir zamanlar olduğu kadar eğlenceli veya tatmin edici olmadığını göreceğiz.

Başkalarını kıskançlığımız bile değişmiş görünüyor. Elbette, yine de zengin, ünlü ve popüler olmayı seviyoruz, ancak bunun için çok çalışmaya daha az istekliyiz. Tembelleşmedik; sadece büyüdük ve bu hedefler biraz olgunlaşmamış gibi görünüyor.

Bunların hepsi hazırlıktır. Henüz hissetmeyebiliriz ama içimizde yeni bir zevk ortaya çıkıyor. Hala yüzeyin altında, ancak etkisi şimdiden bizi etkiliyor. Bu önceki zevkleri sönükleştirir, bu yüzden bizim için daha önce olduğu gibi parlamazlar. İçimizde filizlenen bu yeni zevk sadece kendimizi değil çevremizdeki herkesi kapsar. Bu yüzden benmerkezci zevklerimizi azaltıyor; bu, şu anda hayal edebileceğimiz her şeyden çok daha kapsamlı.

Toplumumuz değişiyor çünkü biz değişiyoruz; birbirimize giderek daha fazla bağlı hissediyoruz ve birbirimize bağımlı hissediyoruz ve toplumumuz da aynı şekilde daha bağlı hale geliyor. Bu tür bir bağlılıktan gelen zevkler sadece benden değil, başkalarıyla olan bağımdan da kaynaklanıyor. Bu yüzden, kendi küçük anlık çemberimden kaynaklanan zevklere kıyasla çok güçlüler.

Yakında hissetmeye başlayacağımız yeni zevkler, başkalarıyla olan bağımızın kalitesinden kaynaklanacaktır. Başkalarıyla bağımızı ne kadar geliştirirsek, ne kadar olumlu ilişkiler kurarsak, aramızda zaten inşa edilmekte olan ağ aracılığıyla bize o kadar çok sevinç akacaktır. Buna göre yaşayacağımız zevk tamamen farklı olacak: Başkalarına vermekten zevk alınacaktır.

Değişecek olan sadece biz olmayacağız. Tüm toplumumuz değişiyor. Başkaları da bize vermekten, onlara vermekten zevk alacağımız kadar keyif alacaklar. Her insanın kendi zevkini düşündüğü ve başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediği mevcut zihniyetin tamamen tersine çevrilmesi olacak. Bunun yerine, başkalarının zevklerinden başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediği, başkaları da bize karşı aynı şeyle ilgileneceği için bizde de hiçbir şekilde eksik olmayacak ve hem başkalarına vermekten hem de onlardan almaktan zevk alacağız. Bugünden o kadar farklı bir toplum olacak ki, onu kurduğumuzda ne kadar memnun ve mutlu hissedeceğimizi hayal bile edemiyoruz. Şimdi işimiz sadece bunun başlangıcını elimizden geldiğince hızlandırmaktır.

Arvut İhsan Etmeyi Zorunlu Kılar

Bağlanma, bütünleşme, bunların hepsi kırık ruhların, kırık arzuların birbirlerinden ne kadar uzakta olduklarını hissedip de yaklaşmaya çalıştıklarında bir araya gelmelerinin işaretleridir. Islah olmuş ruhun en doğru formuna ulaşmak, tek kalpte tek adam olmak ve Adam HaRişon’un sistemini yeniden kurmak gibi bir hedefleri vardır.

Bu yakınlaşmanın bir sonraki adımı Arvut’tur (karşılıklı garanti). Bu artık basit bir bütünleşme, birbirlerinin arzularına girme değildir, bir dostun yerine var olma isteğidir. Aktif bir eylemdir.

Birleşme yine de egoist olabilir, ancak karşılıklı garanti, her birimizin diğerinin iyiliği için hareket etmesini zorunlu kılar. Bu nedenle karşılıklı garanti, ıslahlarımızı tamamlayan bir eylemdir.

Tam karşılıklı garanti, her birinin kendi içinde diğerlerinin niteliklerini, Adam HaRişon’un ortak ruhunda Yaradan tarafından yaratılan tüm nitelikleri, arzuları ve düşünceleri içerdiği anlamına gelir. Tüm ruh ve onun her parçası tamamen özdeşleşir yani genel ve özel birbirine eşit hale gelir. Genel ve özelin bu eşitliği, ıslah olmuş manevi Kli’nin işaretidir.

Yaradan’a karşı sorumluluk duygumuzdan geldiği için, karşılıklı garanti önemlidir. Yani, Adam HaRişon sistemindeki herkes için, tüm ortak ruh için, herhangi birinin yerini almaya ve Yaradan’ın önünde onun için cevap vermeye hazırım. Böylece, Adem’in tüm ortak ruhunu ıslah etmekten sorumlu olduğum ortaya çıkar.

Karşılıklı garantiye ulaşma çabası içinde, sorumluluklarını gittikçe daha fazla üstlenmek için dostlarımın yerine neler koyabileceğimi bulmaya çalışırım. Yaratılan varlıklar ve Yaradan için ne yapmaları gerektiğini öğrenirim ve bunu kendi üzerime almaya hazır olurum. Karşılıklı garanti beni buna mecbur eder.

Birbirimizin yerini alabiliriz, çünkü başlangıçta aynı ruha aittik ve kırılma bizi birbirimizden ayırdı, bizi zıt yaptı. Bizi ayıran ve sevgiyle doldurabileceğimiz tam da bu uzaklıktır, denildiği gibi: “Sevgi tüm suçları örter.” O zaman gerçekten güçlü bir Kli’ye ulaşırız ki bu kırılma öncesine göre 620 kat daha büyüktür.

Adam HaRişon’un ruhunun tam ıslahına, diğer tüm parçalar için her parçanın tam garantisiyle ulaşılır: Herkes herkese dahil edilir, her parça bütünü içerir ve böylece mükemmel Kli’ye ulaşırız.

Maneviyatta özel ve genel eşittir ve aralarında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla karşılıklı garanti, ancak aynı teknede seyreden insanlar gibi tam bir bütünleşme ve sorumluluktan sonradır, boğulurlarsa birlikte boğulurlar.

Birleşme ve karşılıklı garanti yoluyla, en küçük, ikincil Kli bile kendi içinde tüm Kelim’i içerir ve tüm ortak ruhun işlevlerini yerine getirebilir. Bu özel ruh ile genel ruh arasında hiçbir fark yoktur.

Karşılıklı garanti ve her birinin diğerinin yerini almaya istekli olması nedeniyle, herkesin Adam HaRişon’un tüm ruhunu içerdiği ve ihtiyaç duyulursa herkese hizmet edebildiği ortaya çıkmaktadır.

“Olumsuz Toplumsal Olguları Anlamak” (Linkedin)

Son yıllarda, kamusal söylemin en “sıcak” konularından biri ırkçılık gibi görünüyor. Ancak sadece ırkçılık gündemdeki tek sıcak konu değil; her türlü ayrımcılık, kamuoyunun büyük ilgisini çeken bir konu haline geldi. Irkçılık – ister Siyahlara karşı, ister Yahudilere karşı, kadın düşmanlığı, homofobi, yabancı düşmanlığı ve hatta siyasi görüşlere dayalı ayrımcılık, hepsi kötü şöhret kazandı.

Ne zaman böylesi bir konu dikkat çekse, siyasetçiler, gazeteciler ve ünlüler çoğunluğun görüşüne uyar ve empatik görüşlerini yüksek sesle dile getirirler. Bu beyanlar kariyerlerine yardımcı olabilir, ancak henüz tek bir sorunun sözde iddialarla ve diğer insanların görüşlerini hor görerek çözüldüğünü görmedim. Eğer toplumsal sorunları çözmek istiyorsak, nereden geldiklerini anlamalı ve onları kökünden çözmeliyiz.

Tüm erkekler ve kadınlar eşit olarak doğmazlar. Farklı doğarız ve çeşitliliğimiz bir insan ırkı olarak gelişimimizi yönlendirir. Tıpkı iki hayvanın, bitki ve hatta kayaların birbirinin aynı olmaması ve doğanın çeşitliliğinin evrimi yönlendirmesi gibi, insan çeşitliliği de böyledir.

İnsan toplumu ile doğanın geri kalanı arasındaki fark, yaratılıştaki diğer herhangi bir elementten farklı olarak, insanların mutlak hakimiyet için çabalamasıdır. Derinlerde, her birimiz, bilinçli veya bilinçsiz şekilde üstünlük için çabalıyoruz. Bu yüzden insanlar arasındaki farklılıkları kabul etmiyoruz; herkesin aynı, eşit olmasını istiyoruz.

Ancak, sadece benimle aynı ise insanların aynı olması gerektiğini düşüneceğiz! Benim gibi düşünmeyen her hangi birisi yanlıştır, “yeniden eğitilmeli” ya da elenmelidir. Elbette bu, insan hırslarının aşırı bir görünüşüdür ve çoğu insan bu tür aşırı görüşlere sahip değildir, ancak yine de bu toplumsal zihniyetin arkasındaki itici güçtür.

Az önce belirtildiği gibi, çeşitlilik önemlidir; gelişimimizi yönlendirir. Sorun, bizim ona karşı olan tutumumuzdur. Çeşitliliğe karşı tutumumuzu değiştirmek ve onu yapıcı hale getirmek için, şunu anlamamız gerekiyor ki, eğer çeşitlilik olmasaydı bizler burada olmayacaktık, neslimiz tükenecekti. Çeşitlilik, her bir öğenin, başka hiçbir öğenin sağlayamayacağını sağladığı, karşılıklı tamamlanma anlamına gelir. Tıpkı somon balığının köpekbalığı olmasını istemediğimiz gibi, tıpkı kalplerimizin böbrek olmasını istemediğimiz gibi, kimsenin de olduğundan başka bir şey olmasını istememeliyiz. Her insanın topluma olan katkısını göremeyebiliriz ama cehalet hataları mazur göstermez. Martin Luther King, Jr.’ın daha önce belirttiği gibi, “Dünyadaki hiçbir şey samimi cehalet ve vicdani aptallıktan daha tehlikeli değildir.”

Bu nedenle, olumsuz sosyal olguları çözmek için, onlara yapıcı bir şekilde yaklaşmalıyız. Sorunun ortaya çıktığı her anı, sorunu ıslah için bir davet olarak görmeliyiz. Çözmemiz gereken sorunun kendisi değil, ona neden olan nefrettir. Yukarıda da belirtildiği gibi, insanların farklılıkları birbirlerinden nefret etmelerine neden olur ve bu her seferinde farklı şekillerde ortaya çıkar. Buna rağmen, her zaman ıslah etmemiz gereken farklılıklar değil, nefrettir.

Amerika’da Beyazlar ve Siyahlar arasındaki nefret gibi en uç örnekleri düşünün. Siyahların, Beyaz olmasını, hatta Beyaz olmayı istemelerini, ya da tam tersini beklememeliyiz. Bununla birlikte, her bir parçanın topluma katkısını, her ırkın ve rengin sahip olduğu eşsiz değerler ve güzellikleri idrak etmeye çalışmalıyız, sonra tam da böyle kişiler olduğumuz için birbirimizi sevmeye başlayacağız ve birbirimizi değiştirmek istemeyeceğiz. Dolayısıyla düşünce, birbirini değiştirmek değil, farklılıkların üzerine ve aslında tam da farklılıklardan dolayı sevgi inşa etmektir.

Toplumdaki her bir unsurun güzelliğini ve benzersiz katkısını görebilseydik, toplumdaki her bireyin başarısına ve refahına ne kadar bağımlı olduğumuzu kavrayabilirdik. Toplumsal sorunlar herkesi çevreleyen sevgide çözüleceği için, bunlarla uğraşmamıza gerek kalmazdı. Belli bir sorun ortaya çıktıysa, bunu, henüz işimizi tamamlamadığımızın ve daha önce görmediğimiz yeni bir çatlağın etrafında daha fazla sevginin inşa edilmesi gerektiğinin bir işareti olarak görürdük. Farklılıklarımızı böyle yapıcı bir şekilde ele alırsak, her gün, bu kadar çok çeşitli renk, mezhep ve ırktan insana sahip olduğumuz için minnettar olacağız.

Twitter’da Düşüncelerim / 14 Mart 2021

Twitter’da Düşüncelerim /  14 Mart 2021

Kararlarımızda ve eylemlerimizde daha ciddi hale gelmeliyiz. Çocuklar gibi cezalandırıldıktan sonra, doğa kanunlarını iyileştirmemiz ve bunlara uymamız gerektiğini, bir olup, birbirimize zarar vermememiz gerektiğini anlamalıyız çünkü başka seçenek yok: tek bir gezegende yaşıyoruz.

“Çoğunluğun acısı, tesellinin yarısıdır.” Uzun bir karantinadan sonra, insanların sevinci önceki yaşam tarzına dönme heyecanını artırıyor. Ama Yaradan bu heyecanı “mahvedecek”. İnsanlığa yeni şekillerde gelişme yolunu gösterecek.

Doğa bizi yenecek – onun kanunlarına uyacağız.

Yaradan’ın cezası yoktur. Bir yıllık karantina bir ceza değil, ıslahtır. Doğa bize komşumuza ihsan etme ve sevgiden haz almayı öğretmek ister. Şimdilik bunun için anlayış ve hazdan yoksunuz.

Yakında geçmişe dönüşün olmadığını göreceğiz. Büyük değişiklikler geliyor.

İnsanlık yeni bir deneyim kazandı: alıştığı “oyuncaklar” olmadan yaşamak nasıl bir şey. Kısıtlı koşullar, iş ve eğlenceden kopma, bizi yaşam hakkında daha ciddi düşünmeye ve olup bitenlere farklı bir tutuma sahip olmaya uyandırdı.

Şu soruyu giderek daha sık soracağız: Nasıl ve ne için yaşıyoruz?

Yaradan Bizimle Saklambaç Oynuyor

“Oğullarım beni yendi” yani tek bir kişi değil, tam olarak birlikte. Yaradan’ı ifşa etmek isteyen herkes, kendisi gibi başkalarıyla birleşmelidir. Ve ancak kendilerini bir bütün olarak,  Yaradan’ın oğulları olarak hissettiklerinde,  O’na gelebilirler, O’nun gizlenmesini talep edebilir ve alt edebilirler.

Yaradan, biz O’nu arayabilmemiz için bilerek saklanıyor. “O, sonsuza dek kavga etmeyecek” çünkü O, Kendisini ifşa etmek ister ama ancak bizler O’nu ararsak ve O’nun ifşasına ihtiyaç duyarsak.

Bu nedenle, O’nu ne kadar çok ararsak, Yaradan’ın ifşası o kadar büyük olur, aynen söylendiği gibi: “Oğullarım beni yendi”, yani birçok oğul. Yaradan, arayışımızı bekliyor ve O’nu yendiğimizde sevinir. Sonuçta, O’nun tarafından yaratılan tüm gizlenme, bizi büyütmek, Yaradan’ı arayalım ve ifşa edelim diye, bizi uyandırmak için tasarlanmıştır.

Yaradan her zaman gizlilikten ifşa olur ve biz birleşmek için çaba göstermeliyiz. Aramızda işleyen tüm ayrılık güçlerini birleştirip ortadan kaldırdığımız ölçüde, onları ayrılık güçlerinden ifşa güçlerine çevireceğiz ve çabalarımız ölçüsünde, içlerindeki Yaradan’ı ifşa edeceğiz.

“Oğullarım beni yendi” demek, gizliliği ifşaya dönüştürüyoruz demektir. Elbette bunu kendimiz yapamayız, ancak Yaradan’ın bize yardım etmesini talep edebiliriz. Bu nedenle çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır: birincisi tek bir arzuya, tek bir özleme ulaşarak birleşmek ve ikincisi Yaradan’ı aramak ve O’nu Kendisini ifşa etmeye mecbur etmek. Her zaman karşılıklı olarak çalışıyoruz: “Ben sevdiğiminim, sevdiğim de benim.”

Gizliliği yenmeyi neredeyse başardığımızda, Yaradan hemen gizlenir ve bizi, O’nu tekrar aramaya zorlar. Ve tekrar tekrardan, çünkü sadece her iki formdan, gizlemeden ve ifşadan, Yaradan’ın tüm niteliklerini açıklığa kavuşturabilir ve onları kendi niteliklerimize dönüştürebiliriz. Yaradan’ın ifşası ancak form eşitliğinde, niteliklerimizdeki O’nun niteliklerinin yansımasında olabilir.

Bu nedenle, manevi ilerleme her zaman gizlenme ve ifşadan geçer. Ve durumumuzu ifşa ya da gizleme ile ilişkilendirmezsek, o zaman maneviyatla hiçbir şekilde ilişki kurmayız ve Yaradan’a yönelemeyiz. Sonuçta, Yaradan’a giden yolun yalnızca iki alternatifi olabilir: ya gizlenme ya da ifşa.

Üst dünyanın ifşasını arayan bir kişi, kendisini doğru bir şekilde yönlendirmeli, her zaman tüm nitelikleri ve eylemleri üzerindeki gizliliği ve ifşayı keşfetmelidir. Ve gizlenme ne kadar büyükse, ondan daha büyük ifşa gelir- biri diğerine karşıdır.

Yaradan’ı ifşa etmek için bir grup organize etmek gerekir çünkü Yaradan kendisini yalnızca on Sefirot olarak gösterir. Ve bu yüzden, manevi Partzuf’un on Sefirot’u gibi birleşmeye ve birbirini desteklemeye hazır hissetmek için, ortak bir niyetle uygun şekilde bağ kurmuş ve birleştirilmiş onlu da arzuyu keşfetmemiz gerekiyor. Hepsi hepsine dahildir ve tek bir gücün ifşası için hazır hale gelirler.

Ve her ne kadar tüm onlular çok farklı ve egoizmleri ile ayrılmış olsalar da, tek bir güçten ortaya çıktığımız için, o zaman egoizmimizi ortadan kaldırarak, yine tek bir bütün gibi oluruz ve bir ve tek olan, Yaradan’ın yeni formlarını ifşa etme fırsatına sahip oluruz.

Yaradan bizimle saklambaç oynuyor: O saklanıyor, biz O’nu arıyoruz ve buluyoruz ve O tekrar saklanıyor. Böylece O’nun peşinden koşarız ve bu arayışta yavaş yavaş O’nu inceler ve arzularımızı üst güçle eşdeğer olarak biçimlendiririz, onları üst ışığın tüm niteliklerinin ifşası için hazırlarız.

Onluda öğrenilen şey zaten sonsuza kadar Kelim’de kalan manevi bir kazançtır. Ancak tek bir kişi manevi düşünce ve duyguları kendi içinde tutamaz.

“Sosyal Kayıtsızlığın Kişisel Bedeli” (Linkedin)

İnsanlar bugün neredeyse hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyor. Bir şey bizi kişisel düzeyde doğrudan etkilemediği sürece, acı çeken toplumun tüm kesimlerine kayıtsız kalıyoruz. Haberleri izler, üzülür ve homurdanırız ve bu bizim toplumsal katılımımızın ölçüsüdür. Neden ilgisizlik sürekli artışta? Kayıtsızız çünkü çevremizden gittikçe daha fazla kopuyoruz. Böyle bir duygu, soluduğumuz oksijen kadar önemli olsa dahi, ait olma duygusundan yoksunuz. Her birimiz, geleceğimizin diğerleri ile ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu anlamak zorundayız.

Bir kişinin temel yapısı, memnuniyet ve haz alma arzusu, doyum arzusu olarak tanımlanabilir. Her gelişim aşamasında, farklı şeylerden haz alırız ve bu hem bireysel yaşamlarımız boyunca hem bir insan türü olarak genelde geçerlidir. Gelişim aşamamız, sosyal katılım veya sosyal ilgisizlik seviyemizi etkiler. Örneğin, bir zamanlar çocuklar sosyal hayata karşı doğal bir eğilim hissederdi; günümüzde, en başından itibaren ekranların içinde kilitli durumdalar.

Dahası, geçmişte insanlar profesyonel dernekler ve sendikalar gibi grup üyeliklerinden dolayı gurur duyarlardı; onların içinde tatmin, güven ve güç buldular. Bugün hiç kimsenin bu tür şeyler hakkında bir söz dahi duyacak sabrı yok, ve kesinlikle böyle bir derneğe dahil olma isteği yok. İşyerinde görev süresi, iş güvenliği ve istikrar geçmişte kaldı. İnsanların bir yıl içinde bir işlerinin olup olmayacağı konusunda hiçbir fikrinin olmaması olağan hale geldi.

Bireysel ve toplumsal ilişkilerdeki bu ve diğer değişimlerin bir sonucu olarak, çağdaş insan her hangi bir şeye ait olduğunu hissetmiyor. Şayet eski zamanlarda insanlar fiziksel hayatta kalmak için sosyal bağlara ihtiyaç duyduysa, bugün bizler, bağımsızlığımızı ödüllendiriyor ve sosyal zorunluluklardan ve taahhütlerden kaçınmaya çalışıyoruz. Ödememiz gereken vergileri ödüyoruz hepsi bu. İnsan doğası içsel gelişimini sürdürdükçe, kişi, bir ülke veya yerle daha az özdeşleşir ve çok daha egoist hale gelir. Sonuç olarak, toplum artık birbirine giderek daha fazla kayıtsız kalan, bağlantısız unsurların bir koleksiyonundan oluşmaktadır.

Kişinin yüksek düzeyde sosyal katılım görülebileceği tek yer çevrimiçi sosyal platformlardır. Aslında insanlar internette çok aktifler. Tek tük güzel sosyal girişimlere rağmen, sanal alanı esas olarak dolduran şey sinizm, hoşgörüsüzlük, çekişme, zorbalık ve tacizdir.

Bu eğilim bizi hangi kadere doğru götürüyor? Önümüzdeki yıllarda bizi ne bekliyor? Her bireyde haz alma arzusu gelişmeye devam edecek, ancak aynı zamanda insanlar artık kendilerini tatmin edecek her hangi bir şey bulamayacaklar. Toplumla iyi bağın kopması, kişiyi yavaş yavaş kendi özel kabuğunun içinde boğuluyormuş gibi hissettirecek. Bugünün kayıtsızlığı, yarının umutsuzluğuna yol açacak. İnsanlar, uğruna yaşanacak hiçbir şey olmadığını hissetmeye başlayacaklar. Kalbin derinliklerinde kendimizi dolduracak hiçbir şey; tutku, mücadele, umut yokmuş gibi bir his büyüyecek. Ölüm gibi olan kuruluk dışında başka hiçbir şey.

Sonunda sürpriz bir eğilimle, bu varoluşsal çaresizlik, bireysel ve toplumsal ilişkilerin evriminde bir sonraki seviyeye doğru bir dönüm noktasına yol açacaktır. Çevrimiçi sanal dünya aslında yeni bir gerçekliğe giden bir sıçrama tahtası görevi görecek. Şu anda yüksek teknolojiyi kullanma şeklimizle zarar verdiğimizi fark ettiğimiz noktada, onu akıllıca kullanmaya başlayacağız. Karşılıklı olmayı ve tamamlamayı temel alan ve teşvik eden bütünsel bir dünya görüşüne göre toplumu şekillendirmek için, sosyal medyayı bir araç olarak kullanmaya başlayacağız. İnsanlık, onu giderek daha fazla şeyler edinme ve maddi gelişmeyi arttırmaya yönelik mevcut dürtüye yardım etmek için kullanmak yerine, herkesin kalpleri arasında gerçek bağlar kurmaya yardımcı olmak için onu kullanmanın yollarını arayacaktır.

Akıllı yazılım, 21. Yüzyılın bağlantılı dünyasına uyan yaşam için tek formül olan “komşunu kendin gibi sev” ilkesini destekleyecektir. Aramızdaki ilişkilerin gelişiminde bir sonraki adımı birlikte tanımlayacağız ve sonra ihsan etme ve destekleme kaslarımızı kullanmaya çalışacağız.

Aramızdaki iyi bağlantılar güçlendikçe ve derinleştikçe, iletişim ağımızdan akan özel bir gücü hissetmeye başlayacağız – bizi canlandıran, büyüten ve bize, eşi görülmemiş bir düzeyde anlayış, duygu, düşünce ve haz veren bir güç. Birbirimizle bütünleşmemiz, bize mevcut bireysel algımızın sınırlarının ötesinde yeni bir gerçeklik hissettirecek. Böylesi bir dünyada kayıtsız toplum artık var olmayacak çünkü her birey, başkalarıyla olan birliktelik yoluyla çok daha fazlasını aldığını hissedecek – sınırsız sevinç noktasına kadar daha büyük bir memnuniyet, tatmin ve anlam.