“Dünyanın Temiz Su Kıtlığı Sorununu Nasıl Çözebiliriz?” (Quora)

Suyun manevi kökü, Kabala’da “Bina’nın gücü” olarak adlandırılan, ihsan etme gücüdür.

Dolayısıyla bir yandan embriyo ve ceninken suda gelişiriz, suda doğarız, suya çekiliriz ve insan vücudu çoğunlukla sudan oluşur. Ancak öte yandan, bir nesilden diğerine duygusal olarak daha kuru hale geliriz. Başka bir deyişle, ne kadar çok gelişirsek, insan egosu o kadar büyür ve benzer şekilde, birbirimize karşı tutumlarımız o kadar kurur, duygudan ve içsel bir bağlantı duygusundan yoksun kalır.

Dünyada bol miktarda su var ve su kıtlığının tek nedeni, birbirimizle olumlu bağ eksikliğimizdir. Büyüyen egoist doğamız nedeniyle, kendimizi sayısız soruna saplanmış buluyoruz, dünyanın çeşitli yerlerinde su kıtlığı bunlardan biridir.

Kendimizi önemsediğimiz kadar başkalarını da önemsiyor olsaydık, çeşitli sorunlarımıza, onların arasında su kıtlığına da çözüm bulurduk. İnsanlar, istedikleri yerde ve istedikleri zaman bol miktarda suya erişebilirlerdi.

Sorunlarımızı çözmenin patenti çok basit ve herkese açıktır: Kendimizi birbirimize olumlu bir ihsan etme tavrıyla bağlarsak o zaman ihsan etme, suyun manevi kökü (Hasadim [merhamet]) olduğundan, biz de yukarıdan ve aşağıdan sel suyu değil, canlı su çekerdik.

İnsanlığa Karşı Adem

Yorum: Dünya ulusları, hala Adem’i günaha düşmekle suçluyor ve şimdi Dünya’da onun yaptıklarından dolayı sözüm ona işkence görüyoruz.

Benim Cevabım: Dünyamızdaki bir kişiden değil, Adam HaRishon’un manevi yapısından bahsediyoruz. Ruhu, birçok ruha parçalanmıştır ve bu parçalar her birimizin içinde var olduğu için, bizler onun sonucuyuz, parçalarıyız.

Yorum: Yani insanlık, tüm dertlerimizden onun sorumlu olduğu gerçeğinde yanılıyor. Aslında, olan her şey olmalıydı.

Benim Cevabım: Bunun hakkında kim konuşabilir ki?! Adam HaRishon’un (ilk insan) yapısı ve manevi seviyeden dünyamıza düşüşü hakkında insanlık ne anlıyor?

Bunların hepsi Atzilut dünyası seviyesine dayanır. Üst dünyaların yapısını, sistemlerini, işleyişini ve dengeyi korumanın yolunu incelemek gerekir. Bunlar, tüm kontrol sinyallerinin üzerimize indiği, bizden tepki alan ve bizi sürekli ileriye götürmek için buna göre yeniden düzenlenen devasa kendi kendini yöneten sistemlerdir.

Bu, tüm sistemin ilgi odağı olmasına rağmen Dünyamızın ve evrenimizin hesaba katılmadığı devasa bir sistemdir. Biz en küçüğüz.

Bu nedenle beynimizi, anlayışımızı kullanan birini suçlayabileceğimizi söylemek, aptalcadır. Bu sanki bir çocuğun anne babasını azarlayıp  “Annem kötü, bunu bana vermiyor!” demesi gibidir.

 

Labirentin İçinde

Yaradan, insanın tüm koşullarını öyle düzenler ki, hepsi onu yaşamın kaynağı olan üst gücü aramaya yönlendirir, O her şeyi, insan sürekli duvara çarpsın diye tasarlar.

Pek çok duvara çarpmadan sonra, bu labirent sonunda insanı doğru bir yakarışa getirir. Kişi, Yaradan’a nasıl ve hangi istekle dönüleceğini öğrenir ve karşılığında Yaradan ona kendi güçlerinden ihsan etme gücünü verir.

İşte o zaman kişi, O’ndan aldığı güce göre Yaradan’a benzer bir insan yani Adem olur. İşte bu şekilde egoizminden, yerden çıkan bir filiz gibi çıkmaya, anlayış ve farkındalıkla kendini doğru bir şekilde inşa etmeye başlar.

Ancak Yaradan, bu büyümeye karşı sürekli olarak kendisine yeni koşullar koyar ve kişi her seferinde onları uygun koşullara dönüştürmenin bir yolunu bulmalı ve hedefe ulaşana kadar ilerlemelidir.

En önemli şey, hem maneviyatta hem de maddesellikte, bireysel ve toplu olarak aldığımız tüm koşulların, bizi düzenlemek ve manevi dünyanın girişine götüren labirentten geçirmek için yukarıdan, Yaradan’dan geldiğini görmektir.

Her koşulda, egoist arzumuzun gücüyle hiçbir şeye ulaşamayacağımızı keşfetmek önemlidir. Ancak ondan manevi olarak ayrılarak ve Yaradan’a, doğada ikinci güç olan O’nun ihsan etme gücüne tamamen güvenerek ve manevi yaşamımızı onunla birleştirerek adım adım ilerleyebiliriz. Yaradan, her seferinde yeni koşullar vererek önümüze engeller koyacak ve bizler bu engellerin üzerinde tekrar tekrar O’na döneceğiz.

Tüm koşullar; doğru yakarışı oluşturmak için geçmemiz gereken aşamalar, dereceler ve buna eşlik eden dışsal koşullar olarak algılanmalıdır. Bizi doğru talebe yönlendirmek için her şey en uygun şekilde düzenlenmiştir. Yazıldığı gibi: “Ve İsrailoğulları çalışma yüzünden iç çekti,” kölelikten, egoizmin kontrolü altında olmaktan çıktı.

Bu, egoizmin kontrolünden çıktığımız yani Mısır sürgününden çıktığımız, üst dünyaya girdiğimiz ve Yaradan’ın yaratılmış varlıklara ifşasına ulaştığımız zamandır. Yaradan bize ihsan etme gücünü, alma gücünün üstündeki mantık ötesi inancın gücünü verir.

Asıl mesele, her şeyin sadece Yaradan’a bağlı olduğunu giderek daha açık bir şekilde idrak etmektir. Zorluklar, onların çözümleri ve doğru cevaplar, bize her şey Yaradan’dan gelir. Tek bir şey bize bağlıdır: eylemlerimizden vazgeçmek değil, zorlamak ve onlu vasıtasıyla Yaradan’a baskı yapmaktır,  O’na benzememiz için bize O’nun gücünü vermesini istemek ve talep etmek. O zaman biz de O’nun sahip olduğu gibi ihsan etme gücünü almış olarak “… Efendiniz Tanrı’nın oğulları” olacağız.

Duanın Sonsuz Gücü

Her şeye dua gücüyle ulaşılır. Tüm geleceğimiz, durumumuz, genel olarak her şey üst güce dönmeye bağlıdır.

İnsan, bir hayvan olarak doğar çünkü dünyamızda cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerden başka bir şey yoktur. Ve hepimiz aynı düzlemde gelişmeye devam edersek, “Hepimiz ölümlü hayvanlarız” dendiği gibi, hayvansal seviyeyi asla terk edemeyeceğiz.

İnsan, varoluşunun yolunu değiştirirse, hayvansal seviyeden insan seviyesine yükselebilir. Yani insanlığın, onun tarihi boyunca yaptığı gibi, doğanın kendisine verdiği hayvansal gücün yardımıyla dünyayı değiştirerek, yaşamın efendisi olarak hareket etmeyi bırakacaktır.

Devrim, insanın, mümkün olan her şekilde geliştirdiği, doğumdan itibaren kendisine verilen egoist gücü kullanmayı bırakması ve başka bir güce, özgecil olana geçmesinden ibarettir. Kişi artık egoizmde kalmanın mümkün olmadığını görüyor. Yaşam deneyimi, insanların doğup öldüğünü ve kişinin yaşamı ve ölümü üzerinde hiçbir gücü olmadığını gösterir.

Ve en önemlisi, kişi ne için yaşadığını ve tüm çabaların boşa gittiğini anlamıyor. Yavaş yavaş kişi, üst güce olan bağımlılığını yani yaşamımızda bizi kontrol eden, belirli daha yüksek bir güç olduğunu hissetmeye ve fark etmeye başlar.

Kişi, hayatını kontrol edemediğini ve daha yüksek güçle temas kurmaya zorlandığını hisseder. Ve bu, modern insanların bilim, teknoloji, felsefe konusunda son derece eğitimli olmaları gerçeğine rağmen, hayatlarını bazı somut olmayan güçlerin yönettiğini kabul etmeleri onlar için zordur.

Bir dine ait olmak bile, Kabala biliminin bahsettiği şey olan Yaradan ile gerçek bir bağa yol açmayan kültürel bir gelenektir.

Kişi yaşamın kaynağını bulma ihtiyacı hisseder. Maddi düzlemde burada aramızda değildir ve onu doğal duyularımızı geliştirerek ifşa etmek imkansızdır. Bu bizi doğuran gücün doğasında var olan, daha yüksek nitelikler gerektirir. Bu nedenle onlar bizden önce bile varlardı ve bizden üstündüler.

Ve yıllarca süren bu tür aramalardan sonra, kişi onlardan umutsuzluğa kapılır ve hayatını yönetme konusunda tam bir güçsüzlüğünün ve yetersizliğinin farkına varır. Kişi her şeyin onlu aracılığıyla üst kuvvete başvurmasına bağlı olduğunu anlar. Ve Yaradan ona yardım etmezse, o zaman yaşamın kaynağını bulma şansı yoktur, bu da onun bir hayvan olarak doğduğu ve aynı şekilde öleceği anlamına gelir.

Bir kişinin doğduğu egoist arzudan zıt ihsan etme arzusuna geçmek yani Yaradan’ın gücünü elde etmek ancak gerçekten Yaradan’a dönmek istiyorsa, bunu yapıyorsa ve Yaradan’ı ona yardım etmekten ve O’nun güçlerinden ona ihsan etme gücünü vermekten başka yol bırakmıyorsa mümkündür.

Kuyusuz Çöl Yoktur

“Çölü güzel yapan şey,” dedi Küçük Prens, “bir yerlerde bir kuyu saklamasıdır …”

Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens.

Kuyular kumun altında gizlidir. Onlar her yerde varlar. Hayatın kökü her yerde, her şeyin içindedir. Bizim için en önemli şey, dışarıda gördüklerimizle değil, yaşamın anlamıyla, hayatın kökeniyle ilişki kurmamızdır.

Soru: Söyler misiniz, çöl içimde mi yanıyor? Bugün pek çok insan hayatın olmadığı hissine kapılıyor.

Cevap: Zaten orada olmayan bir şeyi ifşa ediyorsunuz. Daha önce de hayat yoktu, sadece şimdi anlıyorsunuz. Ve şimdi ifşa ettiğiniz şey, öncekinden daha iyidir.

Soru: İçimde yanarken, bu koşulu aşarsam orada bir kuyu olacağını nasıl anlayabilirim ya da inanabilirim? Bu ne tür bir düşüncedir?

Cevap: Yaşamın bir anlamı olduğu, bir amacı olduğu, bizi ayağa kaldırıp canlandırabilecek, ciddi bir şekilde istersek bizi yaşamın kaynağına götürebilecek büyük doğa güçleri olduğu.

Soru: Böyle yalnız bir durum içinde, bu düşünceyi nasıl anlayabilirim/tutabilirim?

Cevap: Sadece kendinizi diğer arkadaşlarınızla bir araya getirirseniz. Bir araya gelmelisiniz, bunun sadece birlikte yapıldığını anlamalısınız. Sadece çevrenin içinde.

Soru: Çevre, onlar da benimle aynı mı, içten içe yalnız, kuyu mu arıyorlar?

Cevap: Tam olarak anlamaları gereken şey, bu kuyunun aralarındaki bağda gizli olduğudur.

Manevi Yaşama Hazırlık

Soru: Kişi Zohar Kitabı’nı orijinal dilde değil de çeviriden okuyabilir mi?

Cevap: Bu önemli değil. Herhangi bir dilde okuyabilirsiniz, ne kadar anladığınız da önemli değildir. Okuduklarınızı anlamadan bile hedef için çabalamanız sizi değiştiren güçleri uyandırır ve bu çok önemlidir. Ulaşmak için öğrenmeye çalışırsınız.

İnternet arşivimizde Kabala ile ilgili birçok kitap ve diğer bilgiler bulunmaktadır. Herkes tarafından erişilebilir, çünkü temel bilgiler olmadan, manevi dünyada var olamazsınız, tıpkı bir kişinin temel aritmetik, fizik ve diğer konular bilgisi olmadan yapamayacağı gibi.

Onları yaşamının ilk 10 ila 15 yılı boyunca inceledikten sonra, kişi zaten dünyamızda güvenle çalışabilir. Eğer insan, çocukken ormanda bir yere atılırsa ve 15 yıl sonra oradan çıkarsa bu dünyada yaşayamaz.

Bu nedenle, kişiyi manevi yaşama hazırlamamız gerekir. Bu, internette ve kitaplarda sahip olduğumuz büyük miktardaki bilginin amacıdır, böylece kişi onu en azından biraz tanıyabilir. Bu, üst gücün ifşasının içine çekilmeye başlamak için yeterlidir.

 

Kökümüze Geri Dönüş

Soru: Her şey Yaradan tarafından önceden belirlenmişse, benim gücüm dahilinde olan tek şey onunla farklı şekilde ilişki kurmak ve farklı bir hızda ilerlemek mi?

Cevap: Manevi yolun başlangıcından sonuna kadar her şey tamamen ve kesin olarak önceden belirlenmiştir ve ondan kaçabileceğiniz hiçbir yer yoktur. B noktasından A noktasına inen ruhunuzun köküne ulaşmalı ve kendi çabalarınızla A noktasından B noktasına geri dönmelisiniz.

Bu süreç üç çizgiyle açıklanabilir. İlk çizgi (1) sonsuzluk dünyasından bizim dünyamıza iniştir. İkinci çizgi (2) dünyamızın tarihidir, fiziksel yolumuzdur (6,000 yıl). Ve üçüncü çizgi (3) sonsuzluk dünyasına geri dönüştür.

Düşüşler ve yükselişler neredeyse hiç zamana sahip değildir. Sadece kökümüze geri döneriz.

Twitter’da Düşüncelerim / 22 Mart 2021

Musa’nın gücü, Mısır topraklarında yaşamanın alçak ve sefil olduğunu, bizlerin egoizmimiz tarafından kontrol edildiğini anlayanları çekip alıyor ve bizi bu tür bir yaşam sürmeye mecbur ediyor. Egoizmin üzerine çıkmak işimiz, misyonumuz, hedefimizdir.

Pesah bayramının anlamı budur.

Bugün insanlık, hayatlarımızı şekillendiren genel bir egoizm, “Firavun” safhasında. Ego gücü arzular, sever ve biz ondan kaçamayız. Onun köleleriyiz. Şimdilik Firavun ve onun kontrolüne hem fikiriz ancak aynı zamanda içimizde kötüye karşı hoşnutsuzluk ve farkındalık uyanıyor.

Bizler Firavun’un gücü altında cennetle yeryüzü arasındayız. Ondan kaçmak istiyoruz ama nasıl, anlamıyoruz. Genç nesil kendi hayatıyla neler yapabileceğini arıyor, “ne için yaşıyoruz”, “neden”? Onların Mısır’dan çıkmanın bir yolunu bulmasına yardım etmeliyiz …

Firavun iyi bir güç, öğretmenimiz. Bizi eski yaşamlarımızı geliştirmeye çeker, böylece onu kontrol edip amaçsız yaşayamayacağımızdan ve arzumuzun yenileneceğinden emin oluruz. İlerlemeliyiz. Ama nasıl ve nereye?

Firavun bir darbeden diğerine zalimleşir, bize neyi arzulayacağımızı, neye çabalamamız gerektiğini öğretir.

Pesah bayramı ego-arzunun komşuya zararlı olduğunda bile “her şey benim için” kontrolünden, kendi pahasına bile olsa “başkalarının iyiliği için” arzusuna – bir geçiştir. Bu, egoizmden ihsan etmeye, nefretten sevgiye bir sıçramadır.

Hayatımızı değiştirdiğimiz ve kötü eğilimden – alma arzusundan, iyiye – ihsan etme arzusuna geçtiğimiz zaman

Sürgündeki Kardeşler

Bizi ileriye iten ve bizi birbirimizle bağ kurabileceğimiz ve sonra Yaradan ile bağımızı ifşa edebileceğimiz onlunun merkezini aramaya zorlayan, sürgün duygusudur. Sürgünün acıları bizleri, etrafı kurtlarla çevrili olduğu için bir araya toplanmış koyun sürüsü gibi birleşmeye zorluyor.

“Ego Bozulduğunda” (Linkedin)

Hatırlayabildiğimiz sürece, ego bizim müttefikimizdi. Bize büyük başarılar kazandırmıştır: Mağaralardan çıktık, tarımı geliştirdik ve kendi yiyeceğimizi üretmeyi öğrendik, yeryüzünün ve gökyüzünün efendileri olduk, vebaları yendik ve yalnızca iki yüzyıl önce yeryüzündeki her insanın potansiyel olarak krallara layık bir yaşama sahip olmasını sağladık.

Ama bizler bu noktaya gelemedik. Bazılarımız hayal bile edilemeyecek bir refahın tadını çıkarırken, diğerleri atalarından hiç olmadığı kadar kötü durumda; yiyeceksiz, susuz ve haysiyetsiz sinekler gibi ölüyorlar. Vebaları yenebilirdik, ama öyle görünüyor ki sanki biz kendimiz dünyayı kin ve nefretle ile istila eden bir veba haline geldik, hemcinslerimiz için, tüm yaşam için ve gezegenimiz için. Sahip olduğumuz her şeyi bize kazandıran ego, bozulmuş görünüyor ve şimdi onunla başardığımız her şeyi yok ediyor.

Büyümek ve gelişmek için egoyu kullandığımız sürece, ego bizim lehimize çalıştı. Egoyu her zaman sadece gelişim için değil, aynı zamanda düşmanları ve rakipleri yenmek için de kullandık, ancak onun ele geçirmesine izin vermedik. Geçtiğimiz birkaç on yılda, ego yaptığımız her şeyi devraldı ve başkalarıyla ilişkilerimiz artık sadece kendimizi inşa etme arzusuna değil, çoğunlukla olmasa da büyük ölçüde incitme, aşağılama ve hatta başkalarını yok etme arzusuna dayanmakta. Ego bir kez yıkıma odaklanmaya başladığında, her şeyi mahveder. Bu gerçekleştiğinde, bizi başka bir dünya savaşına sürüklemeden önce, ona veda etmenin zamanı gelmiştir.

Bunu hala anlamıyoruz; hala egonun bizim arkadaşımız olduğunu düşünüyoruz, ancak tüm ebeveynlerin çocuklarına söylediği gibi, “Kötü arkadaşlıklardan uzak durun!” Ego artık kötü bir arkadaştır çünkü herkesle savaşmak ve herkesi yok etmek için, sorunlardan başka bir şey aramaz, bu yüzden ondan uzaklaşmalıyız yoksa bizi de beraberinde sürükler.

Bir alternatif var: İleriye giden yol, el ele vermek ve güçleri birleştirmektir. Ego bu şekilde tatmin olmayabilir çünkü kimseyi yok etmeyeceğiz, ancak egolarımızın aksine geleceğimizde güven, neşe ve kendimize güven kazanacağız. Günümüzde, yalnızca birleşmiş bir toplum gelişebilir. Sadece farklı geçmişlere, inançlara ve ideolojilere sahip insanlar el ele verdiklerinde, dünyadaki değişen koşullara uyum sağlayabilecek hayati ve esnek bir toplum yaratabilirler. Yalnızca tek bir ideoloji hüküm sürdüğünde, hızla katı ve kırılgan hale gelir ve çok geçmeden çöker. Nazi Almanya’sı, Faşist İtalya ve Komünist Sovyetler Birliği’nde ne olduğuna bir bakın, başarılı olmak için çeşitliliğin bir gereklilik olduğunu ve egonun hüküm sürdüğü yerde çeşitliliğin gelişemeyeceğini anlayın. Egoyu tahttan indirmenin zamanı geldi.