Category Archives: Yaradan

Verme Arzusu

Soru: “Verme arzusu” diye bir ifade var. Bunun kökü, niteliği ve gelişimi nedir?

Cevap: Bu vermek istediğimde duyduğum arzudur, ihsan etme arzusudur. İhsan etme arzusundan (Yaradan) ve alma arzusundan (yaratılmış varlık) başka bir şey yoktur.

Etrafımızda somut eşyalar ve nesneler görmemiz bir yanılsamadır ve bütün bunlar aslında mevcut değildir. Başlangıçta tek bir arzu vardı, daha sonra alma arzusu yaratan Yaradan, ihsan etme arzusu. Bu iki arzu birbirinin karşısında yer alır.

Alma arzusuna bağımsızlık vermek için, o kendisi için niyetiyle yaratılmış ve geliştirilmiştir. Kendi iyiliği için arzu hissettiği ölçüde yani ego, Yaradan’dan ayrıdır.

Kişi Yaradan’dan uzaklaştıkça, alma arzusu aynı zamanda bir şeyden kopuk olduğunu hisseder ve şunu merak eder: “Neden varım? Bana neler oluyor? Beni kim yönetiyor? ”

Bütün bu sorular boş, cevapsız kalır ve sonra şöyle bakmaya başlar: “Beni kim, ne için ve neden yarattı?” Yavaş yavaş harekete geçmeye, onun kaynağını aramada ilerleme kaydetmeye başlar ve sonunda ihsan etme arzusunu bulur.

Kişi, çevresinde başka bir arzunun, bir ihsan etme arzusunun var olduğunu anlamaya başladığında, ancak kendi içinde var olduğunu ve ihsan etme arzusunda olduğunu hissetmediğinde, onda her türlü çatışma ve kararlar gerçekleşir. O zaman kendisinden çıkmak ve Yaradan ile temas içinde olmak isteyen yaratılmış bir varlık hakkında konuşabiliriz.

Soru: Gruba girene, kişiye başlangıçta, orijinal arzu olan verme arzusu mu verilmiştir?

Cevap: Yaradan, bir kişiyi Kendisine doğru ittiğinde ve onu Kendisine yaklaştırmak istediğinde, ona böyle arzular verir. Bir tür insanı cezbeder, onunla flört eder.

 

“Exodus (Göç) 12:38′ deki Karma Çokluk Kimdi?” (Quora)

Bir ulusu – bir insanın içinde ve dışında – üç kısma ayırabiliriz. Yaradan’ı arzulayanlara “İsrail (Yaşar-Kel)” denir. “Mısırlılar” olarak adlandırılanlar maneviyatla ilgilenmezler ve bunun yerine maddi yaşamlarıyla ilgilenirler. Karma çokluk, bir yandan Yaradan’dan korkan, diğer yandan da Yaradan ile bağlarını bencilce kullanmaya çalışanlardır.

Çoğu insan Yaradan’a veya daha yüksek bir güce inanır. Kişinin Yaradan’a olan arzusunu ifade eden değişik metot ve öğretiler vardır. Ateistlerin bile Yaradan’la bağlantı kurmayı arzulayan içsel bir noktası vardır ve bu, onların varoluş için en içte mantıklı düşünmelerini tanımlar.

İnsanlar iki türe ayrılır: Biri hayatta güven ve başarı kazanmak için, Yaradan ile bağlarını kullanan dinlere ve diğer inanç yöntemlerine bağlı olanları tanımlar. Diğeri ise, bu hayatta Yaradan ile bağlarını keşfetmek isteyenleri tanımlar. Yaradan’ın ifşasını talep ederler ve O’nu kendi içlerinde keşfetmek isterler. Beş duyuyla algıladığımız, cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinin üzerinde ek bir gerçeklik katmanı ortaya çıkarmak isterler.

En derin ruhsal özlemimiz, Kabala metodu ile gerçekleştirilebilir. Bizi gerçekte her şeyi belirleyen en yüksek yönetim gücünün hissine götürür. Kabala bilgeliği, biz bu dünyada hayattayken bizi böyle bir edinime hazırlayabilir.

Öyleyse insanlar, tek arzuları kendilerine hizmet etmek olduğunda, karma çokluğun Yaradan’dan – mutlak sevgi ve ihsan etme niteliğinden – korktuğunu nasıl düşünebilirler?

Yaradan’la bağımızı bencilce veya özgecil bir şekilde kullanabiliriz. Yaradan ile bencil bir bağ, bizi Yaradan’a doğru tüketiciler olarak konumlandırır. Böyle bir bağ sürekli olarak kendimizi hedefleyen bir tatmin talep etmemize neden olur. Bu yalnızca, yaşama karşı doğamız gereği bencil eğilimimizin bir devamıdır. Yaradan’ı bencilce hedeflerken, gerçekte korktuğumuz her şeyi kapsayan bir güç olduğunu kabul ederiz, ancak bilinçli olarak böyle bir kabul için bir ödül talep ederiz. Öyleyse bu hayatta ve / veya sözde öbür dünyada ödüllendirileceğimizi umarız. Yaradan’la böylesine bencil bir ilişkiye “karma çokluk” denir.

Mısırlılar (Tora’da), Yaradan ile bağı olsun ya da olmasın sadece iyi bir yaşam isterler. Bu dünyada gözlemlediğimiz basit tüketici tutumu budur. Belirli emirleri ve eylemleri yerine getirebilirler, ancak bu tamamen özgecil olmak için değildir yani “Komşunu kendin gibi sev” ana buyruğunu gerçekleştirmek için değildir.

Karma çokluk, Mısır’dan çıkışı yani bencil egodan çıkıp başkalarıyla sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı içeren bir hayatı yaşamayı reddeden egoist arzulardır, Kızıldeniz’i geçemezler ve Mısır’a dönmek isterler. Mısır’daki kölelikten kaçmak isteyenleri yani ego tarafından kontrol edilenleri durdurmak için ellerinden geleni yaparlar. Yaradan kadar özgecil ve sevgi dolu olmaya çabalayanlarla aynı doğrultuda yaşarlar.

Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olma yolunda olanlar, yolda “karma çokluk” olarak adlandırılan arzularla karşılaşmak zorundadır çünkü bu arzular sonuçta Yaradan’la bağ kurma konusundaki gerçek arzumuzu diğerlerinden ayırt etmemize yardımcı olur: tüm memnuniyet ve iyiliği Yaradan uğruna olmasını istemek dışında,  kendimize yönelik bir ödül istemeyiz.

Her insanda, her manevi derecede geniş bir arzu yelpazesi ortaya çıkar. Bu arzuları nasıl kullanacağımızı ve bunları Kabalistik kaynakların yardımıyla nasıl çözeceğimizi öğrenebiliriz, yani, Malhut (alma) ve Bina’nın (ihsan etme) niteliklerini ayırmak ve ihsan etme niteliklerinin değerini almanınkilere göre yükseltmek için. Bu, Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olmak için, birbirimize olumlu bir şekilde bağlanmayı hedeflediğimiz, manevi olarak destekleyici bir ortama girerek yapılır.

Birlikte Haykırmak

Eğer Yaradan’a tek başıma haykırırsam, yakarışım kaçınılmaz olarak egoist olacak ve cevapsız kalacaktır. Ancak grubun içinden haykırırsam, mutlaka oraya başkalarının arzuları da eklenecek ve bu ölçüde talep duyulacaktır. Bu nedenle, tek başına Yaradan’a dönmenin bir anlamı yoktur çünkü bu şekilde kişi kendini inşa değil yok eder.

Birlikte Yaradan’a dönmemiz ve O’ndan bağımızı gerçekleştirmesini istememiz gerektiği açıktır. Bu bağdan, O’na daha büyük bir güçle dönebiliriz ve birbirimize karşı ve bizden Yaradan’a karşı, karşılıklı ihsan etme için güç isteyebiliriz.

Aramızdaki Mısır’dan çıkarız, aramızdaki Son Deniz’i (Yam Suf) geçeriz, aramızdaki çölün içinden geçeriz, aramızda olacak olan Tora’yı alırız. Böylece, hepimiz karşılıklı ihsan içinde bağ kuruncaya kadar ilerleriz ve bu ihsanın ışığında, şimdiki dünyamız gibi değil, milyarlarca kez daha büyük, sonsuz genişlikte yeni bir dünya görmeye başlarız.

Ayrıca bu, sonsuz ve mükemmeldir, her şeyi hissettiğimiz, anladığımız ve asla yorgun hissetmediğimiz, hiçbir zorluk ve engel olmadan ilerlediğimiz bir dünya. Bütün bunlar sadece aramızdaki bağa bağlıdır.

Pesah, Mısır’dan çıkış, Firavun, Nahşon’un denize atlaması – bunların hepsi onlunun içinde gerçekleşir. Her bir durum dostlar arasındaki ayrılıkla başlar ve birliğimizin ölçüsünde, üst gücü, Yaradan’ı ifşa ettiğimiz onluda tam bir bağ ile sona erer.

Büyük olaylardan – Kızıldeniz’in ayrılması, yaşam ve ölüm, sert savaşlar hakkında – konuştuklarında tüm bunlar sadece onlunun içinde var olur. Tüm bu durumlardan geçen On Sefirot‘un bir manevi Partzuf’undan başka hiçbir şey yoktur.

Twitter’da Düşüncelerim / 13 Nisan 2021

Grubu dünyadan daha önemli kılmalıyım ki beni yukarı çeksin, tıpkı dünyanın beni beş para etmez değerleriyle içine çekmesi gibi. Üst gücün grup içinde nasıl işlediğini hissetmek zorundayım.

O zaman grupta Yaradan’ın yüceliği hakkında konuşmalıyım çünkü büyük olanın önünde kendini iptal etmek kolaydır.

Mısır Karanlığı

Yorum: Sekiz Mısır vebasından sonra dokuzuncu darbe gelir: Mısır karanlığı. Eğer doğru anlıyorsam, bu, şu anki koşulu içinde bir kişinin tam bir haz eksikliği hissettiği anlamına gelir.

Benim cevabım: Daha ziyade umutsuzluk olduğunu söyleyebilirim; kişi önünde hiçbir şey olmadığını ve geride hiçbir şey kalmadığını anlar, ancak bu durumda kalmayı kabul eder.

Her veba, ihsan etme niteliğini, sizin için kabul edilebilir tek nitelik olarak kabul ettiğiniz bir koşuldur. Görünüşe göre, şimdi karanlıkta bir kimseden istenen tam ihsan içinde, kişi bunu kabul eder.

Soru: Karanlığı nerede hissediyor? Egoizminin içinde mi?

Cevap: Evet. Egoizm artık ona hiçbir şekilde ilham veremez, artık hiçbir şeye yönlendiremez. Kişi, bunun büyük bir kötülük olduğunu, onun sadece elimine edilebileceğini,  ondan beslenemeyeceğini, onun içinde gelişemeyeceğini anlar çünkü bu durum içinde hiçbir şey inşa edemez.

Prensip olarak on vebanın tümü, ruhumuzu oluşturan on egoist arzudan on vazgeçiştir.

Soru: Kişi karanlık hissettiğinde bu depresyon değil midir?

Cevap: Hayır. Asla! Yaradan’a ancak bu şekilde ulaşabileceğini anlayan bir kişinin ileri doğru güçlü bir hareketidir.

 

Musa’nın Elindeki Asa

Musa, bir kişinin tüm arzularını ortaya çıkarmak isteyen bir güçtür. İyi olmaya, maneviyat ve ihsan etme özlemine, dostlarımla bağ kurmaya, herkesi sevmeye ve bu dünyanın pisliği üzerine yükselmeye karar veririm. Karar verdim! Ama bir sonraki an iyi niyetimi unuturum ve her şey yine eskisi gibi devam eder. Bu herkesin başına gelir. Öyleyse ben ne yapacağım?

İlerlemeye ve insanların diğer tüm arzularını çekmeye karar veren güce Musa denir. Ve Musa diğerlerini kendisiyle birlikte çıkaramayacağını görür. Sonra Yaradan’a: “Ama bana inanmayacaklar!” diye yakınır.

Bedeninizi, çalışmak için yataktan kalkmanız, dostlarınızla bağınızı güçlendirmeniz ve bağlantınız üzerinde birlikte çalışmanız gerektiğine ikna edersiniz. Kalbimi ikna etmeye çalışırım, ama o beni dinlemek istemez. Ricalarımdan etkilenmez, yani bunun yapılması gerektiğine inanmaz.

O zaman Yaradan, Musa’ya asayı yere atmasını emretti, asa bir yılana dönüştü. Musa çok korktu ve kaçtı. Gerçek şu ki, sadece iki durum vardır: egoizm veya kutsallık ve orta yol yoktur. Eğer onu yere atarsan, aynı asa yılana dönüşür.

Maneviyata bu dünyanın değerlerinden daha fazla değer vermezsem, o zaman asam bir yılana dönüşür ve tabi ki manevi yoldan kaçarım. Bu nedenle maneviyatın değerini görmesem bile onu arttırmalı, yılanı kuyruğundan tutmalı, kaldırmalıyım ve o, asa haline gelecektir.

Asa mı yoksa yılan mı olduğu sadece kişinin kendisi tarafından belirlenir. Yani, ya maneviyata, bağa ve ihsan etmeye ya da bedenselliğe, dostlarımdan ve ihsan etmekten ayrılığa doğru, nasıl ilerleyeceğime ben karar veririm ve buna asa ya da yılan denir. Her şey neye daha çok ya da daha az değer verdiğime bağlıdır, yani öncelikler ölçeğime göre çalışmam gerekir.

Bu çalışma esas olarak dostlarımın maneviyata ne kadar değer verdiğinden etkilendiğim onlu içinde yapılır. Herkes, maneviyatın onun için bedensellikten çok daha önemli olduğunu dostlarına göstermekle yükümlüdür ve bu nedenle: “Her biri dostuna yardım etti.” denir. Bu en önemli şeydir.

Yılan, benim için tüm niyetleri temsil eder ve üstlerinde olmak için onları başından tutmalıyım.

Yaradan, Musa’nın gelişmesi ve ilerlemesi için, ona asayı vererek öğretir. Bu, bedenselliğin her zaman maneviyattan daha düşük önemi olacağı anlamına gelir ve bu da yolu açacaktır. Fakat maneviyatın önemini yüksek tutmazsanız ve asayı yere atarsanız ve maneviyatın özellikle önemli olmadığına, cennetin dünyadan daha önemli olmadığına karar verirseniz, o zaman asa hemen bir yılana dönüşecektir. Bu şekilde Yaradan, manevi yükselmenin korunması gerektiğini gösterir.

 

“Kutsal Kitaptaki İlk Emrin Anlamları Nelerdir: ‘Sizi Mısır Topraklarından, Kölelik Evinden Çıkaran Efendiniz Tanrınız Ben’im. Benden Başka Tanrınız Olmayacak’ Mı Demek? ”(Quora)

Bu en temel emirdir. Bu, dünyada her şeyin üstünde ve ötesinde olan tek bir güç olduğu anlamına gelir. Bu güç bizi doğanın cansız, bitkisel ve canlı seviyelerinden, İbranice’de “Adam” olan, “konuşan” veya “insan” olarak adlandırılan seviyeye kadar geliştirir.

“Adameh le Elyon” dan (“en yüksek olana benzer”) gelen Adam (“insan”), doğanın her şeyi kapsayan gücü olan Yaradan’ı anlayan ve onunla bağlantı hisseden kişidir.

İnsanlık bilim, teknoloji ve sanattaki ilerlemesine rağmen, insanlığın büyük çoğunluğu hayvansal seviyede var olmaktadır. Hayvansal seviye yani hayvan halimiz, başkalarına ve doğaya fayda sağlamaktan ziyade kendi kendine fayda sağlamaya yönelik temel düşüncemizi tanımlar. Başka bir deyişle, doğuştan gelen egoist doğamızda hapsolduğumuz zamandır.

Bizler egoist doğamızdan yani “Mısır topraklarından, kölelik evinden” çıkabiliriz ve gerçeklikte daha yüksek gücün yani Yaradan’ın ya da emirde yazıldığı gibi “Ben senin Efendin Tanrınım” ın etkisini kabul ettiğimiz insan seviyesine yükselebiliriz.

Sonsuza Kadar Mısır’da Kalmayın

Sonsuzluk ışığına ulaşma arzusunu nereden bulabiliriz?  Şimdi sonsuz bir ışık okyanusundayız, ancak bundan yoksun olduğumuzu düşünüyor muyuz?  Asla.  Bizler, önümüzde gördüklerimizi, egoizmimiz tarafından algılanabileni arzuluyoruz.

Ve işte bu yüzden İbrahim Yaradan’a sordu: “Onu miras alacağımı nasıl bileceğim”, çünkü onlar Kelim [kaplar] ya da oğullarıma vereceğinizi bana gösterdiğiniz büyük mirasa ihtiyaç duymuyorlar;  ihtiyaçları yok.”  Sıradan bir insan bu tür düşünceleri nereden alır, çünkü sadece sessiz bir hayat istiyor ve başka bir şey istemiyorlar?

Ancak Yaradan şöyle der: “Hayır!  Sizin için tüm kötülüklerin özü olarak Mısır sürgününü hazırladım.  Bu döneme girecek ve öyle arzular edineceksiniz ki onlardan kurtulmak isteyeceksiniz.  Size zararlı olduklarını hissedeceksiniz.”

Bir yandan onlardan kurtulmak için güç yok, diğer yandan onların içinde kalmak imkansızdır.  Sürgün öyle bir hapishanedir ki sizi boğan, nefessiz bırakır ama ondan o ölçüde de kaçamazsınız ki egoizm sizi boğar.

Ve sadece, her şeyi kendisi için almak olan egonuz için çalıştığınızı görürsünüz.  Sanki deliklerle dolu bir kovadan içmeye çalışıyormuşsunuz gibi: suyu alırsınız, susuzluktan ölürsünüz, ağzınıza getirirsiniz ve o boştur.  Ve sonra bu hapishaneden kaçmaktan başka çare kalmaz.

Egoist olarak kalan ve vermeyi öğrenmek istemeyen kişiye Yahudi değil Mısırlı denir.  Ne de olsa Yahudi birlik (Yihud) demektir ve bir Mısırlı, birlik için çabalamaz ve Mısır’da kalır.

Yaradan tüm bunları İbrahim’e açıkladı.

Twitter’da Düşüncelerim / 6 Nisan 2021

Toplumda işleyen iki güç vardır: birleşme gücü, sevgi, yakınlaşma, diyalog, işbirliği ve insanları ayıran, onları birbirine düşüren ve rekabet yaratan güç. Bu gelişmelerin her birinin dönemleri vardır. Bu tür süreçleri kontrol edemeyiz.

Ne birbirimizle birleşemeyiz , birlik olmadan da var olamayız. Birbirimizi yenemeyiz ve kendimizi kötülüğün, egoizmin gücünden de kurtaramayız. Bir çıkmazdayız ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ancak öyle ya da böyle sonucu değiştirme fırsatımız var.

Birleşme, insanın arzusu içinde gerçekleşir. Tüm arzular birleşir ve tek arzuda Üst güce benzemeye başlar. Her şey benzerliğe gelir: “Aşağıda” insanlar ve “yukarıda” doğanın Üst kuvveti. Aralarında temas ve destek geliştirirler ve birbirlerini hissetmeye başlarlar.

Üst güç, doğanın genel gücüdür. Tüm doğa bir programdır, tüm parçaları birbirine bağlıdır ve birleşiktir. Üst Güç ile uyum bize iyi bir gücün içinde yaşama hissini verir – herkes yaptığı her şeyde başarılı olabilir, çünkü bunların hepsi birleşmeyi amaçlamaktadır.

Dünyamızda, gerçek bir yalandır. Onsuz yaşayamayız. 1 Nisan Şakası sadece yılın bir günü değil. Yıl boyunca sürekli birbirimize yalan söylüyoruz. Kötü eğilim, egoizm bizi yalan söylemeye zorlar çünkü birbirimize gerçeği değil, bize faydalı olanı söylemek istemeyiz.

Çevremizdeki her şey bir yalandır. Bir yalanı Yaradan’dan geliyor, bizi doğru safhaya yönlendiriyor gibi ele alırsak, o zaman bizim için bu yalan gerçeğin bir parçasıdır. Beni gerçeğe götürürse bir yalanda olmaya hazırım.

Sonra anlayabilirim, hissedebilirim ki o beni değiştirecek, beni gerçeğe götürecek.

Yaratan Üst Güçtür ve gerçek O’nun programıdır. Program, ters formu, yalan içeriyorsa çalışabilir. Yaradan’da yalan, O’nun zıddıdır. Yaradan’ı anlamak için yaratılanlar iki formdan yaratılmalıdır: hakikat ve yalan.

Gerçek ile yalan arasında, Yaradan denen forma girebiliriz. “Bo-re” – “gel ve gör”. Bir yalandan geliyorum, O’nun zıt halinden, O’na, gerçeğe. Tüm edinim gerçeğin açığa çıkmasıdır. Gerçek, her şeyi keşfettiğimiz ve hissettiğimiz yaşamın kaynağıdır.

Ruhsal ilerleme, birbirimize karşılıklı dahil olmamız yoluyla gerçekleşir: aramızdaki mesafe ne kadar küçükse, Yaradan’a o kadar yakın oluruz. Bunun aynı mesafe olduğunu hissetmeye başlayacağız. Ve sonra, bizi ayıran Firavun’un bizim iyiliğimiz için çalıştığını göreceğiz.

 

 

Yaradan, Firavun’u Bize Getiriyor

Bu dünyadan manevi dünyaya yükseliş, Yaradan’ın yardımına giderek daha fazla ihtiyaç duyduğumuz gerçeği sayesinde gerçekleşir. Ve O’nun niteliklerini edinmemize yardım etmek için, Yaradan bize kalbin yükünü, O olmadan baş edemeyeceğimiz hissini verir. Her yerde, herhangi bir manevi koşulu yerine getiremeyeceğimize inanırız.

Ama biz de Yaradan’a soramıyoruz; nasıl yapılacağını bilemiyoruz. Bu inanç eksikliğini gösterir. Yani, Yaradan’ı hissetmeyiz, O’nun var olduğunu ve bize yardım etmeye hazır olduğunu hissetmeyiz ve sadece O’nun yardımıyla manevi koşulları yerine getirebilir, bağ kurabilir, ihsan edebilir ve dünyayı tek kaynaktan yaratılmış olarak görebiliriz.

Bu nedenle, birbirimizle ve Yaradan ile bağ kurmamıza izin vermeyen kötülük gücümüzü daha fazla açığa çıkarmamız gerekecek. Ve bağ kurma ve ihsan etme yeteneğimiz olmadığını hissettiğimizde, bunun, Yaradan’ın bize aramızda duran ve bizi duvara götüren Firavunu gösterdiği, bağa doğru ilerlememizi ve tek kalp tek adam olmaya yaklaşmamızı engellediği anlamına gelir.

Ve tüm bu kalbin yükü, Yaradan’a inanmamanın, yani bu gücün var olduğu ve önümüze her türlü engeli koyanın sadece bu güç olduğu duygusunun yokluğunun bir sonucudur.

İçsel çaresizliğimizden emin olabilmemiz için egoizmimiz olan Firavun’u bize karşı koyan Yaradan’dır. Harekete geçmem gerekir ama yapamayacağımı hissederim, egoizmimi en küçük şekilde bile alt edecek gücüm yoktur.

Ve ne kadar ileri gidersek, o kadar zayıf hissederiz, en ufak bir ihsan etme eylemini gerçekleştirmekten aciz kalırız. Ama Yaradan bunu, Mısır’da köleliği altında olduğumuz Firavun’un gücünün üzerimizdeki tam gücünü gösteren egoizme dalmamız için kasıtlı olarak ayarlar. Sadece Yaradan bizi egoizmden çekerek kurtarabilir, başka herhangi bir güç değil. Bu nedenle, Yaradan’ın bize verebileceği ihsan etme gücüne giderek daha fazla ihtiyacımız var.

Bu iki güç, Firavun’un gücü ve Yaradan’ın gücü birbirine karşı durur ve Musa, ortadaki güç, Yaradan’ın tarafına doğru ağır basmak ve Firavun’un kontrolünden çıkmak için onun üzerine yükselmek isteyen bizizdir. Ancak bu kuvvet çok zayıftır. Ve ancak Yaradan’a olan inancımızın ölçüsünde, bizi Firavun’un elinden kapıp kurtarabileceği gerçeğiyle, iyinin gücünün kötülüğün gücü üzerindeki hakimiyetini kurabiliriz.

Yaradan, Firavun’un gücünü uyandıran on darbe gönderir. Musa’ya: “Firavun’a gelin, çünkü onun kalbini katılaştırdım” diyor. Ve neden Firavun’u katılaştırarak onu daha da güçlü kılıyor?

Musa, Firavun’dan kaçmak ve bizi egoizmden çıkarmak isteyen güçtür. Musa, kendi başına çıkamayacağını, ancak Yaradan’a sarılması gerektiğini, bir bebeğin tüm gücüyle annesine sarılması gibi, O’na sarılması gerektiğini anlar. Kendini güvende hissetmesinin tek yolu budur.

Her iki güç de Yaradan’dan gelir: verme gücü ve alma gücü. Sadece ihsan etme gücünün, alma gücüne üstün gelmesi ve pratik ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmemize izin vermesi için dua etmek bize düşmektedir.

Ve özgecil eylemlerde bulunmayı öğrendiğimizde, Yaradan’ın varlığını, O’nun gücünü ve yardımını hissedeceğiz. Böylece, daha sonra manevi bir kap, ruhumuzu, bir manevi grup formu oluşturacağımız ihsan etme arzularımızı toplamaya başlayacağız.

Bu nedenle, asıl mesele, Yaradan’ın ihsan etme uğruna manevi bir eylemi gerçekleştirme, onu gerçekleştiremememizin farkına varma ve yardım için Yaradan’a dönme ihtiyacını nerede aldığımızı düşünmektir. Sonra bu gücü O’ndan alırız ve ihsan etme eylemini gerçekleştiririz. Egoizmin üzerine bu yükselişe Mısır’dan göç denir.