Category Archives: Yaradan

Yaradan’ın Tüm Planını Anlayın

Soru: Ortak ruhu parçalamak neden gerekliydi?

Cevap: Yaradan’ın ne amaçladığını anlamak için.

Diyelim ki güzel bir heykeli ya da muhteşem bir şeyi, muhteşem bir doğa eserini alıp küçük parçalara ayırıyorsunuz. Yaradan gibi, mükemmelliği bozarsınız. Adam böyle yaratılmıştır.

Yaradan, Sevdiğini, Kendi biricik eserini alır ve milyarlarca parçaya ayırır. Neden? Nasıl? Dünyayı neden bu kadar kötü, bu kadar korkunç yarattığını anlamıyoruz. İnsanı çok korkunç, çok alçak yarattı. Yüce, mükemmel, ebedi Yaradan, Kendisine tamamen zıt bir şey yarattı ve yine burada acı çekmemizden zevk mi alıyor?!

Bu nasıl olabilir? Herhangi bir düşmana içinde var olduğumuz bu halimizi dilemem: Bu kusurlu, önemsiz, aşağılanmış, bir şekilde kendimizi yerine getirmeye çabaladığımız bu durumu. Bu korkunç bir durum! Ebedi ve mükemmel olan Yaradan’dan, her şeyi yapabilen güçten bahsediyorsak, birdenbire böyle bir şey mi yarattı?!

Bunun nedeni, kendimizi bu bozuk durumda görmemiz ve bunun en iyisi olduğunu anlamamamızdır. Kendimizi bu durumdan yavaş yavaş bir araya getirmeye başlarsak, kendimizi Yaradan’ın benzerliği içinde toplayacağız. Üstelik bu çalışmadan Yaradan’ın kim olduğunu anlayacağız.

Yaradan’ın tüm planını anlamaya başlayacağız: Neden Kendisini başlangıçtaki mükemmellikten en zıt seviyeye indirmeye karar verdi ve bize bu mükemmelliği kendimizden yavaş yavaş yaratma fırsatı verdi?

Yaradan seviyesine yükselmek isteyen insanlar hayatın anlamını, acı çekmenin anlamını: “Ne için? Hayatımızın anlamı nedir? Ne hakkındadır ve amacı nedir?” diye merak ederler:

İçlerinde bu önemli sorular ortaya çıktığında ve hayat artık onlara gülümsemediğinde, ona bir cevap bulmaları gerekir. Diğer hiçbir şeyin tadı olmadığını hissederler ve geriye kalan tek şeyin uyuşturucuya, alkole dalmak ya da bu monotonluğu unutmak olduğunu düşünürler. Böylece, bu tür insanlara, Kabala bilimi denen mükemmelliğe ulaşmanın bir yöntemi olduğu yukarıdan gösterilir.

Bu yöntem binlerce yıldır gizlenmiştir. İki bin yıl önce yazılmış olan Zohar Kitabı, bunun iki bin yıl sonra ortaya çıkacağını söyler yani dünyamızın ve varlığımızın kusurlu olduğunu anlayacak kadar olgunlaştığımızda, kendimizle hiçbir şey yapamayacağımızı ve tam bir umutsuzlukla karşı karşıya kaldığımızda.

Yani bu Kitap kişiyi bulacak ve diyecek ki: “Ellerini hayal kırıklığıyla havaya kaldırdığından emin misin? O zaman sana yolu göstereceğim.”

Bu Dünyada Olmanın Amacı

Bu dünyada insanın çalışmasının amacı, komşusunu kendisi gibi sevme noktasına kadar, bütün insanların tam bir bütünleşmeyi başarmalarıdır. Böylelikle insan, Yaradan’ın yarattığı ortak manevi kap olan ruhunu yeniler.

Bu manevi kapta (Kli) iki karşıt gücün birleştiği ölçüde – ayrılık ve bağ, alma ve ihsan etme – kişi, ışığın karanlığa karşı avantajı olarak Yaradan’ı ifşa eder. Yaratıcı (Bore) demek, gel ve gör (Bo-Re) yani karanlıktan gelen ışık olarak ortaya çıkan kavram demektir.

Kimse tek başına ıslaha ulaşamaz çünkü başlangıçta, daha sonra en küçük parçacığa, her birimizdeki en küçük manevi kıvılcıma kadar parçalanmış olan, sadece tek bir ortak ruh, Adam HaRishon yaratıldı. Biz, herkeste var olan manevi noktaları, ışık kıvılcımlarını birleştirmek için bu dünyada varız.

Bununla birlikte, bu nokta herhangi bir gelişme yönünü, hangi yönde ilerleyeceğimizi ve onunla ne yapılacağını göstermez. O sadece bu dünyanın üstünde olan manevi bir şeye ufacık bir ihtiyaç uyandırır. Ama tam olarak ne olduğunu, kişi anlamaz. İşte bu yüzden Kabala çalışmaya gelen insanlar kendilerini neyin getirdiğini, tam olarak neye sahip olmadıklarını ve nereye çekildiklerini anlamazlar.

Ve bu dünyadaki günlük yaşamımızda bile, bazı başarılar için sürekli bir yarıştayken ve hobileri birbiri ardına değiştirirken, insanlar da onları neyin çektiğini ve ittiğini gerçekten anlamıyorlar. Ama aslında, bizi son ıslaha götürmek isteyen aynı kıvılcım, kişiyi bu işi yapmaya, ona diğer kıvılcımlarla birleşme fırsatı vermeye ve böylece onlu adlı ilk Kli‘yi toplamaya zorlar.

Ve sonra bu parçalar onluya katılacak, diğer onlularla birleşecek ve sonunda tam bir ıslaha geleceğiz. Ancak o zaman sonsuz ve mükemmel yaşamı, Yaradan olarak adlandırılan doğru gerçekliğin tüm bilgisini ve hissini keşfedeceğiz. Böylelikle en başından beri bizi yönlendiren, çeken ve ileriye iten noktanın farkına varmış olacağız.

Bu iş için fiziksel onlular organize ediyoruz. Dünyamız, bizim gözümüzün önünde bulunan, erişilebilir bir şeyden başlama fırsatı vermek için var. Manevi ıslahtan önce bile, maddi bir sistem yaratma ve Kabalistlerin tavsiyesine göre onun içinde çalışma fırsatına sahibiz: fiziksel onlular organize etmek ve onlara olabildiğince manevi nitelikler eklemek.

Üst ışığı ve Yaradan’ı hissetmeden bile, on kişiden oluşan küçük bir fiziksel grup içinde çalışabilir, bizi yavaş yavaş birleştiren ve manevi nitelikleri, onludaki yükselişleri ve düşüşleri ortaya çıkaran üst ışığı uyandırabiliriz.

Tüm bu değişimlerden defalarca geçeriz: ışıktan karanlığa ve karanlıktan ışığa, aydınlık ve karanlık ruh hallerinin dalgalanmaları yoluyla. Ve sonra, ruh hallerinin üzerine yükseliriz ve başkalarına ve Yaradan’a olan yakınlığımızı veya yabancılaşmamızı, ihsan etme veya alma konusundaki bağlılığımızla yükseliş ve düşüşleri değerlendiririz. Böylece yavaş yavaş yeni değerler elde ederiz – bu dünyadan değil, manevi dünyadan.

Bizler, hangi eylemlerin ıslah eden ışığı çekebileceğini yani bizi etkileyecek ve bizi daha fazla birbirine bağlayacak genel ışığın gücünü öğreniriz. Bağ, ortak ruhu canlandırmak için gerekli olan ve onu bir araya getirmemize imkan vermek için kasıtlı olarak parçalanmış olan tek ıslahtır.

Ruhun çatışan, zıt ve uzak kısımlarını birbirine bağlamaya çalışarak, ihsan etme niteliğinin ne olduğunu ve Yaradan’ın kim olduğunu inceler ve mükemmel ve ebedi yaşamı ifşa ederiz.

Yaradan’ın İsimlerinin Özünü Anlamak

Soru: Üst güç hakkında konuştuğumuzda, sadece tek bir kelime kullanırız: Yaradan, yani yaratan biri. O’nun tüm isimlerinin özünü anlamak mümkün mü?

Cevap: Şimdi bununla ilgilenmenizi tavsiye etmem çünkü Yaradan’ın isimleri, bir kişinin ediminin dereceleriyle doğrudan ilişkilidir. Bunun nedeni, ruhun manevi dünyanın seviyelerinde yükselirken onların her birinde farklı isimler, tanımlar ve kodlar almasıdır.

Bu, orduda görev yapan ve rütbeler alan birine benzer: çavuş, teğmen, albay, binbaşı, general vb. Ve seviyelerin her biri kişinin ilerlemesini gösterir. Kişi burada da, ediniminin seviyelerine göre Yaradan’ı farklı isimlerle adlandırır. Bundan daha fazlası değil.

Yaradan’ı ifşa ederek ve O’na farklı isimler vererek (iyilik yapan, acımasız, inatçı, yardımsever),  O’nun ifşa ettiğiniz özelliklerini belirtirsiniz.

Ve O’nda, O’nun tüm özellikleri tek bir basit formdadır: sadece yaratılanları yükseltmek ve haz vermek amacıyla. Ama siz onları tek tek ifşa ediyorsunuz ve O’na farklı isimlerle hitap ediyorsunuz. Dolayısıyla bunlar Yaradan’ın isimleri değil, kişinin Yaradan’ı nasıl hissettiğidir. Bu tıpkı bir çocuğun bugün işlediği bazı suçlardan dolayı annesi onu azarladığı için, annesine kötü anne demesine benzer. Ama anne gerçekten kötü müdür?

Dolayısıyla, bu kelimeleri, isimleri ve unvanları Yaradan’ın Kendisine atfedemeyiz, ancak kişinin henüz düzeltilmemiş halinin bir sonucu olarak hissettiği şeye atfedebiliriz. Yaradan’ı tam olarak edindiğimizde, o zaman O, sadece iyi ve iyilik yapan olacaktır.

 

Yaratılan Bağımsız Mıdır?

Soru: Yaratılış, Yaradan’ın eylemlerinin bir ifşası mıdır? Yaratılan bağımsız mıdır? Yaradan’dan özgür müdür?

Cevap: Kesinlikle hayır! Yaradan’dan herhangi bir şey özgür olabilir mi? Başlangıçta, ışığın etkisiyle alma arzusunu, egoyu yaratan üst güç vardır. Ego ikincildir ve Işık ilktir. Doğada bundan başka hiçbir şey yoktur.

Onların arasında her türlü farklı eylem gerçekleşir. Hepsi birbirlerine zıttır ve bağ ve iletişim içindedirler.

Tek Bir Düşünceye Tutunmak

Soru: Tüm eylemlerimde ve yaptığım her şeyde Yaradan’a benzemek istediğim düşüncesine tutunmak doğru mu?

Cevap: Evet, ama bu düşünce size yardımcı olacak birçok başka düşünceye de yol açmalıdır. Örneğin, Yaradan’a benzemek için gruptaki dostlarımla bağ kurmak, herkesten aşağıda olmak ya da tam tersi, onları arkamda çekmek için herkesin üzerine yükselmek vb.

İlk düşünce ana düşüncedir, ancak onu bir ana düşünceye eklenen ikincil düşünceler takip eder. Kabala bilgeliğiyle ne kadar çok meşgul olursanız, Yaradan’a nasıl yakınlaştığınızı o kadar çok takip ederseniz, içinizde daha fazla ikincil düşünceler ve arzular ortaya çıkar, ama hepsi tek bir genel ortak integrale bağlanır.

Üst Dünyayı Nasıl Edinebiliriz?

Yorum: Yaradan’ı haklı çıkarmak için, O’nun yönetimini anlamalıyız. Ve O’nun yönetimini anlamak için, O’nun niteliklerine benzememiz gerekir. Bu bir kısır döngü gibi görünüyor.

Cevabım: Hayır. Sadece egoist dünyamızda bu böyle görünüyor ama maneviyatta değil. Maneviyatta “O’nu haklı çıkarmak için” diye bir şey yoktur. Maneviyatta sevgi ve ihsan etme arzuları üzerinde, bilginin değil inancın niteliği üzerinde çalışırım.

Maneviyata sıradan anlayışımla, aklımla ve maddesel duygularımla ulaşamam. İçimdeki maneviyatı sınırlayamam. Orada her şey onun fiziğini, yapısını vb. anladığım fiziksel dünyadakinden farklı bir şekilde gerçekleşir ve ben, içimde bir model inşa ederim ve bir şekilde bunun dünya olduğunu düşünerek, onun içinde yolumu bulmaya başlarım.

Manevi dünya bu şekilde edinilmez. O benim dışımda edinilir ve onu sınırlayamam. Eğer yaparsam, bu üst dünya değil, uydurduğum bir şey olur.

Yaradan’ın İsimleri – Manevi Yükseliş Ölçüsü

Soru: Kişi ne yapmalı, örneğin: Sizin için Yaradan iyidir ama benim için O korkunçtur.  Bu Yaradan’ın bizler için tamamen farklı olduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Elbette. Yaradan herkes için ve her an farklıdır.

Kabala bunu çok basit bir şekilde açıklar: Üst ışık mutlak durağandır. Onda hiçbir değişiklik yoktur, ancak tüm yaratıma baskı yapar ve yaratılışın her unsuru Yaradan’ı farklı isimlerle adlandırır.

Dahası, bizler Yaradan’ı iyilik yapan iyi, kötü, inatçı veya O’na verebileceğimiz adlar ne olursa olsun gelişi güzel adlandırmayız. Onlar sadece O’nu algılama şeklimizi gösterirler. Yani burada ıslahlar yapmak gerekiyor.

Yaradan mutlaktır. O’nun kötü olduğunu hissediyorsam, bu benim kötü özelliklere sahip olduğum anlamına gelir.

Bu nedenle, O’nun üzerimdeki tüm olumlu etkilerini kötü olarak yorumlarım. Öte yandan, Yaradan’a benziyorsam, O’nun üzerimdeki etkisini de o kadar iyi hissederim. Her şey, Yaradan’a ne ölçüde benzediğime bağlıdır.

Böylelikle, Yaradan’ın isimleri, manevi edinimimin derecesini, Yaradan ile manevi uyumluluğumu ifade eder. Ben ilerledikçe ve Yaradan’a yükseldikçe ve O’na daha çok benzedikçe, O’ndan daha olumlu bir şekilde bahsederim.

Bunu, Yaradan ile % 100 uyumluluğun (artı), Yaradan ile % 100 uyumsuzluğun (eksi) ve ortada nötr durumun (sıfır) olduğu bir ölçek olarak tasvir edebiliriz. Bu ölçekte nerede olduğuma bağlı olarak, niteliklerim, Yaradan’a ya daha zıttır ya da daha çok benzer. Genellikle tarafsız bir durumda doğarız ve yolumuza başlarız: biraz aşağı, biraz yukarı, biraz aşağı, biraz yukarı vb.

Soru: Öyleyse, “iyilik yapan iyi”den,  “kötüye ve en korkunç” olana gelebileceğimi mi söylemek istiyorsunuz? Yaradan’ın en olumsuz algısından, en olumlu algılamaya kadar böyle bir genişlik olabilir mi?

Cevap: Bu, olabilecek tek genişliktir. Tam ıslah seviyesine yükselmeden önce, tamamen zıt seviyedeyim. Hayat sürprizlerle doludur.

Farklı Arzulardan Bir Sistem Kurmak

Soru: İnsanlarda üst ışığı, Yaradan’ı edinme ve keşfetme arzusunu uyandırmak dünyamızda neden bu kadar zordur?

Cevap: Çok sayıda arzunun yoğunlaştığı bir sistem vardır. Başlangıç durumunda, tüm parçalar birbirine bağlıydı ve sistem kesinlikle dengeli bir sonsuzluk ve bütünlük durumundaydı.

Bundan sonra, bir kırılma meydana geldi yani sistemdeki parçalar arasındaki bağlantı ortadan kalktı. Sistemin bağlanmasını mümkün kılmayan bu kırık parçalara “egoizm” denir.

Bu neden iyidir? Bunun nedeni, yaratılanın Yaradan’dan uzaklaşması ve dolayısıyla içinde bağımsızlığın ortaya çıkmasıdır. Tamamen Yaradan’a benzeyen bir sistem O’na aykırı hale geldi.

Kırılmanın ardından, sistem dünyamıza doğru egoist gelişimini sürdürdü. Egoist güçlerin tüm sistem üzerinde tam kontrol sahibi olduğu bir duruma ulaştık. Ama Or Makif (Saran Işık), Yaradan, hala onun üzerinde işlemeye devam etmektedir.

Küçük bir egoizmden daha büyük ve daha büyük bir egoizme ve en büyük egoizme kadar, önce en dıştaki çemberi, sonra bir sonraki çemberi çıkararak ve izole ederek sistemi şekillendirmeye başlamaktadır.

Işığın etkisi altında, sistem ilk olarak doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinde toparlanmaya başladı. Ancak insan seviyesine ulaştığında, burada bir sorun ortaya çıktı çünkü burada, bulunduğumuz yerde bilinçli bir anlayış gerekliydi ve bunu bir araya getirmek ve yönetmek bize kalmıştı. Bu şekilde misyonumuz tamamlandı.

Bizim zamanımızdan başlayarak, sistem gelişmeyi durdurdu; cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerdeki bir önceki formlardaki gelişimini tamamladı ve insan seviyesine ulaştık. Bilinçli bir tutum, ne yaptığımıza dair bir anlayış, burada gereklidir. Yani basit olmayan bir zamanda yaşıyoruz.

Aramızdaki tüm çeşitli parçaları eski haline getirmeli ve yeniden inşa etmeliyiz, tüm sistemi tek bir bütün halinde toplamalı ve bir araya getirmeliyiz.

Bunu yapmak için birleşmeli ve onun sistemine katılmalıyız. Bunu nasıl yapabiliriz? İnsanlık sürekli kendini bir araya getirmeye çalışıyor çünkü doğa ve toplum onu buna doğru itiyor, ama hiçbir şey başarılı olamadı. Çünkü bunu yapmak için, bizi etkilemesi için daha yüksek bir gücü uyandırmalıyız.

Kabala Bilgeliği bize bu amaçla verilmiştir. Bizi şekillendirecek gücün nasıl çekileceğini açıklar. Sadece doğru bir şekilde sormamız, talep etmemiz gerekir. Sormadan önce soruyu, ihtiyacı formüle etmeliyiz. Tam da bu amaç için çalışıyoruz. Neredeyiz, ne sormalıyız, nasıl sormalıyız? Yani, ıslah edilmeye hazır bir arzuyu nasıl geliştirebiliriz? Tüm Kabala bilgeliği bizi sadece buna hazırlar.

Bizi Kim Yönetir?

Soru:  Haz için çabalayarak ve acıdan kaçarak, bir sonraki adımınızı tahmin etmek mümkün müdür?

Cevap: Bir sonraki adımı tahmin edemezsiniz çünkü içinizde hangi arzuların uyanacağını ve bunları gerçekleştirmek için neye ihtiyaç duyulacağını tam olarak bilmiyorsunuz. Ama her zaman içinizde ortaya çıkan arzulara dayanarak, bunları en iyi nasıl gerçekleştireceğinizi: mümkün olduğunca az verip ve tüm eylemlerinizde mümkün olduğunca çok şey almayı düşüneceksiniz.

Nasıl olursa olsun, bilinçaltında veya bilinçli olarak, mevcut durumda nasıl olabildiğince rahat oturduğunuza, nasıl konuştuğunuza, nasıl davrandığınıza bakın.

Soru: Bu davranışta yanlış olan nedir? Onda işe yaramayan nedir?

Cevap: Esas olarak, bu modelin kendisi doğru olabilir. Kendimizi maksimum kârla gerçekleştirmemizi ve her an daha fazla güven, güvenlik, tatmin ve ilerleme sağlamayı amaçlamaktadır.

Ama gerçek şu ki, toplumdan aldığım değerler bana hükmediyor. Ve bana hiç ihtiyacım olmayan şeyleri empoze ediyor.

Her birimiz topluma zenginlik, şöhret ve güç için arzularımızı getiririz. Ve görünüşe göre toplumu para kazanmak için kullanmak, ona kesinlikle ihtiyaç duyduğu değerleri değil, ondan almam gerekenleri empoze etmek için kullanmak isterim. Satmak ve böylece bilgi, güç, ün ve para kazanmak için her türlü şeyi icat ederim.

Sonuç olarak, değerlerimi başkalarına empoze ediyorum ve bu zaten tüm toplumun bir mirası haline geldiğinden, reklam ve diğer her şey biçiminde herkese empoze edilir. Birbirimize kesinlikle gereksiz şeylerin reklamını yapıyoruz, her birimizin şöhret, güç veya para olsun bir şeyler kazanmak istiyoruz. Böylece birbirimize tamamen gereksiz şeyler satıyoruz.

Soru: Ama neden buna ihtiyacımız olduğundan eminiz?

Cevap: Çünkü toplum bizi buna inandırıyor. Eğer toplum bunun iyi olduğunu söylüyorsa, o zaman onun gözünde saygı kazanmak ve tanınmak için çabalayıp, bana dayattığını yapıyorum.

Mesela şimdi bir takım elbiseyle oturuyorum. Pijamalarımla oturmak benim için daha rahat olur. Bunu neden yapmıyorum? Çünkü toplum beni böyle giyinmeye zorluyor ve ben onun gözünde onay almak istiyorum ki beni dinlesinler, saygı duysunlar. Bu nedenle, anlasak da anlamasak da bu şekilde davranırız.

Bu nedenle, toplum bizi prensipte benim doğal dürtülerime ve arzularıma zıt olan eylemlere zorluyor. Aslında bunu istemezdim, sadece barış içinde yaşamak isterdim. Toplum sürekli olarak onun arzuları içinde gelişiyor ve beni kesinlikle ihtiyacım olmayan şeyleri arzulamaya zorluyor. Ama bizler bu şekilde hareket ediyoruz.

Manevi Kurtuluşun Başlangıcı

Soru: Diyelim ki kişi, Mısır’dan (egoizmden) çıktı.  Bundan sonra neyi düzeltmelidir?

Cevap: Kişi neyle karşı karşıya olduğunu, neye gelmesi gerektiğini anlamalıdır. Yavaş yavaş, egoizmden çıkmanın gerçekte ne anlama geldiği ona ifşa edilir.

Bu sadece egodan kopmak değil, onu özgeciliğe yani kişinin Mısır’da sürgün durumunda var olduğu tüm arzuları dönüştürmektir.  Bu, sözde Mısır’daki varlığının etkisi altında olan kişide büyüyen büyük bir egoizmdir.

Ruhsal kölelikte, kişi gerçeklerden, gerçekliğin doğru algılanmasından, Yaradan’ın ediniminden ne kadar uzak olduğunu fark eder ve bu onu o kadar üzer ki, bu durumda kalmayı kabul etmeyerek haykırır.  Bu andan itibaren manevi kurtuluşu, Mısır’dan çıkış başlar.

Kişi yavaş yavaş manevi kölelikten yükselir, egoizmden tam bir ayrılığa girmeyi kabul eder.  Buna “Kızıldeniz’i geçiş” denir.  Sonra daha da ileri gider. Yedi hafta olarak adlandırılan şey, kişinin bir anlayışa ulaşması için Mısır’dan çıkıp Sina Dağı’na yaklaşması, yani kendini tamamen değiştirmesi anlamına gelir ve bu dönem, bir kişinin geçmiş durumunun üzerine yükselişini temsil eder.

Onu değiştirecek bir metodolojiyi benimsemeyi kabul eder.  Karmaşık olmasına ve uygulanması hiç de kolay olmamasına rağmen, kişi buna hazırdır.  Bu yüzden yedi haftalık bu kadar uzun bir geçiş yaşar.

Yedi günden yedi hafta 49 gündür.  Sina Dağı’na ancak 50. günde ulaşır.  Tora hikayelerinde Sina Dağı ve Çöl, alegorik imgelerdir.  Ancak gerçekte bu, kişinin içsel durumunu tanımasıdır.  Sina Dağı, büyük egoizminden başka bir şey değildir ve onun önünde durur ve hiçbir şey yapamaz.

Dağın tepesinde, bu egoizmi Kendisi yaratan, onu kontrol eden ve gerekirse onu kişinin içinde geliştiren Yaradan vardır, böylece sonunda onunla nasıl çalışılacağını ve egoizmi zıt niteliğe yani ihsan etme, sevgi ve bağ niteliğine nasıl dönüştüreceğini anlar.