Category Archives: Yaradan

İnsan Doğası: Her Şey Benim İyiliğim İçin

Dünyada sadece iki güç vardır: alma niteliği ve ihsan etme niteliği.

Alma niteliği doğanın tüm seviyelerinde bulunur: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. Bizler bunların tezahürlerini görürüz.

Gerçek “ihsan etme” niteliğini ise adeta hiç yokmuşçasına göremiyoruz. Bu, kendini üst güç olarak gösteren şeydir, her şeye hayat veren ve her şeyi kontrol eden Yaradan’ın gücüdür ama bizler bunu hissetmiyoruz. Bizler yalnızca, her biri kendi faydasına yönelmiş olan egoist güçleri görebiliyoruz. Bu bizim dünyamızın doğasıdır.  Onun içsel gücü, Yaradan’ın gücü, tüm maddeye enerji verir. Bu bizlerin hakkında konuşabileceğimiz, yakalayabileceğimiz veya ölçebileceğimiz bir güç değildir.

Manevi eylemler, onları ortaya koyan kişinin yararına yapılmadıkları için maddi eylemlerden farklıdır.

Bu nedenle eğer bir insan bir şey yapıyorsa, kendisi için yapıyordur. Bu kişiye  “Yap ama kendi yararın için değil” denilirse, onu yerine getiremez. Belli bir çerçeveye oturtulsa ve cezalandırılmamak için bir şeyler yapsa bile, yine de kendine fayda sağlayacaktır.

Diğer eylemler, içimizde doğuştan yoktur çünkü onlara karşılık gelen niteliklere sahip değiliz: ihsan etme, çıkar gözetmeyen sevgi, onları yapan kişiye bir fayda sağlamayan herhangi bir şey.

Yani kişinin sadece kendisi için yaptığını açıkça anladığı egoist eylemlere ek olarak, kendisi için yapmadığı, kendine yönelik olmayan ve kendisine geri dönmeyen manevi, özgecil eylemler de vardır.

Bizler bu tür eylemleri gerçekleştiremeyiz, ancak kendimize daha yüksek özgecil bir gücü çekerek belirli becerilerin yardımıyla bu doğaya yavaş yavaş hakim olabiliriz, bu da bize etki ederek bize kendimiz için değil, diğer koşulda hareket etme fırsatını verir.

Grubu Övmek

Yaradan özel bir durum yaratmıştır: yardımıyla O’na gelebileceğimiz bir grup. Aksi takdirde gelemezdik ve egoist bir varoluşta kendi seviyemizde kalırdık.

Grup, bizi önemsemek için yaratılmış harika, özel bir niteliktir. Bu, Adem’in parçalanmış ruhudur ve onun bir parçası her birimizin içindedir. Bir grupta toplandığımızda, onları bir araya getirmeliyiz ve o zaman Yaradan’a gelebiliriz.

Aslında, dünyasal seviyemizde bir araya gelmek, bu toplantımızı en azından bir şekilde yavaş yavaş manevi bir seviyeye getirmek için muazzam, şaşırtıcı, eşsiz bir fırsata sahibiz. Çabalarımızın benzerliğiyle, yine de bencilce olsak da, üst ışığın, Yaradan’ın etkisini uyandırırız ve böylece kendimizi O’na doğru çekmeye başlarız.

Bu, O’nun gibi olmanın, kendimizin üzerine çıkmanın ve Yaradan’a yaklaşmanın yoludur. Bütün bunlar gruptur! Bu yolculuğu ancak onun sayesinde başarabileceğiz. Aksi takdirde, doğduğumuz en alt (hayvansal) seviyede kalırız.

Grup özel bir araçtır ve bir hayvan seviyesinden Yaradan’ın seviyesine yükselmenin tek yoludur.

Komşunuzun Yararına Her Şeyi Yapmak

Soru: Yaradan’ın ihsan etme niteliği olduğu birçok birincil kaynakta yazılıdır. Yaradan’ı sevmenin, ihsan etme niteliğini sevmek anlamına geldiğini varsayabilir miyim?

Cevap: Bir dereceye kadar, evet. Bu nitelik sadece diğer insanlarla ilgili olarak gösterilebilir. Bu yüzden “Yaratılan sevgisinden, Yaradan sevgisine” denilir.

Esas olarak, Yaradan’ı veya bir kişiyi veya tüm insanlığı sevmeniz arasında hiçbir fark yoktur. Ama büyük bir insan kitlesi kullanırsanız ve kendinizi onlara karşı mutlak bir nezaketle ilişki kuracak şekilde değiştirirseniz, bunu daha iyi görebilirsiniz.

Komşunu sevmek, onun için iyi olanı yapmak demektir.

Soru: Peki bunun onun iyiliği için olduğuna kim karar verir?

Cevap: Bunu anlamak için biraz kendinizin üzerine çıkmanız gerekir. Ve bunu yapmak için, Kabala bilgeliğini çalışmaya başlamanız ve ondan gerçekten ilerlemek için ihtiyacınız olanı almanız gerekir: nasıl daha nazik ve daha iyi olunur ve başkalarının, Yaradan’ın ifşasına yaklaşmalarına nasıl yardımcı olunabilir. Bu sizin görevinizdir.

Soru: Sık sık Yaradan’ı sevebilmek için komşunuzu sevmeniz gerekir diyorsunuz. Ve komşunuzu sevmek, ona Yaradan’ı ifşa etmesine yardım etmem anlamına geliyor, onun yüzlerce arzusunu tatmin etmem değil dimi?

Cevap: Tabii ki değil. Tatmin edilmesi gereken tek bir arzu vardır: Yaradan’ı ifşa etmek ve bunu başarmak için gereken her şeyi yapmak. Bu her şeydir.

Bir insanın var olması için gerekli olanlar dışında diğer arzularını tatmin etmenin bir anlamı yok çünkü asıl görevimiz Yaradan’ı ifşa etmektir.

Kişi Çevre İle Güçlenir

Bir insanın kendisini yükseltip çemberinin dışına çıkması imkansızdır. Bu, kendi saçımdan tutup kendimi kaldırmaya çalışmak gibidir ve bunu yapamayacağım nettir.

Bu nedenle insanın besinini yani gücünü, doğru niyetini, amacının yüceliğini ve büyüklüğünü çevresinden alması gerekir. Kişi tüm bunları çevresinden alırsa, kendisini egoizminin üzerine yükseltebilecektir.

Ve beslendiğimiz birçok ortam vardır: ev, iş, eski tanıdıklar ve arkadaşlar. Ama en önemli şey, grubumu hepsinden üstün tutmaktır çünkü bu benim içimdeki gelişmenin en yüksek niteliklerini ve tercihlerini belirleyeceği ölçüde gelişebileceğim, başka bir şekilde değil.

Kişi, dünyanın geri kalanının, tüm potansiyellerinin ve çekiciliklerinin üzerinde nasıl yükselebileceğini kendi kendine kontrol etmelidir, böylece grup ona en fazla büyüklüğü, en güçlü amaç hissini verebilir ki Yaradan’a ulaşmaktan daha yüksek bir şey yoktur,  grup dışında Yaradan’a ulaşmanın başka yolu yoktur.

Her birimiz kendi içimizde biraz egoist birisi olduğunu kesin olarak biliyoruz. Ve ilerledikçe, içimizde daha da büyük bir egoist ifşa edeceğiz. Bu içimizde gittikçe büyüyecektir ve yazıldığı gibi: “Dostundan daha büyük olanın, eğilimi de daha büyüktür.”

Bu nedenle, bize maneviyatta, çevremizdeki herkesten daha yüksek gelişime giden yolu gösteren çevrenin, grubun her zaman diğer tüm grup ve değerlerimizden üstün olmasına özen göstermeliyiz.

Dolayısıyla kişi kendisi için iyi bir çevre seçerse, zaman ve çaba kazanır. Ancak çevrenin kendisi iyi ya da kötü olamaz, bu bizim onu yaratma şeklimizdir. Kendimizi değiştiremeyiz, ama içinde bulunduğumuz çevreyi etkileyebiliriz.

Yaradan bizi bir gruba getirir, elimizi iyi bir şansın üzerine koyar ve der ki: “Al bunu, sana bu fırsatı veriyorum!”. Ve şimdi Yaradan’ın kendisine verdiği bu fırsatı nasıl gerçekleştireceği kişiye bağlıdır. Yapması gereken sadece bu ortamda kendini güçlendirmektir. Güçlenmek ise bizim gözümüzde grubu ne kadar yükselteceğimize, tüm doğal hesaplarımızdan, önkoşullarımızdan ne kadar uzaklaşacağımıza ve bize hedefimizi gösterecek ve bu hedefe ulaşabileceğimiz doğru çevreyi nasıl yetiştireceğimize bağlıdır.

Dolayısıyla insan kendisi için iyi bir çevre seçerse hem zamandan hem de çabadan kazanç sağlar. Öyle ki, her birimiz amaca çok hızlı bir şekilde ulaşabiliriz. Zamanı, çabanın miktarını, yolun kısalığını çevreyi üzerimizde yükselterek belirleriz. Ve o zaman, bu çevreye bağlı kalarak, yaratılışın amacına, içimizdeki Yaradan’ın tam ifşasına doğru uçarız.

Manevi Bir Tohumun Gelişimi

Soru: İnsan vücudu tüm dünyevi arzularıyla birlikte ölür. Kalpteki nokta denilen arzuya ne olur?

Cevap: Hiçbir şey. Kişi bu arzuyu geliştirmediyse, ilkel haliyle onun içinde kalır, bir tohum tanesi gibi, bir nokta şeklinde kalır. Toprağa atılmayan bir tahıl tanesi için, onun içinde hayat olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Bu tahılı alıyorum, öğütüyorum ve yiyorum. Ama onu toprağa ekebilirim ve ondan bir şey büyüyecektir.

Bu, manevi tohumun bu damlasından mı yoksa manevi yaşamdan mı bir şeyler yetiştirmeye çalıştığıma bağlı olduğu anlamına gelir. İçimde potansiyel olarak var ama onu geliştiriyor muyum? Bu damlaya, deyim yerindeyse içinde gelişebileceği ve doğabileceği bir rahim veriyor muyum? Bunun içinde bir insan olacağım ama hali hazırda yeni biri olacağım, farklı bir dünyada.

Şayet, bir damla tohumun (yukarıya olan arzu)etrafında, bir grup, Kabala dersleri, dağıtım çalışmalarıyla özel bir ortam yaratırsam, o zaman onu içinde geliştiği bir kabukla sararım ve gelişimini hissetmeye başlarım.

Bu arzu giderek daha hacimli hale gelir. İçinde her türlü niteliği ve çeşitli hareketleri hissederim. Aniden, onun aracılığıyla tamamen yeni bir dünya, yeni hisler ve yeni ilişkiler görmeye başlarım.

Dünyevi hayatta olduğu gibi, annenin içinde gelişen fetüsün de bizim dünyamızla hiçbir bağlantısı yoktur ve sadece kapalı bir alanda bulunur, bunun gibi önce böylesi bir rahim içi manevi gelişim döneminden geçerim. Sonra doğar ve kendimi farklı bir biçimde hissetmeye başlarım, manevi dünyada gelişirim.

Bunun içinde de dünyamızdakiyle aynı aşamalardan geçeriz, ancak orada birleştiğimiz için ölmeyiz. Ruhlarımızla, genişlemiş, artmış, gelişmiş arzularımızla birleşmeye başlarız. Bağ kurduğumuzda, vücuttaki hücreler gibi, sadece yapabildiğimiz her şeyi birbirimize aktarmaya ve birbirimizle karşılıklı olarak değiş tokuş etmeye başlarız.

İşte o zaman ortak bedenimiz bir hayat kazanır ve kendini üstün hisseder. Nasıl ki beden hücreleri sadece bedenin var olması için hareket ediyorsa, ruhlarımız da kendilerinin üzerinde bir yaşam sürdürmek için var olurlar ve onlar bu yüzden vardır.

Bir Grupta Toplanmamız Tesadüf Değildir

Hepimiz farklıyız ve her birinin kendi nitelikleri ve duyguları var ama bizler aynı kendimizi iptal etme eylemini yaparsak, o zaman birbirimize benzer hale gelir, daha yakın oluruz. Yaradan üzerimizde parlar ve aramızda tamamen yeni bağ formları yaratmaya başlar.

O zaman, bu grupta çok farklı olmamızın tesadüf olmadığını anlamaya başlarız. Bizi ayıran, parçalayan ve kıran üst ışık tarafından bir grupta toplandık ve şimdi bizi bağlamaya başlıyor. Bizi nasıl topladığını hissediyoruz.

Bizi birbirimize yaklaştırdıkça daha çok direniriz. Ne kadar farklı olduğumuzu hissederiz ama O bizi bir araya getirir. Burası, mantı ötesi inançla O’nun yardımcıları olmamız ve O’nunla birlikte, üst ışıkla, ruh adı verilen ortak, uyumlu bir sisteme bağlanmaya başlamamız gereken yerdir.

Bir Başkasına Vermeyi Öğrenin

Ve burada toplanma sebebimiz budur-her birimizin Yaradan’a ihsan etme ruhunu izlediği bir toplum kurmak. (Rabaş, “Toplumun Amacı—1”).

En önemli görevimiz ve hedefimiz Yaradan’a ihsan etmektir. Sonrasında Yaradan bizim tarafımızdan yalnızca ortak bir güç, bir nitelik, aramızdaki tüm boşluğu dolduracak bir ruh olarak algılanır. Yaradan’a yer denir. Bu aramızdaki yerdir.

İnsanın Yaradan ile ilişkisi, insanın yerle olan ilişkisidir. Bu nedenle bizim için en önemli şey aramızdaki yere yani ilişkilerimize, aramızda neyin tezahür edebileceğine dikkat etmektir.

Ve Yaradan’a ihsan etmeye ulaşmak için, “başkalarını sevmek” olarak adlandırılan insana ihsan etmekle başlamalıyız. Peki sebebi nedir? Çünkü böyle bir Yaradan yoktur. Bu niteliği aramızdaki ilişkilerden inşa ederiz ve bu ilişkilerin niteliği inşa ettiğimiz Yaradan’ı belirler.

Tıpkı “Beni sen yarattın” ve “Beni sen yarat” denildiği gibi, bir insanı yaratan Yaradan değil, talimatı alıp kendi çabalarıyla Yaradan’ı yaratan insandır.

Tıpkı dünyamızda etrafımızdaki her şeyi inşa ettiğimiz ve kendimizi donattığımız gibi, benzer şekilde kendimizi ayarlamalı, birbirimizle bağ kurmalı ve aramızdaki bağı Yaradan’ın içinde ifşa olması için düzenlemeliyiz.

Burada, kesinlikle gizli olan ve hiçbir şekilde kendini gösteremeyen, ancak yalnızca niteliklerin benzerliği ölçüsünde görünen üst güçle birlikte çalışmaya başlıyoruz. Onunla ilişki kurma şeklimize bağlı olarak, onu ifşa edebiliriz. Bu nedenle, Yaradan’la olan temel ilişkimize ihsan etme niteliği denir.

Fakat Yaradan gizlendiğinden ve O’nu nasıl ifşa edebileceğimizi, O’na nasıl yaklaşabileceğimizi ve tüm bunları aşama aşama, adım adım nasıl yapabileceğimizi dokunarak hissetmemiz imkansız olduğundan, elimizde bir şeyler olması gerekir. Bunun için, Yaradan biz egoistler arasında bir bağ yarattı ve bu bağdan, bulunduğumuz koşulları anlamalıyız, yani birbirimiz arasındaki bağı temel bir şey olarak ele almaya başlamalıyız, kendimiz ve dünyamız hakkında anlayışı aldığımız bir temel.

İlişkilerimizi değiştirirsek, bu alanı nasıl daha fazla açtığımızı hissetmeye başlayacağız. Ve böylece maddi, hayali bir dünya değil, aramızdaki bağın sonucu olan bir dünya inşa edeceğiz. Birbirimize bu aşamalı, adım adım yaklaşımlarda, Yaradan olarak adlandırılan bağın gücünü, bağın niteliğini ve özel tezahürlerini ifşa edeceğiz.

Başlangıçta bu güç, bu nitelikler, bizi en az düzeyde kendimizin zıttı olarak yarattı. Ve eğer bu niteliği ortaya çıkarmaya doğru ilerlersek, kendimizi iki zıt koşulda hissedeceğiz: hiçbir şey bilmediğimizi, hiçbir şey anlamadığımızı, birbirimizle bağda olmak istemediğimizi ve aramızdaki bağa karşı olduğumuzu; yani, Yaradan’ın zıddıyız ve aynı zamanda daha da yakınlaşabilir ve birbirimizle bağ kurabiliriz.

Manevi Güçlerin Yansımasına Göre

Tüm dünya coğrafi olarak manevi güçlerin bir yansıması olan parçalardan oluşur. Dış manevi güçler madde üzerinde etki eder ve sonuçlarını dünyamızda oluşturur: kıtalar, denizler, okyanuslar ve diğer her şey. Bu güçler farklı farklı olduğundan, dünyamız üzerindeki etkileri de farklıdır.

Dolayısıyla insanın yaşayabileceği ve yaşayamayacağı denizler, okyanuslar, karalar, çöller, ormanlar, verimli topraklar ve alanlar vardır.

Ayrıca manevi açıdan daha elverişli yerler vardır, manevi koşullar orada gelişir. Egoist manevi koşulların geliştiği, maneviyata zıt yerler vardır, Roma ile Kudüs arasındaki çatışma gibi.

Roma açıkça boyun eğdirmek için egoist bir gücü temsil ediyordu, bu nedenle tüm Avrupa bu ideolojiyi benimsedi ve egoizm içinde gelişti. Ama şimdi bizler dünyayı ıslah etme aşamasına yaklaşırken, Avrupa giderek daha fazla düşecektir.

Kabala’da, özellikle On Sefirot’un Çalışılması’nda, her bir toprak parçasına etki eden güçler anlatılmaktadır: önce Kudüs’te, sonra İsrail topraklarında, Lübnan’da, Ürdün’de, Suriye’de, Babil’e kadar olan bölgelerde ve sonra dünyanın geri kalanında.

Tüm İsrail toprakları, deyim yerindeyse, on Sefirot’a bölünmüştür. Hermon’dan Golan üzerinden Kinneret Gölü’ne kadar o yukarı Malhut, Bina gibidir. Ürdün, Zeir Anpin’dir. Kudüs ortadadır, daha sonra aşağı Malhut’a, Ölü Deniz’e inen Sefira Tiferet gibidir.

Bütün bu coğrafi tablo, manevi güçlerin izdüşümüne göre net bir şekilde inşa edilmiştir. Bu nedenle, bir kişinin nerede yaşadığı çok önemlidir. Eğer çeşitli ruhsal güçlerin etkisini hissederse, sonrasında bir yerden bir yere hareket ederek, her şeyin nasıl değiştiğini hissedecektir. Bir yeri değiştirerek şansı, yani kaderi değiştirdiğinizin söylenmesi boşuna değildir.

Edinim Seviyeleri: Rüyalar, Melekler, Vizyonlar

Soru: Rüyada bilgi alan peygamberler vardır. Doğayla iletişim kurmanın bu yolu nedir?

Cevap: Bunların hepsi edinimin seviyeleridir. Aslında bu bir rüya, bir sohbet ya da olağan aygıtlarımızla görmek anlamına gelmez.

Peygamberlerin bilgiyi doğrudan Yaradan’dan değil, melekler aracılığıyla aldıkları kaynaklarda sıklıkla yazılıdır. Melekler, üst güçle, doğayla bir bağlantı seviyesidir.

En yüksek seviye, kişinin içinde var olan tüm güçler Yaradan’a kilitlendiğinde, Yaradan’la yapışmaktır. Artık iletişimde görme, işitme veya hissiyatlar gibi herhangi bir seviyeye bölünme yoktur. Her şey bu en yüksek seviyeye dahildir.

Yaradan Gibi Olmak

Soru: Yaradan gibi olmak ne demektir? Kulağa bir slogan gibi geliyor: “Yaradan gibi olmak istiyorum.”

Cevap: Yaradan gibi olmak, Yaradan’ın tüm arzularının ve niyetlerinin tekliğini, bize karşı kesinlikle nazik tutumunu hissettiğimizde, bizim içimizdeki tezahürleriyle mümkündür.

Bunu ifşa etmeli ve O’nun gibi olmaya çalışmalıyız çünkü kendi dünyamızda, herhangi bir durumda ve üst dünyalarda hissedebildiğimiz her şey, ancak bizim dışımızda olan bir şeye sahip olduğumuz niteliklerin benzerliği ölçüsünde hissedilebilir. Ve daha sonra içimizdeki bu hissiyatın kaynağını açmaya başlayacağız.

Bu nedenle metodumuz, Yaradan’ın nasıl ifşa edileceğinin bilgisini veren Kabala bilimi olarak adlandırılır. Yani Yaradan’a has olan bu tür düşünce, duygu, eylem ve niyetleri ifşa etmektir.