Category Archives: Yaradan

Manevi Güçlerin Yansımasına Göre

Tüm dünya coğrafi olarak manevi güçlerin bir yansıması olan parçalardan oluşur. Dış manevi güçler madde üzerinde etki eder ve sonuçlarını dünyamızda oluşturur: kıtalar, denizler, okyanuslar ve diğer her şey. Bu güçler farklı farklı olduğundan, dünyamız üzerindeki etkileri de farklıdır.

Dolayısıyla insanın yaşayabileceği ve yaşayamayacağı denizler, okyanuslar, karalar, çöller, ormanlar, verimli topraklar ve alanlar vardır.

Ayrıca manevi açıdan daha elverişli yerler vardır, manevi koşullar orada gelişir. Egoist manevi koşulların geliştiği, maneviyata zıt yerler vardır, Roma ile Kudüs arasındaki çatışma gibi.

Roma açıkça boyun eğdirmek için egoist bir gücü temsil ediyordu, bu nedenle tüm Avrupa bu ideolojiyi benimsedi ve egoizm içinde gelişti. Ama şimdi bizler dünyayı ıslah etme aşamasına yaklaşırken, Avrupa giderek daha fazla düşecektir.

Kabala’da, özellikle On Sefirot’un Çalışılması’nda, her bir toprak parçasına etki eden güçler anlatılmaktadır: önce Kudüs’te, sonra İsrail topraklarında, Lübnan’da, Ürdün’de, Suriye’de, Babil’e kadar olan bölgelerde ve sonra dünyanın geri kalanında.

Tüm İsrail toprakları, deyim yerindeyse, on Sefirot’a bölünmüştür. Hermon’dan Golan üzerinden Kinneret Gölü’ne kadar o yukarı Malhut, Bina gibidir. Ürdün, Zeir Anpin’dir. Kudüs ortadadır, daha sonra aşağı Malhut’a, Ölü Deniz’e inen Sefira Tiferet gibidir.

Bütün bu coğrafi tablo, manevi güçlerin izdüşümüne göre net bir şekilde inşa edilmiştir. Bu nedenle, bir kişinin nerede yaşadığı çok önemlidir. Eğer çeşitli ruhsal güçlerin etkisini hissederse, sonrasında bir yerden bir yere hareket ederek, her şeyin nasıl değiştiğini hissedecektir. Bir yeri değiştirerek şansı, yani kaderi değiştirdiğinizin söylenmesi boşuna değildir.

Edinim Seviyeleri: Rüyalar, Melekler, Vizyonlar

Soru: Rüyada bilgi alan peygamberler vardır. Doğayla iletişim kurmanın bu yolu nedir?

Cevap: Bunların hepsi edinimin seviyeleridir. Aslında bu bir rüya, bir sohbet ya da olağan aygıtlarımızla görmek anlamına gelmez.

Peygamberlerin bilgiyi doğrudan Yaradan’dan değil, melekler aracılığıyla aldıkları kaynaklarda sıklıkla yazılıdır. Melekler, üst güçle, doğayla bir bağlantı seviyesidir.

En yüksek seviye, kişinin içinde var olan tüm güçler Yaradan’a kilitlendiğinde, Yaradan’la yapışmaktır. Artık iletişimde görme, işitme veya hissiyatlar gibi herhangi bir seviyeye bölünme yoktur. Her şey bu en yüksek seviyeye dahildir.

Yaradan Gibi Olmak

Soru: Yaradan gibi olmak ne demektir? Kulağa bir slogan gibi geliyor: “Yaradan gibi olmak istiyorum.”

Cevap: Yaradan gibi olmak, Yaradan’ın tüm arzularının ve niyetlerinin tekliğini, bize karşı kesinlikle nazik tutumunu hissettiğimizde, bizim içimizdeki tezahürleriyle mümkündür.

Bunu ifşa etmeli ve O’nun gibi olmaya çalışmalıyız çünkü kendi dünyamızda, herhangi bir durumda ve üst dünyalarda hissedebildiğimiz her şey, ancak bizim dışımızda olan bir şeye sahip olduğumuz niteliklerin benzerliği ölçüsünde hissedilebilir. Ve daha sonra içimizdeki bu hissiyatın kaynağını açmaya başlayacağız.

Bu nedenle metodumuz, Yaradan’ın nasıl ifşa edileceğinin bilgisini veren Kabala bilimi olarak adlandırılır. Yani Yaradan’a has olan bu tür düşünce, duygu, eylem ve niyetleri ifşa etmektir.

Kişinin Komşusuna Olan Sevgisi, Yaradan Sevgisine Nasıl Yol Açabilir?

Kişinin komşusuna olan sevgisi, Yaradan sevgisine nasıl yol açabilir? Bizler her zaman tek bir ruhtan, Adam HaRishon’dan geldiğimizi hatırlamalıyız. Yaradan Adem’i yarattı, doldurdu ve içindeki her şeyi düzenledi.

Tüm süreçler ve tüm durumlar bu Kli‘ye gömülüdür. Ancak, mükemmellik ve bağın zıddı olan bu parçalanmadan gelen verilere sahibiz ve bu şekilde kusurlu halden mükemmele, amaçlanan hedefimize ulaşmamız gerekiyor.

Önceki durumların tüm verileri Adam HaRishon‘da zaten mevcut; yeni bir şey keşfetmiyoruz. “Güneşin altında yeni bir şey yok” dendiği gibi. Görevimiz sadece her şeyi düzene koymak, bize ifşa edilen manevi dünyayı ve bağın tüm seviyelerini kabul etmeye kendimizi hazır hale getirmektir.

Parçalanmadan sonra komşu sevgisine zıt hale geldik. Bu, bizi aydınlık ve karanlık, nefret ve sevgi, bağ ve ayrılık ile birleştirmek için amaçlı yapıldı, çünkü sadece iki zıtlık sayesinde yaratılmış bir varlık olmanın ve bir Yaradan olmanın ne anlama geldiğini hissedebiliriz. Sonuçta yaratılanlar olmadan Yaradan yoktur.

Bu duygudan yoksun olduğumuz için Yaradan’ı fark etmeyiz. Biz sadece Yaradan gizlidir deriz ama aslında bir gizlenme yoktur. Yaradan her yerdedir ama biz O’nu duyularımızla ifşa edemeyiz. İhsan etme kuvveti tüm realiteyi doldurur, ancak biz alma kuvvetinin sadece bir kısmını ifşa ederiz ve onunla birlikte tüm bu dünyayı, bedenlerimizi, evrenimizi tasvir ederiz. Bu resimde gerçek bir şey yoktur.

Parçalama ve gizlenme, bizim gözlerimizi yavaş yavaş açmamıza ve manevi bir duyu organı oluşturmamıza fırsat vermek için düzenlendi. Aksi halde yaratılanları oluşturmak mümkün değildi.

Yaratılan varlık özel bir kavramdır. Bu karanlıktan ve kopukluktan, neredeyse var olmayan bu durumdan çıkabilmemiz için Yaradan tüm koşulları hazırlamak zorundaydı: Tamlıktan mutlak eksikliğe, ayrılık ve mutlak karanlığa kadar. Her şeyin ötesinde, bu durum, kalpte bir nokta veya yukarıdan ilahi bir parça, veya bir ışık kıvılcımı olarak adlandırılan, Yaradan’ın gelecekteki yaratılmış varlıklarla ilişkisini kuran bir noktada vardır.

Bu kıvılcım her yaratılan varlığın içinde işler, onu dışarıdaki gerçeklik duygusuna, yani ihsan etme kuvvetine daha da yakınlaştırır. İnsan geliştikçe, en azından kendi dışında maddi dünyada olup bitenleri hissetmeye başlar ve maddeselliğe ulaşır. Aslında bu dışarıda değil, onun içinde olur. Sonra manevi edinime gelir.

Bu, birbirimizle bağ kurarak yavaş yavaş Kelim‘imizi nasıl inşa ettiğimizdir. İlk başta bu, dünyada iyi şeyler yapmak adına bencil bir bağdır. Sonra yeni Kelim, manevi olanlar yavaş yavaş içimizde ifşa olur.

Egoizmin bizi bir çıkmaza sürdüğünü anlamamız ve üzerimizde olan gerçeğe ulaşmamız gerekiyor. Dünyanın yasalarını belirleyen biz değiliz, bunu yapan üst güçtür; onun dışında hiçbir şey yoktur. Bu yasaları çalışmalı ve ıslahı gerçekleştirmeye çalışmalıyız.

Her şey teslim olmakla başlar. Bu nedenle, insan ve insanlık egoist doğalarına ne kadar yenik düşerlerse, ardından egoizmimize göre hareket etmenin hiçbir yolu olmadığı sonucuna varacakları o kadar çok darbe alırlar, fakat bizim dünyanın yasalarına ya da üst doğanın yasalarına, Yaradan’ın yasalarına, gerçekten neyin uygun olduğunu incelememiz gerekiyor.

Ruhun Gelişimi

Soru: Ruhun insan seviyesine gelişimi neden özellikle beden aracılığıyla gerçekleşir?

Cevap: Ruhun gelişimi beden aracılığıyla olmaz. Ruhu geliştirmek ve onun gelişiminden bağımsız olmak için bedende var oluruz. Böylece, sürekli olarak hayvan seviyesindeyken ve ondan başlayarak ruhu geliştirebilirim.

Bu sürekli ruhta ikamet etmek değildir, onu değiştirebilmek, devirler yapabilmek, sürekli yükselebilmek, manevi durumunuzdan bağımsız olabilmek, tekrar bedene inebilmek ve yeniden ruhun yeni derecesine yükselebilmektir; tekrar inmek ve tekrar yükselmek, vb.

Ruh, içimde ıslah ettiğim ve doldurduğum organdır. Ruhum üzerinde çalışırken, ayrı ayrı var oluyorum, mesela bir tür mekanizma oluşturup üzerinde çalışmam gibi. Ruhtan soyutlanırım ve ona nesnel olarak bakarım. Bu yüzden fiziksel varlığımız gibi bir duruma ihtiyaç vardır.

Sonuçta kendinize dışarıdan bakarak daha objektif olursunuz. Kişi ruhunun seviyelerine yükselebilir çünkü o da içinde var olduğu bir bedene sahiptir.

Kötü Bağı İyi Bir Bağa Dönüştürün

Yorum: Cehennem duygusunun insanın içsel bir hali olduğunu söylediniz. Doyumsuz hissetmenin nedenlerinden biri, başkalarına karşı onları kendi iyiliği için kullanmaya yönelik içsel tutumdur.

Cevabım: Almak için olağan arzular hayvani arzulardır. Doğanın emirlerine uydukları için ne iyi ne de kötüdürler.

Bir kişinin asgari düzeyde rahat bir şekilde var olma arzusu vardır ve bu normaldir. Kanun çerçevesinde bile, bir insan bir hayvan gibi açlığını gidermek için bir yerden bir parça ekmek çalsa, hayatın devamı için gerekli olduğu için bundan dolayı yargılanacaklarını sanmıyorum.

Ancak, hayvansal varoluşun üzerinde elde etmek istediğimiz her şey zaten egoizmdir. Sonuçta, doğrudan veya dolaylı olarak elde ettiğimiz her şey başkalarının pahasına olur. Böylece başkalarını kullanır, daha yüksek olmanın yollarını arar ve onlara olan nefretimizi gösteririz.

Ben ne kadar yüksekteysem ya da diğeri ne kadar aşağıdaysa, benim için o kadar hoş olduğunu hissetmeye başlarım. Yani, zaten bir başkası için daha kötü hale getirmenin yollarını düşünürüm çünkü bu beni dolaylı hatta doğrudan daha iyi hissettirecektir. Egoizm, diğerine kötülük dilediğim gerçeğidir.

Her saniye birbirimizi ne kadar kullandığımızı dünyamızda hissetmiyoruz. Kötü doğamızı iyiye dönüştürmemiz, aynı nitelikleri başkalarına zarar vermek için değil, fayda sağlamak için kullanmamız, onlarla bağ kurmamız gerekiyor.

Egoizm iyidir çünkü bizi birbirimize bağlar. Onlardan ne öğrenmek istediğimi bulmak için başkalarına bakarım böylece onları etkileyebilir ve boyun eğdirebilirim. Egoizm olmasaydı, kendi başıma bir hayvan olarak var olurdum ve başkalarını umursamazdım.

Egoizm birbirimizle bağ kurmamızı sağlar. Ama bizim kullandığımız şekliyle buna “kötü eğilim” deniyor. Onu iyi bir şeye dönüştürmem gerekiyor. Yani herkesten aldığım, boyun eğdirdiğim, doyduğum ve kendime bağladığım bu bağı onlara hizmet ettiğim, memnun ettiğim ve en iyisini dilediğim çocuklarımmış gibi, onlara verdiğim bir bağa dönüştürüyorum.

Bu nedenle, bizi birbirimize bağlayan kötü eğilim olmadan gelişemeyiz. Böylece, bugün dünyada aramızdaki evrensel, küresel kötü bir bağ ifşa olmaktadır. Bununla birlikte, Kabala, kötü bir şekilde bağlı olduğumuzu anlamaya başladığımız bir koşula geldiğimiz için ifşa olmaktadır ve başka seçeneğimiz yoktur, iyi bağlarla bağlı olmamız gerekir.

Gerçekliğin Sıfır Noktasında

Dostlar, egoizmimi düşürmek için çalıştığımı görmeliler. Herkes onlunun merkezinde olmaya çalışır ve aynı zamanda diğerlerinin orada onun için yer açtığını hisseder. Bu şekilde hepimizin tek bir yerde olduğunu ve herkes için yeterince yer olduğunu hissedeceğiz. Hem düşünce hem de eylemlerle çaba harcayarak böyle bir duyguya gelmek çok önemlidir.

Hepimizin orada olması ve tüm dostlarımı ona çekmek için bağlantı noktasına dahil olmaya çalışırım. Maneviyatta yer yoktur; hepimiz bir noktaya sığabiliriz. Bu, Keter’den Malhut’a kadar on noktanın bir Partzuf’ta düzenlendiği ve realitenin merkezi olarak adlandırılan bir nokta üzerinde durduğu anlamına gelir.

Ari’nin şiirinde anlatıldığı gibi, oluşacaklar oluşmadan ve yaratılanlar yaratılmadan önce, tüm gerçekliği dolduran sadece saf, sonsuz bir ışık vardı. Sonra bu gerçekliğin içinde, ışığın kendisini kısıtladığı ve tüm yaratılışı onunla başlattığı merkezi bir siyah nokta belirdi.

On’lumu hepimizin içinde durduğu bu siyah noktada görmeye çalışırım. Üst ışık bizi çemberlerin Sefirot’u aracılığıyla dışarıdan etkiler ve bu içsel noktadan üst ışığı etkilemek isteriz.

Onu her yönden özgürce etkileyemeyiz. Tek bir imkanımız vardır: kendimizi kısıtladığımız ölçüde, kendimizi ihsan etmeye açabiliriz. Kısıtlama, etrafımızdaki her yöne 360 derecelik bir açıyla gerçekleşir ve üst ışıkla temas için açıklık sadece %1 veya dairenin bir derecelik bölümü olabilir.

Maneviyatta yer yoktur. Birbirimizle, hiç kimsenin yer kaplamayacağı ve hepimizin sıfır noktasına geleceği şekilde bağ kurmamız gerekir yani Yaradan’ın yarattığı noktada, ışığın ortasındaki karanlık noktadayız. Bu bizim merkezimizdir, daha sonra ışığa eşitliğimiz ölçüsünde gelişiriz ve sonra ışık bu daire içinde geliştirdiğimiz tüm Kli’yi doldurur.

Hepimiz bir noktaya sığmayı nasıl başardık? Hiçbirimiz yer kaplamıyoruz. Orada kendi önemime, egoizmime, gururuma ve fikrime yer kalmamasını istiyorum. Yoksa manevi değil, bedensel olacağım.

Eğer egoizmimle herhangi bir eylemde bulunmazsam, o zaman çemberin ortasında olurum, onlunun merkezinde. Başkalarıyla olan ilişkim aracılığıyla Yaradan’la bir ilişki kurmak için gerekli varoluş dışında, alma arzum için hiçbir şey almak istemiyorum. Diğerleri bu çemberleri dolduranlardır ve Yaradan bizi etkiler ve doldurur.

Dostların önünde kendisini iptal eden kişi, onlunun merkezindedir. Eğer hepimiz kendimizi iptal edersek, o zaman hepimiz tek bir yerdeyiz demektir. Manevi dünyada, yer, bir arzu olarak adlandırılır. Eğer tüm arzularımızı iptal edersek, o zaman kendimizi sıfır arzusunda, sıfırın yerinde buluruz – bu, onlunun merkezi, çemberin merkezidir.

 

Tufandan Sonra Yeni Bir Hayat

Yaradan’dan, ihsan etmeden, gruptan, maneviyatla ilgili her şeyden koptuğumu keşfettiğim anda, bu durumu iki kısma ayırmam gerekiyor: bedenin durumu ve ruhun durumu.

Dünyamızda var olan tüm bedensel ilkeler bedene aittir: sağlık, ruh hali, maddesel çevre ve aile. Öte yandan, tüm bunların nasıl bir müdahale yarattığına, onluyla ve Yaradan’la olan bağımı nasıl etkilediğine bakmak zorundayım.

Bu şekilde tüm etkileyen faktörleri tek bir kaynağa bağlarız ve her şeyin Yaradan’dan geldiğini tespit ederiz. Hem dışsal hem de içsel tufan O’ndan gelir. Eğer her şeyin Yaradan’dan geldiğini anlarsam, o zaman tek yapmam gereken karar vermektir: Ben de Yaradan’a ait miyim değil miyim?

Sadece bir kontrol noktası Yaradan’a ait değildir, kalpteki nokta. Yaradan alma arzusunu yarattığında, onunla olan bağlantısını kopardı ve bu nedenle kendimizi O’ndan ayrı hissederiz.

Aklımı da kalbimi de Yaradan’a bağlamaya çalışmalıyım. Sonra kendime ait hiçbir düşünce ve duyguya sahip olmadığımı ve içimdeki tüm bu duygulara sebep olanın Yaradan olduğunu anlarım, böylece onların kaynağı olarak onların üzerine, Yaradan’a yükseleceğim.

Duygularım ve düşüncelerim beni tamamen zıt ve kafa karıştırıcı durumlara sürükler ama onları Yaradan’ın düzenlediği tufan olarak algılarım. Arzularımı arındırmak için bana tufan göndermeliydi, tıpkı şiddetli bir akarsu tarafından yıkanan toprağın çöplerden temizlendiği ve yeni bir hayat doğurabileceği gibi.

Her ne kadar bu arınma tufan suları tarafından yapılsa da, yani sadece Bina’nın niteliğiyle değil, Malhut ve Bina’nın birlikteliğiyle gerçekleşir, bu şekilde birleşirler ve bu da ıslaha yol açar. Şimdi bu gücü kullanıp ilerleyebiliriz. Bu, yaratılışın başlangıcıdır; yani, bir insanın egoist arzusunun üzerine çıkması ve olan her şeyi üst güce, Bina’ya, ihsan etmeye atfetmesi için bir fırsatı vardır.

Kişi, Bina seviyesine, inanç seviyesine yükselmesine izin vermeyen dış sabotajcıların, bedensel rahatsızlıkların ve içsel manevi rahatsızlıkların hepsinin Yaradan’dan geldiğini anlar. Eğer her iki sabotajcıyı, her iki büyük engeli de yalnızca Yaradan ile ilişkilendirebilirse, o zaman Malhut derecesinde ve Bina derecesinde yabancı düşüncelerden kurtulur ve mantık ötesi inanca ulaşır.

Bu, maddi ve manevi bu iki sabotajcıyı hesaba katmadığım, sadece ihsan etmeye, Yaradan’a bağlı kaldığım anlamına gelir. Bu, inancın gücündeki, Malhut’un gücünün üzerindeki Bina’nın gücündeki ilk noktadır.

Bu nedenle, bu iki seviyeyi, bedensel ve manevi bozuklukları ayırmak gerekir. Bedensel rahatsızlıklar kendilerini yorgunluk, güç kaybı, hastalık, ailede, işte vb. sorunlar şeklinde gösterir. Ve tüm bu rahatsızlıkların içinde manevi rahatsızlığı ortaya çıkarmamız gerekir: bağlanmayı istememe, güçsüz hissetmek, ruh hali ve tembellikle baş edememe. Esas olarak savaşmamız gereken bu ikinci, daha içsel sabotajcıdır.

Her iki sabotajcı da bizi onların amaçlarına, Yaradan’ı ifşaya yönlendirir çünkü tufanı yeryüzüne gönderen O’ydu. Ve bu sayede mantık ötesi inanca geliriz. Her iki sabotajcının da üst güçten geldiğini tespit ederim, dostlarıma ve onlarla birlikte Yaradan’a tutunurum.

Tufandan böyle kurtarılırız! Yaradan ile olan bağımız bizi kurak topraklara getirir, gemiyi terk ederiz ve karaya yerleşmeye başlarız. Zaten Bina derecesine ulaşabilen bu alma arzusunda yeni yerleşimimizi kurarız; inanç akıldan üstündür.

İki Tür Kısıtlama

Soru: Kaynaklarımız iki tür kısıtlama olduğunu yazıyor: Birinci ve ikinci kısıtlama. Nedir onlar?

Cevap: Genel olarak, arzumuz alma üzerine kuruludur. Eğer bu ıslah edilmiş bir arzuysa, ihsan etmemiz için olabilir. Ayrıca kendi iyiliğiniz için değil, başkalarının yararı için alma arzusu da olabilir.

İlk kısıtlama, tamamen hiçbir şey almadığım zaman, egoistik arzumu kullanma yasağıdır. Buna Bina seviyesi denir. İkinci kısıtlama, alma arzunuzu kullanma fırsatıdır, ancak yalnızca başkalarını tatmin etmek adına.

Soru: Başka tür kısıtlamalar var mı?

Cevap: Farklı varyasyonlar vardır. Ancak, temel olarak, başlıcaları şunlardır: Ya hiçbir şey almamak ya da başkaları için almak.

Soru: Hiçbir şey almamak da üst kuvvetle bir tür bağlantı mı?

Cevap: Elbette. Değilse ne için yapıyorsunuz ki? En önemli şey niyettir.

Bireysellik Noktası

Soru: Bir parfüm şirketi “Individuality” adlı bir seri piyasaya sürdü. İkna edici reklam sözlerinden biri şuydu: “Benzersizliğinizi ve bireyselliğinizi hissediyorsanız, diğerlerinden farklı olduğunuzdan kesinlikle eminseniz, bu parfümler tam size göre.”

Bu bireysellik duygusu ve buna yönelik arzu bir insanda nereden geliyor?

Cevap: Fransızların parfümleriyle ilgili ve hepsinin, bireycilerin, onları satın almak için nasıl koşturdukları hakkında tartışmayacağım. Elbette, saçma görünüyor. Eğer bir bireyciysem, reklamların bana söylediklerini dinleyecek miyim? Bu nasıl olabilir? Aksine, sürünün içindeyim ve onun bir parçasıyım. Çağrıldığım yere koşuyorum.

Gerçek bireycilik doğası gereği bize özgüdür. Dahası, bu bir insanın en üst niteliğidir çünkü her birimizin Yaratan’da kendi noktası, bu dünyaya indiğimiz kendi kökü vardır.

Hepimiz O’nun içinde varız ve her birimiz O’nun kendi ipliğinden dünyamıza indik. Bu iplik beni Yaradan’da olan köküme bağlar ve O’nun içindeki bu nokta benzersizdir.

Bu benim kişisel, bireysel niteliğim, kimseyle ya da başka bir şeyle ilgisi yoktur. Gerçekten sadece benimdir. Beden ölebilir ve doğabilir çünkü bu sadece benim kişisel bakış açımdaki bir giysidir. Bu noktayı kendi içimde geliştirmem gerekir.

Bu nedenle Kabala, kişiye mutlak bir birey olma fırsatı verir. Ne de olsa en önemli şey bu noktayı tanımlamak ve onunla bağlı olmaktır çünkü bunlar benim orijinal niteliklerimdir; bu benim.

Kendimi başkalarına göre tasvir etmiyorum, ama kendime, Yaradan’da olan kendi noktamdan ve onunla tamamen bağlı olduğumdan nasıl emin olabileceğime bakıyorum. Sonra onun aracılığıyla Yaradan’ı hissetmeye başlarım, O’na nasıl eşit, benzer olabileceğimi hissederim, ama bireysel bir şekilde, özellikle de kendim olarak.

Bir insanın ölümden sonra yaşamı için hesap verdiğinde, kendisine tek bir şey sorulduğu söylenir: “Bireyselliğinin farkındalığını edinebildin mi?” Sadece bu soru. Azizler gibi, ermişler gibi, yüksek sosyetedekiler gibi, herhangi biri ya da herhangi bir şey gibi olmak zorunda değilsiniz. Çıplakmış gibi duruyorsunuz, artık bu dünya olmadan ve kendi farkındalığını edinip edinmediğin soruluyor.

Soru: İnsana, dünyaya bedeninin prizmasından, beş duyusundan bakıyormuş gibi gelir. Sonunda dünyaya ruhuyla baktığı ortaya çıkıyor. Bu yüzden mi her birimizin bireysel algısı var?

Cevap: Dünyamızın algısı ve üst dünya algısı bireyseldir çünkü her birimizin kendi manevi kökü, kendi kaynağı, doğduğumuz kendi noktası vardır. Her ne kadar aynı dünyada var olsak ve görünüşte aynı şekilde algılasak da, yine de herkes her şeyi kendince algılar.