Category Archives: Uncategorized

Ortak Ruhu Korumak

Soru: Bir soru nasıl oluşturulur? Nereden gelir? Size bir soru soran, sadece bilgi vermenizi düşünen bir kişi, rahatsız edici midir?

Cevap: Evet

Soru: Bunun için nasıl hazırlanmalı? Bir soruyu nasıl doğru sorabilirsiniz?

Cevap: Aslında soru, bana sarılmaktır ve soruyu soran kişiyi, bir yetişkine koşan ve kollarında tutulmak isteyen bir çocuk gibi kaldırmak istememi sağlamaktır. Asıl soru bu ve geri kalan her şey anlamsız.

Yorum: İki tür insan olduğunu fark ettim. İlk tip, kişi sizden belirli bir şey duymak istediğinde: “Hayır, ona bunu soruyorum!” diyen. Ve anlayan ve akışınızı takip eden insanlar var. Cevap vermeye başlarsınız ve kişinin muhtemelen ek olarak başka bir sorusu vardır. Ama artık sizin bu konuyu daha iyi anlattığınızı görür ve olduğu yerde durmak yerine, bunu destekler.

Cevabım: Bunlar büyük problemler çünkü duymak isteyen, belki de tamamen farklı bir frekansa ayarlanmış çok sayıda insanımız var. Sonra birisi, genel bir sohbete girer ve kişisel sorularıyla ya da herkesi bir yere götürmeyi hayal ettiği bir şeyle başlar.

Bu durumda, ya sert bir şekilde tepki vermeye çalışırım ya da hiç tepki vermem çünkü ortak ruhu korumak benim için önemli, böylece insanlar birlikte ilerlemeye ve yükselmeye devam eder. Bu nedenle, eğer biri dışarıdan bazı sorular sorarsa, onun sözünü kesebilirim, o kadar.

Benim için asıl olan genel akışın takip edilmesidir.

“Ne İçin Minnettar Olmalıyım?” (Quora)

Sabahleyin, uyandığımız için minnettar olmalıyız, önümüzde ışık, hava ve bütün bir gün var.

Öğleden sonra, günün yarısını çoktan geçirdiğimiz için minnettar olmalıyız ve yakında günü bitireceğiz, dinlenmek için eve gideceğiz ve ailelerimizle akşam yemeği yiyeceğiz.

Uyumadan önce, yakında tekrar kalkabileceğimiz ve yarının güzel bir gün olacağı için şükretmeliyiz.

Her zaman minnettar olmak, dünyada bolca bulunan kötülüklere gözlerimizi kapamak gibi görünebilir, ancak sürekli kötü olguları görmenin bir sonucu olarak ne elde ederiz? Onlar gayri ihtiyari ortaya çıktıkları için, yaşamın olumsuz yönlerini aramaya yatırım yapmamıza gerek yok. Ancak böyle bir durumdan gözlerimizi açmaya ve her şeyde iyiyi görmeye çalışan insanların olduğunu görmeye yatırım yapmalıyız. Hayatın olumlu yönlerini görmeye çalışmak için ne kadar çok yatırım yaparsak, o kadar çok olumlu olayların hayatımıza gerçekten girdiğini göreceğiz.

İçsel Dünyanın Yankıları

Soru: Ebeveynler neden otistik çocuklara bağlanır? Bunun, ruhlar düzeyinde bir tür kalıcı bağlılık olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Ebeveynler bu tür çocuklara çok bağlıdırlar çünkü içsel dünyanın yankılarını onda hissetmeye başlarlar.

Gerçek şu ki, otistik bir kişinin dışsal davranışı ile içsel özü arasında bir fark vardır. Dıştan çarpık olabilir, dıştan tepki vermeyebilir, varsa hareketleri ve tepkileri çok sınırlıdır. Ancak onunla iletişim kuranlar, yanında olanlar onu anlamaya ve hissetmeye başlar.

Bizim bakış açımıza göre bunların içinde, mutsuz insanların kocaman bir içsel dünyasını keşfederler. Otistik insanlarla iletişim kurmaya başladığında, diğerleri onlardan ne kadar minnettarlık ve anlayış geldiğini hissederler. Bu, ebeveynleri, erkek kardeşleri, kız kardeşleri ve bakıcıları bu tür çocuklara çok bağlar.

Basitçe hepimiz hayvanız. Ruh ancak biz onu geliştirirsek içimizde belirir. Bu nedenle, hayvansal seviyede birbirimizi iyi hissediyoruz. Tek fark, bu dünyayı otistik insanlardan daha iyi hissetmemizdir. Onlar da içsel hissiyatlar dünyasını daha iyi hissederler.

Manevi Bakış Açısından Hayat Ağacı

Soru: Kabalistler yazılarında “ağaç” terimini çok sık kullanmışlardılar. Bu terimi dünyamızda anladığımız haliyle ağaç hakkında değil, manevi seviyeler ve durumlar hakkında yazdıkları açıktır. Hayat Ağacı, bir insanın manevi gelişimi ile ilgili olarak ne anlama geliyor?

Cevap: Hayat Ağacı, Yaradan olan üst kökten, bir gövde ve dalların indiği, insanları, hayvanları ve yaşayan her şeyi besleyen ruhsal güçlerin, onları Yaradan’a daha da yakın hale gelmelerine yardımcı olmak için indiği anlamına gelir.

Yaradan’dan ortaya çıkan bitkisel dünya, tüm canlıların ve insanların Yaradan’ın seviyesine ulaşması için vardır.

Manevi açıdan bakıldığında, Hayat Ağacı üst sefira Keter ile alt sefira Malhut arasında, bir ara durumdur. İşte bu yüzden, bu iki zıt kategoriyi birbirine bağlamak için vardır: Yaradan ve yaratılan. Yaratılanın, Yaradan gibi olmak istediği ölçüde ve formda onlar bu fırsatı elde ederler ve Yaradan ile birleşirler.

Yorum: Çoğu zaman, Hayat Ağacı, kökleri üstte ve dalları altta olan bir çizim şeklinde tasvir edilir.

Benim Cevabım: Doğal olarak, çünkü kök Yaradan’dır ve dallar sebep ve sonuç olarak zaten daha düşüktür. Sebep her zaman üst dünyadadır ve onun etkileri dünyamıza yansır.

Ne İçin Dua Edersiniz? (Quora)

Tüm insanları kapsayan, mükemmel ve bütün bir sistem içinde olduğumuzu yavaş yavaş anlamaya başlayana kadar, hayatımızda gelişiriz. Bu, sistemi tanıyıp doğru, bilinçli, anlayışlı ve onun amacına uygun olarak kullanmaya başladığımız belirli bir duruma getirmek için bizi kontrol eder ve bu yolla deneyimlediğimiz çeşitli koşullardan geçmemizin nedenini anlamaya başlarız ve o zaman sahip olduğumuz her şeyle, parçası olduğumuz sisteme girebiliriz.

Bu süreç hem entelektüel hem de duygusaldır, ancak özellikle duygusaldır. Bu sürecin üzerinde çalıştığı duygular,  sıkışıp kaldığımız ve kafamızın karıştığı, kendimizle ne yapacağımızı, hayatta nasıl ilerleyeceğimizi, hayatın ve dünyanın ne olduğu, kim olduğumuzu bilmediğimiz, bir şekilde yaşamaktan ölmenin daha iyi olduğu, durgunluk duygularıdır ve biz basitçe kayboluruz. Kim olduğumuzun ve nerede olduğumuzun ve ilerlememiz gereken hedefin, bizim için netleştiği bir koşula ulaşmamız gerekiyor.

Kalbimizdeki, içimizdeki o sisteme döneriz. Bu, daha temel sorulara ulaşana kadar kendi içimizde derinlere indikten sonra gelir ve daha sonra yardım aldığımız bir koşula ulaşırız ve bizler sorularımızı düzenlemek ve cevapları duymak için yardım alırız.

İnsanlığın Ortak Bedeni

Yorum: Bugün hayatın anlamını hisseden, anlayan ve düşünen çok ince bir insan tabakası var.

Cevabım: Ve geri kalanı bunu yapmak istemezler ve bunun yerine otomatik olarak yaşarlar. Yeryüzündeki insanların yüzde doksanı, neden ve nasıl yaşadıklarını hiç bilmiyorlar ve sadece yavrularını besleyip çoğalıyorlar. İnsanların sadece küçük bir kısmı hayatın anlamı hakkında sorularla yaşar ve varoluşlarının doğasıyla ilgili neden, nasıl ve ne olduğunu anlar. Onlardan çok az var, Dünya’da birkaç milyon.

Ama herkes ıslah edilmelidir çünkü biz, içinde et, çeşitli organlar ve küçük bir beyin bulunan ve beyinde her şeyi kontrol eden küçük bir top, bir tür mikroişlemci bulunan devasa tek bir bedeni temsil ediyoruz. Başka bir şey yok. Diğer her şey bedendir ve ona tabidir.

Diğer herkes böyledir. Sadece başka bir yolu olmadığını ve “Dinlemek istiyorum, mecburum! Ona tutunmak, ona katılmak, onu tutmak ve böylece kendime iyi bir hayat sağlamak istiyorum.” diyen bu küçük beyni dinlemeye ihtiyaçları olduğunu anlamalılar: Hepsi bu. O kadar hayvansı bir seviyedeler ki bundan daha fazlasına ihtiyaçları yok.

Ve yalnızca yaratılışın bütün resmini ve tüm büyüklüğünü, düzenini ve sistemini fark edebilenler, anlayabilenler ve özümseyebilenler, daha az şanslı olan tüm insanlar için dünyamıza ışık kanallarıdır.

Bu özel insanlar, kendileri için değil bütün insanlık için yaşarlar. Ve tüm insanlık birbiri için var olur, küçük bir beyin sisteminden yukarıdan gelen ışığın alınmasıyla var olur ve bu da, herkes arasında bağlantılı olarak yapılan tüm muazzam işi anlamadan veya fark etmeden bile karşılıklı uyum içinde yaşamamızı sağlar – tek bir ortak ruh içinde.

Sonuç olarak, hepimiz ıslahımızı tamamlaya geleceğiz ve yavaş yavaş evreni hissetmenin bir sonraki seviyesine yükseleceğiz.

Dünyanın Resmini Nasıl Algılıyoruz?

Bizi mutlu ve/veya mutsuz eden şey, nesnelerin gerçekte ne olduğu değil, onları algı yoluyla neye dönüştürdüğümüzdür (Arthur Schopenhauer).

Yorumum: Elbette. Her hangi bir nesne zaten en başından beri benim içimde vardır ve onu başka bir şeye dönüştüren benim. Aksi takdirde, bu konuda söylenecek bir şey yok.

Eğer bir şeyden ya da birinden bahsediyorsam, o zaman algımı ifade ediyorumdur ve bu nedenle, bu şey zaten benim içimde vardır. Hangi formda var olmakta, ben bundan bahsediyorum. Başka nasıl olsun ki? Eğer algılamıyorsam ne hakkında konuşabilirim ki?

Soru: Ama dedikleri gibi bin kişi, bin görüş. Ortak bir dili nasıl buluyorlar? Neden herkes bir şeyi aynı, bir şeyi farklı algılıyor?

Cevap: Herkes, kendi içinde, kendi niteliklerine dayanarak.

Yorum: Diyelim ki herkes bir masayı, sandalyeyi, bir tür çevreyi aynı şekilde algılıyor…

Benim cevabım: Aynı değil çünkü kıyaslayamayız. Sadece aynı olduğu konusunda hemfikiriz.

Diyelim ki “sandalye, masa” diyoruz, bunun bende ve sizde aynı algıya neden olduğunu kabul ediyorum ama hiçbir durumda ne tür bir nesne olduğunu bu bize belirtmez, sadece bizim içimizde nasıl algılandığını belirtir.

Yorum: Prensip olarak, herkes kendi kişisel yolunda algılar ve dahası, bu tür nüansları (bir şey benim için ve onun için ne kadar ekşi vb.) karşılaştıramayız. Ortaya çıkan şudur ki insanlar aslında dünyanın resmi üzerinde hemfikirdir: biz bunu böyle algılıyoruz.

Benim cevabım: Evet, çünkü onlar orijinal olarak bazı ortak benzerliklere göre var olurlar. İnsanın algılamasında belli başlı nitelikler vardır ve bu yüzden, onlar aynı fikirde olabilir.

“Hayat Durgunlaştığında Ne Yapmalıyım?” (Quora)

Sıkıştığınızı kabul edin. Yani, çıkmazda olduğunuzun farkında olun.

Kendinize şunu sorun: “Şu anda hayatımın durgunlaşmasının nedeni ben miydim, değil miydim?” Bu soruyu gerçekten cevaplamaya çalışın. Sonunda, böyle bir soru, hayatınızın, doğanın daha büyük bir gücü içinde olduğunu incelemenize yol açmalıdır: bu doğa hayatınızı düzenler, sizi yaşamın çeşitli olaylarına (şu anki durgunluk duygunuz dahil) yönlendirir ve böyle bir duygudan, doğa sizi hayatın anlamını, amacını ve her şeyin nereden geldiğini araştırmaya davet eder.

Hayatınızda ulaştığınız duraklamayı düzeltin. Hayatınızda durgunluk hissetmenizin bir sonucu olarak hayatın daha derin sorularına yanıt aramaya başladığınızda, o zaman zaten böyle bir durma noktasını düzeltebilirsiniz. Koşulu, bindiğimiz bir trene benzetebiliriz, birdenbire bir hiçliğin ortasında durur. O zaman ne yapmamız gerektiğini, neye karar vermemiz gerektiğini ve bu noktadan sonra neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmediğimizi hissederiz. Bizi küçük düşüren ve sonrasında nasıl ilerleyebileceğimizi sorgulamamıza neden olan çok açık bir duygudur. Daha sonra bir açıklama için artan bir talep hissederiz: “Bu neden benim başıma geliyor?”

Doğada sizi durgun bir yere götüren ve keşfetmeniz gereken daha yüksek bir program olduğunu anlayın. Hayatın anlamı ve amacı hakkında daha derin sorular sormaya başladığınız için, işte keşfetmeniz gereken daha yüksek bir program olduğu anlayışına ulaşırsınız. Bugün doğada daha yüksek bir programın iş başında olduğu gerçeğini tartışmak daha kolay çünkü bu tür tanımlara bilgisayar dünyasından aşinayız. Gerçekten de, her hareketimizi organize eden daha yüksek bir program var, bizi ona nasıl dönebileceğimiz, ona nasıl girebileceğimiz ve bize neler olup bittiğini nasıl soracağımıza yöneltmek için.

İsteğinizi doğaya yönlendirin. Doğanın içinde olduğunuzu ve doğanın sizi yaşamı durağan hissettiğiniz bir noktaya getirdiğini dikkatle incelemeniz gerekiyor ve bir açıklama talep ederek size neler olduğunu sormaya başlıyorsunuz. Diğer bir deyişle, durgunluğunuzdan çıkmak için nasıl doğru hareket edeceğinizi öğrenmek ve bunu yaparak, doğadaki daha yüksek programı ve onunla bağ kurmanın yüceliğini keşfetmek istersiniz.

“Yüksek Başarı Arzusu” (Medium)

Hepimiz başarılı olmak, bir şeyler elde etmek isteriz. Toplumun bize çok erken yaşlardan itibaren aşıladığı şey budur. Bazı insanlar sonunda çok başarılı olurlar, bazıları ise yaşam boyunca sürünürler. Bu sonsuz arayışta, çok az kişi durup düşünür: Gerçekten hayatta başarı olarak kabul edilen şey ne olmalıdır? Son anlarda başarımızın ölçüsünü kendimize özetlemek için bitiş çizgisine ne ile ulaşmalıyız ve “Harika! Hayatta başarılı oldum!” demeliyiz.

İç motorumuz haz ve keyif alma arzusudur. Bu yüzden her türlü şeyi başarmak isteriz ve bunları başardığımızda tatmin oluruz. Yemek, cinsellik, aile için arzular gibi varoluşsal arzulara; para, onur, kontrol gibi insani arzulara ve ayrıca bilgi ve eğitim arzusuna sahibiz.

Herhangi bir anda sahip olduğumuz arzuların karışımı, kişisel eğilimlerimizden ve özümsediğimiz çevresel etkilerden etkilenir. Tüm bunların sonucu olarak, kendimize hedefler belirleriz. Onların elde edilmesine giden yolda, genellikle rakiplerle karşılaşırız ve kazanmaya çalışırız. Edinimler ve başarılar elbette bunlarla ilişkili olarak ölçülür.

Margaret Thatcher, küçük bir bakkal dükkânı sahibinin kızıydı. 24 yaşında parlamentoya girmek için yarıştı ve kaybetti. Amacına bağlılığı sayesinde sonunda İngiltere Başbakanı pozisyonuna ulaşmayı başardı ve “Demir Kadın” olarak tanındı. O, birçoğu için başarısını sıfırdan inşa eden bir kişinin sembolüdür.

Buna karşılık, ağzında altın kaşıkla doğanlar ve ebeveynlerinin düzenlemeleriyle yüksek mevkilere ulaşanlar, kişisel olarak hayatta daha az başarılı olarak kabul edilirler. Bu şu anlama gelir: başarı, kişinin yatırım, çaba ve edinim derecesi ile ölçülür. Hayatta ilerledikçe, başarma arzusu giderek daha netleşir, keskinleşir, odaklanır ve hedefe giden yolda engelleri aşmamızı, kendimizi inşa ederek içsel değişikliklerden geçmemizi gerektirir.

Tarih boyunca, benzersiz olma arzusunu uyandıran insanlar olmuştur – hayatı sonuna kadar gerçekleştirme arzusu. Onlar kendilerine hayatın sırrını, başarının sırrını yukarıdan aşağıya bir bakış açısıyla keşfetme hedefi koydular.

Aynı kişiler kendilerine şu soruyu sordular: Dünyadaki diğer tüm canlılar gibi biz de yaşamak ve ölmek için mi doğduk, yoksa dünyadaki varlığımız sırasında elde edebileceğimiz daha yüksek bir şey var mı? Bedenin ölümünden sonra bile elimizde kalacak sonsuz bir amaç var mı? Her şeyden sonra – aile, zenginlik, saygı, statü, uzmanlık, eğitim –  bu dünyadan ayrılırken yanımızda götüremeyeceğimiz tüm bu şeyler?

Genellikle insanlar, bu kadar büyük soruların net cevaplarının olmaması gibi basit bir nedenden dolayı başarıyı bu düzeyde düşünmezler. Ve eğer sorun buysa, o zaman neden bu tür konulara gireyim? Fazla inceleme yapmadan ortaya çıkanlarla gitmek daha iyidir. Kendimize sadece hedefler koyalım, yatırım yap, başar, herkes gibi hayatta başarılı ol. Ye, iç, yarın yokmuş gibi tadını çıkar, çünkü yarın ölebiliriz.

Nesilden nesile böyle yaşadık ama bugün, hâlihazırda bir değişimi görmeye başladık. Gittikçe daha fazla insan kendine soruyor, hepimizin bir son kullanma tarihi olduğu önceden netse, tüm bu başarının anlamı nedir?

Bilimin en ileri keşifleri dahi, şimdi duyularımızla algılayabildiğimizin ötesinde, şu anda katı bir gerçeklik olarak tanımladığımız şeyin ötesinde bir şey olduğu duygusunu pekiştiriyor. Algıladığımız görüntünün tamamen öznel olduğunu ve farklı olsaydık muhtemelen farklı bir gerçeklik resmi algılayacağımızı açıklıyorlar.

Gerçek başarının yeri, sadece yaşamak için yaşamaya devam etmeyi kabul etmeyenlere değil, daha geniş bir resmi, dar varoluşumuzun ötesinde daha yüksek bir realiteyi ortaya çıkarmak isteyenlere açıktır. Yavaş yavaş, bu araştırma sayesinde gerçek başarıya ulaşabiliriz: Yaşamımızı ve dünyamızı çevreleyen devasa bir mekanizmanın, bizi yöneten ve işleten büyük bir sistemin olduğunu öğrendiğimizde ve anladığımızda. Bu hedef bizi, hayvansal seviyeden insan seviyesine doğru gelişmeye, sonsuzluğun geniş dünyasına girmeye ve neden var olduğunu anlamaya derinlemesine hazırlar.

Neden Tanrı Değil De Yaradan?

Soru: Inna soruyor, “Neden her zaman “Tanrı” değil de “Yaradan” diyorsunuz?

Cevap: Tüm dinlerde, inançlarda olan ve genel olarak tüm insanlar için var olan “Tanrı” ismini, bir güç olarak bildiğimiz, bizi belirli bir amaç için yaratan, üst, tek ve mükemmel güç olan Yaradan’dan ayırmak için.

Tanrı, bizim üzerimizde var olan ve bir şekilde her şeyi kontrol eden bir şeydir. Ve Yaradan, tam olarak yaratıcıdır. Her saniye yeniden yaratıyormuş gibi, O bu dünyayı yaratır. Yaradan çok daha kişisel bir kavramdır.

Tanrı, Tanrı gibi bir şeydir! O benim dışımdadır ve sürekli olarak vardır. Ancak Yaradan bağlayıcı, zorlayıcıdır ve benden bir şey bekler.

Soru: Benden ne bekliyor?

Cevap: Şu ki, O’ndan ıslahlar istemeye başlayacağım. Yani, O’na tamamen bağımlı olduğumu ve sadece O’nun bana O’na benzeyeceğim koşulu verebileceğini keşfedeceğim.

Ondan bir şey yapmasını isterim ve O yapar. Hayal edebiliyor musunuz?! Bir yandan güçsüzüz, diğer yandan biz yönetiyoruz.

Soru: Bu, benim kendi başıma hiçbir şey yapamayacağım anlamına mı geliyor?

Cevap: Ama bensiz de kimse bir şey yapamaz. Yani ben hiçbir şey yapamam ama yine de ben istemeden, talep etmeden, talimat vermeden hiçbir şey olmaz.

Soru: Ama nasıl talep edeceğim? Yaradan’dan bir şey yapmasını nasıl isteyebilirim?

Cevap: Onu Zorlayın! “Oğullarım Beni yendi.” Bu şekilde O’nun çocukları olduğumuzu ve O’nun bizi tam da böyle bir rol için yarattığını hissetmeye başlarız. Bütün bunlar, elbette, şaşırtıcı.

Soru: Başlangıçta “Tanrı değil” dediniz çünkü Tanrı tüm insanlar için kişisel bir algıdır. Bir insanın bu algıda olmasını istemiyor musunuz?

Cevap: Hayır. Yaradan, yaratıcıdır. Tüm yaratılışı her an yeniden hayata döndürür. Bu yüzden buna her dakika tepki vermeli ve her saniye Yaradan’ın yaratışını hissetmeli ve görmeliyiz.

İbranice’de Yaradan “Bo u-Reh” dir (“Gel ve gör”). Gelmeniz, ifşa etmeniz ve görmeniz gerekiyor. Yani, içinde hareket olan daha kapsamlı bir isimdir.