Category Archives: Uncategorized

Akıl, Arzu ve Niyet

Soru: Bizim dünyamızda doğan bir insan zaten bir niyete sahip midir? O sadece alma arzusuyla doğmaz mı?

Cevap: Evet ama bunlar küçük, mikro niyetlerdir.

Soru: Küçük bir çocuğun zevk alma arzusu olduğunu görüyoruz. Yine de kendi iyiliği için zevk aldığını bile söyleyemezsiniz. Ama büyüdüğünde öyle bir kurnazlık gösteriyor ki, bunu bilinçli olarak kendisi için yapıyor, bilinçli olarak başkalarını kullanıyor. Bizim bir arzumuz, aklımız veya başka bir işlevimiz var mı?

Cevap: Aklımız, arzumuz ve niyetimiz var. En önemli şey ise niyettir. Bu, kişinin eylemlerinde neye talip olduğunu belirler.

Akıl yardımıyla niyeti değiştirebiliriz. Arzunun kendisi tamamen mekaniktir. Ancak niyeti arzuların üzerine nasıl yükseltebileceğimizi ve arzunun doğasını -kendimiz veya başkaları için- nasıl değiştirebileceğimizi bilmek zaten bir insan yeteneğidir.

Akıl çok önemli bir fonksiyondur. Bizler onun sayesinde niyetimizi değiştirebiliriz.

“Mutluluk İçsel Mi Yoksa Dışsal Mıdır?” (Quora)

Hissettiğimiz her şey içseldir. Başka hiç kimse, bir bireyin hissettiğini hissetmez ve eğer biri bir şey hisseder ve bunu bir başkasına anlatırsa, diğer kişi bunu duygularının bir parçası olarak kendisiyle yeterince ilişkilendiremez, o zaman neden bahsettiğini bilemez.

Kişinin içinde olmayan, dolayısıyla da yoktur. Bu nedenle, mutluluk içseldir ve gerçekten arzuladığımız bir şey gerçekleştiğinde ortaya çıkar.

Böyle bir duygu “mutluluk” olarak adlandırılabilir. Ancak, acı çektiğimiz şeylerle bizi mutlu eden şeyler arasında bir dizi seviye vardır. Bir çocuğun annesini özlemesi gibi, en büyük mutluluğun doğayla dengeye yaklaştığımızı hissettiğimizde görünür olduğu anlaşılıyor. İşte bu, mutlu olduğumuzu hissettiğimiz andır.

Mutluluk, her zaman gerçekleştirmek istediğimiz, ancak umudumuzu çoktan yitirdiğimiz bir doyum için duyduğumuz güçlü bir arzudur. Ardından, doğanın olumlu gücü – “Yaradan” olarak adlandırılan ihsan etme, sevgi ve bağ gücü – ortaya çıkar. “Neredeydin? Seni arıyordum!” der. Ve kişi şunu söylemek ister: “Seni arayan benim! Ben değil – ama Sen, neredeydin?” Böylece hiçbir tereddüt veya söz olmadan, basit bir şekilde bir araya gelirler.

Bu mutluluktur. Ancak bu, kendi alanlarını ve bireysel duyumlarını korurken iki bedenin birbirine yapıştığı dünyamızda meydana gelen türden bir kaynaşma değildir. Burada bedenlerimiz yoktur, karşılıklı bir nüfuz etme hissi vardır. Sonuç olarak, belirli bir varlık durumu ortaya çıkar.

Benlik duygumuz açısından, onun erimesini isteriz. Buna kesinlikle ihtiyaç duymayız. Ancak, benlik duygusu kaybolursa, o zaman öteki duygusu da kaybolur. Bu yüzden benliğin var olması gerekecek şekilde tasarlanmıştır.

Kabala dilinde şöyle anlatılır: Aviut yani egonun “kalınlığı” kaybolmaz. Dahası, ego artmaya devam ettikçe, onu ihsan etme niteliğiyle uyumlu hale getirme yeteneğini kazanabiliriz. Sonuç olarak ego, nefret büyür ve sevgi de artar. Lineer dünyamızda, bunun nasıl çalıştığını anlamıyoruz. Manevi alanda ise işler böyle yürür. Ve bu nefret ve sevgi, sonsuzluğu hissettiğimiz bir sonsuzluk durumuna yükselir. O zaman böyle bir mutluluğun sınırı yoktur, ama hissedilmesi gerekir, aksi takdirde anlamsızdır. Ancak böyle bir duyuma ulaşmadan önce önümüzde çok uzun bir yol var.

“Erdemli İnsanın Nitelikleri Nelerdir?” (Quora)

Öncelikle, insanların genel olarak neyin erdemli olduğunu düşündüklerini açıklığa kavuşturmak faydalı olacaktır – başkalarının iyiliği için kendilerinden fedakârlık yapan insanlar, örneğin muhtaçlara para, giyecek ve yiyecek veren insanlar – bu tür insanlar aslında erdemli değildir.

Neden? Çünkü bu tür insanlarda doğal olarak iyilik yapma arzusu vardır ve içgüdüsel olarak arzularının peşinden gitmek, erdemli bir insanın niteliği değildir.

Erdemli bir insan, olumlu ve olumsuz iki karşı güce ev sahipliği yapan ve kendi doğal arzularına karşı olumlu gücü ve eylemi yükseltmek için özgür seçimini kullanan kişidir.

Olumsuz güç, başka kimseyi umursamadan kendimize fayda sağlamak istememize neden olan egoist arzumuzdur.

Pozitif güç, bize her şeyi kendimiz için almamızı söyleyen negatif güce rağmen, geçimimiz için ihtiyacımız olanı almamızı ve aldığımızın fazlasını başkalarına fayda sağlamak için vermemizi sağlar. Erdemli insan, bu iki gücü barındıran ve olumlu gücü olumsuz olanın üzerine çıkaran kişidir.

Kendimiz için olan alma arzumuz karşısında, kendimizden başkalarına verdiğimizde, arzumuzu ıslah ederiz: kendimiz için almaktan başkalarına vermeye. Ruhumuz, kolektif arzularımız o zaman ilahi bir ışıkla dolar.

Geçimimiz için ihtiyacımız olanı alırsak ve geri kalanını başkalarının yararına verirsek, o zaman gerçek erdemli insanlar oluruz. Dahası, doğa ile dengeleniriz. Hayat ve doğa ile doğru dengeyi tutturmak, normal bir yaşam sürmek için kendimize ihtiyacımız olanı almak ve fazlalığımızı topluma dağıtmak demektir. Bu sadece zar zor maddesel ihtiyaçlarla yaşamak anlamına gelmez. Sağlıklı ve zengin olabilir ve başkalarına çok şey verebiliriz.

Kalbimizdeki bir eğilimden bahsediyoruz ve bu eğilim kalbimizde kendisini -kötüden iyiye doğru- düzenledikçe, onun tüm dünya genelinde olumlu şekilde somut hale gelmesini daha fazla göreceğiz.

Üst Işık, Manevi Bağın Garantörüdür

Soru: Dünyada insanlar arasında farklı türde bağlar vardır. Kabalistik bağ ile bunların arasındaki fark nedir? Neden Kabala’daki gibi çalışmıyorlar?

Cevap: Çünkü bunlar, üst ışığı çeken türden bir bağ değiller.

Dünyada birçok bağ var. Çeşitli sosyalist, nasyonel sosyalist, Nazi, komünist, kolektif çiftlikler, kibbutzlar ve diğer sendikalar, insanları ıslah edecek ve yükseltecek olan üst ışığı çekmezler. Bu bağlar dünyevi seviyede bulunur ve sona erer.

Ve manevi bağ için üst ışığı çekmek şarttır. Aksi halde bütün çaba ve denemelerimiz bu dünya derecesinde son bulur. Fanatik, dini, sosyal, politik ya da her neyse, herhangi bir akımın nasıl ortaya çıktığını görüyoruz. Alevleniyorlar ve sönüyorlar. Her birinin kendi son kullanma tarihi vardır. Ancak hepsi yavaş yavaş kendi sosyal kaynağını geliştiren insanlığı oluşturur.

Ve tüm bu hareketler, dalga dalga, yavaş yavaş insanlığı umutsuzluğa sürüklüyorlar. Bugün herhangi bir harekete, yeni partilere kim inanıyor? Herkes tüm bunların yozlaşmış bir şey olduğunu anlıyor, tüm bunlar egoizmden geliyor, tüm bunlar bugün olmazsa yarın bitecek, sadece bekleyin.

Her şeyin eskidiğini görüyoruz. Milyarlarca insanın dahil olduğu, birbirini fanatizmle, nefretle, içten içe kin ile besleyen bu tür köktendinci hareketler bile, yavaş yavaş zirvelerinden aşağı kaymakta ve bu konuda hiçbir şey yapamamaktadırlar çünkü egoizm bedelini ödetmektedir. Onun formu son haline dönüştürülmelidir.

Bu mevcut akımlar, son yapının kurulduğunu anlamıyorlar ve yine de ona gelmek zorunda kalacaklar. Yani hiçbir yere gitmiyorlar! Sonuç olarak, tüm planları mahvolacak.

“İnsanlar İçin, Birini Sözünü Kesmeden Dinlemek Neden Bu Kadar Zor?” (Quora)

Neden bazen başkalarını dinlemek çok zordur? Her şeyden ve herkesten önce kişisel çıkarımızı düşündüğümüz egoizmimiz ve gururumuz nedeniyle, başkalarının fikirleriyle belirli anlaşmazlıklar yaşamamız yaygın bir durumdur. Farklı bir görüş bile olmayabilir ama benim söylemek istediklerimi başka birinin söylemesi ve benim söylememem, dinlememem için yeterlidir.

Görüşün kendisi o kadar önemli değildir. Önemli olan kendini ifade edebilme yeteneğidir.

Bazen, kişinin kendi görüşlerini farklı görüşlere sahip bir başkasına dayattığı bir durum ortaya çıkar ve bu, kendi görüşlerini ileri süren kişinin, diğer kişinin benlik algısını bastırdığı hissini uyandırır. Çünkü dinlediğimiz zaman karşımızdakinin etkisi altına gireriz. Biz o anlarda neredeyiz? Görünüşe göre yok oluyoruz, bu yüzden orada burada kendi ağzımızı açma ihtiyacı hissediyoruz.

Diğer bir deyişle, söylediklerimiz görünüşte doğru ve yerinde olsa bile, doğrudan ve zorlayıcı bir şekilde konuşmalara girmemeliyiz. Hazırlık olması gerekiyor. Yani konuştuğumuz kişiye haklı olduğu hissini vermemiz gerekiyor. O zaman onlarla kalplerimizi konuşabiliriz ve daha sonra, diğer kişi kendini boşalttığında, sohbeti yavaş yavaş değiştirmeye başlayabiliriz.

Korkunun Üstesinden Gelmek Mümkün Mü?

Soru: Birçok insan her şeye nüfuz eden korku hakkında bize yazıyorlar, insanın kendisi için duyduğu korku, sevdikleri için korku, çocuklar için korku, ölüm korkusu var. Dahası, bu durum değiştirilemez ve bu korkutucu.

Asıl soru, korkunun üstesinden nasıl gelineceği. Bu mümkün mü?

Cevap: Bu durumu bırakın gitsin. Bir sonraki anda ne olacağını düşünmeyin. Yapabileceğimiz bir şey yok. Bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz. İşte bu yüzden bırakmamız en iyisi.

Soru: Ama bu bir insanın gücü dahilinde midir?

Cevap: Evet, öyledir. Bu biraz eğitim ile elde edilir, ancak prensip olarak bu gereklidir.

Soru: Öyleyse gerçekten dramatik, ölümle tehdit edilmiş bir durumun içinde, sadece hayal edebileceğiniz herhangi bir şeyle, sanki bu yokmuş gibi var olabilir miyim?

Cevap: Evet. Dramatik bir durumu sen icat ediyorsun, sözlerini kullanıyorsun ve onu iptal ediyorsun. Ya da başka şeyler: bunun olamayacağını söylüyorsun, çünkü olamaz. Ben iyi olacağımı zaten biliyorum, öyleyse iyi olacağım. Ya da hiç ilgilenmiyorum, şimdi bile! Bu en iyisidir – dizginleri bırakmak ve hiçbir şeyi kontrol etmemek.

Soru: Yani korkunun, bir kişinin bu durumu yönetmeye çalışmasından kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz?

Cevap: Kişi bunu yönetmek istiyor ve yapamaz. İşte burada korku devreye girer.

Soru: Ve bıraktığımda, onu kontrol ediyor gibi görünüyorum, ama anlaşıldığı üzere farklı bir taraftan mı?

Cevap: Kesinlikle. Elbette öleceksiniz, elbette her şey peşinden gelecek ve sizden sonra da bir şeyler olacak gerçeği hakkında düşünün. Bu dünyayı kilitleyip dışarıda bir yere gidemezsin. Bunun nasıl hayal edilebileceği bilinmiyor. Bu yüzden bu sorun değil. Bunun normal olduğunu hayal edin; bununla hemfikir olun ve hepsi bu.

Soru: Bırakmam gereken genel durumu anlıyorum. Herhangi bir durumdan nasıl kurtulacağına dair birkaç adım önerebilir misiniz?

Cevap: Hayır, farklı insanlar bunu farklı şekillerde yapar. “Benden sonra dünyaya ne olacak?” “Sevdiklerim ve akrabalarım nasıl olacak?” “Mirasıma ne olacak?” “Yaratıcı mirasıma ne olacak?”. Ve şöyle böyle, düşünmeye başlayan insanlar var.

Soru: O zaman soru şu: Bir insana neden korku verilir?

Cevap: Böylece ek bir şeyi ıslah edebilir: yaşama ve ölüme karşı olan tutumunu.

Soru: Bu korku neye dönüşmeli? Eğer yukarıdan verildiyse, bu korku neye doğru akmalıdır?

Cevap: Her Şeye Gücü Yeten’in, Yaradan’ın iradesine ve kişinin dünyevi yolculuğunu gerçekten tamamlayana kadar o anlarda (bunlardan çok fazla sayıda olabilir) hala yapacak bir şeyleri olduğu gerçeğinin mutlak teslimiyete akmalıdır.

Soru: Temel olarak, bir kişi bu şekilde veya başka bir şekilde bir şey yapmak zorunda mıdır? Kişi Ne yapmalı?

Cevap: Sakin olmalı. Başka hiçbir şey. Bir insanın yapması gereken şey budur.

Yorum: Bir keresinde Yaradan’ın huzur içinde olduğunu ve insanin da aynı huzura gelmesi gerektiğini söylemiştiniz.

Cevabım: Evet.

Yorum: O zaman bize huzurun tanımını verin.

Cevabım: Huzur, bir sonraki anın sizi rahatsız etmediği zamandır. Bu kesinlikle sizi rahatsız etmez! Bunun içinde yaşadığın için değil. Eğer içinde yaşıyorsan bu seni rahatsız etmez, çünkü içinde yaşıyorsun. Ama bu seni rahatsız etmiyor. Bizler buna gelmeliyiz.

Soru: O zaman ben şu anda mı yaşıyorum?

Cevap: Ve böyle bir an yok. Kendinin var olduğunu da düşünme.

Soru: Yani, nehirde yüzüyor gibiyim, yüzüyorum ve hepsi bu mu?

Cevap: Bu da aynı zamanda hayata karşı kötü bir tutumdur. “Kürekleri kaldır” ve “suyun üstünde yüz” de iyi değil.

Yorum: Bu nokta çok açık değil.

Cevabım: Bu kimse için anlaşılır değil. Bu mutlak sakinliği elde ettiğimiz noktadır.

Başka bir deyişle, sadece bu şekilde olabilir. “Yaradan’ın kontrolüne güveniyorum. Benim  varlığımın her anındaki ben dahil olmak üzere, O her şeyi kontrol eder. Ve genel olarak, tüm evreni ve herkesi O kontrol eder. Öyleyse endişelenecek bir şeyim yok. O’nun ıslahına, O’nun yönetimine, tüm bunlar üzerindeki O’nun gücüne girmek istiyor muyum? Hayır.” Eğer değilse, o zaman otur ve hayatına devam et.

Nasıl var olman gerektiğine karar verdiğinde, şimdi ve sonrasında nasıl var olduğunuz arasında hiçbir fark olmamalıdır.

Soru: Böyle bir durgunluk noktası mı?

Cevap: Evet. Bu anlaşmayı gösterir. Bu, Yaradan ile aynı fikirde olduğunuz anlamına gelir. Ve bu kolay değildir. Sonuçta, biz her zaman O’nun elini tutmak, orada neyin planlandığını kontrol etmek ve belki de biraz farklı yapılması gerektiğini tartışmak isteriz.

Soru: Burada kimseyi tutmaya gerek yok mu? Aynen bu şekilde ve bu kadar mı?

Cevap: Serbest bırakın. 

Yer ve İçerik

Bu, yeni başlayanlar için zordur çünkü onlar meseleleri zaman, mekân, değişim ve mübadelenin maddi sınırları aracılığıyla algılarlar. Ancak, yazarlar bunları yalnızca üst köklerine işaret etmek için, simgeler olarak kullandılar (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Cilt 1, Kısım 1, Bölüm 1).

Burada şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor ki bizim dünyamızda olduğu gibi, maddi bir yerden ve içeriğinden bahsetmiyoruz, yine de bu şekilde hayal ederiz çünkü alışılagelmiş klişelerimizden kurtulamıyoruz.

Ama en azından aklımızda olanlardan biraz geri çekilmeli ve yerin ne anlama geldiğini düşünmeliyiz.

Yer, yaratılmış ve bir çeşit dolgu ile doldurulmuş bir arzudur. Bu, arzunun istediği şeyle dolu olduğu anlamına gelir. Evrende sadece bu iki madde vardır. Arzu yer olarak adlandırılır, doldurma ise dolgu ya da ışık olarak adlandırılır.

Öğretmen-Öğrenci İlişkisi

Soru: Öğrencilerinizin, sizi bir arkadaş olarak görebilecekleri bir zamanın geleceğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Bunu isterdim ama pek olası değil. Bunu henüz görmüyorum ve benim hakkımda öğrencilere özel bir fikir veren o enerjiyi bozmaktan korkuyorum.

Gerçek şu ki, bir öğretmen, öğrencinin gözünde, öğrencinin kendisi ile aynı olduğunda, sorun ortaya çıkar. Hareket enerjisini kaybeder; öğretmenden aldığı bilgilerle ilgili her türlü şüphe ortaya çıkar; onu önemsemez. Öğrencinin kendini öğretmene yakın hissetmesi için, öğretmenini tanrılaştırdığı duruma hazır olması gerekir. Bu kolay değil.

Bunu kendi deneyimlerimden biliyorum – öğretmen için yemek pişirdiğinizde, onunla denize, saunaya gittiğinizde, hastanede onunla ilgilendiğinizde ve o hasta ve çaresiz olduğunda sizin onu beslemeniz, yıkamanız ve temizlemeniz gerekir. Rabaş’ın iki eli ve yüzü yanmıştı ve ben birkaç hafta onunla birlikteydim.

Bunların hepsi, öğrenci ve öğretmen için yukarıdan gelen karmaşık süreçlerdir ve birbirleriyle bu şekilde çalışmalı ve kendilerine bunun neden verildiğini anlamalıdırlar. Öğretmen anlar. Ancak bir öğrenci için bu korkunç bir sorundur! Bu sırada ne olduğunu, öğrenciye hangi düşüncelerin, ipuçlarının ve korumaların verildiğini anlamamız gerekir.

Yorum: Tüm dünyamız, örneğin başkan ve çevresi gibi, hiyerarşi üzerine kuruludur. Ama onların ilişkisi, kesinlikle sizin öğretmenle tanımladığınızdan farklıdır.

Cevabım: Bir öğretmen ile size öyle düşünceler, arzular ve koşullar verilir ki, onu göz ardı etmek için bolca fırsatınız olur. İyi bir şeye uyum sağlamak sizin için çok zor. Çok zor. Çalışma budur ve bu bir mücadeledir.

Grupta dostlarınızı, onluyu ve Yaradan’ı gözünüzde yükseltmeniz gerektiğini söylüyoruz, amacın öneminin, ona doğru ilerlemek için harcayabileceğiniz enerjiyi belirlediğini söylüyoruz. Ama bir öğretmenle bu daha da zor. Bunun nedeni, grupta dostlarınızın desteğine sahip olmanızdır. Yaradan ile ilgili olarak, ayrıca grubun desteğine de sahipsiniz. Öğretmene gelince, dostlarının öğretmeni yücelttiğini görmek yeterli değildir.

Dahası, bu öğretmenin nasıl davrandığına bağlıdır. Bazıları, onu putlaştıracak, ona saygı duyacak ve ona bağlı olacak insanları çekmek için her şeyi yapar; bu bir kişiyi işlemede tamamen Doğu’ya özgü bir kurnazlık tekniğidir. Bu anti-Kabalistik bir varoluştur.

Ben onu yapmam. Şehrin sokaklarında hızlı adımlarla özgürce dolaşan, tamamen sade bir insan olan Rabaş ile çalıştım; dedikleri gibi hiçbir durumda insanlardan kopmadı.

Onun yanında, bir insanın tam olarak böyle olması gerektiğini hissettim. Hepimiz Yaradan’ın altında eşitsek bunun başka yolu yoktur. Ve bunun için ona saygı duydum.

Ancak şöyle söyleyenler oldu, “Peki, bu nedir? Bu bir öğretmen mi? Bu saygın bir manevi lider mi?” Nerede bu yüz elli kilo ağırlık, nerede bu iletişimdeki bu önem ve yavaşlık? Soru sorduğunuzda beş dakika sonra yavaşça size dönüyor, birkaç kelimeyi yanıtlıyor ve ondan bir tür yanıt duyduğunuzdan zaten memnun oluyorsunuz, konuşmadaki ihtişamı nerede? Bunun hiçbir şeyi yok! Çünkü her şey eylemlere dayalıdır.

Baal HaSulam için de durum aynıydı çünkü biz doğayla, bilimle, bir insanı değiştirme metodolojisiyle uğraşıyoruz. Bunun din ile alakası yok, manipülasyon yok; size bir yöntem verilir ve onu nasıl kullanacağınız öğretilir. Bu kadar.

Yorum: Yine de, birçok insan size büyük saygı duyuyor.

Cevabım: Tüm bunları, kişinin kendi üzerinde yaptığı çalışmada, kişiyi değiştirmenin açıkça pratik yollarına dönüştürmeye çalışıyorum. Bana sadece söylediklerimi dinlemesi gerektiği ölçüde saygı duymasına izin veririm. Hepsi bu. Ondan daha fazla bir şeye ihtiyacım yok!

Bir Kabalistin Günlük Hayatı

Soru: Çok sayıda insanla tanışıyorsunuz. Konuştuğunuz kişiyle iletişim kurmak için ne kadar zamana ihtiyacınız var?

Cevap: Gerçekte kimseyle iletişim kurmuyorum.  Çoğunlukla, konuştuğum insanlar sadece ilgilendikleri konuları değil, aynı zamanda girişimimizin genel konularını, Kabala’nın dünyaya yayılması vb. konuları da tartıştığım öğrencilerimdir. Onlarla özel bir iletişim kurmama gerek yok, sadece neden bahsettiklerini anlamam gerekiyor.

İletişim kurduğum çok dar bir insan çevrem var. Ağırlıklı olarak iletişimimiz, fikrimi sormalarıdır. Ayrıca, bilimsel veya diğer sitelerden en ilginç materyallerden seçmeler alıyorum. Bu materyallerden alıntılar yapıyorum, üzerlerine yorumumu yazıyorum ve bloga ekliyorum.

Blog sayfam çok geniş okuyucu kitlesi için tasarlanmıştır. Tabii ki burada, Kabala ya da Kabala’ya neyin getirdiği ve buna neden ihtiyacımız olduğu ele alınmaktadır. Ancak, genel olarak, oldukça yalındır. Ekonomi, siyaset ve öğretim hakkında materyal sağlar, böylece giren bir kişi genel bilgi de edinir.

Çeşitli medya kanallarında, Kabala’nın dağıtımı veya bütünleyici eğitim metodolojisi ile meşgul öğrencilerim de oradan materyal alır veya ufuklarını genişletmek için okurlar. Blog yazmak gün içinde çok zamanımı almıyor ama yine de sistematik olarak bunu yapıyorum.

Kabalistik materyaller üzerinde çalışmak, onları işlemden geçirmek ve hazırlamak dışında kalan zamanımı çoğunlukla stüdyomuzda program çekimleriyle geçiriyorum. Derse ek olarak bu, günde üç saatimi alıyor. Zamanım böyle geçiyor.

Gerçekte kimseyle iletişim kurmuyorum, buna ihtiyaç duymuyorum. Ne için? Ne veriyor? Bir zamanlar ziyaretçi kabul etmekle meşguldüm. Her gün onlarca kişi sorunlarıyla bana geldi.

Çok nadiren evden çıkıyorum, bir yere gidiyorum ya da ofisimin dışında bir şeyler yapıyorum. Bu benim karakterim, buna ihtiyacım yok. Ayrıca, bu dünyanın prensipte bir tiyatro ve gösteriş olduğunu önceden bilerek, ona doğru çekilmiyorum, bu dikkatimi dağıtıyor. Ben her zaman kendi içimde yaşadım ve yaşıyorum; hatta Kabala’dan da önce, en başından beri ben böyle bir insanım.

Reşimo – Manevi Bilgi Geni

Soru: Reşimot (manevi bilgi) nedir ve bunlarda neler kayıtlıdır?

Cevap: ”Reşimot“, “kayıt – Reşima, Roşem” kelimesinden gelir. Herhangi bir arzuyu diğer tüm arzulardan, herhangi bir niyeti diğer tüm niyetlerden, olumlu ya da olumsuz yönde ayıran şey budur. Bu kayıtlar her zaman maddenin içinde kalır.

Pozitif Reşimotlu bir madde vardır ve negatif Reşimotlu bir madde vardır. Bu kayıtlara dayanarak, her türlü madde birbiriyle ilişkilidir; bağlanırlar ve ayrilirlar, birbirlerine yaklaşırlar ve birbirlerinden uzaklaşırlar.

Bütün durumlar bunlara kayıt edilir.  Bu şu anlama gelir ki Reşimot bir insanın hangi durumda olduğunu ve şu an nerede olduğunu: geçmiş mi şimdiki zaman mı veya gelecekte mi olduğunu belirlemesini sağlar.

Reşimo, belirli bir manevi bilgi parçasını taşıyan bir gendir.