Category Archives: Uncategorized

“Stres Ve Kaygıyı Yönetmek İçin Bazı İpuçları Nelerdir?” (Quora)

Birbirimizle daha fazla olumlu bağ, dostluk ve yakınlık geliştirerek, stres ve kaygının üstesinden gelebiliriz. Aksi takdirde, bu ve diğer olumsuz duygular bizi giderek daha fazla rahatsız edecektir.

Karşılıklı saygı ve destek bağları geliştirdiğimiz küçük toplumlar yaratırsak, korkulardan, hastalıklardan, uykusuzluktan ve hayatın stresini ve kaygısını üzerimize empoze eden bütün her şeyden kurtulabiliriz.

Stres ve kaygı gibi olumsuz duyguları ne kadar çok yaşarsak, dostluk, işbirliği, karşılıklı destek ve ilgiye olan ihtiyacı anlamaya o kadar yaklaşırız. Aynı şekilde, bu tür değerleri ön plana çıkaracak toplumlar yaratmanın gerekliliği anlayışına da ulaşmış olacağız. Aksi takdirde, yukarıda belirtilen değerlere olan ihtiyacımızı fark edene kadar, çok uzun bir süre boyunca daha fazla olumsuz duygu biriktirerek gelişmeye devam edeceğiz.

“İnsanlar Kendilerinden Utanmaktan Nasıl Kaçınabilir?” (Quora)

Utanç duygusundan kaçınmak için sürekli olarak çeşitli davranış kurallarına uyum sağlarız.

Yiyecek, barınak, iyi hijyen ve ailelerimize bakabilmek gibi hayatın olmazsa olmazlarına özen göstermenin ötesinde, yaptığımız diğer her şey utançtan kaçınma ihtiyacımız tarafından motive edilir.

Utançtan kaçınma ihtiyacımızın nedeni, varoluşumuzun temellerinden, realitemizin oluşum sürecinden kaynaklanmaktadır.

Realitemizin yaratılış ve evrim sürecini açıklayan Kabala bilgeliği, Yaradan’ın (ihsan etme arzusu) yaratılanı (alma arzusu) yarattığını ve onu ışıkla (haz, doyum, keyif) doldurduğunu açıklar. Yaratılan, ışığın verdiği hazzı hissettikten sonra, duyduğu hazzın arkasında daha büyük bir nitelik olduğunu fark etti- hazzı vereni. Bu hazzı verenin var olduğunu ve kendisinin de bu hazzı alan olduğunu hissetmek, yaratılanın utanmasına sebep oldu. Başka bir deyişle utanç, yaratılanın onun Yaratıcısını hissetmeye verdiği ilk tepkidir ve bu nedenle Yaradan’a benzerliği edinmek için tamamlamamız gereken şey budur.

Bu nedenle, Yaradan ile yaratılan arasındaki bu verme-alma etkileşiminden doğan dünyamızda, toplum içindeki düşünme ve hareket etme şeklimizin arkasında utanç duygusu vardır.

“Acı Çekmek Tanrı’nın Bir Cezası Mı?” (Quora)

Tanrı’nın cezalandırması, insanların neden acı çektiğimize dair ortaya attığı birçok teoriden biridir, yani Tanrı’nın bizi şu anki hayatımızda ya da geçmiş hayatlarımızda yaptığımız (ya da yapmadığımız) belirli eylemler için cezalandırdığıdır. Ancak teoriler dışında kimse neden acı çektiğimizi gerçekten bilmiyor.

Özellikle bizim içinde bulunduğumuz çağda, birbirimize küresel olarak bağımlı ve bağlı olduğumuzu görebiliriz. Ne kadar çok gelişirsek, küresel karşılıklı bağımlılığımız bize o kadar çok şeyi ifşa eder.

Tek bir küresel sistemde yaşıyoruz ve her birimiz, tüm sistemin refahı için karşılıklı bir sorumluluğu paylaşıyoruz.

Bedenlerimizin işleyişine benzer şekilde, serçe parmağımızdaki bir yarayı tüm vücudumuzda bir ağrı olarak hissederiz ve bu büyük bir yaraysa, o zaman bu tüm dikkatimizi gerektirir. Bugün dünyamızda bizler de kendimizi giderek daha fazla bu şekilde ortaya koyuyoruz.

Karşılıklı bağımlılığımızı tam anlamıyla kavrayıp hissetseydik, o zaman bağlarımızı ıslah etmemiz gerektiği sonucuna hemen varırdık: tek bir ailenin üyeleri – hatta daha yakın biri olarak birbirimize karşı olan tutumlarımızı iyileştirmek. Şayet bunu yaparsak, o zaman acıdan arınmış, kesinlikle mükemmel bir dünyada yaşadığımızı hissetmeye başlarız.

Tek Bir Manevi Alanda

Yorum: Sınıfta düzenli olarak uyuyan birkaç öğrenciniz var. Siz ne yaparsanız yapın, onlar uyuyorlar.

Cevabım: Bu onların doğası. Onlar için bu normal bir durum. Burada yapabileceğin hiçbir şey yok. Bu beni rahatsız etmiyor.

Soru: Ama siz sürekli “Birbirinizi uyandırın” diyorsunuz. Bu, böyle durumlar için geçerli mi?

Cevap: Hayır, bu durum için geçerli değil! Eğer bunu kronik olarak yapıyorlarsa, başka türlüsünü yapamazlar. Onlar tüm etkinliklere katılıyorlar: seminerler, kongreler, her şey, bu yüzden onlardan hiçbir şikâyetim yok.

Yorum: Bir keresinde ders sırasında bir kişiyi uyandırmaya çalıştım ama boşunaydı.

Cevabım: Zaten içsel olarak bağlantısı kesilmiş. Dersi duymaz. Konsantre olamaz veya bir radyo alıcısı gibi bu dalgayı yakalayamaz. Kişiye orda bulunma fırsatı vermek gerekir. Başka bir şekilde yapamıyorsa, bırakın öyle olsun.

Neden bundan bir şey almadığını düşünüyorsunuz? Arkadaşlarıyla birlikte aynı manevi alanda bulunuyor ve bu onun maksimum katılımı.

Onun koşulu böyle.

Onu bir hayvanla kıyaslamak istemiyorum, bizden daha kötü değil ama bir köpek ya da kedi getirin, yanınızda uyuklayacaklardır. Bu, hayvansal organizmasının normal halidir: çaba sarf etmek zorunda olmadığında, uyuklar.

Rahatsızlıklar İçin Minnettar Olun

Soru: Ders sırasında beni manevi eylemlerden uzaklaştıran bir düşünce aldıysam, bunu doğru kullanmak için içsel olarak ne yapmam gerekir?

Yanıt: Bu rahatsızlığı aldığın için şükret, çünkü dünyada kötülük yoktur; sadece iyilik vardır. Bu, rahatsızlığa nasıl baktığına bağlı.

Eğer doğru şekilde bakarsan, bunun iyi olduğunu göreceksin. Her engel önünüze konur. Bu tıpkı küçük çocuklar için egzersiz olarak bazı engeller koymamız gibidir.

Çocuğa her zaman yardım etmeyiz; bunun yerine ona, fiziksel olarak üstesinden gelerek daha akıllı olacağı, duygu ve zihninde daha gelişmiş hale geleceği egzersizler veririz. Biz çocuğun duygularını ve zihnini geliştiremeyiz, bu yüzden ona her türlü rahatsızlığı, çeşitli duyguları veririz ve onu sürekli rahatsız ederiz. Biz de bu şekilde rahatsız ediliyoruz. Bu nedenle şükretmelisiniz çünkü aksi halde küçük bir hayvan olarak kalacaksınız.

“Her Durumda Sakin Kalmayı Nasıl Öğrenebilirim?”

Her durumda sakin kalmak imkânsızdır. Ayrıca, her zaman sakin olmak zorunda da değiliz.

Doğa, sürekli egomuzu büyüterek bizi geliştirir. Çağlar süren insan gelişimine bakarsak, yemek, seks, aile ve barınma gibi temel hayatta kalma arzularından -mağara sakinleri olarak sahip olduğumuz arzulardan- medeniyetler olarak geliştiğimizde ortaya çıkan para, onur, kontrol ve bilgi gibi egoist arzulara kadar olan gelişimi görebiliriz.

Ego ne kadar büyürse, o kadar az sakin kalırız.

Kızgınlık, tedirginlik ve stres, kargaşanın nedeni olarak insan egomuzun farkına varmamız ve böylece egonun üzerine çıkmak için samimi yeni bir arzu geliştirmek için, doğanın bizi hissetmeye teşvik ettiği durumlardır.

Bu noktada, egonun üzerine çıkmak için cesaret ve güven hissettiğimiz destekleyici bir ortama ihtiyacımız vardır.

Böyle bir ortamın bir yönü, bizi insan egosunun üzerine yükseltmeyi amaçlayan düzenli öğrenme ve faaliyetlerdir, bu da bizi dengemizi bozacak her türlü kızgınlığa karşı korur.

Başka bir deyişle, çevremizle olan dengesizliğimizin kaynağının ego olduğunu kabul ederek ve egonun üzerine çıkmak için kendimizi düzenli olarak kalibre ederek, destekleyici çevremizi güçlendirmemiz gerekecek ve bu da yaşadığımız her türlü durumu kendi başımıza bırakıldığımızdan, daha hızlı atlatmamıza yardımcı olacaktır.

İnsan Tipleri

Soru: Neden insanlar hakkında kalıplaşmış yargılar vardır?

Cevap: Çünkü tüm içsel özelliklerimiz beş parçadan oluşur ve bunların her biri sırayla başka bir beş parçaya, başka bir beş parçaya bölünür ve bu şekilde devam eder.

Ancak bunlar çok net derecelendirmelerdir. Kök kısmını hesaba katmıyoruz çünkü o köktür ve dört kısım ondan gelir. Buradan da karakter türlerine, ırk türlerine ve genel olarak her şeye bir ayrımımız olur.

Soru: Neden bir kuralmış gibi, tipleri dış görünüşe göre belirliyoruz? Diyelim ki bu profesör, bu katil, bu alkolik vb. gibi.

Cevap: Her seviyede kendilerini farklı gösterdikleri için, bir insanın dış görünüşü ile nitelikleri arasında bir uygunluk vardır. Doğal olarak, kişi zaten bu tür davranışlar içindedir, iletişimde, hareketlerde, konuşmada ve düşüncelerde – her şeyde. Sonuçta, dört ana niteliğin (HaVaYaH) her biri, dörde bölünür, tekrar dörde vb. bölünmüştür. Dolayısıyla gruplara ayrılmış.

Yorum: Bir zamanlar, kamuoyunun bir kişiyi nasıl etkilediğine dair bir deney yapıldı: öğrencileri aldılar, onlara bir yüz gösterdiler ve kısa bir açıklama yaptılar: “Bu adam bir katil, soğukkanlı…” vs.  “Onu nasıl gördüğünüzü anlatın.” Ve kişi şöyle tarif etmeye başlar: “Evet, aslında o…”

Cevabım: Bu tamamen farklı bir konu. İnsanlara böyle bir ipucu verildi ve muhtemelen önyargılı bir görüşün onları gerçeklerden nasıl uzaklaştırdığını göstermek istediler.

Ancak prensipte, insanları dış görünüşlerine göre az çok yargılayabilirsiniz. Bu, mesela büyük dolandırıcılar, zihinsel bozukluğu olanlar veya deliler için geçerli olmayabilir, onlar süper zeki bir görünüme sahip olabilirler.

Ve bugün bunun hakkında pek bir şey söylemek imkânsız çünkü egoizmimiz gelişme sürecinde o kadar yükseklere ulaştı ki, görünüşte en sakin, zeki insanlar bile kendilerini birdenbire çeşitli baskılar altında, daha önce kendilerine özgü olmayan çeşitli dürtüler altında buluyorlar. Bu nedenle, artık kimse kimseye inanmıyor.

Harfler – Işığın Arzular Üzerindeki Etkisi

Soru: Yaradan’ın adı neden Yod-Hey-Vav-Hey olarak anılır?

Cevap: Yaradan, siyah arzunun arka planına karşı kendisini tasvir eden ışıktır. Dolayısıyla ışığın siyah bir fon üzerine çizdiği her türlü şekil, Yaradan’ın adını oluşturan harflerdir. Yani O’nun eylemlerini bu şekilde algılarız.

Soru: Bu, birisinin arzuları üzerinde ışığın tesirini hissederek bunu harflerle veya yazılarla tasvir etmesi anlamına mı gelir?

Cevap: Evet, Tora böyle yazılmıştır.

“Neden Bazı İnsanlara Diğerlerinden Daha Fazla Güvenme Eğilimindeyiz?” (Quora)

Bazı insanlara diğerlerinden daha fazla güveniriz çünkü onlara güvenmekten başka seçeneğimiz yoktur.

Örneğin bebekleri ele alalım. Bebekler kimseye güvenmez. Bebekler annelerinden başka kimseyi tanımak ve annelerinden ayrılmak istemezler. Bebekler büyüdükleri ve beşiklerinden odalarına, tüm evlerine ve belki de arka bahçelerine kadar çevrelerini tanıdıkları ölçüde, bu tanıdık çevrelerdeki insanlara karşı bir ölçüde güven geliştirirler,  onlara aşina olurlar. Bebekler daha yakın ve tanıdık olanlara yaklaşır ve tanıdık olmayanlardan uzak durur. Diğer bir deyişle güven, kazanmamız gereken bir özelliktir.

Daha sonra, çevremize, toplumumuza, etrafımızdaki dünyaya aşina olduğumuz ölçüde -kimin bize daha yakın ve uzak olduğunu belirleyerek- belirli insanlara karşı buna uygun şekilde güven geliştiririz.

Hayvanlarda da bu tür örnekleri görebiliriz. Tarih boyunca evcilleştirdiğimiz kediler ve köpekler gibi belli bir güven ilişkisi kurduğumuz hayvanlar var. Evde aslan yetiştiremeyeceğimizi biliyoruz, ancak zamanla bazı hayvanlara karşı bir güven düzeyi geliştirdik – burada hayvanlar bize bir dereceye kadar güvenir ve biz de onlara güveniriz – ve sonra onların yavrularını alıp kurduğumuz güven derecesine göre bir tür ilişki geliştirmeye başlayabiliriz.

Korkunun Gücü

Soru: Çoğu zaman büyük etkinliklerden veya kongrelerden önce insanların bir şekilde kendilerini uzak tutmaya başladıkları, onların önemsiz olduklarını düşündükleri ve etkinliklere katılmadıkları durumlar olur. Bu koşulların üstesinden gelmemekle bir şey kaybediyorlar mı?

Cevap: Elbette, hiç şüphesiz! Asıl sorun, arzu, ıstırap ve korku hazırlığı içindedir. Bağ, bir sonraki seviyede başarılı olacak mı? Sonuçta, eğer işe yaramazsa, büyük bir darbe, bir başarısızlık olacak ve o zaman elbette hayal kırıklıkları ve çeşitli sorunların ortaya çıkması yoluyla bir ıslaha dönüşecektir.

Ancak bizim farklı davranmamız gerekiyor. Kendi baskımızla ilerlemeli ve daha yüksek dünyaya doğru yol almalıyız.

Soru: Ne yapmalıyım? Bir insan için asıl mesele sadece katılmak mıdır?

Cevap: Hayır, bedenen ve ruhen bu işin içinde olmalısınız ve kendinizi büyük bir tutkuyla, büyük bir endişeyle ve işe yaramayabileceği korkusuyla hazırlamalısınız çünkü böylesine inanılmaz bir fırsat hayatta bir kez gelir.

Soru: Peki bu arzunun gelişmesi kime bağlıdır?

Cevap: Hep birlikte karşılıklı sorumluluk koşulunda olmamıza.