Category Archives: Toplum

“Kötülüğü Veya Yanlış Giden Şeyleri Nasıl Düzeltiriz?” (Quora)

Herkesin değişmesi, kendini geliştirmesi ve topluma faydalı bir parçası olması için kapı daima açıktır. İnsan toplumuna karşı en kötü suçları işleyenler bile,  sadece her gün duyduğumuz bir veya birkaç kişiye yönelik cinayet veya hırsızlıktan da bahsetmiyorum, dünyanın kötüleri olarak kabul edilenler bile ne yaptıklarını anlayacakları ve aynı zamanda değişmeyi arzulayacakları bir uyanış anına sahip olacaklar.

Örneğin, kendi ülkesinde toplu katliam ve soykırım uygulayan Adolf Hitler’i ve Avrupa’daki yıkımı ele alalım. Bu tür insanların özgür seçimleri yoktur. Üst güç onları bu tür gaddarlıkları gerçekleştirmeleri için yönlendirir ve kendilerinin ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktur.

Daha sonraki enkarnasyonlarda, onlar insanlığa getirdikleri zararı kabul etmek zorunda kalacaklardır. Böyle insanlarla ilgili olarak “hizmetçilerin ve kralların kalpleri Yaradan’ın elindedir” denir. Yani, insan gelişimini yönlendiren bir üst takdir vardır ve insanlığın belirli darbeleri deneyimlemesi gereken belirli zamanlar gelir ve daha sonra “Yaradan”, “doğa” veya diğer birkaç isimle adlandırılabilen üst takdir, insanlığın gelişiminde deneyimlemesi gereken belirli bir miktarda acıyı uygulamak için Hitler gibi belirli bir kişi aracılığıyla hareket eder.

Dünyaya onların vasıtasıyla iyiliğin geldiği diğer insanlar da vardır ama ne yazık ki, dünyamıza neredeyse hiç iyilik gelmez, bu yüzden bu örnekler çok daha nadirdir.

Bununla birlikte, topluma karşı şurada burada suç işleyen sıradan insanları tartışırsak, bu tür insanlar her zaman bölücü eğilimlerinin üzerine çıkma ve topluma faydalı katkılar sağlama yeteneğine sahiptir.

Uç bir örnek olarak seri katilleri alırsak, bunlar hala anlaşılması çok karmaşık konulardır çünkü onları tam olarak anlamak için, enkarnasyonların nasıl çalıştığını anlamamız gerekiyor. Örneğin, kişinin bu enkarnasyonda zarar verdiği bir kişi, gelecekteki bir enkarnasyonda ilgilenmesi gereken çocukları olabilir.

Parçası olduğumuz sistemin tamamını anlamak için sadece algı araçlarından yoksunuz. Dünyamızda, insanları belirli zamanlarda gerçekleştirdikleri belirli eylemlere göre yargılamaktan başka seçeneğimiz yok çünkü onları değerlendirmenin başka bir yolu yok. Ayrıca, insan toplumunda belirli bir dengeyi sürdürmek ve her türlü kötülüğün açığa çıkmasına çok fazla izin vermemek zorundayız.

Oysa doğadaki gerçeği algılayabilmek için doğanın başlangıcını ve sonunu görmemiz gerekir. Ve böyle konularda tecrübeliler kadar bilgesi yoktur. Gerçekliğin düzenine ve gelecekteki durumlarımızın en son hallerine kadar nasıl gelişmesi gerektiğine dair böyle bir algıya erişmiş insanlar var. Bu tür insanlar aynı zamanda, insan gelişiminin her köşesinde ve kuytularında neler olduğunu görebilir, meydana gelen her türlü ıstırabın arkasındaki nedeni ve amacı anlayabilir ve buna göre tarih boyunca meydana gelen her olayı haklı çıkarabilirler.

Böyle bir algı olmadan, o zaman bu dünyada dar algılarımızla hareket ederiz. Burada söylediklerimi anlamak ve aynı fikirde olmak çok zor, ancak mümkün olduğunca basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, eğer doğayı başlangıcından sonuna kadar görerek gerçekliğin tam algısını ve hissini elde edersek, o zaman gerçekleşmiş olan her şeyi kelimenin tam anlamıyla haklı çıkarabileceğiz.

Bu yüzden Kabala bilgeliğini öğretiyor ve yayıyorum. Kabala, gerçekliğin tam algısına nasıl ulaşacağımız konusunda bize rehberlik eden bir bilgeliktir. Bunu yaparak, hayatımızı hatasız ve her türlü korkunç patlamalardan arınmış olarak nasıl yöneteceğimizi bileceğiz. Yüksek bir birleşme ve sevgi duygusunun tüm insanlar arasında yaşayacağı uyumlu ve barışçıl bir toplum inşa etmek için gerekli araçları kazanacağız. Ayrıca, belirli insanların neden belirli eğilimlerle doğduklarını da tam olarak göreceğiz.

Belli eğilimleri olduğu için kimse suçlanamaz. Nasıl ki bazı insanlar bilim insanı olmayı arzuluyorlarsa, diğer insanlar müzisyen olmayı arzuluyorlar vb. gibi, aynı şekilde bazı insanların da toplumun kötülük olarak gördüğü öldürme ve çalma gibi eğilimleri vardır. Farklı insanların sahip olduğu kesin eğilimlere karşı bir duyarlılık geliştirseydik, o zaman onlara enerjilerini topluma fayda sağlayacak şekilde kanalize etme konusunda rehberlik edebilirdik. Örneğin, bu tür insanları, İnsanları yakalamak yerine balık tutmaya, insanları bıçaklayarak öldürmek yerine, kasap olarak çalışmaya veya onları iyileştirmek için cerrah olarak insanları kesmeye, ya da kendimiz için bencilce kazanmak amacıyla başkalarından çalmak yerine başkalarına vermek için kendi egolarımızdan çalmaya yönlendirebiliriz. Sonuç olarak, bizler haz alma arzularından yapıldık ve hazzın türü, birlikte yetiştirildiğimiz toplumdaki değerlere ve örneklere bağlıdır.

Doğanın eğilimlerimizi içimize yerleştirdiğini anlamalıyız ve belirli eğilimlere sahip olduğumuz için cezalandırılmamalı veya suçlanmamalıyız. Bunun yerine, toplum her birimizi eğilimlerimize göre ayırt etmelidir ve onları toplumun yararına yönlendirdiğimiz ölçüde belirli düzeltmelerden geçeriz. Daha sonra, onu olumlu bir amaç için nasıl yönlendireceğimizi deşifre etmemiz için her eğilimin nasıl var olduğunu yavaş yavaş görmeye başlardık.

Eğilimlerimizi olumlu amaçlara yönlendirmek, toplumun bize aşıladığı sarmalayıcı değerlere ve örneklere bağlıdır. Örneğin, bir kişinin öldürme eğilimi varsa ve o kişi, tükettiği medya ve eğlence gibi toplumdaki örneklerle, kıyasıya rekabet eden “her insan kendine” değerleri ve insanlar arasında nefretin filizlenmesini teşvik eden bölücü dürtülerle birleşirse, o zaman böyle bir kişinin eğilimini olumsuz ve yıkıcı bir şekilde kullanma olasılığı daha yüksektir.

Bununla birlikte, koruyucu toplumsal değerler ve örnekler, kendi çıkarları yerine başkalarına ve doğaya fayda sağlamayı amaçlayan olumlu örneklerle, medya ve eğlence bu değerleri tanıtmaya çalışan olumlu örneklerle zenginleştirilseydi ve ayrıca eğitim sistemlerimiz bizi materyalist olarak birbirimizle rekabet edecek şekilde yetiştirmekten, bölücü dürtülerimizin üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmak için birbirimizle işbirliği yapmaya kaydırılsaydı, o zaman öldürme eğilimi olan kişi, kendisini kucaklayan olumlu sosyal çevreye en iyi şekilde hizmet etmek için bu eğilimi nasıl kullanacağını da arardı.

Hepimiz farklı eğilimlerle doğarız ve birbirimizle pozitif ilişki kurmak için onları aşmak için birbirimizi desteklersek, o zaman doğanın bizi bir arada tutan pozitif bağlantı gücüyle yeni bir bağlantı ağına gireriz. O zaman toplumdaki en uygun yerlerimizi bulabiliriz ve sonra her birimiz kendimizi mükemmel ve bütün bir biçimde gerçekleştirebiliriz. O zaman, en kötü eğilimlerimiz bile (öldürme, tecavüz etme ve çalma) topluma olumlu katkı sağlamak için bu eğilimleri nasıl kullanacağımızı ararken olumlu bir ifade bulacaktır.

“Covid – Kariyer Yok Edici” (Linkedin)

Covid içinde olmamız henüz iki yıl bile olmadı, ancak virüsün medeniyette devrim yarattığı şimdiden açık. İş, okul ve eğlence gibi yakın zamana kadar hafife aldığımız şeyler birçok düzeyde tartışılır hale geldi. Virüs sadece sağlığımızı ve hayatımızı etkilemiyor; kendimizi insan ve toplumun üyeleri olarak nasıl gördüğümüzü değiştiriyor.

Virüs üzerimize inene kadar, insanları büyük ölçüde kariyerlerine, işlerine ve yaşam tarzlarına göre etiketledik. Kariyer sahibi olmak eskiden başarının simgesiydi. Sözcüğün romantik bir tonu vardı ve sık sık “iş” gezileri, şirket kredi kartları, lobisinde bir bekçi bulunan yüksek bir apartman dairesi imajları ve diğerlerinin imreneceği bir sosyal statüsü vardı.

Covid bu cazibeyi bir şekilde azalttı. İnsanların kariyer fikrini tamamen reddetmiyor ancak iki yıl önce olduğu kadar kıskanılacak bir şey değil, ve çekiciliği basitçe azalıyor.

Hâlâ para istiyoruz ve her zaman da isteyeceğiz, ancak çok para kazanmak için çok daha az bedel ödemek istiyoruz. Sosyal bir statü için sosyal hayatımızı, diğer ilgi alanlarımızı, iç huzurumuzu ve aile zamanımızın çoğunu feda etmeye istekli değiliz. Kısmen, bunun nedeni artık onu çok cazip bulmadığımız ve kısmen de başkalarının kariyer “unvanlarımızı” kıskanılacak bulmamasıdır. Ofiste geçirdiğimiz uzun saatleri, sık uçuşlarımızı görüyorlar ve hayattan zevk almak yerine çok çalışmak zorunda kaldığımız için bize acıyorlar.

Ancak salgın, çalışma algımızı değiştirmekten daha fazla derinlere ulaştı. Yavaş yavaş, hiper kapitalist bir dünyada hayatta kalma baskısı altında yıllarca bastırdığımız “büyük” soruları içimizde yeniden uyandırdı: hayatın anlamı hakkındaki sorular.

Tıpkı ısınan iklimin permafrostu eritip atmosferimizin bileşimini değiştiren gazları dışarı salması gibi, virüs de kalplerimizdeki buzu eritiyor ve onları toplumumuzdaki atmosferi değiştiren uzun zamandır donmuş olan duygulara açıyor. Daha fazla toplumsal ve daha az bireysel düşünmeyi öğreniyoruz.

Enfeksiyon korkusu, sağlığımız için başkalarına bağımlı olduğumuzu kabul etmemizi sağladı. Şimdi, Koronavirüs nedeniyle tedarik zincirlerinde yaşanan krizle birlikte, yiyeceklerimiz için, bir şeyler için ödediğimiz ücret için, tatil hediyeleri alabilmemiz için, eğlencemiz, sosyal hayatımız için ve okullarımız ve eğitimimiz için birbirimize bağımlı olduğumuzu fark etmemizi sağlıyor.

Farkında olmayabiliriz ama virüs bize değerlerimizi yeniden gözden geçirmeyi öğretiyor: kimi büyük ve hayranlık uyandırıcı ve kimi küçük gördüğümüzü. İnsanları ne kadar kazandıklarına göre değil, topluma ne kadar katkıda bulunduklarına göre yargılamayı öğretiyor. Sağlık ve tıp çalışanlarını alkışlayarak başladık, sonra süpermarket çalışanlarının vazgeçilmez olduğunu kabul ederek ilerledik ve şimdi fark ediyoruz ki, yaşamamızı ve kendimiz için endişelenmemizi sağlayanlar bu görünmez insanlar.

Virüs sayesinde sonunda her insanın benzersiz olduğunu öğreniyoruz çünkü her insan topluma başka birisinin yapamayacağı özel bir katkı yapabilir. Benzersizliğimiz konusunda hepimiz eşitiz.

Her insanın eşsiz olduğunu kabullenme süreci tamamlandığında, kalbimizdeki nefretin gittiğini göreceğiz. Her birimizin ne kadar değerli olduğunu fark edeceğiz ve bu gezegendeki her bir insanın varlığına minnettar olacağız. Bu gerçekleştiğinde, kariyer yok eden ve birliği ve barışı oluşturan Covid’e şükran duyacağız.

“Büyüklerin Sahte Büyüklüğü” (Linkedin)

Görüntü yönetmeni bir arkadaşım bana günümüzün filmlerine, dizilerine ve sosyal medya paylaşımlarına bakılırsa insanların yemek yeme, duş alma ve hatta dışkılama gibi yaşamlarındaki en sıradan “olaylarla” meşgul olduğunu söyledi. Tarihte geriye dönüp baktığımızda, bizi ilgilendiren bunlar değil, fikirler ve toplumsal hareketler gibi daha yüksek şeylermiş gibi görünüyor.  Zamanımız hakkında yazacak bir şey yok gibi geliyor.

Bence gerçekte insanlık hiçbir zaman yüce olmamıştır. Klasik müzik, tiyatro, resim ve heykelin popüler eğlence biçimleri olduğu zamanlarda ne kadar medeni olduğumuzu düşünmek isteyebiliriz ama insanların büyük çoğunluğu için hayat sadece bir hayatta kalma mücadelesiydi; eğlenceye yer yoktu.

Daha da kötüsü, tam da büyük olarak hatırladığımız kişiler aslında o neslin en kötüleriydi. Halkın gözünde büyüklük kazanan insanlar aslında her zaman en faziletsiz ve bencil insanlardır. Yazarlar, besteciler, pek çoğu, onlarda iyi olan hiçbir şey yoktu; biyografilerini kontrol edin,  kendiniz de göreceksiniz.

Bence büyüklüğü yeniden tanımlamalıyız. Yazma, beste yapma veya resim yapma yetenekleri için insanlara saygı duymak yerine, kendileri için değil, başkaları için bir şeyler yapanlara saygı göstermeliyiz. Özellikle insanları bir araya getiren ve birlik duygusunu yaşatan kişilere saygı duymalıyız.

İnsanlar kendilerini güvende ve sevildiklerini hissettiklerinde mutlu olurlar ve aile veya arkadaşlar gibi kendilerini önemseyen insanlar arasında olduklarında kendilerini güvende ve sevilmiş hissederler. Dolayısıyla toplumda bu duygunun oluşmasına yardımcı olan, toplulukları, şehirleri ve hatta milletleri bir araya getiren insanlar, toplumdaki en değerli insanlardır.

Irkçılığı ve dışlamayı teşvik ederek kendi kariyerlerini geliştirmek için kültürel ve etnik farklılıkları kullanmak yerine, çeşitliliğin topluma nasıl katkıda bulunduğunu gösteren insanlar, günümüzün gerçek kahramanlarıdır. Bugünün değerleri bizi bu karşılıklı sorumluluk ve özen duygusunun tam tersi istikametine götürmektedir. Eğer daha iyisini inşa etmek istiyorsak, birlikte inşa etmeliyiz ve o zaman başarılı oluruz.

Bölünmeye ve ayrılığa ne kadar yenik düşersek, toplumumuz o kadar zayıflar. Mutluluk ve güvenin yerine korku, şüphe ve nefret üstün gelir. Korkanlar, şüphelenenler ve nefret edenler yani hepimiz dışında kimse bu gidişatı tersine çeviremeyecek. Toplumdaki ayrılığın acısını çeken biziz, “liderlerimizin” aksine, bundan kazanacak hiçbir şeyi olmayan biziz, dolayısıyla bölünme yerine birliği seçmesi gereken biziz.

Birleşik Toplumsal Sistem

“Son Nesil” makalesinde Baal HaSulam,  sosyal eşitlik – “komün” kelimesinden türetilen komünizm olarak adlandırabileceğiniz, devletlerin olmayacağı, yalnızca tek bir toplumsal sistemin olacağı gelecekteki bir dünya hakkında yazar.

Orada her şeyi birbirine eşitleme, baskılama veya yapay olarak dayatılan ilişkiler mevcut olmayacak.  İnsanlar her şeyi anlayacak ve hissedecekler çünkü üst dünya onlara ifşa edilmiş olacak. Kabala’nın yardımıyla bunu kendileri keşfedecekler ve iyi ilişkiler içinde yaşarlarsa bunun kendileri için de iyi olacağını görecekler.

Örneğin, beş metre yükseklikten atlayarak veya ateşe elimi sokarak kendime zarar vermem çünkü kendime vereceğim zararı açıkça görebilirim. Benzer şekilde, insanların birbiri ile bağlantılı olduğu küresel sistem bize ifşa edilirse, o zaman tabii ki başkalarına zarar vermeyeceğim çünkü bana nasıl geri döneceğini göreceğim.

Sadece insanlığın tüm içsel bağlantısının sistemini anlamam gerekiyor ve o zaman hiçbir durumda birine zarar vermek istemem veya başkalarının pahasına daha iyi bir servet kazanmaya çalışmam çünkü bunu yaparak kendime kazandığımdan çok daha fazla zarar vereceğimi anlarım. Bağımızın sistemi bu şekilde çalışır ancak bu bize görünmez. Onu ortaya çıkarmamız gerekir.

Kabala bilimi bunu yapmamıza izin verir. O zaman hiçbir öğretiye, felsefeye, siyaset bilimine, oluşuma, karmaşık şeylere ihtiyacımız olmayacak. Sadece doğada var olan aramızdaki bağ sistemini ortaya çıkarmamız gerekiyor. İşte o zaman iyi çocuklar gibi kendi aramızdaki bağımızda doğru bir şekilde davranacağız.

Kimse Güvenilir Değilse Kime Güvenebiliriz?

Mark Twain’in Tom Sawyer’ın Maceraları’nda en sevdiğim esprilerinden biri, Tom’un “ışıltılı bir kahraman … yaşlıların evcil hayvanı, gençlerin gıpta ettiği” olarak tanımlandığı ve “idamdan kurtulursa başkan olacağına inananların” olduğu zamandı. Bu birkaç kelimeyle Twain, dünyamızdaki liderliğin özünü yakalamıştı. Zirveye çıkanlar en acımasız, en kararlı ve en gaddar olanlardır. Bugün, ikinci nitelik o kadar aşırı hale geldi ki, artık liderlerimize inanamıyoruz ve kesinlikle bizler için en iyisini uğruna çaba göstereceklerine güvenemiyoruz.

Belirli bir lideri ya da bir bütün olarak liderleri suçlamıyorum. Basitçe, insanların zirveye çıkarken birbirlerini devirmek için yarıştığı egoist bir dünyada, en tepedeki kişi açıkça herkesten daha fazla insanı çiğneyen ve yere seren kişidir. Özetle, egoist bir dünyada, zirveye ulaşmak için en büyük egoist olmanız gerekir.

Peki kime güveneceğimizi nereden bileceğiz? Bilmiyoruz ve bilemeyiz. Tek bildiğimiz karanlıkta olduğumuz.

Gerçeklere hiçbir şekilde erişilemeyen akıl almaz bir bencillik kültüründe, her türlü komplo teorisi makul görünür. Bir şey söyleyen veya yazan herkes, gizli bir gündem oluşturmaya çalıştığında neyin doğru olduğunu, gerçekte neler yaşandığını veya herhangi bir şey olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu yoktur.

Haberlerde biraz netlik kazanmanın ve liderlerimizden biraz iyi niyet görmemizin tek yolu mevcut sistemimize “Yeter!” demek ve tamamen bağımsız bir şey inşa etmektir. Böyle bir sistemin yol gösterici ilkesi “sadece bilgi” olmalı, yorum yapılmamalıdır. Yorum, bilginin çoktan çarpıtıldığı anlamına gelir. Bilgi, nedenini, kimin suçlanacağını ve kimi övmemiz gerektiğini değil, mümkün olduğunca sadece ne olduğunu söylemek anlamına gelir.

Aynı zamanda, kapsamlı bir kendini-eğitme süreci başlatmak zorundayız. Sadece neler olduğunu değil, neden her şeyi çarpıtıp saptırdığımızı da bilmek zorundayız. Başka bir deyişle, insan doğasını ve doğası gereği meseleleri kişinin kendi çıkarına hizmet eden, kendi öznel görüşüne göre nasıl ortaya koyduğunu bilmek zorundayız. Kendimizi bu bozukluktan “arındırmak” için, kişisel çıkarlarımızın üzerine çıkmayı ve başkalarına karşı eşit derecede olumlu bir tutum geliştirmeyi öğrenmeliyiz. Bu, olayları eşit ve doğru yorumlamamızın tek garantisidir.

Böyle bir tutum geliştirdiğimizde, dünyamızda gördüğümüz kötü şeylerin kendi içsel kötülüğümüzü yansıttığını keşfedeceğiz.

Başkalarına karşı olan kötü niyetimiz, kötü niyetin hüküm sürdüğü bir dünya yaratır ve böylece dünya kötülük ve zulümle dolar. Bu nedenle, olumlu liderlik yaratmak ve genel olarak dünyadan kötü niyetleri ortadan kaldırmak için ihtiyacımız olan tek şey içimizde iyi niyet oluşturmaktır. Başkalarına karşı iyi niyet beslediğimizde, dünyayı iyi niyetle dolduracağız. Sonuç olarak, dünya iyilik ve sevgiyle dolacak. Kendimizi değiştirerek, diğer insanları yönetme, hor görme ve çoğu zaman yok etme arzularımızla yarattığımız dünyadan zıt bir dünya yaratacağız.

 

İnsanlık Kendi Programını Gerçekleştirecek

Soru: Kabalistler kaderlerini gerçekleştirmeden insanlık yok olursa ne olacak?

Cevap: Hayır. Bizler doğa denen bir sistemin içindeyiz. Bu sistem mutlak ve evrenseldir. Bizi kontrol eden ve önceden belirlenmiş bir hedefe götüren bir güçler ağının içindeyiz.

Bu hedef ve geçmemiz gereken tüm aşamalar, deyim yerindeyse gerçekleşti, sadece kendimizi bu aşamalara sokmalı ve onlarda dönüşümlü olarak var olmalı ve farklı seviyelere yükselmeliyiz. Adımların kendisi ve son durum (tam ıslah) zaten hazırlanmıştır.

Bu nedenle, hiçbir yıkım olamaz ama bizi gönüllü olarak, doğru seçimle, özgür irademizle yaratılış hedefine doğru yönlendirecek ve şu anda yaşadığımız küçük ıstıraplar tarafından yönlendirilmeyen büyük ıstıraplar olabilir.

O yüzden sakin olabilirsin, insanlığa bir şey olmayacak. O, programını yerine getirmekle yükümlü olacaktır.

“Nasıl Oluyor Da 7 Milyar İnsan Varken Yine De Yalnız Hissediyoruz?” (Quora)

Egoizm, başkalarının pahasına haz alma arzusu, doğamızın temelindedir. Hayatımız boyunca sürekli gelişir ve büyürüz. Sonuç olarak kendimizi giderek birbirimizden ayrı buluruz, çağımızda da artık birbirimize dayanamayacağımız gerçeğine ulaştık. Kendimizi giderek daha fazla bölünmüş, yalıtılmış, kopuk ve birbirimizden nefret ederken buluyor ve depresyon, kaygı, stres, yalnızlık ve madde bağımlılığının daha da derinlerine batıyoruz. Büyüyen ego bizi ayırır ve gerçekten herkesten ve kendimizden bile koptuğumuzu hissederiz.

Öte yandan, tam tersini de hissetmeye başlarız: Giderek birbirimize daha çok bağımlı olduğumuzu ve birbirimiz olmadan yaşayamayacağımızı.

Peki, giderek birbirimize bağımlı hale geldiğimiz ama aynı zamanda birbirimizden nefret edip reddettiğimiz bu ikilemi nasıl çözebiliriz? Bu sorunu nasıl bire bağlayabiliriz?

Şu anki hayatımızda bunu yapamayız. Tek bir çözüm var: Hepimizin en büyük önceliğimizin kendimiz olduğu mevcut varoluş seviyemizden, başkalarının yararına öncelik verdiğimiz farklı bir seviyeye yükselmemiz ve onlara olumlu bir şekilde bağlanmamız gerekiyor. Egoist varoluş biçimimizin yakıtının bittiği ve şimdikinin tam tersi başka bir duruma geçmemiz gerektiği anlayışına ulaşırsak, o zaman doğayla denge içinde uyumlu bir varoluşu hak edeceğiz ve kimse kendini yalnız hissetmeyecektir.

Toplumsal Bütünlüğün Yıkımı

Soru: Kadın doğal olarak aileye yönelir ve onu korumak ister. Bir erkeğe ve bir aileye ait olma duygusuna ihtiyacı vardır ve bunun için çok şey feda etmeye hazırdır. Modern bir erkek neden bir kadına bu aidiyet duygusunu veremiyor?

Cevap: Ego buna izin vermez: “Kimseyle bağlı olmak istemiyorum!” der.

Yani biriyle bağlanabilirim, ancak yalnızca benim için uygun olduğunda, hoş olduğunda, hizmet edilmek ve tatmin edilmek istediğimde. Ama ihtiyacım olmadığı anda yanımda kadın, aile, hiç kimse olmasın. Egoizm böyle davranır.

Böyle durumlarda, kişi kimseye borçlu kalmamak için bir şeyi yapmaya zorlanmaya tahammül edemediğinde, aileyi ayakta tutmak da mümkün değildir çünkü aile bir ortaklıktır ve her şeyden önce birbirlerine karşı tavizler vardır.

Ve birbirimize boyun eğmek, kendini bunu yapmaya zorlamak demektir. Bunu istemem! Bundan haz alamam, egom buna izin vermez. Ve bu yüzden günümüz ailesinin dağıldığı anlaşılmaktadır. Ve daha da korkunç zamanlar bizi beklemektedir.

İnsanlar bunun için bir çeşit ikame bulmaya çalışacaklar, bir çeşit aslının yerini tutan şey, bir araya gelip ayrılacaklar. Çocuklar ebeveynlerini erken terk edecek ve daha erken bağımsız hale gelecekler. Devlet ve toplum bazı ek işlevler üstlenecektir.

Yani hayvanların bile sahip olmadığı bir şeyin, insanlık biriminin, toplumumuzun en temel biriminin yavaş yavaş yıkıldığını göreceğiz. Bununla birlikte hayvanlarda aile, türün üremesi için gerekli olduğu kadar korunur.

Ve bugün devlet bekar annelere veya bekar babalara yardım sağladığında, aileyi bir arada tutmak için hiçbir neden görmüyorlar.

Egoizmin İki Yönlü Çalışması

Bir bebek bu dünyaya doğduğunda, ona aşina olmaya başlar. Bebek insanların ne icat ettiğini, hangi sistemlere, bankalara, sağlık hizmetlerine vb. sahip olduğunu bilmez.

Ancak, yeni doğmuş bir hayvan yavrusu, çevresinde olup biten her şeyi anlar. Hayvan yavrusu: bu anne, bu baba, sürüde benimleler, bu benim ve bunlar düşman, yabancı vb. olduğunu bilir.

Ancak insan için her şey çok karmaşıktır. Egoizmimiz hem bizim için hem de “aleyhimize” çalışır. Bir yandan, onlardan zevk alabilmek ve kendi iyiliğim için kullanabilmek için başkalarına daha yakın olmak isterim.

Diğer yandan, onlardan uzak durmaya ve bana hükmetmelerine fırsat vermemeye çalışırım. Bizler sürekli birbirimizle, reddetme ve çekim gibi zıt ilişkiler içindeyiz. Ve onları nasıl dengeleyeceğimizi bilmiyoruz.

Bu konuda çok çeşitli teoriler vardır ve doğal olarak egoizm geliştikçe hem teoriler hem de uygulamalar değişir. Büyüyen egoizm, gitgide ilerlememiz ve yeni bir seviyeye geçmemiz gereken belirli bir sınıra ulaşır.

Bu seviyeye diğerlerinden daha hızlı ulaşan insanlar vardır. Bu nedenle, bir devrim yapmaya isteklidirler. Bir de şöyle diyenler vardır: “Ne olmuş yani? Sorun nedir? Özel bir şey olmuyor.”

Yani toplum homojen değildir. Bu, bizim böyle yaşadığımızı anlayan bir sürü değildir. Herkesin egoizmin gelişme hızı farklıdır. Ayrıca, tüm insanlar yaşam tarzlarında, hayata bakışlarında, karakterlerinde, tezahürlerinde farklıdır. Bu yüzden sosyal sistemimizin yapısı çok kafa karıştırıcıdır.

 

Bilgenin Gözleri

Dünyanın siyasi haritasına baktığımızda birbirini yok etmeye çalışan iki çizgi görüyoruz sağ çizgi ve sol çizgi. Onlar hâkimiyette değişiyorlar ve mücadeleleri giderek daha vahşi ve yıkıcı hale geliyor. Fakat doğanın geri kalanına baktığımızda orada savaş yok, tamamlayıcılık var. Mücadeleler bile rakip tarafları güçlendiriyor ve onları daha sağlıklı hale getiriyor. Açıkçası bir şeyleri kaçırıyoruz.

Dengeli ilerleme her zaman iki taraf içermelidir: Sağ ve sol. Sağ taraf, yarını bugünle aynı kılmak için istikrar ve gelenek eğilimidir. Sol taraf devrim yapma, yenilik yapma, geleceği sorgulama eğilimidir. İki taraf birbirini tamamladığı zaman toplum daha iyi sonuçlar çıkarabilir, daha doğru kararlar verebilir ve başarılı bir şekilde ilerleyebilir.

Kral Süleyman “Bilgenin gözleri kafasındadır” (Vaiz 2:14) demiş. Diğer bir deyişle doğa bizi her zaman ileriye doğru iterken, biz onu anlamaya eğilimli ve hazır olmalıyız. Hazır olmadığımız zaman, şanssızlıklar bizi şaşırtır ve sıkıntılar bizi korunmak için araştırmaya zorlar. Doğa her zaman evrim geçirdiğinden, yarın istikrarı korumak, geleceğe bugünden hazırlanmamızı gerektirir. Bu sağ çizgi ve sol çizgi arasındaki doğru kombinasyondur ve buna “orta çizgide ilerlemek” denir.

İnsan egosu sürekli değiştiği ve geliştiği için orta çizgiyi korumak zordur. Ne kadar gelişirsek, duyularımız o kadar yeni heyecanlar talep eder ve zevk ve tatmin için daha fazla açlık hissederiz. Aynı zamanda, dünyamız giderek daha fazla bağlantılı hale geliyor ve bir kişinin yaptığı herhangi bir hareket diğer tüm insanları etkiliyor. Birbirimize yabancılaşmamız yoğunlaşırken karşılıklı bağımlı hale geldik.

21.yüzyılda hayatta kalmak için, büyüyen egolarımıza hizmet etmek ile başkalarına karşı düşünceli olmak arasındaki orta çizgiyi bize öğretecek küresel eğitim sistemleri kurmaktan başka seçeneğimiz olmayacak. Yapıcı bir orta yol bulmayı öğrenmedikçe, doğa bizi baskı ve acı yoluyla bunu yapmaya zorlayacaktır.

1930’larda, büyük Kabalist ve düşünür Baal HaSulam, “Dünyada Barış” adlı ilham verici makalesinde şunları yazmıştı: “Bizim neslimizde, dünyadaki tüm ülkeler her insana mutluluğu için yardım ettiğinde, birey, bir makinedeki dişli gibi, farkında olmadan tüm dünyanın kölesi olur. Bu aslında bilinmesine ve hissedilmesine rağmen, dünyadaki insanlar hala onu tam olarak kavrayabilmiş değiller. Neden? Çünkü doğadaki gelişme davranışı böyledir: Eylem anlayıştan önce gelir ve ancak eylemler kanıtlayacak ve insanlığı ileriye itecektir.”

Bu nedenle, kaybedecek zamanımız yok. Yarın iyi bir karşılama istiyorsak, bugün üzerinde çalışmalıyız.