Category Archives: Toplum

Bu Herkes İçin Çözüm Olacak

Eğer araştırmaya başlarsak, olup bitenlerden bizim, İsrail halkının sorumlu olduğunu hemen anlayacağız. Biz, Tora’nın yolu denilen, düz ve doğru yolu takip etmedik. Bu nedenle artık yolumuzu düzeltmemiz gerekiyor.

Ve bu konuda birbirimizi desteklememiz ve güçlendirmemiz gerekiyor ki, ağıt yakmak ve pişmanlık duymak yerine, gerçeğin gözlerinin içine bakıp birlik, barış ve ortak uyum yolunda nasıl ilerleyeceğimizi ve bunu nasıl başarabileceğimizi çözebilelim ve düşmanlarımıza, evrensel uyuma giden yolun nasıl yalnızca herkes arasındaki birlikten geçtiğini açıklayabilelim, öyle ki kavga etmeyi ve birinin haklılığını kanıtlamayı bırakalım çünkü böyle bir yol çözüme götürmez.

Halkımızın gücü ancak birliktelikten gelir. Ve eğer birliğimizi Yaradan’a yöneltirsek, kendimizi yaratılışın merkezinde buluruz. Bu noktadan itibaren, sadece birilerini güç kullanıp yenerek değil, küresel birliğin her türlü düşmanlığın ötesinde mümkün olduğunu ve herkes için çözüm olacağını, herkese kanıtlayarak başarıya ulaşabiliriz.

Kendimizi adaletin zirvesinde hareket eden erdemliler olarak görmemeliyiz. Eğer öyle olsaydı, bugün bu durumda olmazdık.

Gerçekte durumumuz diğer uluslardan veya gruplardan daha iyi değil. Herkes tam bir karmaşa ve küresel parçalanma içinde. Bu nedenle, kimsenin arkasında bir gerçeğin olmadığını bilmeliyiz. Gerçek yalnızca Yaradan’a dönmek ve O’nun bizimle ilgilenmesi için O’na yaklaşmayı istemekte yatmaktadır.

İnsanlığın içinde bulunduğu tuzaktan kurtulmanın tek yolu, tüm insanlığı bir araya toplayan ve kimseyi o merkezin dışında bırakmayan, merkezi noktaya herkesin katılmak istemesidir. İyi ya da kötü olmayacak, uluslar ve dinler arasında anlaşmazlıklar olmayacak; bütün insanlar kardeş olduğundan, herkes diğerlerini bir topluluğun mensubu olarak kabul etmek zorunda kalacak.

Yaradan, egoizmimizin üzerine çıkabilelim ve ona karşı iyi bir doğa edinebilelim diye, hepimize egoist ve kötü bir doğa verdi.

İnsanlığın öylesi bir karanlığa düştüğünü, hakikatin nerede olduğunu, adaletin nerede olduğunu, barış içinde yaşamanın nasıl mümkün olduğunu kimsenin idrak edemediğini anlamalıyız. Bir yerde dış savaş yoksa iç savaş vardır. Bu nedenle doğru dengeyi sağlamak için kendimizi değiştirmeliyiz.

İnsanların, tüm insanları tek bir grupta, Yaradan’ın tek bir toplumunda birleştirebilecek üst gücü keşfetmelerini diliyorum. O zaman doğru koşul içinde olacağız.

Yaradan bizi tek bir halk olarak bir araya getirsin ve birbirimizle nasıl ilişki kuracağımızı, birbirimiz hakkında ne hissedeceğimizi ve düşüneceğimizi bize öğretsin. Aksi takdirde, bu savaşlar bugün de yarın da bitmeyecek, çok uzun yıllar devam edecektir.

Bu nedenle, Yaradan’dan bize gelişimimizde doğru yönü ve tüm uluslar ve insanlar arasında doğru tutumu göstermesini talep etmeliyiz.

 

En Büyük Tüketici Pazarı

Soru: Sürekli olarak her türlü ilacı üretmemize rağmen neden sürekli yeni hastalıklar ortaya çıkıyor? Bunun herhangi bir çözümü var mı?

Cevap: Tüm insanlık ıslah oluncaya kadar bu durum düzelmeyecektir.

Sonuçta her şey daha fazla kazanma üzerine kurulu. Ne için? Bu soru sorulmuyor. Bu, toplumun hiçbir zaman yargılanmayan bir hedefidir. Daha fazla kazanmak! Böylece diğerlerinden daha üstün, diğerlerinden daha önemli ve diğerlerinden daha güçlü olacağım! Peki neden, ne için ve hangi amaçla? Bütün bunlar artık önemli değil. Önemli olan, zenginliğe toplum tarafından saygı duyulması ve bu nedenle insanların zenginliğin peşinden koşmasıdır.

Bu amaçla milyonlarca ilaç üretiliyor. Üstelik bu muhtemelen dünyanın en büyük tüketici pazarı. Bizi sürekli olarak her türlü ilaçla doldurmaya çalışan kocaman bir doktor, üretici ve reklamcı ordusu var. Genel olarak bu şekilde sürekli kendimizi zehirliyoruz.

Kendimizi gerçekten insanı ıslah etmeye adamamız dışında, bu soruna hızlı bir çözüm düşünemiyorum. Ancak o zaman geri kalan her şeyi düzeltmek istediğimiz noktaya gelebiliriz. Bizim ıslahımız, çevremizdeki doğa üzerinde öyle bir etki yaratacak ki, sebze, meyve yetiştirebilecek, et üretebilecek ve ihtiyacımız olan her şeyi değiştirilmemiş bir biçimde üretebileceğiz. Bunlar çürümeyecekler; herkese yetecek kadar mevcut olacaklar. Ama bu, sadece kimyasallar yerine kendimizle ilgilendiğimizde gerçekleşecek.

Yorum: Ama aynı zamanda “Doktora iyileştirme hakkı verilmiştir” diye yazılmıştır.

Cevabım: Günümüzde gerçek doktor yok ki! Uygulamada bu kişiler, aslında, bize yardım ettiklerini düşünen mutsuz insanlar topluluğudur.

Ancak gerçek şu ki onlar tamamen zehirlenmiş ve artık hiçbir şey yapmanın mümkün olamayacağı insanlarla uğraşıyorlar. Onlara bir şeyler yapacak ve onları bir şekilde bir arada tutacak ilave zehir türleri satmaya çalışıyorlar. Biz şu anda böyle yaşıyoruz. Elbette bir kişi itiraz edebilir ve 500 yıl önce insanların 30 ila 40 yıl yaşadığını, bugün ise 60, 70, 80 yıl ve hatta daha fazla yaşadıklarını söyleyebilir. Bu doğru. Ama gerçek şu ki burada şu soruyla karşı karşıyayız: “Ne için?!”

 

“İnsanlık Tarihi Nedir?” (Quora)

İnsanlık tarihine iki şekilde bakabiliriz: ya dünyevi bir gelişim yolu olarak ya da büyüyen arzularımız tarafından yönlendirilen bir evrim olarak.  Önümüzde, “bu dünya” olarak bilinen bir tür üç boyutlu küresel ekranda sergilenen tarihe tanıklık ediyoruz. İçimizde ve tüm çevremizde, aktif olarak katıldığımız canlı bir film gibi, bu gözler önüne seriliyor.

Yine de, bu içimizde yaşar.

Tüm dünyamız bizim arzularımızın merceğinden yansıtılır. Biz bunu kendi içimizde değil, yalnızca dışsal bir bakış açısından gözlemleriz. Dışarısı ile içerisi arasındaki ayrım önemsiz hale gelir; hepsi kişinin kendisinin bir uzantısıdır.

Bununla birlikte, algımızın yanılgısını bir kenara bırakmamız gerekir, zira evreni içgüdüsel olarak içimizde ve dışımızda olmak üzere ikiye ayırıyoruz. Bu bizim egoizmimizin, başkaları ve doğa pahasına kendi kendimizi tatmin etmeye yönelik içsel arzumuzun sonucudur. Bu algı dünya görüşümüzü bugüne kadar şekillendirdi. Egomuzun üzerine çıktığımız zaman, herkesle ortak bir “benlik” paylaştığımızın farkına varacak ve her şeyi dışımızda değil içimizde deneyimleyeceğiz.

Egoist arzularımız, Büyük Patlama’dan itibaren doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri boyunca evrimleşti.

Doğanın insan seviyesi MÖ 50.000 civarında ortaya çıktı ve o zamandan MÖ 5.000’e kadar, eşitlik ve ortak mülkiyetle karakterize edilen ilkel bir komünal toplum ortaya çıktı.

Başlangıçta arzular cansız bir düzeyde işliyordu, ancak zenginlik arayışı MS 5. yüzyılda gelişti. Sonraki dönem, öncü teknolojilerin ortaya çıkışıyla belirginleşen hızlı bir insanlık gelişimine tanık oldu.

MÖ 5. yüzyıldan MS 15. Yüzyıla, Orta Çağ’ın sonuna kadar amansız bir güç arayışı vardı. Eş zamanlı olarak Rönesans, önemli keşifler, matbaanın icadı ve diğer dönüm noktaları, 20. yüzyılın sonuna kadar devam edecek olan bilimsel ilerleme ve aydınlanma çağını başlattı.

21. Yüzyılda kendimizi, doğanın sınırlarını aşmak isteyen, doğanın kanunlarıyla uyum içinde olduğumuz daha yüksek bir varoluş düzeyini hedefleyen, yeni bir arzunun içimizde doğduğu, yepyeni bir çağda buluyoruz. Elbette bu yeni arzunun amacını, ilk ortaya çıktığında ifade edildiği kadar net bir şekilde tanımlayamayız ve daha üst bir gelişim seviyesine geçiş sırasında, mevcut evrim sürecimizin talepleri konusunda kendimizi tamamen cahil buluyoruz.

Hayatımızı nasıl ve neden sürdürmemiz gerektiğine dair çeşitli teori ve görüşler var, ancak hiçbiri herkesi tam olarak tatmin etmiyor. Bununla birlikte, doğanın bizi dünya çapında görünür-düzeyindeki, teknolojik ve ekonomik olarak birbirine olan bağlılığımızı sürekli artırmaya nasıl zorladığını gözlemleyerek, doğanın bizden birbirimizle olan bağlarımızda yeni bir birlik, karşılıklı bağımlılık ve bağlılık seviyesine ulaşmamızı talep ettiğini tahmin edebiliriz. Bu kavram Kutsal Kitabın “komşunu kendin gibi sev” ilkesiyle de uyumludur.

İnsanlığa Yakışan Bir Hayat

Soru: Günümüzde insanların bilinçleri yavaş yavaş değişmeye başlıyor. İnsanların yakında Kabala’nın söylediklerine inanıp, eylemlerini değiştirmeye başlamaları ne kadar gerçekçi?

Cevap: Bu ihtiyaca bağlıdır. Günümüzde insanların her türlü teknik oyuncakları geliştirmeye, savaşlar çıkarmaya ve tabiri caizse birbirlerini toplarından çekmeye devam ettiklerini görüyoruz. Onlar bu tür bir yaşamdan hala memnunlar.

Kendilerine zarar veren ve dolayısıyla onları gerçek Kabalistik kaynaklarından daha da uzaklaştıran geçici, önemsiz ve değersiz bir şeyle uğraşıyorlar. Ve onlara geri dönmek giderek daha zor olacak.

Başkalarına karşı bencilliğini en iyi şekilde kullanan kişi, bizim dünyamızda başarılı görünebilir. Ama aslında bu onu gerçek kaynağına geri dönmek için çok zor bir yolla ve manevi ıslah yolunda çok acı hislerle tehdit eder.

Dünyamız bu şekilde işliyor ve bu konuda yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Biz, Kabala’yı yayarak bir şeyler başarmaya çalışıyoruz ama prensipte bunların hepsi dünyanın programında var.

“Neden Doğal Afetler Yaşamak Zorundayız?” (Quora)

Doğadan aldığımız büyük darbeler, eninde sonunda bizleri egoist bir paradigmaya göre yaşadığımız (sömürü, manipülasyon ve nefretin bağlarımızda bulunduğu) durumdan, “tek kalp tek adam” sözleriyle tanımlandığı gibi, yani sorunsuz işleyen, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı tek bir sistem olarak, olumlu bir şekilde bağ kurduğumuz belirli bir duruma getirmek içindir.

Diğer bir deyişle, eğer insan seviyesinde birbirimizle uyumlu ve dengeli bir bağı paylaşsaydık, o zaman bizim seviyemizdeki denge, doğa boyunca dalgalanırdı ve doğayı uyumlu ve huzurlu bir şekilde yaşardık ve doğal afetler diye adlandırdıklarımız geçmişteki bir şey haline gelirdi.

Bu tür darbelerden elde edebileceklerimizle, gelecek durumlara dikkat etmemiz akıllıca olacaktır: darbeler bizi birbirimize karşı egoist tavırlarımızın içindeki rüya benzeri mevcut durumdan sarsmak ve bizi tam tersi, uyumlu ve huzurlu bir dünyaya uyandırmak için gelir.

Aslında her şeyin iyi olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve sadece biz insanlar, birbirimize karşı egoist tutumlarımızla dünyaya olumsuz bir şekil veriyoruz. Birbirimizle egoist -her birimizin başkalarının pahasına kendi çıkarımıza öncelik verdiği- bakış açılarıyla ilişki kurmayı bırakıp, bunun yerine birbirimizle olumlu, nazik ve şefkatli tutumlarla sabırla ilişki kuracağımız zaman yaklaşıyor.

Eğer böyle bir değişim yaparsak, daha önce hiç yaşamadığımız güzel bir yaşama tanıklık etmiş oluruz. Bu nedenle, bu tür ilişkilere mümkün olduğunca çabuk ulaşmaya çalışmalıyız.

Dünyayı İyileştirmek Mi Kendinizi Değiştirmek Mi?

Yorum: Bir kişinin asıl sorunu, daha yüksek koordinatlara bağlı olmamasıdır. Dünyamızın var olmadığını, bunun sadece bir ilüzyon olduğunu söylediğinizde, şu soru ortaya çıkıyor: “Ben neredeyim?”

Cevabım: Hiçbir şey yapılamaz. Bunun için bir metodoloji var. Bu nedenle, kişiyi yavaş yavaş buna sokmak, bunu açıklamak ve ona niteliklerini nasıl yöneteceğini keşfetme fırsatı vermek gerekir. Bütün bunlar başlangıçta bize verilir. Herkes gerçeğe ulaşabilir ve ulaşmak zorundadır. Bu öğrenilmelidir.

Dünyadaki tüm acılar, bizi tam da bunu yapmaya iter. Bizi içinde bulunduğumuz bu küçük küre olan dünyamızı iyileştirmeye zorlamaz. Buna gerek yoktur.

Kendimizi değiştirmeliyiz ki dış küreye, sonra daha dış bir küreye ve daha da dış bir küreye çıkabilelim. Ancak bunun yerine kendi küçük küremizi geliştirmeye başlarsak ve onun içinde kalmak istersek, bizi kiraz çekirdeği gibi sadece dışarı itmeye çalışan doğanın darbeleriyle karşılaşırız. Bugün dünyadaki tüm eylemlerimizde hissettiğimiz şey budur.

Bu nedenle, dünyayı değiştirmemize ve hatta toplumu iyileştirmemize gerek yok, bunun yerine, kişinin başka bir boyutta, başka bir dünyada tamamen farklı bir görüntüyle bir sonraki varoluş derecesine ulaşmasına yardımcı olmamız gerekiyor.

Başka bir şey yapmanıza gerek yok, sadece bu. Geri kalan her şey yalnızca daha fazla acıya ve sonun ertelenmesine yol açacaktır; iyi yükselişi uzaklaştıracaktır.

Dünyamız sadece bunu arzuluyor ve mutlaka buna geleceğiz. Ama her şey, çekilen ızdırabın miktarına ve nihayetinde mantıklı bir şeyler yapmamız gerektiğini – doğanın bizim için neyi planladığını kavramak gibi, anlamamız için geçen süreye bağlıdır.

 

“Toplumumuzdan Kim Daha Fazla Sorumlu, Erkekler Mi Kadınlar Mı?” (Quora)

İnsani yardım kuruluşu Care’in kadınlarla ilgili raporunda dikkate değer istatistikler var. İlk olarak dünya genelinde erkeklerden 150 milyon daha fazla kadın açlık çekiyor ve açlıktan ölen insanların yüzde 60’ı kadın ve ayrıca yine dünya genelinde on milyonlarca kadın en son ve en az yemeği yiyor.

Bu, kadınların ailelerine, çocuklarına ve çevrelerine karşı doğal bir sorumluluk hissettiklerine işaret ediyor. Kadına yüklenen bu doğal sorumluluk hakkında Tora, “kadın evdir” diye yazar.

Kadınların doğum yapabilme yeteneği, kadınların neden bu kadar doğal sorumluluk ve başkalarını kendilerinden önce görme niteliklerini barındırdıklarının bir yönüdür. Onlar daha içgüdüsel bir doğa hissine sahiptirler. Bu nedenle Tora’da Yaradan, İbrahim’e Sarah’ın söylediklerini dinlemesini söyler. Bu, kadınların sahip olduğu içsel doğal bilgeliği tanımlar.

Doğanın köklerine göre, kadınlar zaten doğanın içindedir, oysa erkeğin doğası, doğanın ıslahıdır -doğanın üstesinden gelme ve doğanın ihsan etme niteliğine benzer bir ihsan etme niyetiyle ona rehberlik etme yeteneğidir. Kadınların bu içsel doğal bilgeliğini dinleme eğiliminde olsaydık, o zaman dünyada kesinlikle daha fazla düzen, daha az savaş ve ızdırap olurdu.

“Bugün Hepimiz Kendimize Hangi Soruyu Sormalıyız?” (Quora)

İnsanlık, aralarındaki bağlarda düşmanlıklar ve çarpışmalar olan yozlaşmış bir toplum geliştirdiğini kabul etmek zorundadır.

Bugün kendi kendimizi sorgulamalı ve kendimize nasıl ve neden yaşadığımıza dair ciddi sorular sormalıyız: Ne için yaşıyoruz? Hayatın anlamı nedir? Amacı nedir? Yaşamanın ne anlamı var? Sadece burada bulunduğumuz birkaç yıl hayatta kalabilmek mi, yoksa kendimizi adamaya değer daha önemli bir şey var mı?

İlk 20-25 yılımız boyunca öğrenme ortamlarında büyürüz. Ardından hayatımızın sonraki büyük bölümünde oldukça sıkı çalışırız ve 60 ya da 70 yaşlarında hayatımızın sonuna yaklaşmaya başlarız. Çalıştığımız yıllarda, yetiştirmemiz ve onlara hayatın yolunu göstermemiz gereken çocuklara sahip oluruz. Onlar bizim inşa ettiğimiz bu toplumdan ne elde edecekler ki?

Sanki kendimizi çalkantılı sulara bırakmışız ve sonra da boğulmamak için bir şekilde şu üstünde kalmaya çalışıyoruz. Ancak nihayetinde, hayatlarımızdaki sürtüşmeler ve zorlukların hepsi, bizi hayatımızın anlamı ve amacı hakkındaki en temel sorulara yönlendirmek içindir ve ciddi bir öz-incelemeden geçmek zorunda kalana kadar ızdırap artacaktır.

“İnsanlığın Neye İhtiyacı Olduğunu Nasıl Bilebilirim?” (Quora)

İnsanlığın bilmesi gereken şey, doğanın bizi ilerlettiği şeyin bir sonraki tam birlik seviyesi olduğudur ve doğanın isteğimiz dışında bizi birbirimize bağlaması, katlandığımız her türlü ıstırabın nedenidir. Diğer bir deyişle, bizi giderek daha fazla birbirine bağlayan doğa güçleri vardır ve pozitif bağ kurma eğilimini reddederek acı çekiyoruz ve bunun tam tersine bizi birbirimize bağlayan bu güçlerle uyum içinde hareket edersek, hayatı mutlulukla deneyimleriz.

İşte bu yüzden bugün, üzerimizde işleyen doğanın bu güçlerini ve pozitif bağlarımızı fark ederek, bu güçlerle nasıl eşitlenebileceğimizi bize öğreten yepyeni bir eğitim şekline ihtiyacımız var. Daha sonra, doğanın bize rehberlik ettiği, uyumlu bir şekilde birbirine bağlı bir yaşamın bir sonraki aşamasına huzurlu bir şekilde yükselebiliriz.

Küresel bir insanlık haline geldiğimizi görüyoruz. Bu küresel karşılıklı bağımlılığımızdan ve karşılıklı bağlarımızdan kaçacak hiçbir yer yok. Dolayısıyla doğa ile uyum içine girmek demek, kendimizi içinde bulduğumuz bu daralan küresel bağımlılık ve birbirine bağlı olma duruma karşı tutumumuzu yükseltmemiz – hepimizin tek bir teknede olduğumuzu, tüm dünyada tek bir aile olduğumuzu fark etmemiz – ve buna göre birbirimizle ilişki kurmaya başlamamız demektir. Bu, doğanın duymamızı istediği mesajdır ve karşılıklı etkimizi ve bağımlılığımızı düşünmeden, her birimiz için bireysel olarak tatlı ve iyi görünenin peşinden koşmak isteyen aptal çocuklar olarak kalırsak, o zaman doğa ne yapacak? Bize iletmek istediği şeyi dinlemeye başlayana kadar bizi cezalandıracaktır. Doğanın birleştirici eğilimiyle uyumsuzluğumuz bugün çektiğimiz acıların sebebidir ve geleceğe doğru ilerledikçe daha fazla acı çekmemizin de sebebidir.

Bu nedenle, doğanın bize göstermeye başladığı şeyi, küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı tek bir insanlık olduğumuz ve karşılıklı bağımlılığımızı uyumlu ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirmek istiyorsak, doğanın kendisi her şeyi kendi içinde barındırdığı gibi, bizim de birbirimize karşı tutumları tersine çevirmemiz gerektiğini dikkate almalıyız.

Yalnızca egoist doğamızla (başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarımızla) doğup büyüdüğümüz için bu oldukça karmaşıktır, ancak kendimizi, tüm dünyada bağ kurmayı zenginleştiren yeni bir öğrenmeyi uygulama yoluna sokarsak, başımıza gelecek her türlü kargaşaya olan ihtiyacı azaltarak olumlu bir geçiş yapabileceğiz.

“Geleceğimiz Aslında Hangi Faktöre Bağlı?” (Quora)

Geleceğimiz, kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, nereye gittiğimizi ve gelişimimize rehberlik eden yasalarla kendimizi nasıl uyumlu hale getirebileceğimizi anlamaya bağlıdır. Bunu yaptığımızda kendimizi uyumlu ve huzurlu bir dünyada yaşarken bulacağız.

21. yüzyıla kadar, içimizde büyüyen egoist dürtülere göre geliştik. Bugün, insan egosu doruk noktasına ulaştı ve buna bağlı olarak artık daha sonraki gelişimimizde özgür seçim yapma olanağına sahibiz.

Bizim özgür seçimimiz nedir? Bu, bizim egoist doğamızın üzerine çıkma yeteneğimizdir.

Egomuzun üzerine çıkmak tek özgür eylemimizdir çünkü egoist dürtülerimizden kaynaklanan yaptığımız diğer her şey, bizi sürekli olarak kendimize yönelik hazlara doğru hareket ettiren, istemsiz bir programa göre işler. Bu nedenle, başkalarının yararını düşünerek ve hareket ederek, kişisel çıkarımızın üzerine çıkabildiğimizde, tüm egoist doğamızın dışında bir eylem gerçekleştirmiş oluruz. Bu özgür eylemde, kendini hedef alan bir yönde hiçbir haz tasavvur etmeyiz, bunun yerine tüm iyiliğin başkalarına yönlendirilmesini arzu ederiz.

Eğer özgür seçimimizin farkına varırsak, sonsuz ve mükemmel olan yeni bir yaşam algısı ve duygusuyla yeni bir doğaya yükselteceğiz.

Biz özgür seçimimizi kullansak da kullanmasak da, doğa yasaları ortaya çıkacaktır. Ancak, bu geçişe katılmazsak, hayatı giderek daha acı ve ıstırap verici olarak deneyimleyeceğiz. Egoist arzularımız asla tatmin olmaz. Sürekli olarak aradıkları hazlardan yoksun kaldıkça, kendimizi giderek büyüyen bir sorunlar ağına dolanmış olarak bulacağız.

Özgür seçim yeteneğimiz, bizi hayvanlardan ve doğanın diğer tüm parçalarından ayıran şeydir. Bu nedenle Kabalistler, tüm gerçekliğin insan için yaratıldığını söylerler: Doğuştan gelen egoist durumumuzun üzerine çıkabilen ve kendimizi doğanın kanunlarıyla -sevgi, verme ve bağ kanunları- uyumlayan, doğanın yegâne zeki yaratıklarıyız.

Önümüzde muazzam bir geçiş süreci ve hatta daha da şaşırtıcı bir hedefimiz var. Mevcut durumumuz, geleceğe doğru yol alırken karşılaştığımız yeni ve daha büyük zorluklara cevaplar aramamızı gerektiriyor. Bu gerçekten de olumlu bir durum ve ben bunu kaygıyla değil umutla karşılıyorum.