Category Archives: Tabiat

Acı Olan Her Şey Kötü Demek Değildir

Acı Olan Her Şey Kötü Demek Değildir

Tarihimize bakacak olursak, sürekli olarak geliştiğimizi görürüz. Bitkisel ve hayvansal seviyeler yüzyıllardır zorlukla değişirken, biz birbiri ardına gelen nesiller vasıtasıyla, hatta tek bir nesil süresince geliştik.

Örneğin ben yaşamıma geçen yüzyılın ilk yarısında başladım ve şimdi 21.yüzyılda dünyanın nasıl değiştiğini görüyorum. Eskiden insanlar köylerine, kendi topluluklarına ve küçük kasabalara bağlıydılar, bugün ise her şey dinamik ve düşünce biçimi, hayata yaklaşım gibi konularda çok daha farklı.

Dolayısıyla şöyle bir soru akla gelebilir: Doğmuş olmamız ve yaşamamız yeterli değil mi? Neden değişmek zorundayız? Şu gerçektir ki, yeni doğmuş bir bebek anlamlı bir yetişkin hayatı yaşamaya başlamak, bir aile kurmak, çocuk sahibi olmak ve edindiği tecrübeleri onlara geçirmek için büyümek zorundadır. Neden insanlar hayvanların nesil zincirinden ayrı olarak, ek bir gelişime gereksinim duyarlar? Bu mücadele nerden kaynaklanmaktadır? İnsan gelişiminin amacı nedir? Bu bizim fark edemediğimiz bir şeydir.  (daha&helliip;)

İdeolojik Bir Soru

Soru: Bizler bencilliğin gelişiminin sonu hakkında konuşuyoruz; bu arada, insanlığın hala bencilliğin doruğuna, son noktasına ulaşmışlık ve bunun farkındalığından uzak olduğu  hissindeyim…

Cevap: Seçimim olmaksızın, daha da kötü bir hale gelmez ise, değişmeyen sabit bir halde kalabilirim. Istıraplar ve problemlerin baskısı altında, kendimi sıradan günlük yaşamın içine yerleşmek şeklinde razı edebilirim: İşe gitmek, eve gelmek, televizyon seyretmek ve daha fazlasını talep etmemek gibi. Bir hayvan gibi yaşamaya hazırımdır ve ölene kadar da bilgiç, zor sorular sormam…

Bu doğru; bu içgüdüsel, kendini koruyan bir reaksiyondur. Burada insan yoktur fakat insanların % 99.99’un arkasını takip ettiği bir hayvansal varlık vardır.

Fakat farklı bir soru ortadadır: Ben ne kadar ıstırap çekerim? Diyorsunuz ki, dünya ıslaha henüz hazır değildir. Islaha hiçbir zaman hazır olmayacaktır fakat ızdırapları ortadan yok mu edecektir? İşte bu aslında bizim konuştuklarımız hakkındadır. Eğer insanların yapacak birşeyleri, dayanacak birşeyleri olmaz ise, eğer sokaklara çıkıp camları indirirlerse, hükümetler bu kargaşaya karşılık vererek kalanı korumak ve elinde tutabilmek için, problmeleri daha aşağı bir seviyeye çekmek ve insanları meşgul etmek için savaşı başlatacaklardır. Savaş tabii ki, herkesi belli yerine koymak için bir yöntemdir. Böyle bir gelecek senaryosunun ihtimali vardır.

Fakat burada da yeni bir eksiklik yeşerir: İnsanlar ”hayvan” sorusundan çok uzak şekildeymiş gibi görünen ”ideolojik” soruyu gittikçe daha fazla sorarlar. ”Ben ne için yaşıyorum?” sorusunu. Bu insanlık için daha da net bir şekilde açığa çıkar. Liderler toplulukları, kalabalıkları ”dünyasal” seviyede daha çok uzun bir şekilde tutacaklarına inansalar da, bu böyle değildir.

Bütünüyle dünyaya baktığınızda, milyarlarca insanı durağan (hareketsiz) doğa seviyesinde görürsünüz. Dünya bu şekilde, durağan doğa seviyesinde kalacaktır fakat daha yüksek, bitkisel, hayvansal ve konuşan (insan) değişen seviyeler de vardır. Temel kısım, yani en çok ilerleme sağlamış olan konuşan (insan) kısımdır. Bu temel kısmın öncelikle değişmesi gerekir ki, böylece arkasından tüm diğer seviyeleri de  değişime sürüklesin.

Yani daha alçak seviyeler bakmayınız ve onların birşey yapmasını beklemeyiniz. Onlar birşey yapmayacaklar ve kolayca çobanı takip edeceklerdir, işte o kadar. Bir kişinin birisini takip edebilmesi için ince bir birleştiren kabloya ihtiyacı vardır.

Ben onlara kesinlikle saygısızca davranmıyorum veya onları hafife almıyorum, nitekim onlar daha sonra bir bütünde toplanacaklardır ve farklılıklar ortadan kalkacaktır. Bugün kendi vücudumuzu bir örnek olarak alabiliriz; değişik hücreler farklı şekilde vücudumuzu oluşturur. Yalnızca bir kibrit boyutundaki baş onları idare eder. İşte bu bölümde tüm duygularımız, idrakımız, planlarımız ve hatıralarımız açığa çıkar. Herşey bu dokuda yoğunlaşmıştır.

Panim Meirot uMasbirot kitabının girişi, Günlük Kabala Dersinin 4. bölümünden, 19.9.2012”

Var Olan Her Şey Tam Etkileşimle Bağdadır

Haberlerden (The Epoch Times): “Japonya’daki Tohoku Teknoloji Enstitüsü ve Kyoto Üniversitesi’ndeki bilim adamlarının ortak çabaları sayesinde, araştırmacılar insanların aslında bir amaca yönelik biyoluminesans organizmalar olduğu keşfettiler.

“Doğal olarak, insanların yaydığı ışık çok parlak değil. Hatta, gözlerimizin görebileceğinden 1000 kat az. Bununla birlikte, bilim adamları bu sönük ışığın aşırı duyarlı donanımlar olan kriyojenik CCD Kameralar tarafından çekilebileceğini keşfettiler.”

“Dr Fritz-Albert Popp. Biyofotonu keşfeden Alman Fizikçi, Neuss-Almanya’daki Uluslararası Biyofizik Enstitüsü’nün Kurucusu.

“Biyofotonlar, ya da biyolojik sistemlerin aşırı zayıf foton ışımaları, tayfın görüş mesafesindeki zayıf elektromanyetik dalgalardır – başka bir deyişle: Işık. Bitkilerin, hayvanların ve insanların bütün yaşayan hücreleri; gözle görülemeyen ancak Alman araştırmacılar tarafından geliştirilmiş özel donanımlar ile ölçülebilen biyofotonlar yayar.

“Bu keşiflere dayanan biyofoton teorisine göre, biyofoton ışığı organizmanın hücrelerinde – daha doğrusu, çekirdeklerindeki DNA moleküllerinde –  depo edilir. Dinamik ışık ağı sürekli açığa çıkar ve DNA yoluyla emilerek hücre organellerini, hücreleri, dokuları ve organları beden ile birlikte bağlar, organizmanın başlıca iletişim ağında görev yapar ve bütün hayat işleyişinde ana düzenleyicidir.”

Kaynak: http://transpersonal.de/mbischof/englisch/webbookeng.htm

Benim Yorumum: İşte hücrelerin biyofoton ışınımı vasıtasıyla var olan her şeyin eksiksiz bağlantısının bir başka ispatı. Bu iletişim yollarından biridir.

 

Doğa Doğru Birleşmenin Tarafındadır

Soru: İntegral eğitim sürecinde, bizler örneğin tatil zamanlarında kadınlar ve erkekler için katılım aktiviteleri organize edebilir miyiz?

Cevap: Ben bütünleşmeye doğru arzu duyan bir toplumun cinsiyetler arasında büyük bir ayrılık keşfedeceğini düşünüyorum. Görüyoruz ki, doğa herhangi bir karışımı kabul etmiyor.

Doğada kesin bir bağlılık, hiyerarşi, işlevlerine göre bir ayrım vardır bu yolla kadınlar ve erkekler kendilerini keşfederler. Tam olarak, bu iki zıt olanın doğru birleşmesi ile yeni, uyumlu bir toplum doğacak ve oluşacaktır.

4/3/12 Tarihli İntegral Eğitim Üzerine Bir Konuşmadan Alıntı

Egoistik Entegrasyonun Sınırları

İnsan sosyal bir varlıktır yani o herkese bağlıdır ve herkes de ona bağlıdır; ancak bu durum aşama aşama ifşa olur.

İnsanoğlunun tüm tarihi, adamın sosyal ifşasının özüdür. İnsan ağaçtan aşağı indiği zamanda da sosyal bir ailenin veya kabilenin içinde yaşadı ve daha sonra insanın sosyal sınırları genişledi. Bir taraftan onu diğerlerinden ayıran ego onun içinde gelişti ve öyle ki bir nitelik sahibi oldu -kendi evi, kendi arazisi, kendi develeri, atları koyunları, uşakları. Diğer taraftan ise insan diğerlerine daha bağımlı hale geldi -biri demirci oldu, diğeri ayakkabıcı, bir diğeri terzi, öteki çiftçi- ve hepsi mal ve hizmet anlamında insan seviyesinde birbirine bağımlı hale geldi. Bunun yanı sıra işin gerçeği kişi hiçbir şey vermek istemez hep almak ister hale geldi.

Böylece küresel mekanizmanın tekerleği dönmeye başladı zira başka şansları yoktu. Bununla birlikte hiç biri diğerleri ile koordineli çalışmak istemiyordu. Toplum, tarih boyunca iki çizgi etrafında gelişti: Büyüyen karşılıklı bir bağımlılık ve büyüyen egoistik bir itilme. İnsanlar kendilerini şehir duvarlarıyla ve politik sınırlarla kapadılar ta ki bu değiştirilemez süreç bir ölü noktaya erişene dek. Öyle ki artık büyük bir egomuz var ve hepimiz birbirimize bağlıyız. Bugün bize ifşa olan şey, geçmişte başlamış olan ve insanoğlunu şekillendiren bu iki trendin sonuna gelmiş olduğumuzdur.

Bugün hiçbir şansımız yok: Tamamen birbirimize bağımlıyız ve kesinlikle birbirimizden nefret ediyoruz ki daha henüz bu tam anlamıyla ifşa olmamıştır ve yine de bunu keşfetmeliyiz. Bütünde bu Islah Eden Üst Işık tarafından ifşa edilir ve bizler bağ kurmaya başlarsak bunun üzerine çıkabileceğiz.

Dünya çapında bağ kurmak istiyoruz, böyle bir aksiyondan çıkarımımız ne? Bağ kurmamanın başlangıçtaki avantajlarını görmekle beraber aynı zamanda birbirimizden çok uzak olduğumuzu da kötülüğün içinde özümseyerek göreceğiz. Bunun sebebi iyi ve kötü birbirine oranla ölçülür. Böylece zaman geçtikçe birlik için iyiliğe özlem duyarak tekrar yeni bir kötülük keşfedeceğiz ki buna da ‘‘Gog ve Magog savaşı’’ – Armageddon savaşı denir.

Bütünde, bizler, şimdi genel kolektif mekanizmalarımızın farklı bir arınma seviyesinden bakarsak, onun gereğinden fazla işlediğini görürüz. Tekerlekler dönmekte ve parçalar çalışmaktadır. Buradaki soru ise bunlar sana ifşa olurken bu mekanizmanın aksiyonuyla hemfikir olup olmadığındır. Durumu bu şekilde analiz etmeliyiz; daha olgun bir seviyeden.

10.09.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. Bölümünden, ‘‘Dünyada Barış’’

Yel Değirmenleriyle Çatışmak Yerine Üzerine Yükselmek

Soru: Doğru bir üzerine yükseliş, egomuzla kavga etmekten nasıl farklıdır?

Cevap: Egomuzla kavga etmek imkânsızdır. Doğamızla kavga etmek mümkün müdür? Sen basitçe, egonun içinde saklandığı daha büyük olan başka bir arzuyu seçersin. Bu durum egon ile tüm gücünle kavga ediyorken sana sanki egonun üzerine çıkıyormuş gibi gelir.

Farz et ki, sigarayı bırakmak ve sigaraya yönelik bu güçlü arzumu yenmek istiyorum, fakat onun pahasına ben ne yaparım? Yani sigarayı bırakmakta daha büyük bir kazancım olduğunu görürüm; başka hiç bir yol olamaz. Sonuç olarak, her şeyi belirleyen daha büyük bir kazançtır; bu egoda da aynıdır.

Doğru bir üzerine yükseliş ‘‘mantık ötesi inanç’’ ile olur, gruba kendimi teslim ettiğimde ve bunun vasıtasıyla üzerimde işleyen Islah Eden Işığı edinirim ve bu bana ihsan etme niteliğini verir, egomun dışına çıkarır ve tüm egosal hesaplamaların üzerine yükseltir.

Günlük Kabala Dersi’nin 1. bölümünden 6/9/12,  Rabaş’ın Yazıları

Metan Ölüm

Yaşam Bilimi’nin haberine göre: “Yeni çalışmalar göstermektedir ki muhtemelen çok eski çağlardan kalma bir ormanın altında beslenen mikroplar Antarktika (Güney Kutbu) buzulunun derinliklerinde milyarlarca tonluk metan üretiyor olabilirler.

Araştırmacılar, dünya okyanuslarını dolduran tabakalarda gizlenmiş ve metan hidrat denilen donmuş kafes şeklindeki bu miktardaki sera gazının derinlerde aşık attığını söylüyorlar.

Doğa bülteninin Ağustos ayındaki 30. baskısında yer alan çalışmada araştırmacılar, eğer tabaka çöküntülerinin, bu sera gazının atmosfere yayılması halinde global ısınmanın dramatik biçimde daha da beter hale geleceği hususunda uyarıda bulundular.

Antarktika buzulunun altında tonlarca metan yığını olabileceğini söyleyen Bristol Üniversitesi Coğrafi Bilimler Akademisi’nden Jemma Wadham: “Eğer bu buzulu inceltmeye başlarsanız, hidrat değişken olmaya ve gaza dönüşmeye başlar ve bu gaz da atmosfere doğru yayılır.” şeklinde devam etti.

“Ekip, kıtasal buzulların altında alüvyonla kaplı tortulardan şüphe etmekte ki bunlar extremofil barındırıyor olabilirler. Antik Antarktika Ormanı ve Okyanusu’nun tortuları ve muhtemel kalıntıları, metan üretimi için zengin bir besin kaynağı sağlıyor olabilirler. Bunu öğrenmek için buzulun içinden 2 mile kadar (3.2 kilometre) sondaj yapmak çok pahalı ve zordu.”

Wadham ve meslektaşları buzun daha ince olduğu Antarktik buzulunun saçaklarından tortu yığınlarını kazmak yerine, buzu erittiler ve çökeltide yaşayan metan üreten mikropları tanımladılar.

Aynı zamanda iki yıl boyunca soğuk, karanlık ve oksijensiz bir ortamda çamurun yerini belirlediler ve zamanla bir çok noktada ne kadar fazla mikrop ürediğini ölçtüler.

Araştırmacılar, Antarktika koşulları ve jeolojik modellerin bilgilerini birleştirerek, Antarktika’nın altında milyonlarca yıldır ne kadar sera gazı birikmiş olabileceğini de tahmin ettiler.

“Çalışma, kıtanın altında yüz milyarlarca ton karbonun metan haznelerinde gizlenmiş halde olabileceğini göstermiştir. Bu durum, her yıl doğal metan emisyonlarından geçerek salınan böcekler, biyolojik ve tarımsal canlılar gibi 600 milyon ton karbonun büyümesini önlemiştir. “

Metan gazının, potansiyel bir global tehlike olduğu ve karbokdioksitten 20 kat fazla sıcaklık kapasitesinde ve atmosferde çok daha kısa zamanda yayılması suretiyle kalıcı olduğu düşünülmektedir.

“Ancak eğer iklim değişikliğine bağlı olarak bir buz çatlar ve yok olursa metan, deniz altından bağımsız olarak açığa çıkabilir ve hızla atmosfere yayılabilir.”

Görüşüm: “Gelecek ne getirecek?”

Stresin Bir Kaynağı: Ayrımcılık

Cornell Günlükleri’nin Haberi: “Cornell’in psikoloji bilimi Temmuz ayında yayınlanan çalışmasına göre, yoksulluk içinde büyüyen gençlerin daha fazla acımasızlığa maruz kaldığı ve ayrımcılığın bu algılamasının psikolojik sağlık üzerinde ciddi zararlarla irtibatı bulunduğu rapor edildi.

“Yoksulluk ve kötü sağlık arasındaki iyi bilinen bir faktör olarak ayrımcılığın rolünü keşfetmek için yapılan ilk çalışmalardan biri uyarınca, araştırma sosyal sınıf ayrımcılığı deneyimiyle stresin oldukça büyük olumsuz etkisi olduğunu akla getirmektedir…

“Tahmin edildiği gibi, büyüyen vücut kitle endeksi, kan basıncı ve stres hormonları düzeylerinin gösterdiği şu ki yoksulluğun yüksek düzeyde sıkıntıyla alakası bulunmaktadır. Araştırmacılar bu ağır yüklerin üzerindeki yoksulluğun bu olumsuz etkilerinin yüzde 13’ünü ayrımcılığın oluşturduğunu bulmuşlardır…

“Toplum ve yazılı eser araştırmalarında sosyal sınıf ayrımcılığının görmezden gelinmesi hayret vericidir” diyen önde gelen yazarlardan Thomas Fuller-Rowell: “Gündelik hayatta ırkçı klişeleri nasıl bitireceğimiz konusunda hatırı sayılır önem vermekte ve insanları nasıl düzelteceğimiz konusunu düşünmekteyiz ancak tartışmaların bu türü, sosyal sınıf ilişkilerinde var olmamaktadır.” diye eklemektedir.

Görüşüm: Eşit bir toplumda bazı illetler toplumsal denge bazıları ise doğayla denge sayesinde yok olur. Doğayla uyumun bir sonucu olarak, entegre olmuş bir dünyada kesin sıhhati elde edeceğiz.

Dönüş Noktası

Soru: Grupta kesin bir tartışma olduğu zaman, kişinin yolunda duran farklı direnç mekanizmaları vardır.  Bu, zamanımızın çoğunda bu direnç mekanizması ile ilgilenerek meşgul olacağımız anlamına mı geliyor?

Cevap: Hayır. Bence bu burada olmamalı. Hazırlık safhasında, kişi egosu ile çalışmaktan umutsuzluk duygusunu hissetmeye ulaşmalıdır. Kişi bunun içinde bir yaşam olmadığını anlamalıdır.

Şunu anlamalıyız ki, eğer gelişimimin bir sonraki seviyesine,  sonraki boyuta, doğa ile uyum seviyesine çıkışa ulaşmak istiyorsam, egoistik gelişimim ile hayal kırıklığına uğramalıyım ve egomu büyütmemeliyim. Aksi takdirde, o basitçe beni öldürecektir. Benim diğerleriyle birleşik olarak iletişim içinde olmama izin vermeyecektir; bana, onunla, doğanın uyumunu hissedebileceğim ve bu boyuta, seviyeye girebileceğim kabı vermeyecektir.

Gelişimin tüm önceki aşamalarındaki egoyu terk etmeliyim. Dönüş noktası, çatallaşma noktası, ayrılma, kriz, bugün üzerlerine gideceklerimiz bizleri gerçekten, egomuzu “kıracağımız” ve aşağıda bırakacağımız gerçeğine yönlendirirler. İnsanlık, büyük bir problem ile yüzleşiyor: Ulaştığımız o çok büyük egoyu hissediyor, onunla hayal kırıklığına uğruyor ve onu terk ediyor çünkü buna mecbur bırakıldık. Bu, “kötülüğün tanınması” safhası olarak adlandırılır. Bunun üzerine gitmeliyiz.

Eğer, zaten insan gelişiminin bir sonraki seviyesini hissetmeye başlamış bir gruptan bahsediyorsak, bunlar egoyu terk etmeye hazır kişiler olmalıdırlar. Şunu anlamalıdırlar ki, tamamen içsel olarak değişmelidirler, tıpkı bir bilgisayara yeni bir programa sahip bir disk koymak gibi, eski programı silmek ve tamamen yeni bir program yüklemek. Baştan “çalıştırılmaya”, tamamen “yükseltilmeye” hazırım. Bunun için hazırım, çünkü kötülüğün tanınması seviyesinde, egomun sadece bana zarar verdiğini keşfederim; bunu kötü olarak algılarım.

İnsanlar kötülüğün tanınmasına ulaştıklarında ve egolarının üzerine yükselmeyi denemeye teorik olarak olsa da hemfikir olduklarında, bunu grup içerisinde, onları az da olsa yönlendirecek ve aynı zamanda onlarla birlikte çalışacak iki rehber ile yaparlar. Grup, yavaş yavaş, bu psikolojik “çıkışları”nın nerede, egolarının üzerinde, yeni özgecil psikolojiye, “doğa” olarak adlandırılan seviyeye olduğunu hissetmeye başlarlar.

6 Mayıs 2012’de yayımlandı.

“Entegral Eğitim üzerine Konuşma”

Geçiş Dönemine Dair İşaretler

Soru: Siz bir bireyi doğanın bedeninin içindeki bir kanser hücresine benzettiniz. Bu ne kadar zaman önce gerçekleşti ?

Cevap: Bencilliğimiz yavaş yavaş aşama kaydederek gelişiminde bazı kademelere doğru ilerledi. Milattan önce 5.yüzyılda başlayarak Milattan sonra 5. yüzyıla kadar insanlık kendi  emelini zenginlik edinme yönünde  geliştirdi. 15. Yüzyıldan 20. yüzyıl sonuna doğru ise gelişim bilgi edinme emeli yönünde gerçekleşti. Bunlar hakim olan eğilimlerdi.

20. yüzyılın başında Vernadsky adındaki bir akademisyen, gelişimimizi biten ve yok olmaya ilerleyen küre  veya doğa ile dengede olan şeklinde tanımlamıştır. Daha sonra bu fikir birçok farklı bilim adamı tarafından da benimsenmiştir. Bu araştırma iyi bilinen Roma Kulübü tarafından devam ettirilmiş ve daha sonra başka dallar ortaya çıkmıştır.

Esas itibarıyla bencillik gelişimini 1960’larda gençler arasında yeni kültürün doğuşu ile  tamamlamıştı: Yaşamdan kopuş, “Beatles nesli”, hippiler vs. gibi. Bu içsel bir sorgulamanın başlangıcı idi, boşluk hissi içindeydiler ve devamlı ileriye doğru gayret etmek hissi içinde değillerdi ayrıca da bu çabayı harcamanın önemli olduğunu da düşünmüyorlardı.

Bizler isteklerimizin devamlı bizi yönlendirmesi sonucu gelişiyoruz. Sonuçta, kişi bir arzudur. Servet, şöhret ve bilgi isteklerimiz bitince ne yapacağımızı bilemiyoruz ve bizler bu isteklerimiz karşılanınca da tam tatmin olamadığımızı görüyoruz.

İşte bu genel depresyonun açığa çıkışıdır. Toplumlarımızda gördüklerimiz ise şunlar: İntihar oranının artışı, ailelerin dağılması, aileden kopmuş ve davranış bozukluğu yaşayan çocuklar vs.. Bu çabucak gerçekleşmesi gereken bir geçiş dönemidir. Bizler ciddi bir hız kazanan gelişimin tam ortasındayız.

22.3.2012 tarihli Litvanya Šiauliai Üniversitesi dersinden

Bu Makale Dr. Laitman’ın blogunda 4 Nisan 2012, 10:47’de yayınlanmıştır.