Category Archives: Tabiat

Yaradılışın Planını Anlamak

thumbs_laitman_547_06Hepimiz farklı güçlerle işleyen tek bir sistemin içindeyiz ve sonuç olarak da içimizde farklı istek, dürtü ve düşünceler ortaya çıkmakta. Her şey, dengeye ve ahenge erişmek için, bu güçlere hangi ölçüde ortaklaşa ve doğru bir katılımda bulunacağımıza bağlıdır.

Kişi parçalara bölünmüş güçlerin etkisi altındadır ve düşüncelerini ve arzularını düzenlemek, nereye doğru gittiğini anlamak zorundadır. Her şeyin büyük bir hızla ilerlediğini görüyoruz, ama planı görmüyoruz. Ancak doğanın, insanın bilmediği ama çok açık ve özenle hazırlanmış bir planı var. İnsan doğanın nasıl geliştiğini ve bizden ne talep ettiğini bilmiyor. Bizi çevreleyen cansız, bitkisel ve hayvansal doğa ile birlikte bu gelişim surecine katılımda bulunmaya, aynı zamanda da kendi içimizde ve insanlık olarak da bu sürece katılmaya zorlanıyoruz.

Gelişimimizin güçlerini, amacını ve doğanın planını hayal bile edemeyiz. Yarının ne getireceğini bilmiyoruz ve bu nedenle bu surece pasif olarak katılımda bulunuyoruz.

İnsanlığın var oluşu ve insanlığın bu karmaşık zamanına ilişkin temel sorulara cevap bulmak için, bizi çevreleyen doğaya dikkatimizi vermeli ve doğanın planını anlamaya çalışmalıyız. Gerçekte bugün artık gelişmemizin zaman eksenindeki büyük bir kısmını geçtik ve büyük bir hızla gelişmekte olduğumuzu görüyoruz. Doğal olarak, farklı zaman periyotları var ancak bu gittikçe hızlanan bir süreç. Bu hızlanma son zamanlarda özellikle çok belirgin ve çok ürkütücü.

Gelişmemiz, her şeyi anlamak, keşfetmek, kontrol etmek ve yönetmek isteyen bencil arzularımızın etkisi altında yer alıyor. Dahası, herkesin egosu – her milletin, her devletin ve tüm evrensel ego – yalnızca insanın egosudur. Doğanın diğer – cansız, bitkisel ve hayvansal – parçalarında bencillik yoktur.  Doğal olarak, içgüdüsel olarak doğanın kanunları ile mekanik olarak yönetilirler. Doğanın onlara verdiği dürtülere göre davranırlar. Bu nedenle de sorun olmazlar, sorun olan yalnız insanoğludur. Varoluşun amacını anlama yeteneklerine göre insanlığı da dört gruba ayırabiliriz: Cansız, bitkisel ve hayvansal doğada olan yığınlar ve insanoğulları.

KabTV, “Michael Laitman İle Sohbetler”, 01.06.15

Doğal Afetlerin Nedeni

thumbs_Laitman_421_01bSoru: Bir çocuktan gelmiş olan bir sorum var: İnsanoğlu dünya yüzeyinde ortaya çıkmadan önce, hayvanların toplu olarak ortadan kalkmalarına neden olan doğal afetlerin oluşmasına ne neden oldu? Bu, dinazorların bencil olmalarından dolayı mı gerçekleşti?

Cevap: Tüm süreç, Beito (zamanında), önceden programlanmış bir program tarafından önceden belirlenmiştir. Yani, bunlar maddenin (arzunun) duran, bitkisel ve hayvansal seviyelerdeki doğal değişikliklerinden dolayı tetiklenmişlerdir.

Adam ile (5775 yıl önce) başlayarak ve devamında insanlar maddeyi (arzuyu) etkileyebilir durumdadırlar. Bunu, ya genel arzunun büyümesi ile ilgili olmak için çok büyük arzu duyarak ya da tam tersine buna karşı durarak gerçekleştirirler.

Kabala, bizlere, evrensel arzunun gelişimsel programın ne olduğunu ve onu nasıl hızlandırabileceğimizi açıklar. Hızı arttırarak ilerlemenin derecesine göre, doğanın baskılarını önleyebilir ve Yaradan’a benzer hissedebiliriz.

Düzensizlik Doğada mı Yoksa Bende mi?

thumbs_laitman_241_01Baal HaSulam, “Panim Meirot U Masbirot (Aydınlanmış ve Işıldayan Yüzler) Kitabına Giriş”  Madde 11: …. Diğer taraftan, varoluşa ve tüm gerçekliğin küçük ya da büyük biçimlerinin var oluşunun sürdürülüş düzenlerine baktığımızda,  karmakarışık düzenler görürüz, sanki çıktığı seferden hasta, dövülmüş ve Yaradan tarafından eziyet edilmiş, kaçmakta olan bir ordu gibi. Tüm hayatları ölüm gibidir, eziyet görmedikçe ve yaşamlarını riske atmadıkça ekmek bulamadıkları bir kıtlık içindedirler.

Soru: “Hasta, dövülmüş ve Yaradan tarafından eziyet edilmiş,” ne demek?

Cevap: Bir taraftan doğanın bizim için her şeyi, yaratılmış olanların hayatlarını yöneten tüm kanunları düzenleyip hazırlamış olduğunu görüyoruz. Ama diğer yandan, herkes birbirini yiyip yutmakta ve başkalarının dertlerinden kazanç sağlamaktadır. Her hayvan, tüm hayatı boyunca yalnızca kendini doyurmak için başka birini nasıl yiyip yutacağını düşünür,  zamanını buna harcar.

İnsan kendi yiyeceği için diğer hayvanlardan daha da çok endişe duyar. Prehistorik insan hayvanlar gibi yaşardı, bulduğunu yerdi. Yiyeceğini saklamasının ve bozulmadan muhafaza etmesinin bir yolu yoktu ve bu nedenle de yiyecek aramak yiyebileceği kökleri ve meyveleri toplamak zorundaydı. Bu onun günlük derdiydi. Bunun dışında da başka bir şey yapacak boş vakti kalmazdı. İnsan hayvan gibi yaşardı, sürekli yiyecek aramakla meşguldü.

Daha sonra insan hayvanları evcilleştirmeyi öğrendi, inek, köpek, tavuk vb. gibi hayvanları evcilleştirip besledi. Tarım yapmayı geliştirdi ve çiftliğinde hayvanları olduğu için artık yiyecek için avlanması gerekmedi. Bitki arayıp toplaması da gerekmiyordu, tarlasını ekip biçip mahsul alıyordu. İnsanlar oraya buraya dolaşmayı bırakıp kendi topraklarına yerleşmeye başladılar.

Ancak bu onların hayatlarını kolaylaştırmadı. Bir yerde yerleşip yaşıyorlardı ama toprak için arazi için savaşlar ve anlaşmazlıklar ortaya çıktı, insanlar başka insanları köle yapmaya başladılar. Hayatları bir köpeğin hayatından daha beter bir hale geldi. Bir yandan doğa tarafından her şey hazırlanmış gibi görünmekte ama diğer yandan cansız, bitkisel, hayvansal ve özellikle de insan çok düzensiz, karmakarışık görünüyor.

Doğanın tüm parçaları arasında neden barış yok, neden kehanet edilen “kurt kuzuyla yaşayacak, … ve küçük çocuklar onları güdecek” durumuna gelemiyoruz? Tersine herkes herkesi yiyip bitiriyor. Doğanın neden böyle olduğunu anlamıyoruz. Böyle bir hayata alışığız, ancak bu yanlış. Hayat neden böyle? İnsanların ilahi olandan şüpheye düşmeye başladığı yer bu noktadır. Doğadaki büyük düzensizliği gördükçe, herkes dünyayı Yaradan’dan daha iyi yönetebileceğini düşünmeye başlar.

Hâlbuki kendimizi değiştirmemiz gerekli ve böylece doğanın ve Yaradan’ın bize karşı olan tavrının doğru olduğunu görebileceğiz. Yalnızca üst güçle bağlantı kurmalıyız, bu güç bizi düzeltir ve kendisi ile eşit hale getirir, yani bizi insan yapar.

Değiştiğimiz an başka bir dünya algılayacağız. Bu tamamen iyi bir dünya olacak. Birden bire koyun kuzu ile oturacak ve onu kendi yavrusuymuş gibi yalayacak. Küçük çocuklar onlarla oynamaya gelecek. Herkes birbirine yardım edecek. Daha sonra hayatın zaten her zaman böyle olduğunu göreceğim, her şeyin tersini gören bendim, çünkü gerçekliği algılayışım bozuktu. Dünyaya tamamen kırılmış olan bir gözlükle bakmaktaydım ve bu nedenle gördüğüm dünya da tamamen kırıktı. Şimdi bana yeni lensler verildi ve dünyayı mükemmel, yuvarlak, güzel ve saf olarak görüyorum. Daha önce bana tamamen parçalanmış görünmesi benim gerçeklik algım nedeniyleydi.

Bu nedenle de amacımız,  ilahi takdiri – tüm gerçekliğin içinde işleyen bu biricik gücü, sevgi ve ihsan etme özelliğini –  iyi ve iyiliksever olarak görecek ölçüde kendimizi ıslah etmektir.

23/03/2014 tarihli Günlük Derse Hazırlıktan alınmıştır.

Doğadaki Zıtların Ahengi

Soru: İnsanların arasındaki bağ ihtiyacını birey basit bir şekilde nasıl açıklar.

thumbs_laitman_433_02Cevap: Bizler görüyoruz ki, doğada birbirinin zıttı olan, artı ve eksi, kuzey ve güney gibi iki kuvvet vardır. Her olayda bizler iki zıt olan kuvvetin bütünselleştiğini görürüz; daha da fazlası, negatif kuvvet, pozitif kuvvetten daha önemli değildir.

Bir keresinde öyle bir durum oldu ki, sürülere saldıran kurtları imha etmek için girişimde bulunulmuştu. Bunun neticesi de felaket ile sonuçlanmıştı. Bu durum doğada dengesizlik oluşturdu ve her çeşit problem ortaya çıktı: koyunlar arasında salgın hastalıklar ve kurtların normalde yedikleri vahşi hayvanlar çoğalmış oldu.

Doğada pozitif veya negatif kuvvetler yoktur. İki kuvvet de faydalıdır: Hem pozitif hem de negatif kuvvet birbiri ile ahenk içinde mevcut olmalıdır.

Yalnızca insan seviyesinde egomuzun tekil kuvveti işler, negatif bir kuvvet yanında pozitif bir kuvvet olmadan, ahenk olmaz. Yani bu negatif kuvveti kullanabilmek ve pozitife dönüştürebilmek için aramızdaki bağı edinmemiz gerekir.

Kabala sabah dersinin 1.bölümünden ,8/6/2014,  Baal HaSulam’ın  yazıları

Bizler Uyku Olmadan Yaşayamayız

thumbs_laitman_433_02Soru: Rüyalarımızda herhangi bir özel anlam var mıdır?

Cevap: Genellikle rüyalarımız bizim önceki tecrübelerimiz veya gizli olanımız ile ilgilidir. Bizim aslında olmadığını sandığımız bilinçaltındaki arzular ve amaçlara ilişkindir. Fakat bizim geleceğimizi ifşa eden rüyalar vardır.

Bir seferinde sınava girmeden önce bir rüya gördüğümü hatırlıyorum. Rüya daha sonra gerçekleşen bir durumu daha sonrasında gösterdi. Önceden benim bazı şeyleri önceden görebilme yeteneğim vardı. Fakat bizim bu bilgiyi kullanabilme kapasitemiz yoktur. Bu bilgiyi de aynı zamanda diğerlerine ifşa edemeyiz. Yani bizim pasif ifşalarımızın bir faydası yoktur.

Bu çeşit bir bilgi hakkında konuşma arzunuz veya gücünüz yoktur. Bu sanki sizin içinizde hapsolmuştur. Bazı zamanlarda yakınımda olan insanlar hakkında bazı şeyleri sanki onların yaşam senaryolarını biliyormuşum gibi önceden görebiliyorum. Yine de ben onlara bir şey bahsedemem. Fakat önceden görmüş olduğum şeyler daha sonra gerçekleşmişti.

Kabala rüyaları deşifre etmez nitekim onlar fiziksel dünyaya ilişkin şeylerdir. Bedenimiz yalnızca bir ”hayvandır”. Her hayvan rüya görür. Küçük çocuklar devamlı rüya görürler. Rüyalar onların büyümesine yardımcı olur.

Genellikle, yaşamımız doğaüstü, belli, alışılmış ve yenilik taşımayan durumlardan oluşur. Bütün günlerimiz birbirine benzer. Bu sebeple gelecekteki önemli, daha hakiki görevimize bizi iten rüyalar görürüz. Rüyalar hissiyatımızı ve zekamızı yükseltir. Onlar bizi bir sonraki aşamaya hazırlar.

Rüyalar bizi gelecekte bekleyen seviyeler ile başa çıkabilmemize yardımcı olur -manevi yükselişlerimize. Rüyalar olmasa, yaşamımız çok tekdüze olur ve hayvanların yaşamına benzer. Alışılagelmiş şekilde yaşardık: sabah uyanır, işe gider, eve döner, akşam yemeğini yer, saçma bir TV programını izler ve uyurduk. Bundan başka bir şey olmazdı!

Hatta diyebiliriz ki, rüyalarda insanlar ortak bir düşünce ile insanlar bağ kurar. Doğada fiziksel olsa da, birleşmiş tek kuvvet, tek arzu. İşte bu şekilde büyürüz.

İşte bu yüzden ilkel yaratıklar hiç uyumaz ve gece gündüz uyanık kalırlar. Onların yalnızca sezona ilişkin senelik bağ ile alakalı devirleri vardır. Daha karmaşık yapıdaki hayvanlar, insanlar gibi aynı uyuma özelliklerine sahiptirler.

Uykusuz yaşayamayacağımız bir tesadüf değildir. Uykusuz geçen sayılı geceler sonrasında kişi zihnini kontrol edemez. Zihnimiz uyku molası olmadan doğru şekilde fonksiyonlarını sürdüremez. Niçin?

Bir seviyeden diğer seviyeye geçişimizde bunu uyku seviyesi ile ayırmak dışında başka bir seçeneğimiz yoktur. Bu olay Kabala terimleri ile açıklanabilir. Uyanma seviyesine ”GAR” (üst bölüm) denir. Bu seviyede aktif ve uyanık oluruz. Bizler alır ve ihsan eder, bulunduğumuz ortam  ile duyularımızı ve entellektüel bilgilerimizi değiştiririz.

Fakat aktif seviyeler arasındaki geçişler için uyku molasına ihtiyacımız vardır. Uyuyan seviye alt bölüm olup, buna VAK denir. Bu Hohma Işığının kayboluş seviyesidir. Bu daha büyük bir seviyenin bölümüdür. Uyurken insanların hayvana dönüştüğü doğru değildir. Onlar hâlâ uyku seviyesinde olan insanlardır. Rüya görüp görmediğimiz fark etmez. Temel olan şey, uykuların bizim ‘içimizden geçmesidir’.

İşte bu yüzden bizler yeni bir güne hazır şekilde uyanırız. Biz uyurken doğa bizim içimizde ”araçları hazırlar” ki, nitekim bir sonraki görevimize yine ihtiyacımız olsun.

İnsanların 8-10 saat uyku uyuması bir tesadüf değildir. 6-7 saatten daha az uyuyan kişiler kendilerini kötü hissederler. Yetersiz uyku manevi bir engel haline gelir. Uyku ve gecedeki rüyalar bencilliğimizin bir parçası olan saf fiziksel olaylardır. Bunların maneviyat ile ilgisi yoktur.

Soru: Bizler uyurken bile egoizmin gücü altında mıyız?

Cevap: Tabii ki! Başka hangi gücün olabilir ki? Bedenimiz ve onun tüm sistemleri bencilcedir. Yalnızca uykuya yattığımız için maneviyata doğru hareket ediyoruz anlamına gelmez. Aniden dostlarımıza ilişkin ihsan etme ve sevgi niteliğini edinmek mümkün değildir. İhsan etme niteliğine sahip olmadığımız gerçeği, bizim hala bu fiziksel dünyaya ait olduğumuzu ifade eder. Fiziksellik ve maneviyat arasındaki tek fark niyettir: kendi adımıza mı yoksa diğerleri adına hareket edip etmediğimiz hususudur.

KabTV’den, ”Yeni Bir Yaşam”, 11.1.2015

Sarılmak, Enfeksiyonlarla Mücadele Edebilir

thumbs_Laitman_201_02Haberlerden (Psikoloji Bilimi Derneği): “Eğer soğukalgınlığına yakalanma konusunda endişeliyseniz, size virüslere karşı koruyacak çok kolay bir hareket var ve anında kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlamaya yardımcı olacak bir şey: birine sarılın, onu kucaklayın.

“Psikoloji Bilimi isimli yayında paylaşılmış olunan son bir çalışmaya göre, sarılmak, grip virüsünden sizi korumaya ya da zaten hastalanmış olan kişilerdeki semptomların zayıflamasına yardımcı olabilir”

Sheldon Cohen, Carnegie Mellon Universitesi’nde Psikoloji Profesörü ve çalışmanın başyazarı,  “Grip ve nezle sezonlarında, bizlere söylenen, terli, mikroplu ellerle el sıkışmalarından uzak durmamızdı ancak yakın bir arkadaşınızın ya da sevdiğinizin sıcak bir sarılması aslında bağışıklık sisteminizin güçlenmesini sağlayabilir”, demektedir.

“Araştırmalar göstermiştir ki, stres, vücudun virüslere ve diğer bakterilere karşı olan savunmasını düşürmektedir”

“Stresli insanlar, ancak arkadaşlarına sarılanların virüsten etkilenmelerinin olasılığı daha çok düşmektedir. Stresli olmayan insanlarda kucaklaşmalar, sarılmalar enfeksiyonun gelişimi anlamında herhangi bir fark yaratmamıştır.”

“Enfeksiyon gelişen kişiler eğer bundan önceki iki haftalık dönemde sarılma ve kucaklaşma davranışında bulunmuşlarsa, kendilerini hasta hissetme olasılıkları daha az olarak gözlemlenmiştir. Bir kişi (stres içinde bulunan kişilerde) ne kadar çok gün sarılma hareketinde bulunmuşsa o kadar düşük riskte enfeksiyona kapılıyor. Benzer olarak, kişi ne kadar çok sarılmışsa, virüse yakalandığında da, gribin semptomları o kadar daha zayıf kendini gösteriyor.”

Yorumum: Doğanın Kanunları,  her seviyede gerçektir. Bu yüzden, yakınlaşma her zaman iyiliğimizedir ve bu insanlığın tüm hastalıklarını tedavi edebilir!

Işığa Doğru İlerlemek

Soru: Zohar Kitabı’nda Çadırdan Tapınağın (Tabernacle) kuruluşu sırasında dünyaya armağan olarak sevgi, adalet, huzur ve birlik verilmişti denir.

Cevap: Çadırdan Tapınak (Tabernacle), birbirlerini tamamlayan iki karşıt güç arasındaki ilişkiye ait İlahi bir imtiyazdır.

Dünyamızda sadece nefret, çekişme, ihtilaf ve anlaşmazlık vardır. Bunlar birikip arttıkça, bir savaşa dönüşürler ve her şey bir süre için sessizleşir. Ama huzur ve sükûnet, sadece nefret ve rekabetin sonraki seviyesine geçiş dönemidir.

Maalesef, tarihimiz boyunca insanların diplomasi, etik, yasalar vb. için kendi aralarında farklı çerçeveler kurmak için o kadar uğraşmalarına rağmen, birbirinden nefretini gördüğümüz için, İlahi imtiyaz insan için bilinir değildir.

Geçmişte, bugün olmayan belirli normlar ve davranış kodları vardı. Hiç kimse hiçbir şeyden utanmazdı, hiç kimse diğerlerinden utanmazdı ve rekabet doğal bir şeydi.

Geçmişte, insan ilk sıradaydı, para değil. Esas değerler kişinin kültürel ihtiyaçları ve algısı idi. Kişi bu şekilde yetiştirilirdi.

Ancak bugün, herşey para ile ölçülüyor. Genç insanlar meslek seçerken kendi yatkınlıklarına değil, ne kadar kazandırdığına bakıyorlar.

Biz basit bir şekilde iki karşıt güç arasındaki zıtlığın sonraki basamağına çıkıyoruz ve şimdi çok önemli ve özel bir duruma ilerlemek zorundayız; bu durumda iken nefret, haset, rekabet, ihtilaf, çatışma ve anlaşmazlık içinde yaşayamıyor olacağız.

Bugün herkes direncin herkes arasında hissedildiğine hemfikirdir ve herkes direnci belirli bireyler arasında hissediyor, ama bu kimseyi telaşlandırmıyor, “Ne olmuş? Ben böyleyim ve diğerleri ile bu şekilde bağ kurarım.” Bu çok iyi bir durumdur çünkü gerçeğin ortaya çıktığı yer burasıdır.

Bu nasıl yaşadığımızdır ve bu bizim doğamızdır. İnsanlığın bir kısmı açlıktan ölürken, diğer kısmının yiyeceğini çöpe attığını gördüğümüzde kriz her yerdedir, ama insanlar, “İnsanların açlıktan ölüyorsa ne olmuş, umrumuzda değil” diyerek bunu soğukkanlılıkla görmezden gelir. Merhamet hissetmeyiz bunun yerine herkese karşı rekabet ve nefret hissederiz.

Bu yüzden rekabetin katlanılmaz olduğu bir duruma erişmek zorundayız çünkü aksi durumda iki karşıt güç birbirine o kadar çok yaklaşacak ki, aralarında çıkacak kıvılcımlar bizi yakacak ve bizi varoluşumuzun sonuna taşıyacak.

Bu tehditi doğrudan hissetmek zorundayız, tüm insanlıkla ilgili olarak değil, ama kendimizle ilgili olarak, çünkü biz hiç kimseyi önemsemeyiz, sadece kendimizi önemseriz.

Bu duygu iç “Benimize” ulaştığında, insanlar şu gerçeği anlayacak ve kabul edecek: buradan bir çıkış yolu olması gerekir çünkü doğada bu durumdan çıkmak için bize izin veren bir bölünme noktası bulunmaktadır. Sonra, bizim büyük egoist arzumuz sayesinde, karşıt hal için yolu aramaya ve içimizden talep etmeye başlayacağız. Ve onu bulacağız çünkü kendi aramızda böyle bir direnç yaratmak için bir yöntemimiz varsa, karşılıklı nefret için yaptıklarımızı, sevgiye, adalete, karşılıklı anlayışa ve eşitliğe değiştirebiliriz.

Bütün işimiz budur. Bize bir kafa ve bilgi verilmesinin nedeni budur, böylece karanlıkta bir köstebek gibi ilerlemeyeceğiz, Işık’ın yolu boyunca önümüzdeki hedefi görerek ilerleyeceğiz.

Yayım tarihi: 19 Mayıs

Doğanın Bütünselliği İle Birlikte Ahenk İçinde Olan İnsan

Soru:  Bütünsellik çalıştayları esnasında insanlar, özellikle aydınlatıcı ve analiz eden süreçlere alışık olanlar, yeni hissiyatlar ediniyorlar. Onlar bunun nereden geldiğine dair, bu olayın ne olduğuna dair vs. sormaya başlarlar. Bu hissettiklerini onlara nasıl anlatabiliriz ?

Cevap:  Bunlar bir ortak, gerçekten var olan bütünsel doğanın hissiyatlarıdır. Bizler bunun içinde varız fakat şu anda yalnızca kendi kendini yiyen kanserli bölümüz. Bizler egomuzun üzerine yükseldikçe, bütünselliği, birleşmeyi ve karşılıklı bağımlılığı hissetmeye başlarız. Bunun ne kadar verimli ve iyi olduğunu hisseder ve bunun ne kadar sağlığı, duygularımızı ve ailedeki, işyerindeki ve her yerdeki karşılıklı ilişkilerimizi etkilediğini görürüz.

Bizler, insanlar, doğadaki eşsiz yaratılmış haline geldik. Buna karşı, doğanın geri kalanı-durağan (cansız), bitkisel ve hayvansal olanlar-bütünselleşmiş bir plan ile bağıntılıdır ve doğal, içgüdüsel, istemeyerek şekilde katılım sağlarlar; bizlere özgür seçim verilmiştir.

Bizler diğerleri gibi olamayız. Bizler bir ego ile gelişiriz, bunu dönüştürmek, üzerine yükselmek  için ve bağımsızca onun ile işbirliği yaparak, hatta onu kontrol etmek için bile bütünsel anlayış ve hissiyata giriş yaparız.

Aynı zamanda, bizler doğamız sebebiyle bir zıtlaşmaya girmeyiz. Bir yandan, bizler insanın doğanın yarattığı taç olduğunu söyleriz ve bu nedenle bizler itaat etmeliyizdir. Diğer yandan ise, insan kendi doğasının üzerine yükselebilir. Kişi doğanın sahibi olabilir ve kendisini doğanın hükümdarı olarak hissedebilir.

Bu demektir ki, insanlığın yüzleştiği ve cevaplaması gereken tüm sorular, bizlerin tüm doğa ile dengede iken bulunan bütünsel bağ seviyesine yükseldiğimiz için gelmiştir. İçimizde hissetmeye başladığımız bu dengeyi, bizler huzur, gevşeme, bilincin ve hissiyatın genişlemesi  olarak algılamaya başlarız.

2.4.2013 tarihli Bütünsel Eğitim sohbetinden

Avrupa ve İklim Değişikliği

New Scientist’taki Haberlerden: “Kasırgalar genellikle Atlantik’in tropik batı kısmında oluşmakta ve kuzeybatıya doğru Amerika’ya yönelmektedirler. Sonraysa yükseklerde yer alan hızlı rüzgarlar ile Avrupa’ya taşınmaktadırlar.

“Gelecek olan kasırgaları simule etmek için,  Hollanda Meteoroloji Enstitüsü’nden Reindert Haarsma ve meslektaşları, sera gazı emisyonlarının küçük bir artış göstereceklerini varsayarak detaylı bir iklim modelini  2094 ile 2098 yılları aralığı için çalıştırdılar.

“Gelecek kasırgaların, tropikal Atlantik’in  yeteri kadar ısınması ile birlikte, kasırgalara yeterli  ısı ve nem sağlaması ile onları güçlendirerek, daha doğusunda oluştuğunu buldular. Sonuç olarak, kasırgaların birçoğu Amerika’yı değil yerine Doğu Avrupa’yı vurdular. Kasırgalar, tropik alanı terkedince zayıfladılar ancak soğuk ve rüzgarlı bölgelere girince tekrar güçlendiler ve Sandy gibi, kış fırtınaları ile kasırgalar arasında melez kasırgalar haline geldiler.”

Yorumum: Feci klima değişiklikleri bu yüzyılın sonunda değil, yakın gelecek yıllarda ortaya çıkabilirler. Doğa ile olan dengeyi bozmak büyük kayıplara yol açacak. Burada problem çevrede değil, doğanın, duran, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinin hepsinden dolayı insanoğlundadır. Sadece insanoğlu, sosyal davranışları ile teknolojinin etkisinden daha çok, sistemin dengesini etkilemeye muktedirdir. Daha iyisi ya da daha kötüsü için.

Barış için Umut

Dünya Erdemlik Konseyi’ne hazırlık için yazılmış bir makale, İsviçre, Ocak 2006.

Kötüliğin nedenini arıyoruz. O sadece bizim içimizde.
Jean-Jacques Rousseau

Yaratılışın alma arzusu ihsan etme yönünde değiştirilmediği sürece dünya varolmaya devam edemeyecektir. Dünyadaki tek yıkıcı güç bizim egomuzdur. İnsan egosu dışında dünyada olan tüm güçler kendi içlerinde mükemmel uyumda olan doğanın güçleridir.  Bunların arasında, ‘Pozitif veya ’negatif’ diye kendi anlayışımıza göre değerlendirdiğimiz güçler bulunuyor. Fakat bütün hepsi doğanın tek kuralı ile başlayıp, sürekliliğini korur.  Cansız, bitkisel, hayvansal ve madde seviyelerinde bütünsel bir uyum içinde varolurlar.

Geçmişte böyle bir uyumun varolmadığını düşünüyorduk. Doğanın ‘zararlı’ gibi görünen inandığımız kısımlarını yıkmak için istekliydik. Doğaya müdahale etmemiz ile yaşadığımız acı tecrübe bize gösterdi ki doğadaki herşey birbirine bağlıdır, herssey özdenge durumununda varolur veya arzu eder- diğer bir deyişle maddenin tüm halleri ve biçimlerindeki etkileşimin bütün aşamalarında uyum olmasıdır. (daha&helliip;)