Category Archives: Tabiat

“Doğa Hepimizden Ne İstiyor?” (Quora)

Bu soruyu, on binlerce insanın öldüğü ve yüz binlerce insanın dondurucu soğukta evsiz ve yiyeceksiz kaldığı, trajik Türkiye-Suriye depreminden sonra öğrencilerimden birinden aldım.

Öğrenci bana, insanların doğadan böyle bir darbeyi hak edecek ne yaptıklarını ve doğanın hepimizden ne istediğini sordu.

Kısacası, bu fare yarışı içinde yaşamayı bırakmamız, kendimizi sakinleştirmemiz ve doğanın istediği gibi davranmamız gerekiyor. Ve gerçekten de doğa bizden ne istiyor?

Doğa, birbirimize karşı iyi olmamızı istiyor. Başka bir deyişle doğa, iyi ve nazik bir arzuyla birbirimizle olumlu bir şekilde bağ kurmamızı ister.

Doğanın kanunu, onun parçalarının uyumlu ve dengeli bir şekilde birbirine bağlanması gerektiğidir. Biz insanlar, doğanın dengesine müdahale eden tek parçayız.

Nasıl mı? Bu, kişisel kazanç için başkalarını ve doğayı sömürmek istememize neden olan, bizim egoist doğamızdır.

Bu nedenle, kişisel kazanç için başkalarına ve doğaya zarar vermeye çalışmamak, aksine insanları ve doğayı egoistçe kullanmamızın ötesine geçip, olumlu bir bağ kurmak için arzularımızı kullanma şeklimizi ıslah etmemiz gerekir.

Kendimizi olumlu bir karşılıklılık ve karşılıklı bağ durumuna getirmemiz gerekiyor. O zaman, birbirimiz arasında barış oluşturma arzumuzun, bize doğadan nasıl olumlu geri dönüşler getireceğini görürdük. O zaman, uyumlu ve huzurlu hayatlar yaşardık ve doğa artık bize çeşitli felaketler ve salgınlar göndermezdi.

Gurur Duyacak Hiçbir Şeyimiz Yok

Yorum: Bir kahramanın sürekli çaba gösteren biri olduğunu ve her zaman kaybetmesine rağmen yine de bir kahraman olarak kaldığını söylüyorsunuz.

Cevap: O kaybetmiyor! Doğasına, ona bilerek dayatılmış ve ona değişim ve dönüşüm için verilmiş gibi davranıyor! Peki ya ona verilmiş olan doğasına karşı kendini zayıf hissediyorsa? Ve o kim ki! O böyle yaratıldı!

Kişi daha yüksek bir amaçla meşgulse, o zaman bir sonraki aşamadan itibaren gücü olur. Ve eğer bunu yapmazsa, o zavallı küçük gezegenimizi kirleten dünyamızın küçük bir hayvanı olarak kalır. O kadar. Bunun dışarıdan nasıl göründüğüne bir bakın.

Neyle gurur duymalıyız?! Bir insan neyle gurur duymalı?! 150 kilo kaldırabildiği gerçeğiyle mi?! Orantılı ölçülerde bir sivrisinek, bir insanın kaldırabileceğinden daha fazlasını kaldırabilir. Diyelim ki herkesten daha akıllısınız ama aklınızı ne için harcıyorsunuz?

Hayvanlar onu hayatta kalmak, var olmak ve yavrularını büyütmek için kullanırlar. Ve siz ise tam tersini yapıyorsunuz! Kendinizi, evladınızı, herkesi, her şeyi mahvediyorsunuz. Hayvanların hiçbiri yaşadıkları yere dışkılamazlar. Kendilerini yok etmezler. Ancak kişi kesinlikle doğal olmayan bir şekilde hareket eder. Kesinlikle gurur duyulacak hiçbir şeyimiz yok!

İnsanlar çok zeki ve yetenekli yaratıklar! Ve bunları oldukça zıt bir şekilde kullanıyorlar. Peki bu övgüyü hak ediyor mu?!

Kalpteki Deprem

Türkiye’de meydana gelen deprem gibi korkunç felaketler olurken, nasıl Yaradan’ı haklı çıkarabiliriz? Yaradan’ın bizi neden böylesine keskin ve ağır darbelerle uyandırdığını bilmiyoruz.

Ancak görünüşe göre bunlar hem yardımı hem de cezayı içeriyorlar. Bağımız sayesinde bu cezayı ödüle çevirmeye çalışabiliriz. Sonuçta, bize yardımcı olabilecek tek eylem de bu.

Kendimizi, felaket bölgesinde fiziksel olarak göçük altında kalan dostlarımızın içinde buldukları durumlara kaptırabiliriz ve onları tüm bu yerlerden ve koşullardan çekip çıkarmaya ve başımızın üstüne kaldırmaya çalışabiliriz.

Hepimiz ve Yaradan arasında ortak bir bağa ulaşmayı özleyen, sadık yakın dostlar olarak, onlara değer veriyoruz ve onları sürekli olarak düşüncelerimizin ve kalbimizin derinliklerinde hissetmek için elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Yaradan her şeyi öyle düzenler ki hepimiz bu eyleme dahil oluruz. Bu şekilde bizi bu felaket aracılığıyla birbirimize bağlar ve bu nedenle daha da fazla birleşmemiz gerekir.

Bağ kurmak dışında hiçbir şeye ihtiyacımız yok; bunu yaptığımızda Yaradan’ın tüm insanlığın üzerine saçtığı ışık, birleşmiş gruplarda daha güçlü bir şekilde parlayacaktır. Bu nedenle bağımız, beraberliğimiz ve kucaklaşmamız ne kadar güçlü olursa, üst güç olan Yaradan’ın ışığı bizi o kadar çok etkiler ve bizi tüm sıkıntılardan çekip çıkarır.

Deprem bölgesinde olan tüm dostlarımızı kucaklıyor, düşüncelerimizi ve kalplerimizi bu endişe ile dolduruyoruz, bu sayede onları Yaradan’ın yardımıyla felaketlerden koruyabileceğiz.

Yaradan Korkusu, Bilgeliğin Başlangıcıdır

“Yaradan korkusu, bilgeliğin Resheet’idir [başlangıcıdır].” Ayrıca, “Yaradan korkusu bilginin Resheet’idir [başlangıcıdır]” diye de yazılmıştır, çünkü korkuya Resheet denir. Ayrıca bu, inanca girilen kapıdır ve tüm dünya bu Mitzva üzerinde var olur” (Baal HaSulam, Zohar Kitabı’na Giriş, “Tora’nın Emirleri,” Birinci Emir, Madde 189).

Yaradan korkusu, her şeyi birbirine bağlayan ve tüm binayı kendi üzerinde tutan ortak bir temeldir. Kişi, her şeyin kökü olan, her şeyi yöneten ve her şeyi düzenleyen Yaradan’dan korkar. Dünyada, her şeyi kucaklayan tek üst güç olan Yaradan’ın dışında var olan hiçbir şey yoktur.

İnsanın Yaradan’dan bağımsız olarak var olabileceğini ve bir şeye kendi başına karar verebileceğini düşünmek yanlıştır. Böyle bir şey doğada mevcut değildir. Her şeyi sadece Yaradan yapar ve bu nedenle Yaradan korkusu her şeyin köküdür.

Yaradan’dan korkmak, her yerde hüküm süren ve her şeyi yönetenin büyüklüğü karşısında, tıpkı dünyada bir insanın yüzde yüz bağlı olduğu tek güç karşısında olduğu gibi titremek demektir.

Ancak bu, Yaradan’dan korkmakla değil her şeyi kucaklayan güçten ayrılmaktan korkmakla ilgilidir. Kişi varoluşunun her anını Yaradan tarafından gönderilmiş olarak algılamalıdır. Yaradan korkusu denilen şey budur.

Yaradan, O’nun koyduğu tüm doğa yasalarını içeren doğanın tamamıdır.

“Kendimi Tamamen Değiştirmek İçin Ne Yapmalıyım?” (Quora)

Öncelikle kendimizi değiştirmenin ne anlama geldiğini tanımlamalıyız. Bizler arzulardan yapıldık ve bu arzuları ya kendimize göre ya da doğanın cansız, bitkisel, canlı ve insani kısımlarına yani doğanın mutlak kanunlarına, sevgi, ihsan etme ve bağ kanunlarına göre değiştirebiliriz. Yani, ne tür bir arzu kullanmak istediğimizi ve onu neyle ilişkilendirmek istediğimizi seçeriz.

Tüm arzularımızı, doğa kanunlarına uygun bir niyetle yani cansız, bitkisel, hayvansal ve özellikle de insanlara karşı, doğanın bütününe karşı olumlu bir tavırla kullanmak istiyorsak, o zaman doğru yoldayız demektir. Sadece kendimizi değiştirmekle kalmayıp, dünyayı da gerçekten değiştirebilmemizin tek yolu budur.

Doğanın kanunlarına dikkat etmeye başlarsak, bizim dünyevi güçlerimizin üzerinde büyük bir güç hissederiz. Daha sonra bu güçle birlikte çalışabilir, bizi değiştirmesini isteyebiliriz ve buna göre çevremizdeki dünyanın, kendimize davet ettiğimiz değişikliklere göre nasıl değiştiğini görmeye başlarız.

Böyle bir değişiklik, kendimizin tam bir dönüşümüdür çünkü doğuştan gelen niyetimiz kendimiz için alma niyetidir ve niyetimizi verme niyetine çevirerek, niyetimizi tam tersine çevirmiş oluruz.

Dünyayı Yeniden İnşa Etmeyi Değil, Onun Nasıl İnşa Edilmiş Olduğunu Anlamak Gerekir

Yaradan; dünyada meydana gelen tüm olaylar nedeniyle, hem bireysel hem de genel olarak yanlış bir şekilde geliştiğimiz konusunda;  darbeler vasıtasıyla bizleri yavaş yavaş bilinçlendirir. Sonunda bizlerin, içinde bulunduğumuz sistemin yasalarını anlamamız gerekir.

Bu sistemleri kendimizin yaptığını düşünmek saflık olur. Evrenimizin ve tüm gerçekliğin fizik, kimya, biyoloji ve astronominin ortaya koyduğu belirli yasalara göre var olduğunu görüyoruz. Her şey bu yasalara göre hareket eder ve biz insanlar da onlara mecburen uyarız. Neden birdenbire canımızın istediği gibi yeni yasalar icat edebileceğimizi düşünüyoruz ki?

Herkes dünyanın var oluşu için, kendi kanunlarını kendisine uygun bir şekilde oluşturmak isterse, bundan ancak insanlar arasındaki savaşlar ve çatışmalar çıkar. Dünyanın doğru yönetim sisteminin ne olduğunu kimse anlamıyor. Seçimler sırasında herkes birbirine dünyayı nasıl inşa edeceğini diğerlerinden daha iyi bildiğini haykırır. Ancak dünyanın inşa edilmesine gerek yoktur; sadece nasıl inşa edildiğini ve hâlihazırda var olan sisteme nasıl doğru bir şekilde entegre olunacağını anlamanız gerekir.

“Dünya her zamanki gibi işliyor” denilir ve onda hiçbir şeyi değiştirmeye gerek yoktur. Gerçekliğin içine gömülmüş sistemle kendinizi hizaya getirmek için, yalnızca kendinizi değiştirmeniz gerekir – yani görev bir insanı değiştirmektir, dünyayı değiştirmek değil.

Bunu anlayabilmemiz için bize Kabala bilimi verildi. Ve genel gerçekliğin yasalarıyla ne kadar çeliştiğimizi keşfetmeye başladığımızda ve bu karşıtlığın nedenini – yani egomuzu- kendimizde bulduğumuzda; yaratılışın sistemine entegre olarak ve Yaradan gibi tüm yaradılışın üzerine çıkarak onu düzeltebiliriz. Söylendiği gibi: “Ve sizler tanrılar gibi olacaksınız ve iyilik ve kötülük yasalarını bileceksiniz.”

O zaman tüm yaratılışta, sınırsız olanaklar elde ederiz. Ve sadece gerçekliğin bir yanından diğerine özgürce hareket edebildiğimiz beş fiziksel duyumuzla hissettiğimiz maddi dünyada değil, aynı zamanda manevi gerçeklikte de var oluruz.

Bütün bunlar başarılabilir ama bu tabii ki kendimizi ve çocuklarımızı eğitmemiz gereken uzun bir süreçtir.  Bu süreç tüm insan toplumu, doğa ile uyumlu hale gelene kadar, birkaç nesil boyunca sürebilir.

Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, doğal içgüdülerine göre hareket ettikleri için ıslaha ihtiyaç duymazlar. Sadece biz insanlar doğanın zıttıyız ve bu nedenle kendimize ve tüm doğaya zarar veriyoruz. Dolayısıyla doğa kanunlarını çalışmak ve ortaya çıkarabileceğimiz bu kanunlara göre kendimizi değiştirmek bizim görevimizdir.

Bu günlerde birçok insanın yanlış anlamaya ve acıya neden olan soruları var. Neden dünyada bu tür savaşlar ve acılar var?

Bizler şimdiye kadar doğanın kanunlarını çalışıyoruz ve sonra onları yavaş yavaş yerine getirmeye başlayacağız; yani tüm insanlar arasındaki bağa ve hatta sevgiye, birliğin en üst seviyesine gitgide yaklaşıyoruz.  Ve o zaman kendimizi nasıl değiştirebileceğimizi anlamaya başlayacağız. Ve bizim değişimlerimize göre doğa değişmeye başlayacak, bize yönelecek, nazik ve cana yakın olacaktır.

Kabala bilimi, doğanın gerçek yasalarını ifşa etmek için nasıl değişmemiz gerektiğini bize öğretir.

“Doğaya Karşı İnsan Doğası” (Medium)

Süper güçlerin, geliştirmek için yarıştığı, en son silah modellerinden biri hipersonik füzelerdir. Çin, Rusya ve ABD, ses hızının beş katından daha hızlı (saniyede 1 milden fazla) uçabilen füzeler geliştiriyor ki bu da onları engellemeyi çok zorlaştırıyor. Diğer bir trend ise, temelde konsantre bir ışık hüzmesi olduğu için neredeyse hiçbir maliyet veya çaba harcamadan uçakları düşürebilen veya araçları havaya uçurabilen lazer silahlarıdır. Bu gelişmelerin şaşırtıcı yanı, bilimin yaşamı ve evrimi mümkün kılan doğa ilkelerini alıp, diğer insanları domine etmek ve sömürmek için, bu doğa ilkelerini ölüm ve yıkım araçlarına dönüştürmesidir. Görünüşe göre insan doğası, doğanın tam tersidir ve bu ikisi arasindaki çatışmada herkes acı çekiyor.

Doğada her şey mükemmel bir uyum içinde işler. Evrim, “dinamik denge” anlamına gelen, homeostaz sürecine dayanır. Hiçbir varlık kasıtlı olarak diğer varlıkları yok etmez, yalnızca kendini sürdürmek için çabalar. Doğanın unsurları arasındaki mücadelede, evrenimizin ve içindeki her şeyin varlığını ve refahını sağlayan dinamik bir denge oluşur.

İnsan ise keşfettiği doğa kanunlarını alıp başkalarına karşı kullanmaya çalışır. İnsanın amacı kendini sürdürmek değil, başkalarına ve mümkün olduğu kadar uzun süre hükmetmektir. İnsan zihninde ne denge vardır ne de dinamizm. Sürekli kendi için alma vardır.

Ancak hayat, sürekli ve dinamik değişimlerden oluştuğu için, bunların yokluğu ölüm demektir. Dolayısıyla insan doğası ölüme neden olurken, doğa yaşamı üretir.

Barış anlaşmaları imzalayabilir ve asla savaşmayacağımıza karar verebiliriz, ancak asla sözümüzü tutamayacağız. İnsan doğasının kendisi, bizi, önceki kazançları riske atmadan, üzerinde anlaşmaya vardığımız paydan fazlasını kazanma fırsatı gördüğümüz anda imzaladığımız her sözleşmeyi feshetmeye itecektir.

Bu nedenle, insanın acımasız, kötü doğası nedeniyle kendi dünyasını yok etmediği bir dünya kurmanın tek çözümü, insan doğasını değiştirmektir. Bu düşünceden irkilebiliriz, ancak zaten gördüğümüz gibi, başka hiçbir şey işe yaramadığı için, nihayetinde varlığımızın özünü değiştirmeyi kabul etmekten başka seçeneğimiz kalmayacak.

Doğada her şey uyumlu bir şekilde çalışmasına rağmen, biz bunu göremiyoruz çünkü biz uyumun tam tersiyiz. İnsan toplumu, üstünlük için birbirlerine karşı mücadele eden bireylerin ahenksizliğidir. Öte yandan doğa, mükemmel bir şekilde organize edilmiş bir düzendir. İçimizde zerre kadar bir ahenk olsa, biz hariç etrafımızdaki her şeyin ahenkli olduğunu görürdük.

Bu nedenle tek seçeneğimiz, bu uyumu oluşturmaya başlamaktır. Düşünebileceğimiz bütün baskıcı seçeneği deneyip hepsinin başarısız olduğunu görene kadar bekleyebiliriz ya da şimdi deneyebiliriz.

Uyum, bana herkesten üstün olduğum bir durum sağlamadığı için çekici gelmeyebilir, ancak faydaları herhangi bir kişinin tek başına başarabileceği her şeyin çok ötesindedir. Uyum, herkesin birbirini desteklediği anlamına gelir. Sonuç olarak, sadece kendim için çalışmak yerine, başkaları için çalışırım ve diğerleri de benim için çalışır.

Temel olarak bu, dünyanın halihazırda işleyiş şeklinden çok farklı değil. Farkında olmadan, her birimiz, tükettiğimizden çok daha fazlasını yaratırız. Fazla üretim herkese hizmet eder. Tüm insanlık bu şekilde çalıştığı için, sonuç olarak herkes için bolluk vardır. Bazı yerlerde kıtlığı olmasının nedeni, dünyada bir şeyin eksik olması değil, insanların diğer insanları kullanmak, aşağılamak ve egemen olmak için, onların ihtiyaç duydukları şeyleri inkar etmeleridir. Bu nedenle, herkesin birbiri için çalışmasının  yararlarını görmek için algımızı değiştirmemize gerek yok, niyetimize, sadece kendimizden ziyade diğer insanları da dahil etmemiz gerekiyor.

Kendimizi değiştirmek için, bilinçli, organize bir çaba gösterirsek, bunu başarabiliriz. Sonuçlar en çılgın hayallerimizin ötesinde olacak, ancak hepimiz buna bağlı kalırsak. Dünya giderek artan bir kaosa sürüklenirken, ilişkilerimizi uyumlu hale getirme gereğini görmezden gelmek zorlaşıyor. Tek soru, yenilgiyi itiraf edip insan doğasını değiştirmeyi kabul edene kadar, doğaya karşı daha ne kadar savaşmak istediğimizdir.

“Doğa Konuştuğunda, Dinlemeliyiz” (Linkedin)

Ian Kasırgası, değerlendirilmesi haftalar, onarılması yıllar alacak ve bu arada kim bilir ne gibi yeni olumsuzluklar olacak bir yıkım izi bıraktı. Bilim adamlarına göre, iklim değişikliği muhtemelen Ian’a neden olmadı, ancak onu yoğunlaştırdı. Çok daha temel ıslah araçlarını uygulamadığımız sürece, çok daha kötüsüne hazırlansak iyi olur çünkü doğa konuştuğunda, dinlemeliyiz.

Fırtınaların şiddeti artıyor, orman yangınları daha sık ve şiddetli hale geliyor ve kuraklıklar nehirleri ve gölleri yok ediyor. Doğaya ne kadar çok müdahale edersek ve onu düşüncesizce sömürü yoluyla bozarsak, o kadar agresif ve aşırı unsurları tetikleriz.

Kabala ilminde “doğa”, “Tanrı” ile eşanlamlıdır. Bu, putperestlerin yaptığı gibi rüzgâra veya güneşe boyun eğmemiz gerektiği anlamına gelmez, ancak burada daha üstün, bizim olabileceğimizden çok daha güçlü kuvvetlerle karşı karşıya olduğumuzu anlamamız gerektiği anlamına gelir. Bu nedenle onlardan üstünmüşüz gibi, onlara hükmetmeye çalışmak yerine onların yönergelerine uymalıyız.

Yönergeleri basit: Dengede kalın. Doğa bize, kendimiz için ihtiyacımız olandan fazlasını alamayacağımızı çünkü doğanın intikamla geri aldığı eksiklikler yarattığımızı söylüyor. İhtiyaçlarımızın ötesinde ne kadar fazlasını alırsak, doğanın intikamı o kadar yoğun olur. Bu nedenle doğal afetler giderek şiddetleniyor.

İhtiyacımız olan hiçbir şeyi kendimize inkâr etmemeliyiz. Ancak ihtiyacımız olanı değil, istediğimizi almaya alıştık ve ihtiyacımız olanla, istediğimiz arasında büyük bir fark var.

Bir ülke olarak Amerika’nın ve Amerikan halkının zorlukların üstesinden gelecek ve gerekli değişiklikleri yapacak kadar dirençli olduğuna inanıyorum. Florida, Ian’ın ardından iyileşecek, ancak fiziksel hasarı onarmanın ötesinde ne olacağı tüm ülkeye bağlı.

Tüketimde dünya şampiyonu olan Amerika, dünyayı yeni bir paradigmaya yönlendirmeli ve rehberlik etmelidir: daha dengeli ve sürdürülebilir. 21. yüzyılda odak noktası, maddi yaşamı iyileştirmekten toplumsal yaşamı iyileştirmeye kaymalıdır. Maddi ihtiyaçlarımız karşılandı; şimdi duygusal ihtiyaçlarımızı karşılama zamanı ve bunlar, insanların yaşamaktan keyif aldığı bir toplum yarattığımızda karşılanacak.

Keyifli bir toplum yaratmanın tek yolu, insanlar arasında iyi bağlar geliştirmektir. Sonuç olarak, Amerika, insanlar arasında büyüyen yabancılaşmayı onarmaya odaklanabilirse, insanlara bir memnuniyet duygusu verecektir. Bu da, aşırı tüketimi zahmetsizce dizginleyecek olan insanların materyalizme odaklanmalarını azaltacaktır. Memnuniyetleri maddi varlıklardan ziyade sosyal bağlardan geleceği için insanlar tatminsizlik hissetmeyeceklerdir.

İnsanların oluşturabileceği sosyal bağ miktarının bir sınırı yoktur; bu sonsuz sürdürülebilir bir kaynaktır. Ondan yararlanırsak, sosyal bağlarda bol miktarda güç ve neşe bulacağız. O zaman doymak bilmez ihtiyaçlarımızı karşılamak için doğayı sömürmek yerine, doğal olarak sadece ihtiyacımız olanı alıp pozitif enerjimizi birbirimize yönelteceğiz.

“Sürekli Savaşmak İnsanın Doğası Mıdır?” (Quora)

Evet. İnsan doğası, bizde başkalarına hükmetme isteği uyandırır, doğamız gereği diğer insanların kendileri gibi düşünmesini ve davranmasını sevmeyiz.

İnsan doğasının üzerine çıkma şansımız var ama bu toplumun olgunluğuna bağlıdır yani insanların başkalarıyla savaşmayı düşünmediği bir koşula ulaşılmasına. Eğer bu olgunluğa ve insan doğasının üzerine çıkma yeteneğine ulaşamazsak, o zaman doğa bizi yok edecektir.

Ufukta, ortalığı kasıp kavuran iklim değişikliklerinden, kitlesel açlık olasılığına kadar pek çok sorun görünüyor. Üstelik bu tür trajedilerle birlikte, milletler ve ülkeler birbirlerine nasıl zarar vereceklerini düşünmeye devam edecekler. Bu nedenle dünyamızın ciddi ıslahlara ihtiyacı var. Olumlu bir şekilde bağ kurmalıyız.

Doğaya Benzer Olmanın Etkisi

Soru: Bütünsel eğitimin, daha sonra diğer insanlardan gelecek üst ışığı bünyesine alacak bir ağ yaratmak olduğunu anlıyorum, doğru mudur?

Cevap: Elbette! Kesinlikle. İçinizde doğaya karşı bir form eşitliği durumu ortaya çıkarsa, o zaman zaten yukarıdan bir doluma sahip olursunuz ve tüm devasa bütünsel doğa sizinle uyum içinde hareket eder ve sizi tutar.

Onu hissetmeye, onunla birlikte nefes almaya ve ondan düşünce ve hisler almaya başlarsınız. Onunla uyum içinde çalıştığınızda, bunu yapmanın yolunun bu olduğunu hissedersiniz, bu şekilde yapmaya değer olmasa da; burada arttırmanız gerekiyor ve burada bir şeyi azaltmanız gerekiyor. Genel olarak, doğanın bizden istediğini hissetmeye başlarsınız.

Bunu topluma kendi dünyamızın sözleriyle açıklıyoruz ve onların bunun fiziksel dünyanın gizli yasalarından geldiğini bilmelerine gerek yok. Elektronik cihazları kullanan sıradan bir insan için bunların nasıl çalıştığı ne fark eder? Bundan bir şey anlar mı? Belirli düğmelere basıyor ve hepsi bu! Bugün bir çocuk cep telefonlarıyla veya herhangi bir cihazla çalışmaktan mutlu. Ama aynı zamanda ne biliyor ki?!

Elektrik akımının ne olduğunu veya alanların etkileşimi hakkında bilgimiz yok. Ama nasıl kullanılacağını biliyoruz. “Bu, bu şekilde! Ve şu, şu şekilde.” İyi, diyerek öğrendik. Ve böyle devam ediyor. Yani, kullandığımız şeyle ilgili olanı biliyoruz. Ve bu doğa hakkında hiçbir şey bilmiyoruz; konu öteki dünyada, yabancı bir bölgede bir yerlere gidiyor.

Bugüne kadar Einstein’ın izafiyet teorisi bilgisine dayanan bazı çalışmalar ve etkiler var. Peki ya ışık hızının üzerinde veya ışık hızında nasıl çalıştığını net bir şekilde anlamıyorsak?! Bizim dünyamızda her şey ışık hızının altındadır. Işık hızının üstünde bir sonraki dünya, bir sonraki derece vardır. 

Bu nedenle basit bir insanın, kendi içimizde birleşerek doğayla birlikte ortak bir gücü, kalabalığın bilgeliğini uyandırdığımızı bilmesi yeterlidir. Bu kanıtlanabilir ve bu bizim için yeterlidir. Bu çalışır ve hepsi bu! Bu bir fizik kanunu olarak kabul edilir.

Ve bizler yasanın içsel gücünü veya temelini pek de anlamıyoruz. Biz sadece sonuçları çalışıyoruz. Belirli bir kütle, Dünya tarafından belirli bir kuvvetle çekilir; formülü hesaplıyoruz ve her şey hazır! Ve onu kullanıyoruz. Buna, bizim bilgimiz denir.

Bilgimizi ne kadar araştırırsak araştıralım, her zaman sınırlıdır, her zaman madde içindedir. Başka bir deyişle, her zaman sadece kendi kendine hissedilmeyen bazı etkilerin sonuçlarını inceliyoruz. Yalnızca etkileri hissediyoruz, ancak gücün kendisini, örneğin elektrik akımını, manyetik dalgaları veya yerçekimi alanını hissetmiyoruz.

Bu nedenle, insanların yalnızca bir kuralı bilmesi gerekiyor. Bir insan topluluğu, toplanıp örgütlendiğinde, onda belirli etkiler ortaya çıkar; artan bilgelik etkisi, artan etkilenebilirlik, artan güç ve artan zihinsel yetenek, görme ve hissetme yeteneği. Aynı zamanda, karşılıklı yardımlaşma bu grubun potansiyel gücünü artırır, vb. Kendimizi bir sonraki dereceye bu şekilde yükseltiyoruz.