Category Archives: Sevgi

Nefreti Sevgiye Dönüştürme (Linkedin)

Sevgi, nefret ve arasındaki her şey. Bu, dünyamızın nasıl bölündüğüdür. Nefret ettiğimizde veya sevdiğimizde, benzer fizyolojik süreçler vücudumuzda da meydana gelir – kalp atış hızı, kan basıncı, kas gerginliği, asit ve hormon salgılanması değişiklikleri – ve beyindeki sadece küçük bir nokta, hissettiğimiz şeyin bir nefret durumu ya da bir sevgi durumu olup olmadığını ayırt eder. Dünyanın daha az korkunç, daha dostça ve bize karşı sevgi dolu olması için içimizde tam olarak neyin değişmesi gerekiyor?

İyileşme bir teşhisle başlar. İçimizdeki yönetici, memnuniyet ve tatmin alma arzusu, haz alma arzusudur. Birine zevkle baktığımda, bunun nedeni o kişiye karşı sevgi hissettiğim ve hatta o kişinin neşesinden mutlu olduğum içindir. Ondan nefret edersem, üzüntü hissederim. Kulağa ne kadar tatsız gelse de, davranışımızın bilincinde olsak da olmasak da gerçek budur. Öte yandan, sevdiğim birinin acı çektiğini gördüğümde, bu kederi paylaşırım, acı çeken kişiden nefret ediyorken de mutlu olurum ve o kişinin bu acıyı hak ettiğini düşünürüm.

Bundan şu sonuca varabiliri ki; bizim haz aldığımızı ya da acı çektiğimizi belirleyen, önümüzde meydana gelen bu durum değil, bizim etrafımızdakilere karşı olan tutumumuzdur.

Etrafımdaki herkese karşı davranışımın sevgi dolu bir davranış haline gelebilmesi için kendime nüfuz edebilseydim ve içimdeki en içsel tanımları değiştirebilseydim, o zaman tüm dünya görüşüm ve gerçeklik deneyimim değişirdi. İnsanlar, dünya ve her şey bana gerçek bir cennet gibi görünürdü.

Bilgeler, “Kişi diğerlerini kendi kusurlarına göre yargılar” derler. Etrafımdaki dünyanın herhangi bir anında gördüğüm şey, içsel durumumun bir kopyasıdır, tıpkı 3-Boyut sinemadaki gibi içimde saklı olanın bir yansımasıdır. Kendimiz tarafından sözde “tarafsız olarak tanımlanmış” denecek hiç bir şey yoktur. Dünyanın şekli, benim kendi içsel yapıma göre, arzu, ilgi ve niyetlerime göre önümde resmedilir. Buna göre, içimdeki kusurları bir şekilde düzeltebilseydim – yani çevremdeki herkese ve her şeye karşı tutumum – dünya da bana daha düzeltilmiş görünürdü.

Doğada her şeyi dolduran bir ihsan etme ve sevgi niteliği vardır, ancak şu anda kesinlikle onun algısına sahip değiliz çünkü sürekli olarak kendi çıkarının peşinde koşan egoist bir durumda var olduğumuz için, ona karşıyız. Özen gösterme ve karşılıklı olma özelliklerini geliştirerek doğaya benzediğimiz anda, onun gerçek formunu algılamaya ve hayatın her yönünün ardındaki iyiliği ifşa etmeye başlayacağız.

Gerçeklik deneyimimi değiştirmek; kendime bir şekilde dünyada hiçbir sorunun olmadığını söyleyerek kendimi psikolojik düzeyde ikna etme meselesi değil, gerçeklik deneyimimin inşa edildiği bakış açısını değiştirme meselesidir. Düzeltmenin esası, alma arzusu adı verilen doğumdan beri beni harekete geçiren içsel yöneticinin iyileştirilmesine bağlıdır. Çevreden haz ve zevk almaya yönelik egoist olan doğal arzu, etrafımdaki her şeyi olumlu yönde etkilemek için başkalarını düşünen, doğaüstü bir arzu ile yer değiştirilmelidir. Kabala bilgeliği, bu zorunlu geçişi, grup çalışması ve uygulama yoluyla mümkün kılan bir metottur. Kademeli olarak, adım adım, deneyim ve kontrolle, davranışlarımın nefretten sevgiye doğru bu dönüştürücü düzeltmesi, benim gözümde dünyayı kötülüğün olmadığı, sevilenlerle dolu bir dünyaya çevirir. Ve her şeyin bizim elimizde olduğunu fark ettiğimizde, başkalarının daha iyi için değişmesini beklemenin gereksiz bir utanç olduğu anlaşılır.

Örnek vermek gerekirse: Birine karşı nefretim olduğunda, sorunun karşımdaki kişi olmadığını ve doğanın yüce gücünün bana onunla bağlantı kurmam ve bu bağ aracılığıyla bütün bu nefretin üzerinde sevgiyi artırarak onun niteliklerini edinmem için bana bir davetiye gönderdiğini kendime söylemem gerekir. Kendim üzerinde çalışmayı ve ortaya çıkan her gerçeklik resmine karşı tavrımı düzeltmeyi başardığımda, bu kadar acıya neden olan o kötü karakterlerin bir anda ortadan kaybolduğunu ve geriye yalnızca sevgi ve bütünlüğün kaldığını göreceğim.

İyi İle Kötü Arasındaki Yol

Her zaman içimizdeki tüm kötü nitelikleri ışığın nitelikleriyle telafi ederek nasıl dengeleyeceğimize bakmalıyız. “Sevgi tüm günahları örter”, yani her zaman tüm parçalar arasında doğru bağı kurmalıyız: kendi içimizde ve aramızda ve çevremizde.

Tora, cansız doğaya, bitkilere, hayvanlara, insanlara ve üst güç olan Yaradan’a , yani doğanın bir alan, mükemmellik biçimini alması için beş arzu seviyesinin nasıl düzenleneceğine dair yasaları açıklar.

Böylesine mükemmel bir form yaratmaya çalıştığımızda, her şeyi yaratan kaynağı, üst gücü ifşa ediyoruz. Yaşamımız, tüm parçacıkları her yöne dağıtan negatif bir kuvvetle, tamamen paramparça olan Büyük Patlama ile başlar. Ve sonra parçacıklar toplanıp birbirleriyle birleşince yaratılış başlar. Çalışmamızı böyle görmemiz gerekiyor: Doğanın tüm karşıt parçalarını toplamak ve birbirlerini destekleyecek şekilde bir araya getirmek.

Kötülük ortadan kalkmaz çünkü iyilik, kötülük olmadan var olmaz. İnsanlık bunu anlamadığı sürece, savaşa yaklaşacaktır. Sonuçta, doğanın kanunlarını anlamıyoruz, buna bağlı olarak ayrılığımız sadece büyüyecektir, ve bizler bunun üzerine birliğe ve bağa gelmeliyiz.

Küçük bir çocuk yalnızca iyi şeyleri kabul edebilir. Ancak bir yetişkin, problemsiz bunun imkansız olduğunu anlar. Kişinin gelişimi sırasında, kişi kötülüğün dışarıda değil, kendi içinde olduğunu anlar ve kötülüğü düzeltmek için onu sevgiyle, bağ kurarak telafi etmek gerekir. Ayrılık ve bağdan başka bir şey yoktur.

“Barış” (Şalom); “mükemmellik” (Shlemut), tamamlanma anlamına gelir. Kötülük kalır çünkü o Yaradan’dan gelmiştir. Ama Yaradan’dan bize iyiyle kötü arasında bir orta çizgi inşa etmemiz için, iyi olan ikinci bir güç vermesini talep ederiz. Yaradan’ın kötü ya da iyiyle ilgili olmadığı gibi, biz de iyiyle ve kötüyle ilişki kurmayız, ancak kendimizi sadece orta çizgide aralarında organize etmek isteriz.

Bu orta çizgide, O’nunla birlikte çalışarak Yaradan’ı giderek daha çok keşfederiz. İfşa olan tüm kötülükleri iyilikle örterek, orta çizgiye geliriz ve her şeyin Yaradan’ı ifşa etmek ve O’nunla bir bağ kurmak için olduğunu anlarız. Bu nedenle, “Sevgi tüm günahları örter” tavrıyla Yaradan ile bir ilişki kurar ve O’nunla bütünleşiriz.

“Manevi Sevgi Hakkında 5 Gerçek Nedir?” (Quora)

1) Manevi sevginin ve manevi bağın edinimi, ancak nefret ve reddediş hislerinin üzerinde gerçekleşebilir. Sevgiyi, nefret ve reddetmenin üzerine inşa etmeden başkalarını seversek, o zaman bu manevi sevgi değildir.

2) Tora’da manevi sevginin edinilmesi hakkında “Sevgi tüm günahları örtecek” diye yazılmıştır (Özdeyişler 10:12).

3) Manevi edinim, “günahları” yani başkalarına karşı nefret ve reddi hissetmeden sevgiye sahip olamayacağımız için, “Sevgi tüm günahları örtecek” kuralına bağlı kalmayı gerektirmektedir. Bu nedenle, sevgi ve nefrete karşı tutum, önem bakımından eşit olmalıdır. İkisi arasında maneviyatı ediniriz; bu nedenle maneviyatı edinmek isteyenlerin, kendileri nezdinde, sevgi ve nefreti veya bağı ve reddi, eşit şekilde konumlandırmaları gerekir.

4) Başkalarının pahasına haz alma arzusu olan insan egosu, başkalarına karşı nefret ve reddetme duygusunun sebebidir; “maneviyata zıt” bir niteliktir. Bu nedenle manevi sevgiyi geliştirmek, egomuzun maneviyatı reddinde aydınlatıcı bir nefret ve reddetme hissetmeyi, ardından egoyu kısıtlama kararına ulaşmayı ve sonra da egonun üzerinde bir sevgi ve başkalarıyla bağ kurma tutumu geliştirmeyi gerektirir. Dahası, böylesi bir tutum, aynı anda hem sevgi hem de nefreti hissedip, sevgiyi nefretin üzerinde seçtiğimiz sabit bir durumu gerektirir. Bu, farklı zamanlarda sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz maddi dünyamızdan farklıdır. Bu nitelikleri bir arada tutmak, sonsuzluk hissine ulaşmamızı sağlar.

5) Manevi sevginin, ona zıt olan nefret ve reddedişin üzerinde gelişmesi ve keşfi, maneviyatın “sanatıdır”. Kabala’nın dilinde şu şekilde ifade edilir:  Manevi Partzuf (manevi bir varlık veya kişilik), nefret duygusu ve başkalarıyla tam bir bağ eksikliği olan Aviut’unu (bayağı egoist arzu) alır ve egoist arzunun Tzimtzum’u (kısıtlaması) ile Partzuf, bağ kurmak için (yükselen bağ değerleri, doğal egoist eğilimden çok daha önemlidir) Aviut’un üzerine yükselir ve sevgi/bağ ve nefret /reddetme nitelikleri arasındaki zıtlık ölçüsünde, yeni, daha yüksek, daha manevi ve veren bir Partzuf keşfedilir: hem aşağıdaki Aviut (bayağı egoistik arzu) hem de yukarıdaki Zakut (saflık) aracılığıyla.

Manevi Sevgi Bildiğimiz Sevgiden Farklı Mı? Evet İse, Onu Beslemek İçin Bir Şey Yapabilir Miyiz? (Quora)

Bildiğimiz sevgi ya da maddesel sevgi, bize haz veren her kimse ya da her neyse onu sevmeyi içerir. Aksine manevi sevgi, başkalarına karşı içsel bir uzaklık, reddetme ve karşıtlık hissetme ve bu uzaklığın üstünde sevgi inşa etme üzerine kurulmuştur.

Başka bir deyişle, bildiğimiz sevgi, bir başkasına doğal bir çekim ve yakınlık hissettiğimizde, doğuştan egomuzda ortaya çıkan sevgidir. Böyle bir sevgiyi hisseden her insan, bunu, sonunda o sevgiden sağlayacağı faydanın hesaplanmasına dayanarak yapar. Bu, diğer insanlardan ve şeylerden haz alma arzusu olan egoist doğamızın hesaplamasıdır. Bu nedenle, bizim bildiğimiz sevgiye göre – maddesel sevgi – bazen birbirimize sevgi, çekim ve yakınlık, bazen de nefret, reddetme ve uzaklık hissederiz.

Hâlbuki manevi sevgi; birbirimize karşı uzaklık, reddetme ve zıtlık hissi ile birlikte, bu hislerin üzerine inşa ettiğimiz sevgi, bağ ve çekim niteliklerini de hissetmeyi gerektirir. Şu anki gerçekliğimizde, başkalarına karşı sevgiyi ve nefreti, aynı anda hissedemeyiz, ama bu hisleri farklı zamanlarda hissederiz. Bu nedenle, manevi sevgi, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurmak için, egonun üzerine çıkmanın manevi sürecinde büyük bir yetenek gerektirir ve bu yüce sevgi düzeyine ulaşmaya layık olmalıyız.

Bununla birlikte, gelişimimizde manevi sevgiyi deneyimlemeye giderek daha fazla hazır hale geldiğimiz bir seviyeye ulaşıyoruz. Bir yandan bildiğimiz sevginin bizi çok daha fazla soruna götürdüğünü anlarız. Egomuz büyüdükçe, kendimizi doyurmak için daha fazlasını talep ederiz ve bunun yerine getirilmesinde o kadar zorlanırız. Öte yandan, daha fazla olgunlaşmak için hazırlanırız.

Tatlı yiyecekler, bu olgunlaşma sürecinin bir örneğini görmemize yardımcı olabilir. Çocuklar genellikle sadece tatlı olan şekerli yiyecekleri severler, ancak bizler büyüdüğümüzde genellikle baharatlı, acı veya ekşi bir şeyle birlikte veya sonrasında tatlı yiyecekler yemeyi severiz. Ne kadar olgunlaşırsak, o kadar tek bir şeyden haz alamadığımızı hisseder; o şeye ve onun tam tersine gereksinim duyarız.

Ayrıca, çaba sarf etmeye ve üstesinden gelmeye ihtiyaç duymadan, sınırları ve eleştiriyi hissetmeden hayatta sadece olumlu durumları deneyimlemiş olsaydık, hayatımızda bir şeyler eksikmiş gibi hissedeceğimizi de anlamaktayız. Bizler, diğer hesaplamaları anlamak için kavrama noktalarına sahip olmayı arzulayan bir şekilde inşa edildik ve böylece tatlıyı tatmak ve tadını çıkarmak için acılık, ekşilik ve baharat ekleme ihtiyacı geliştiriyoruz. Bu eğilim, bizim (yaratılmış varlıklar) başlangıçta doğanın zıttı olarak yaratıldığımız varoluşumuzun temelinden kaynaklanmaktadır: Doğa, yalnızca haz ve memnuniyet ihsan etmek isteyen bir sevgi niteliğidir ve bizler, yalnızca haz ve memnuniyet almak isteyen zıt bir nitelikten yapıldık.

Bu nedenle, manevi sevginin “tatlılığını” tatmak için, doğuştan alıcı olan doğamızda bulunmayan sevgi ve ihsan etme niteliğini elde etmemiz ve bu nitelikleri, içimizde olan doğal reddetme ve uzaklık üzerine inşa etmemiz gerekir. Bu, ebedi ve bütün olan manevi sevginin niteliğini keşfetmek için, egonun fani ve eksik doğasının üzerine çıkmanın yollarını öğreten bir yöntemin – Kabala bilgeliği – rehberliği ile mümkündür.

Kabalistler, manevi sevgi hakkında “Sevgi tüm günahları örter” (Özdeyişler 10:12) diye yazmışlardır – burada “günahlar” egomuzda hissettiğimiz uzaklık, reddetme ve zıtlıktır. Manevi gelişimimizde böylesi bir sevgi biçimini ne kadar çok gerçekleştirirsek, nihai varoluş amacımıza varmak için doğanın bizim için ortaya koyduğu her şeye; onun mükemmelliği, bütünlüğü ve sonsuzluğu içindeki sevgi hissiyatına, o kadar çok ulaşacağız.

“Fiziksel Sevgi ile Manevi Sevgi Arasındaki Fark Nedir?” (Quora)

Fiziksel veya bedensel sevgi, birinden veya bir şeyden haz almaktan gelir.

Aksine, manevi sevgi ise, başkalarından nefret ve reddedilme hissettiğimiz anlamına gelir ve bu olumsuz hislerin ötesinde, sevgi dolu bir tutum inşa ederiz.

Manevi sevgi hakkında “Sevgi tüm günahları örtecek” diye yazılmıştır (Özdeyişler 10:12). Manevi sevgi, nefretin yerini almaz, ancak onun üzerinde ortaya çıkar.

Böylesi bir nefretten ıstırap duyduğumuz yani başkalarını sevmek istediğimiz ancak kendimizi, istediğimiz sevgiyle çelişen zıt duygular içinde bulduğumuz ölçüde, bu tür olumsuz hislerin üzerinde pozitif bağ kurmamız manevi sevgiyi uyandırır.

Böylece, manevi sevgi, sevmek istediğimiz kişiye olan mesafemize göre ölçülür. Bu nedenle manevi sevgiyi edinmek, aynı zamanda, tüm yaratılış için ulaşmamız gereken bir tutum olduğu anlayışıyla, büyük miktarda öğrenme ve hazırlık gerektirir.

Kabala bilgeliğine göre yaratılış, haz alma arzusudur. Gerçekte algıladığımız her şeyin arkasında, tek bir haz alma arzusu yerleştirilmiştir.

Özünde haz alma arzusu, sadece madde olduğu için sorun teşkil etmez. Haz alma arzusu, başkalarının pahasına, bireysel olarak fayda sağlanmak istendiğinde sorunlar ortaya çıkar. Bir organizmadaki hücreler arasında böyle bir eğilim, kanser olarak kabul edilir. Biz insanlar arasında, hayatta yaşadığımız her sorunun temelini başkaları pahasına bireysel olarak fayda sağlama arzusu oluşturur.

Ne kadar çok gelişirsek, haz alma arzusu da o kadar büyür ve kendimizi o kadar çok sorunun ve krizin bataklığında buluruz. Böyle bir süreç, bizi, Kabala bilgeliğinin “kötülüğün farkındalığı” olarak adlandırdığı bir duruma götürür, burada, tüm sorunların kökü olarak başkalarının pahasına kendi kendine fayda sağlamak isteyen egoist doğamızın farkına varırız. Bu noktada, içimizdeki egoist doğadan nefret ettiğimizi ortaya çıkaracağız ve sonra ona karşı sevgi dolu bir tavır sergilemeyi gerçekten özleyeceğiz.

Haz alma arzusu bizim doğamızdır. Ondan kurtulamayız, onu yok edemeyiz, buna ihtiyacımız da yok. Diğer insanlardan ve doğadan haz alma arzusu üzerine olumlu ve sevgi dolu bir tavırla inşa edilmek zorunda olduğumuz, ikinci kat ve üst katın inşa edildiği bir binada, doğamıza yalnızca zemin katı olarak bakmamız gerekir.

Böyle bir manevi sevgiye nasıl ulaşabiliriz?

Bu, daha yüksek bir dereceden isteyerek yapılır. Haz alma arzusu yaratılışın doğasıdır ve onu yaratan doğanın tam tersidir: ihsan etme, sevme ve verme arzusu. Kabala bilgeliğinde, ihsan etme ve sevme arzusunun “Yaradan”, “üst güç”, “ışık” ve ayrıca “doğa” dahil olmak üzere birkaç adı vardır. Bunlar, doğuştan gelen arzularımızdan gizlenmiş, gerçekte var olan vermenin ve sevginin niteliğini tanımlar. Başkalarını manevi olarak sevmek için samimi bir arzuya ulaştığımızda yani bu sevgiye bağlı kişisel bir fayda sağlamak istemediğimizde, o zaman Yaradan’a bu kendini dönüştürmeyi gerçekleştirmesi için gerçek bir talebe – bir duaya – ulaşırız.

Neden böyle bir duruma ulaşmak isteyelim ki?

Çünkü böyle yaparak kendimizi hayatımızın kaynağına yakınlaştırıyoruz, hayvansal varoluş derecesinden, terimin tam anlamıyla insan olmak için yükseliyoruz. İbranice’deki “İnsan” (“Adam”), “en yüksek olana benzeyen” (“Adameh le Elyon”) ifadesini ifade eder. Bu nedenle, manevi sevgiye ulaşmak, Kabala tarafından yaşamın amacı olarak tanımlanan – dünyamızda yaşarken elde edebileceğimiz en yüksek, en uyumlu ve dengeli algılama ve hissiyat hali – Yaradan’a benzerlik elde etmek anlamına gelir.

Sevmeyi Öğrenmeye Nereden Başlamalıyız?

Soru: Yaradan’ı edinmek için kişi sevmeli ve karşılıksız yardım etmelidir. Bu, hayvanları da sevmemiz gerektiği anlamına mı geliyor? Sonuçta, onlardan maddi bir geri dönüş beklemiyorsunuz. Belki onlarla başlamalıyız?

Cevap: Hayır. Hayvanlar, bitkiler ve cansız doğa ile ilgili olarak açık bir düzenleme vardır: onları yalnızca insani bir hedefe ulaşmak için ihtiyaç duyduğunuz ölçüde kullanmalısınız. Başka bir şey için değil.

Her zaman oturmamalısınız ve Mayakovski’nin yazdığı gibi, “Kıvrılmış kara kedileri okşayın.” 🙂  Bu, elektrik üretmek için iyi olabilir, ancak kişinin amacına ulaşması için değil. Bunda içsel bir gelişme yoktur.

Kimlerle Birlik Olunur?

Soru: Çok az insan, ebeveynleri, eşleri ve kendi çocukları gibi, kendi aile fertleri ile bağ kurabilir. Kendi çocuklarımla birlik olamazsam, diğer insanların çocukları ile nasıl birlik olabilirim?

Cevap: Bizler, başkalarının çocukları ve aile fertleriyle değil, bizimle aynı amaca sahip benzer düşünen insanlarla birlik oluyoruz: egoist doğamızın üzerine çıkmak ve daha yüksek güçler hissetmeye başlamak için. “Daha yüksek”, mistik güçler anlamına gelmez. Onlar bizim egoizmimizin üstündedir.

Şimdi hissettiğimiz her şey doğadaki cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerindeki egoist güçlerdir. Tüm bunların üstüne çıkmalıyız. Sonra, tüm maddeyi, tüm doğayı ve tüm yaratımı gerçekten hissetmeye başlayacağız.

Bunun için, dışımızda var olan her şeyi hissetmek için, yardımlarıyla kendimizden ve egoizmimizden kurtulabileceğimiz birkaç kişiye daha ihtiyacımız var. Bu, bu şekilde işler.

Soru: Üst güç kendini nasıl gösterecek? Bu his nedir?

Cevap: Bu, bizi her şeye ve herkese bağlayacak olan ihsan etme ve sevginin niteliğidir ve bu şekilde tüm evreni yani tüm dünyaları ve tüm evrenleri dahil edeceğiz. Her şey birdenbire belirli bir sistemde bir araya gelecek ve içimizde hissedilecek.

“Maneviyatınızın, Hayatınızın Bir Parçası Olduğunu Nasıl Anlarsınız?” (Quora)

Manevi yoldaki insanlar, günlük yaşamlarının, yaşadıkları her şeyin bu yola uyduğunu hissederler.

Örneğin, bir ofiste günde sekiz ila on saat çalışıyorsanız, bunun manevi çalışmanızın bir parçası olduğunu anlarsınız. Çalışırken, manevi olarak ilerleme ihtiyacını taşıyorsanız, her hareketinizle manevi enerjinin sizden geçmesine izin verirsiniz. Manevi ıslahlara yani doğuştan gelen alma arzusunun üzerinde, sevgi ve ihsan etme niyetine ulaşmak için böyle bir yaklaşım gereklidir.

Bu dünyanın sayısız etkileşimi, birbirimizi manevi enerji ile etkilememiz için bize verilir. Bu nedenle, günlük yaşamlarımıza, bir bakıma manevi çalışmalarımızdan manevi bir tatmin aldığımız yer olarak yaklaşırsak, o zaman maneviyata ilgisi olmayan birkaç kişi arasında, işyerlerinde ve diğer günlük faaliyetlerde etkileşimde bulunarak, sonrasında manevi içeriği toplum aracılığıyla büyük ölçüde insanlığa kanalize eden “manevi gizli ajanlar” haline geliriz. Onlar, ne hissettiklerini ve nereden geldiğini tam olarak belirleyememelerine rağmen bu işten olumlu bir etki hissederler.

Bu şekilde hareket ederek, birbirimize bağlanır ve dünyaya maneviyat aşılamış oluruz. Dahası, manen ilerlemek isteyen insanlar için bunu yapmak bir zorunluluk haline gelir.

Bizim dünyamız; ailelerimiz, ilişkilerimiz, işimiz ve diğer sosyal etkileşimlerimiz olacak şekilde yaratılmıştır – bu tür ilişkilerden çekinmemiz için değil, ancak bu şekilde, toplumla tam temas yoluyla, herkesi uyumlu bir şekilde olumlu olarak bağlama niyetimizi ekleriz ve bunu yaparak, kendimizi maneviyata yakınlaştırırız. Bu nedenle Kabala bilgeliği, maneviyata ulaşmak isteyen herkesin, kendisini topluma bağlaması, çalışma yoluyla çekilen manevi güçlerin, genel olarak topluma yayılmasına meydan verdiği için bir aile kurması ve çalışması gerektiğini belirtir. Manevi olarak ne kadar ilerlersek, maneviyatın olumlu insan bağlarında var olduğunu o kadar çok anlarız.

Bu nedenle, günlük yaşamınızda sevgi ve ihsan etme tutumuyla, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurma niyetini dener ve uygularsanız, başarıyı göreceksiniz;  dostlarınız ve iş arkadaşlarınız sizinle farklı şekilde ilişki kuracak ve bunu yaparken manevi başarılara da ulaşacaksınız.

İnsanlıkla olan bağımızın, manevi farkındalığımız için potansiyele sahip olduğunu görmemiz gerekir. Bu nedenle, manevi çemberlerimizle olduğu kadar ailelerimiz, arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız ve diğerleriyle, manevi çevremiz aracılığıyla, sevginin ve ihsan etmenin manevi güçleriyle içsel bağımızı güçlendirmeye çalışmalıyız ve bu güçleri insanlığa aktarmalıyız.

“İnsanlar Gerçek Sevgiyi Nasıl Keşfeder?” (Quora)

Öncelikle gerçek sevginin ne olduğu hakkında hiçbir fikrimizin olmadığını anlamalıyız. Gerçek sevgiye ulaşana kadar, sevgiyi her türlü maddi ve egoist yolla yorumluyoruz yani sevgi olarak resmettiğimiz her şeyden, öncelikle kendimize fayda sağlıyoruz.

Ancak gerçek sevgi tamamen farklıdır. Gerçek sevgi, başkalarına fayda sağlama, başkalarının arzularını hissetme ve onların yerine getirilmesi yoluyla haz alma becerisidir. Gerçek sevginin idraki, doğaya göre,  maddesel terimlerle sevgiyi tanımlama şeklimize zıttır.

Gerçek sevgi, nihayetinde insanlığın tek bir ortak sistemde birleştirilmesidir. Şu anda bu sistemi, başkalarının ve doğanın pahasına sürekli olarak kendimize fayda sağlamaya çalıştığımız ve bunu yaparak, birbirimize karşı tutumumuzda belli bir dereceye kadar ayrılık ve mesafe hissettiğimiz, egoist mercekler aracılığıyla, onun zıt biçiminde deneyimliyoruz. Bu egoist durumun üzerinde birleşmeyi hedefleyerek kendimizi, birbirimize olan reddimizi keşfederken buluruz ve sonunda farklılıklarımızın üstesinden gelmemiz gerektiğini anlar ve gerçek sevgi bağlarını oluştururuz. Aramızdaki mesafenin büyüdüğünü ne kadar çok hissedersek, bu mesafeyi gerçek bir sevgi ve önem tutumuyla kapatmak için, samimi bir arzu geliştireceğiz.

Dolayısıyla gerçek sevgi, nefret ve reddetme, ortak bir sevgi şemsiyesiyle örtüldüğünde, karşıtların birleşmesidir. Doğuştan gelen egoist uzaklığımızın üzerinde birleşmeye doğru ne kadar çok ilerlersek, o zaman hayatımıza giren yeni bir tür atmosferi daha çok hissetmeye başlayacağız ve bu bize bugüne kadar haz aldığımız her şeyden çok daha dolu bir tatmin duygusu verecektir.

Hayatımıza giren gerçek sevginin keşfi, bu nedenle gerçekte var olan mükemmelliği ve bütünlüğü keşfetmek için bir fırsattır. Doğuştan gelen egoist niteliklerimizde dar ve kopuk bir yaşam duygusu hissetmek yerine, hücrelerin ve organların çalışma ve parçası oldukları tüm organizmayı hissetme şekline benzer bir gerçeklik algısı ve hissine ulaşırdık. Böyle bir koşul içinde, farklılıklarımızı ve bölünmelerimizi sürekli olarak çok daha büyük bir birleşme gücüyle örteceğimiz için, realitenin negatif-egoist ve pozitif-özgecil kutupları arasında sürekli dalgalanmalar hissederdik. Böylelikle, kendimizi hayatın sürekli alçalıp yükseldiği, sonsuz bir dünyada hissederdik.

Doğuştan gelen egoist tavrımızdan, başkalarının pahasına kendimize fayda sağlama isteğimizden, başkalarına fayda sağlamayı istemek için özgecil bir tavra doğru değişiğimiz zaman, içgüdüsel egoist dürtülerimizi, üstüne yükseldiğimiz negatif güçler olarak hissederiz. Egonun üzerine yükselerek, bağ kurma, verme ve sevme (doğada yaşayan olumlu ve ebedi güçler) güçlerini hissederiz ve bu değişimi yapmak için, ortak bir eğilimde birbirimizi tamamlarız.

Bu çok önemli değişim, yalnızca, farklılıklarımızın ve bölünmelerimizin üzerine yükseldiğimiz ve birbirimizi tamamlamaya başladığımız, birleşmemizin ölçüsüne bağlıdır. Karşılıklı olarak, içsel doygunluğun verdiği mutluluk duygusu, bize sonsuz yaşam hissiyatı verir.

Bu gerçek sevgiyi keşfetmek için, sadece bağlarımızı nasıl geliştireceğimizi, karşılıklı olarak birbirimizi nasıl tamamlayacağımızı ve yerine getireceğimizi ve başkalarında kusur gördüğümüz egoist lenslerimizi, farklılıkların üzerinde birleşmeye çağrı olarak, herhangi bir egoist dürtü hissettiğimiz yerde nasıl değiştireceğimizi öğrenmemiz gerekir.

Kendini Sevmekten Dolayı

Soru: Hayattaki tüm sorunların sadece kendini sevme nedeniyle ortaya çıktığını söylüyorlar. Neden?

Cevap: Ne yaparsak yapalım, başlangıçta bunu sadece kendimizi sevmekten dolayı yaparız. Kendimi seviyorum ve bana yardım edebilecek, beni dolduracak ve beni memnun edecek her şeyi yapıyorum. Bu yüzden, kendi iyiliğim için doğayı yok etmeye, her şeyi yapmaya hazırım. Bütün sorunlar kesinlikle ortaya çıkıyor çünkü ben sadece kendimi düşünüyorum.

Soru: Şimdi dünyaya bir pandemi yayılıyor. Kendimi düşündüğüm için mi?

Cevap: Elbette. İnsanlar sadece kendilerini düşündükleri için bu tür “mikroplar” ortaya çıkar.

Soru: Aynı zamanda, insanın kendini sevmezse başkalarını da sevemeyeceğini söylüyorlar. Bu, başkalarını sevmek için kendini sevmenin gerekli olduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet.  Aksi takdirde, kişi başkalarını nasıl sevmesi gerektiğine dair bir örneğe sahip olmayacaktır. Kişi, kendini sevmelidir. Bu yüzden “Komşunu kendin gibi sev” deniyor.

Yorum: Bu narsistik egoistler demektir

Cevabım: Çok güzel insanlar. Sadece onların kendi haz fikrini, başkalarına haz ihsan ederek, kendilerinin de haz alacakları gerçeğine dönüştürmek gereklidir.

Soru: İnsanlar neden bu kadar sık sevgiyi saklar ama açıkça nefreti ifade ederler?

Cevap: Sevgi mecbur kılar ve belki de bana zayıflığımı gösterir. Ve tam tersine nefret, önceden olduğu gibi, başkalarının üzerinde olduğum, onlardan korkmadığım ve bana göründüğü gibi, başkalarına karşı doğru tavrımı göstermeye hazır olduğum izlenimi uyandırır.

Soru: Bazen kişi, zaten herkesi sevdiğini düşünür. İnsan kendini aldatmasın diye, böyle bir aşk testi nasıl geçilir?

Cevap: Kişiye, birisi için bir gün çalışmasını teklif edin. Bırakın denesin ve gururunun tüm ufkunu/anlayışını nasıl kapattığını görün.