Category Archives: Sevgi

Dil Antlaşması

Soru: Dil antlaşması ne anlama gelir? Bu, hakkında konuşmamıza izin verilmeyen şey midir?

Cevap: Dünyamızda dört manevi antlaşmanın tamamı çok karmaşık ve özel yasalardır.

Dil antlaşması, kişinin sözleriyle, ilk üç yasadaki gibi düşüncelerle değil, tam olarak sözlerle, kendini ifade ederken hiçbir yaratılana zarar vermemeye dikkat etmesi gerektiği anlamına gelir.

Kişi ihsan etme ve bağ için çalıştığında, tüm dünyayı sadece dostlarına göre değil, diğer insanlara ve hatta hayvanlara karşı da mükemmel olarak algılamalıdır. Bu nedenle, kimse hakkında eleştirel açıklamalar yapmayız. Tüm dünyayı Yaradan’ın bir eylemi olarak algılar ve O’nun yarattıklarından herhangi birine sözlü veya zihinsel zarar vermekten kaçınırsınız.

“Annelik İçgüdünüzü Kaybedebilir Misiniz?” (Quora)

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, annelerin akıllı telefonlar ve dergilerle etkileşiminin anne-çocuk iletişimine zarar verdiğini ve bunun geri dönüşünün de çocuğun gelişimine zarar verdiğini gösteriyor. Araştırmada, sosyal medya ile etkileşim kurmak için telefonlarını kullanan anneler ve ayrıca dergi okuyan anneler, yeni yürümeye başlayan çocuklarıyla (iki ila üç yaş arası), telefonlarında veya dergilerinde olmadıkları zamana göre dört kata kadar daha az zaman harcadılar. Üstelik elinde telefon ve dergi olan anneler, çocuklarının isteklerine daha az yanıt verdiler, sosyal medyalarında olmadıkları zamanlara göre daha düşük kalitede yanıt verdiler ve hatta bazen çocuklarını tamamen görmezden geldiler.

Bağlılığın, sevginin ve ilginin sembolü olan annelerin, küçük çocuklarından çok telefonlarına ve dergilerine daha fazla ilgi gösterdiğini görmek ne anlama geliyor?

Bu, insan egosu büyüdükçe annelik içgüdüsünün nasıl azaldığının ve anne ile çocuk arasındaki doğal bağın nasıl zayıfladığının günümüzden bir örneğidir. Telefonlar ve dergiler bu duruma katkıda bulunuyor, ancak aynı zamanda, anneleri çocuklarından ayırma noktasına gelecek kadar bizi giderek birbirimizden ayıran insan egosunun sürekli büyümesi olan doğal gelişimimizle birlikte ortaya çıkıyor.

Egoist gelişimimizin bir sonucu olarak, günümüzde giderek daha az insan çocuk veya torun sahibi olmak istiyor ve giderek daha fazla insan yalnızca kendi bireysel yaşamlarıyla ilgilenmeye başlıyor. Böylesi bir gelişmenin, birbirimizden giderek artan kopukluk dolu bir yaşamda, hiçbir geçim kaynağı veya tatmin hissetmeyeceğimiz bir çaresizlik ve umutsuzluk durumuna ulaşana kadar ortaya çıkması gerekir.

Ancak, artan çaresizlik ile birlikte, birbirimize karşı artan uzaklığımızın temel nedenini (her birimizin içinde bulunan aşırı şişmiş insan egosu) doğru bir şekilde teşhis etme ve egoist dürtülerimizi “kendimiz” veya bizim “ben” imiz olarak tanımlamayı bırakma fırsatı geliyor. Başka bir deyişle, annelerin annelik içgüdülerini kaybetme noktasına kadar birbirimizden artarak kopmamızın ardındaki egoyu fark ederek, onun taleplerini dinlemeyi ve onunla bizim bir parçamız olarak ilişki kurmayı bırakmalıyız. Ancak o zaman bunu ıslah etmeye başlayabilirdik.

Ego, her an kendi arzularımızın yerine getirilmesini, herkesinkinden daha öncelikli hale getirir. Ego ne kadar büyürse, kendimizi ailelerimizden bile daha fazla düşünmeye sevk eder. Başka bir deyişle, ego kendini sevmektir ve bizi kendi çocuklarımızı, eşlerimizi ve ebeveynlerimizi sevdiğimiz kadar sadece kendimizi sevmeye yönlendirir, öyle ki başka hiç kimseye karşı hiç bir sevgi hissetmediğimiz bir noktaya kadar.

Büyüyen egoyu, hayatımızda bir dizi soruna neden olan bağımsızlığın artmasının temel nedeni olarak teşhis ettikten sonra, herkesle olan ilişkilerimizi sevgi dolu ve ilgili gösteren tutumlarla ilişki kuracak şekilde düzenlemeliyiz. Başka bir deyişle, bağlarımızı daha fazla sevgi, saygı, destek ve teşvikle zenginleştirme ihtiyacının farkındalığını artırarak, toplum üzerine kurduğumuz daha geniş pozitif bağlantı ağı, sevgiyi aile düzeyinde yeniden canlandırmak için bizi olumlu yönde etkilemeye hizmet edecektir. O zaman anneler, yepyeni bir seviyede de olsa, annelik içgüdülerinde bir canlanma yaşayacaklardır: bunlar yalnızca “içgüdüler” olmayacak, annelerin çocuklarına, ailelerine ve akrabalarına daha yakın olmaya yönelik bu yeni dürtüsü, doğada barınan pozitif sevgi ve ihsan etme gücü ile bağ gibi, daha yüksek bilinç düzeyinden bir annelik duygusu edinmesinden ortaya çıkacaktır.

“İnsanlıkta Hassas Bir Nokta” (Linkedin)

Ukrayna’daki çatışma, iki ülke arasında düzenli bir çatışma değil. Ortak insan ruhunda çok özel bir yerden kaynaklanan çok derin bir krizdir. İnsanlığın hassas bir noktasıdır ve hepimizi ne kadar güçlü bir şekilde etkilediğini görebiliriz.

Bu krizi diplomatik tedbirlerle çözmeyeceğiz. En iyi ihtimalle onu bir süreliğine sakinleştireceğiz, ancak daha sonra ancak daha şiddetli bir şekilde patlayacak. Bir taraf diğerini tamamen istila etse de çatışmayı sona erdirmeyeceğiz; burada kimse teslim olmayacak ve ateş tekrar patlayana kadar altında yanmaya devam edecek.

Krizi çözmek için yapmamız gereken tek şey var: bütünleyiciliğin önemini arttırmak, rakip milletlerin üyelerinin kalplerini, düşmanlığın üzerinde birleştirmenin gerekliliğinin önemini arttırmaktır. Açık olmak gerekirse, sadece savaşın bitmesini istemek onu sona erdirmez; aramızdaki ayrılığın sona ermesini istemeliyiz. Birbirimizin kalbini hissetmeyi istemeliyiz ve bu, diğer birçok yararın yanı sıra kükreyen silahları da susturacaktır.

Çok zor, çok tehlikeli bir durumun içindeyiz. Olayları bulanıklaştırmamalı veya örtbas etmeye çalışmamalıyız. Taktikler ve siyasi hileler krizi çözmeyecektir.

Tek çözüm, aralarında yükselen kin ve nefrete rağmen, insanların kalplerini yukarıya yaklaştırmaya çalışmaktır. Aksi takdirde çatışmanın çözümü olmayacak, sadece tırmanacak ve daha fazla ülkeyi içine çekecektir ve bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz.

 

“Zehire Saygı” (Linkedin)

Son zamanlarda dünyada pek çok toksik olay yaşanıyor: Aşırı hava olayları, yoğunlaşan siyasi gerilimler, yükselen enflasyon, devrimler ve darbeler, her geçen gün yeni zorlamalardan bahsetmiyorum bile. Ülkeler dağılırken ve uluslar çökerken, toplumun temeli olan ilişkiler de artık geçerliliğini yitiriyor, hatta aile yapısı bile yok oluyor. Görünüşe göre insanlar birbirlerine kinle davranıyor ve birbirlerini zehirliyorlar.

Halbuki, zehirin zararlı olması gerekmez. Tıbbın sembolünde bir asanın etrafına dolanmış iki yılan bulunmasının iyi bir nedeni vardır. Bilgece kullanıldığında zehrin kendisi ilaç, zehrin panzehiri haline gelir.

Zehri doğru işleyerek ilaca dönüştürebiliriz. Miktarı ayarlamamız ve yalnızca vücudun tolere edebileceği kadar vermemiz gerekiyor ve sonuç olarak güçleniyoruz.

Bu nedenle, insanlar arasında zehir ortaya çıktığında telaşlanmamalıyız. Doğru işlemeli ve onu bir ilaca çevirmeliyiz. İnsanlar arasındaki zehir olmasaydı, toplumumuzun hasta olduğunu ve dikkatimize ihtiyacı olduğunu bilmeyecektik. Artık bunun farkında olduğumuza göre, zehiri her seferinde bir damla alıp kendimizi ve toplumumuzu iyileştirmek için kullanmaya başlayabiliriz.

Her damla zehir, birbirimize duyduğumuz nefret damlasıdır. Bunu fark ettiğimizde ve toplum için zehirli olduğunu kabul ettiğimizde, aramızdaki karşılıklı ilgi bağlarını güçlendirerek onun üstüne çıkabiliriz. Bu şekilde zehir bizi hasta etmekten çok, daha güçlü yapar.

İnsan egosu içimizdeki yılandır. Sürekli büyüyor, giderek daha kurnaz ve sinsi hale geliyor. Bize başkaları hakkında aşıladığı kötü düşünceler, ilaca dönüştürmemiz gereken zehirdir. Küçük dozlarda alırız ve nefretimizin üzerine başkalarıyla yakınlık kurarız.

Bu nedenle, zehrin amacının aramızda sevgi inşa etmek olduğunu anlarız. Düşmanlık olmadan, ilişkilerimizi güçlendirmeye, derinleştirmeye ve sevgiye dönüşene kadar sıkılaştırmaya ihtiyacımız olmazdı.

Bir annenin çocuğuna olan sevgisi doğaldır, ancak aileden olmayan insanlara karşı böyle hissetmiyoruz. Bu nedenle, bu duyguyu geliştirmenin yolu, ona olan ihtiyacı hissetmek, yakınlık ve sevgi inşa etmeye çalışmamızı sağlayacak bir itici güç yaratmaktır. Bizi, sevgiyi geliştirmek için çalışmaya itecek tek teşvik, karşılıklı hoşnutsuzluğumuzun açığa çıkmasıdır. Bu yüzden zehir sevgi inşa etmek için gereklidir, ilaç olmasının nedeni budur.

Gerçekten de, bencilliğimizin zehrine ve başkalarına karşı nefretimize saygı göstermeliyiz. Ancak ona saygı duyarken, onu aramızda beliren her bir damla egonun üzerine bir sevgi katmanı inşa etmek için kullanmalıyız.

Sadece Sevgi

Soru: Mantık ötesi inanç ve komşunu sevmek, aynı şey mi yoksa farklılıklar var mı?

Cevap: Mantık ötesi inanç, bizim yaratmamız ve onun içinde ihsan etme, sevgi ve Yaradan ile aramızdaki bağın niteliklerini ifşa etmemiz gereken Kli’dir (kap).

Soru: Aramızda sadece sevgi olduğunu mu hayal etmeliyiz?

Cevap: Evet, hayal etmeniz gereken şey budur. Ve ne hissettiğin önemli değil. Hiç bir anlamı yok! Bu tek yoldur. Ve daha sonra her zaman bozan ve yalan söyleyenin sadece egoizm olduğunu göreceksiniz.

Soru: Bazen bir çalıştay sırasında büyük bir sevgi yaşıyormuşuz gibi geliyor. Başlangıçta mantık ötesi inanç, o anlarda olduğu gibi gelebilir mi?

Cevap: Bunun size böyle olması oldukça olasıdır. Ve aynı zamanda doğrudur.

 

“Bilimin Açıklayamadığı Sevgi” (Linkedin)

“Fillere Fısıldayan” olarak bilinen ünlü çevreci Lawrence Anthony, 2012’de vefat ettiğinde şaşırtıcı bir şey oldu: Uzun süre vahşi doğada kaldıktan sonra, Anthony’nin yıllar önce kurtardığı filler, ölümünün yasını tutmak için 12 saat onun evine geri yürüdüler. BBC One’a göre filler “orada iki gün boyunca sessiz kaldılar.” Daha da dikkat çekici olan, “Ölümünden tam bir yıl sonra, aynı gün, sürü tekrar evine yürüdü. Bu bilimin açıklayamadığı bir şeydir.”

İçinde yaşadığımız dünya anlamadığımız şekillerde birbirine bağlı ama bizler yavaş yavaş öğreniyoruz. Sadece kendisiyle ilgilenen doğamız yalnızca kendimize odaklanmamızı istiyor ama gerçeklik bizi dışarıya bakmaya zorluyor ve bize bulunacak daha çok şey olduğunu öğretiyor.

Anthony’nin fillerinin gösterdiği gibi, tüm doğa bağlılığını hisseder ve prensiplerine göre yaşar. Bununla birlikte, insanlar bu duygudan yoksundurlar ve bu nedenle dünyada yalnızmış gibi davranırlar.

Bununla birlikte, medeniyet, tüm gerçekliğe uygun olarak giderek daha fazla birbirine bağlı hale geliyor ve bizi de birbirimize bağımlı olduğumuzu ve birbirimize bağlı olduğumuzu kabul etmeye zorluyor. Bugün fiziksel bağlantının ötesinde sanal bağlantının da olduğunu öğreniyoruz. Yarın, duygusal olarak da bağlı olduğumuzu, yalnızca eylemleri veya veri parçalarını değil, aynı zamanda düşünce ve arzuları da, onları sözlü olarak ifade etmeden paylaştığımızı ve yansıttığımızı öğreneceğiz.

Sonunda, bağlantımızın duygulardan bile daha derin olduğunu: manevi olduğunu keşfedeceğiz. Hepimiz, organları ve hücreleri hepimiz, tüm yaratılış olan tek bir varlığız. İşte bu yüzden filler, kurtarıcılarına saygılarını göstermek için ne zaman geleceklerini ve ertesi yıl oraya ne zaman döneceklerini biliyorlardı.

Hepimiz birbirimizi hissettiğimizde, bu, herkese fayda sağlayacak şekilde uyum içinde çalışmamızı sağlar. Asıl gerçekliğimizi hissetseydik, asla hata yapmazdık, kimseye zarar vermezdik ve kendimizi bir olarak hissedeceğimiz için kimse bize zarar veremezdi. O halde neden bizim dışımızda tüm doğanın sahip olduğu bu hayati bilgiyi inkar ediyoruz?

Bütün doğa içgüdülerle hareket eder. İnsanlar, hayvanların sahip olduğu içgüdülerin çoğundan yoksundur. Bunun yerine, her şeyi kendi çabalarımızla, ebeveynlerimizin ve öğretmenlerimizin öğretimiyle sıfırdan öğrenmeliyiz. Bunun bir nedeni vardır: Kendi çabalarımızla öğrendiğimizde, dünyamız ve gerçeklik hakkında daha derin bir anlayış kazanırız.

Aynı şey, birbirimize bağlılığımız ve bunun ne anlama geldiği bilgisi için de geçerlidir. Kendi çabalarımızla geliştirebilmemiz için, karşılıklı birbirimize bağlı olma duygusundan yoksunuz. Fillerin doğal olarak hissettiklerini, emek vererek geliştirmeliyiz. Bununla birlikte, bunu yaparak, her şeyin nasıl çalıştığını anlarız ve varlığımız hakkında derin bir algı kazanırız. Başka bir deyişle, cehaletimiz, hayatımızın amacına ulaşmamıza olanak sağlar, ancak bunu başarana dek, dünya için bir tehdidiz.

Hayatımızın amacına ulaşmamızın iki yolu vardır: Birincisi doğanın kendi seyrinde gitmesine izin vermektir. Bizi sellerde boğmasına, ateşlerde yakmasına, deprem yıkıntıları altında ezmesine ya da birbirimize karşı ölümüne rekabete sokmasına izin verebiliriz. Başka bir yol da doğanın yollarını, her şeyin bağlılıkta ve uyum içinde nasıl işlediğini öğrenme görevini üstlenmek ve ilişkilerimizi doğadan öğrendiklerimize göre değiştirmeye başlamaktır. Nezaketi “uyguladıkça” daha nazik olacağız ve çevremizdeki insanlar ve dünya için daha derin duygular geliştireceğiz.

Uygulama yapmak gerçekten mükemmelleştirir. Karşılıklı bağlılığı ve karşılıklı ilgiyi “uygulayacağımız” küçük gruplar şeklinde sosyal yapılar inşa edebiliriz. Bu becerileri ruhumuzda geliştirdikçe, birbirimizi giderek daha derin seviyelerde hissetmeye başlayacağız.

Bunu yaparsak, fillerin başkalarının nasıl hissettiğini bu kadar iyi bilmelerini sağlayan şeyin ne olduğunu keşfedeceğiz çünkü biz de duyarlı ve bilinçli hale geleceğiz. Buna ek olarak, yaratılışı bu kadar karmaşık ama bir o kadar da amansız biçimde birbirine bağlı hale getirmenin ardındaki “düşünceyi”, “mantığı” ve onu anlayanlara ne kadar büyük bir bilgi ve güç kazandırdığını anlayacağız.

Kabalistler Sevgiyi Nasıl Tanımlar?

Soru: Nörofizyologlar, bir kişinin kafası karışık bir hayvan olduğunu ve sevgi duygusunun feromon, dopamin ve oksitosin kokteylinin bir sonucu olduğunu söylüyorlar.

Psikologlar buna katılmıyor. Onlar, sevgiyi hissetmenin bileşenlerinin toplamından daha fazlası olduğunu söylüyorlar: zihinsel, sosyal vb.

Filozoflar kimseyle tartışmazlar. Sevginin bir insanı şaşırttığını ve insanlığın yaptığı tüm aptallıkların ve tüm keşiflerin nedeni olduğunu söylüyorlar.

Kabalistler sevgiyi nasıl tanımlar?

Cevap: Kabalistler sevgiyi, kişinin dışındaki her şeyle en yüksek bağlantısı olarak tanımlar ve onu Yaradan’a benzer kılar.

Sevgi, Yaradan gibi olmak için bir araçtır. Sevgi, bizim dışımızda var olan bir şeydir. Bir bireyin içinde sevgi yoktur. Ve bu nedenle, hiçbir fizyolog ve hiçbir psikolog bu konuda hiçbir şey bilemez. Her şeyi sadece feromonlar ve benzerleri temelinde düşünürler.

Sevgi, Yaradan’ın bize bahşettiği O’nun özel niteliğidir ve onun yardımıyla kendimizi canlıdan insan seviyesine yükseltebiliriz. İnsan, Adem’dir. “Edomeh” kelimesinden gelen “Adem” Yaradan’a benzer demektir.

Komşunuza Kendiniz Gibi Davranın

Soru: Komşunu kendin gibi sevmek, önce kendimi nasıl sevdiğimi incelemem gerektiğini ve sonra komşumu ve Yaradan’ı sevebileceğimi mi ima ediyor. ? Bu böyle mi çalışıyor?

Cevap: Komşunuzu sevmeyi arzulayarak, komşunuzu değil, sadece kendinizi ne kadar sevdiğinizi görmeye başlarsınız. İşte tam da bu noktada kendinizi, komşunuza kendiniz gibi davranacak kadar ıslah etmeniz gerekiyor.

Kendinizi nasıl sevdiğinizi keşfetmek zorunda değilsiniz. Bu sizi sadece kendi egoizminize gömer. Komşunuzu sevmeye çalışmalısınız. Ona doğru bir şekilde davranmak için çaba sarf ettiğiniz ölçüde kendinizi ne kadar sevdiğinizi anlayacaksınız. Bu böyle çalışır.

Soru: Yaradan için çalışmakla başka biri için çalışmak arasında neden bir fark yoktur? Bu nasıl olabilir?

Cevap: Çünkü insan egoizminin ötesine geçen her şey, adeta bir insanın dışındadır. İster yabancı, ister cansız, bitkisel ve canlı nesneler, ister Yaradan, tüm bunlar bizim dışımızdadır. Bu nedenle, eğer onlara sevgi, sempati ve onlara yaklaşma arzusu hissedersem, aynısını Yaradan için de yaparım.

Yorum: Ama bence herkes Yaradan’ı sevmeyi kabul eder.

Cevabım: Bencilce, başkasının yararına değil, kendi yararına. Bunun üzerine, genel olarak, bir kişinin üst güce karşı tutumu inşa edilir.

 

Sevginin Niteliği, Açıklama Gerektirmeyecek Kadar Nettir

Soru: Komşumuzun yani dostlarımızın kendi iyiliği için arzularını yerine getirmeliyiz. “Onun kendi iyiliği” ne anlama gelmektedir?

Cevap: “Onun kendi iyiliği”nin ne anlama geldiğini bilmiyorum. Ben sadece kendim için ne almak istediğimi biliyorum. Ki bu da, bir dostuma vermek istediğim şeyin aynısıdır. Ve hepsi bu kadardır.

Bu nedenle, sevmenin, ona kendin gibi davranmanın başka bir yolu olduğunu unutmadıkça, sevgi niteliğinin özel bir açıklamaya ihtiyacı yoktur.

Kişinin Komşusuna Olan Sevgisi, Yaradan Sevgisine Nasıl Yol Açabilir?

Kişinin komşusuna olan sevgisi, Yaradan sevgisine nasıl yol açabilir? Bizler her zaman tek bir ruhtan, Adam HaRishon’dan geldiğimizi hatırlamalıyız. Yaradan Adem’i yarattı, doldurdu ve içindeki her şeyi düzenledi.

Tüm süreçler ve tüm durumlar bu Kli‘ye gömülüdür. Ancak, mükemmellik ve bağın zıddı olan bu parçalanmadan gelen verilere sahibiz ve bu şekilde kusurlu halden mükemmele, amaçlanan hedefimize ulaşmamız gerekiyor.

Önceki durumların tüm verileri Adam HaRishon‘da zaten mevcut; yeni bir şey keşfetmiyoruz. “Güneşin altında yeni bir şey yok” dendiği gibi. Görevimiz sadece her şeyi düzene koymak, bize ifşa edilen manevi dünyayı ve bağın tüm seviyelerini kabul etmeye kendimizi hazır hale getirmektir.

Parçalanmadan sonra komşu sevgisine zıt hale geldik. Bu, bizi aydınlık ve karanlık, nefret ve sevgi, bağ ve ayrılık ile birleştirmek için amaçlı yapıldı, çünkü sadece iki zıtlık sayesinde yaratılmış bir varlık olmanın ve bir Yaradan olmanın ne anlama geldiğini hissedebiliriz. Sonuçta yaratılanlar olmadan Yaradan yoktur.

Bu duygudan yoksun olduğumuz için Yaradan’ı fark etmeyiz. Biz sadece Yaradan gizlidir deriz ama aslında bir gizlenme yoktur. Yaradan her yerdedir ama biz O’nu duyularımızla ifşa edemeyiz. İhsan etme kuvveti tüm realiteyi doldurur, ancak biz alma kuvvetinin sadece bir kısmını ifşa ederiz ve onunla birlikte tüm bu dünyayı, bedenlerimizi, evrenimizi tasvir ederiz. Bu resimde gerçek bir şey yoktur.

Parçalama ve gizlenme, bizim gözlerimizi yavaş yavaş açmamıza ve manevi bir duyu organı oluşturmamıza fırsat vermek için düzenlendi. Aksi halde yaratılanları oluşturmak mümkün değildi.

Yaratılan varlık özel bir kavramdır. Bu karanlıktan ve kopukluktan, neredeyse var olmayan bu durumdan çıkabilmemiz için Yaradan tüm koşulları hazırlamak zorundaydı: Tamlıktan mutlak eksikliğe, ayrılık ve mutlak karanlığa kadar. Her şeyin ötesinde, bu durum, kalpte bir nokta veya yukarıdan ilahi bir parça, veya bir ışık kıvılcımı olarak adlandırılan, Yaradan’ın gelecekteki yaratılmış varlıklarla ilişkisini kuran bir noktada vardır.

Bu kıvılcım her yaratılan varlığın içinde işler, onu dışarıdaki gerçeklik duygusuna, yani ihsan etme kuvvetine daha da yakınlaştırır. İnsan geliştikçe, en azından kendi dışında maddi dünyada olup bitenleri hissetmeye başlar ve maddeselliğe ulaşır. Aslında bu dışarıda değil, onun içinde olur. Sonra manevi edinime gelir.

Bu, birbirimizle bağ kurarak yavaş yavaş Kelim‘imizi nasıl inşa ettiğimizdir. İlk başta bu, dünyada iyi şeyler yapmak adına bencil bir bağdır. Sonra yeni Kelim, manevi olanlar yavaş yavaş içimizde ifşa olur.

Egoizmin bizi bir çıkmaza sürdüğünü anlamamız ve üzerimizde olan gerçeğe ulaşmamız gerekiyor. Dünyanın yasalarını belirleyen biz değiliz, bunu yapan üst güçtür; onun dışında hiçbir şey yoktur. Bu yasaları çalışmalı ve ıslahı gerçekleştirmeye çalışmalıyız.

Her şey teslim olmakla başlar. Bu nedenle, insan ve insanlık egoist doğalarına ne kadar yenik düşerlerse, ardından egoizmimize göre hareket etmenin hiçbir yolu olmadığı sonucuna varacakları o kadar çok darbe alırlar, fakat bizim dünyanın yasalarına ya da üst doğanın yasalarına, Yaradan’ın yasalarına, gerçekten neyin uygun olduğunu incelememiz gerekiyor.