Category Archives: Sevgi

“İnsanlarla Nasıl İlişki Kurmalıyım?” (Quora)

Herkesle iyi ilişkiler kurmalıyız, örneğin onlara karşı olan sevgimizle onları yenmek için elimizden geldiğince herkese iyi örnek olmalıyız.

“Başkalarını sevgiyle ile yenmek” ne demektir?

Öncelikle, diğer insanlar hakkındaki algılarımızın, onların içerisinde ve onlarda var olan şeyler değil, bizim içimizde var olan bir izlenim olduğunu anlamamız gerekir. Daha sonra, başkaları hakkındaki olumsuz izlenimimizi olumluya çevirmeyi istememiz gerekir, böylece onların yararını gerçekten ne kadar istediğimizi anlasınlar.

Yazıldığı gibi, “sevgi tüm günahları örter” noktasına gelinceye kadar, onlarla bu şekildeki bir eğilimle ilişki kurmaya devam ederiz. Yani, ilk olumsuz izlenimlerin – “günahların” – üzerinde sevgi ortaya çıkacaktır: öyle ki, daha önce sahip olduğumuz egoistik tasvir yüzünden onlarda gördüğümüz hiçbir kusuru görmeyeceğiz.

Ayrıca, diğer insanlar hakkındaki ilk izlenimimizin her zaman negatif olması ne anlama gelir? Bu şudur, bizler başkalarını “Onlardan ne alabilirim?” ve “Onlardan nasıl bir çıkar sağlayabilirim?” sorularının çerçevesinde hesaplamalar yaptığımız egoistik bir filtre içerisinden görürüz. Eğer başkalarından kendimiz için alınabilecek bir fayda göremezsek, onlarla ilişki kurmak için de hiçbir neden görmeyiz.

Eleştirel Konuşmanın Üzerine Çıkın

Soru: Kabalistik toplulukta, eleştirel konuşmanın tehlikesi nedir?

Cevap: Öncelikle, her insanın içinde farklı eleştirel düşünceler doğar. Bu doğaldır çünkü egoizmimiz sürekli çalışır, sürekli büyür ve bize gerçekten yakın olanlar dışında, içimizde sürekli dünyaya karşı eleştirel bir tavır uyandırır.

Bir gruptaki ilişkiler, sürekli manevi yükselme gerektirir; bu nedenle egoizmimiz orada tam kapasite çalışır. Her birimizin içinde, egoizmin sürekli olarak uyandırılması şaşırtıcı değildir. Olması gerektiği gibi heyecanlanmasına izin verin. Bu bir büyüme işaretidir ama önemli olan onunla ne yaptığımızdır.

Egoizmimi sürekli tersine doğru ayarlamalıyım; yani öyle bir şekilde çalışmak zorundayım ki, onu yok etmeden ve onun üstüne çıkarak, gruptaki dostlarımla olan ilişkilerimin üzerine ihsan etme ve sevgi niteliğini inşa edebilmeliyim. Onlara aynı şeyi göstermeli ve herkese örnek olmalıyım. Ve onlar da bana ve diğer herkese aynı şekilde davranmalılar.

Aslında bu, egoizmimizin üzerinde ve ona aykırı bir oyundur. Bu oyun ile yavaş yavaş saran ışığı uyandırırız, bu durumda ışık bizi etkiler, yükseltir ve fiilen içimizde ortak bir ihsan etme niteliği yaratır ve bu sayede Yaradan’ı – dünyanın üst, yönetici gücünü – hissederiz.

Bunun yerine başkalarında gördüğüm eleştirel tavrı -onlara göstermem gereken sevgi ve şefkati değil yani kendi egoizmimden kaynaklanan nedenimi, ilgisizliğimi- dostlarıma anlatırsam, o zaman bunu yaparak grup üyeleri arasında zararlı bir enfeksiyon yayarım. Bu kesinlikle kabul edilemez! Bu, manevi ilerlememizi öldüren en kötü şeydir.

Erkekler arasında bu o kadar da korkunç bir şey değil çünkü başlangıçta kadınlar gibi içeriden bir harekete sahip değiller. Ve eğer bizimle bir grup içinde, ilerleme halinde olmak istiyorlarsa, bunu kökünden sökmek, yabani otlardan arındırmak ve tomurcuk halindeyken kesmek zorundalar. Bu yüzden dedikodu ve eleştirel konuşma konusunda çok katıyım. Aramızda buna yer olmamalı.

Profesyonel olarak konuşursak, dağıtım konusunda yanlış bir şey yapan birini eleştirebilirsiniz, ancak aramızdaki ilişkileri eleştiremezsiniz. Hiçbir durumda bir dostunuzu eleştiremezsiniz.

Ayrıca başkaları hakkında değil de kendiniz hakkında konuştuğunuzu anlamıyorsunuz bile; yani egonuzdan akıl yürütüyorsunuz.

Eleştirel konuşmak, Kabalistik bir grupta olabilecek en korkunç şeydir ve buna karşı tüm gücümüzle savaşmalıyız çünkü bu, ilerlememizi öldüren bir zehirdir. Bu yüzden dostlardan gelen eleştirilere karşı hoşgörüm yok ve böyle şeyler olursa onlara karşı aktif olarak mücadele etmeliyiz. Ve eğer birisi bunu yapamıyorsa, o zaman bu insanlar gruptan çıkarılmalıdır.

Bir arkadaşımın bazı karakter özelliklerini sevmediğimi söylememeliyim. Bu asla olmamalı. Bunun üzerine çıkmak zorundayım.

Tıpkı sevgili çocuğumda olduğu gibi, pratikte herhangi bir olumsuz nitelik görmem ve görsem bile onlar sevgi ile örtülürler. Onu hala severim ve onda neyin kötü olduğunu kimseye söylemem. Bu, tüm dostlarımıza nasıl sevgili küçük çocuğumuz gibi davranmamız gerektiğinin açık bir örneğidir. Dostlara böyle davranmalıyız.

Sevgiyi Nerde Bulursunuz?

Soru: Bir keresinde maddesel sevginin, sadece “kötü eğilimi” sakinleştirmek için hormonal güçlü bir istek olduğunu ve bizim yapımızda sevgi olmadığını söylediniz. Doğru mu anladım?

Cevap: Sevgi, bilinçli olarak onun üzerinde çalışan insanlarda ortaya çıkan, karşılıklı egoizm, reddediş ve nefretin üzerine çıkmaya dayanan karşılıklı bir çekimdir.

Bu duygu, birinin diğeri ile bütünleşmesi için ortaya çıkar: Ben onun arzularındayım, o da benim arzularımda. Egoizmin üstüne çıktığımız, onu iptal ettiğimiz ve onun yerine diğer insanların arzularını karşılamak için onlarla çalışmayı istediğimiz, komşunuzu kendiniz gibi sevmeyi istediğiniz ölçüde, tam da burada sevgi ortaya çıkar.

Fakat sevginin kendisi ne anlama gelir? O, bizden gelmez. Tam olarak kişisel egoizmimizi yok ettiğimiz ve birbirimize dâhil olduğumuz için, ışık bu karşılıklı dâhiliyete girer. Sevgi olan, Yaradan ifşa olur.

“Nihai Haz” (Medium)

Bilim adamları, diğer karıncalarla yaptığı bir faaliyet sırasında ısıya maruz kalan bir karıncanın, bunu hissetmiyormuş gibi davrandığını keşfetti. Sanki hiçbir şey hissetmiyormuş gibi diğer tüm karıncalarla devam eder, ancak tüm karıncalar yaptığında rotasını değiştirir. Aynı şey sığırcık gibi, birçok kuş sürüsü ve birçok balık sürüsü için de geçerlidir. Birbirlerini takip etmezler, sayısız çeşitten oluşan tek bir organizmaymış gibi hareket ederler. Bunu hormon salgılayarak mı yoksa başka bir şeyle mi yapıyorlar bilmiyorum ama sonuçta birbirleriyle tam bir uyum içinde oluyorlar.

İnsanlar bu şekilde hissedemezler. Toplumla bütünleşme yeteneğimiz tamamen reddedilir; her zaman bireyselliğimizi hissederiz. Ayrıca, bireyselliğimizi toplumdan üstün tutarız, bu yüzden sığırcıkların ve balık sürülerinin çalıştığı ortak akılla bağlantı kuramayız.

Kolektif aklı hissedemediğimiz için, kolektif realitenin anlaşılması ve algılanması reddedilir. Sanki burnumuzun ötesini göremediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Aynı zamanda, kesinlikle kolektif bir algı ile doğmadığımız için, onunla doğmaktan çok, onu geliştirerek sonsuz derecede daha fazlasını kazanacağız. Sadece kolektif aklı değil, aynı zamanda gelişiminin ardındaki düşünceyi, ona sahip olmakla olmamak arasındaki farkı ve başkalarının bu bilinci kazanmasına yardımcı olmanın yolunu da elde edeceğiz.

Böyle bir kolektif bilinç halinin var olduğunu gördüğümüzde, onu elde etmek isteriz. Bu, ona doğuştan gelen benmerkezciliğimizden daha fazla değer vermemiz için bizi motive eder. Motivasyonumuz arttıkça, o duruma ancak bencilliğimize karşı tercih yaparsak ulaşabileceğimizi anlarız.

Bir kez bu koşula geldiğimizde, tamamen hazzın yeni bir türünü, nihai hazzı keşfederiz. Bu tür bir hazda kendimizi değil, kolektif varlığımızı, birliğimizi hissetmeye çalışırız. Benliğin askıya alınması değil, gerçekte her varlıktan oluşan ve ona ait olan yeni bir benliğin eklenmesidir. Özgün benliğimiz var olmaya devam eder ve bir yenisi eklenir.

Bu kolektif bilinci bir kez edindiğimizde, sevginin gerçek anlamını ve neden herkesin ona özlem duyduğunu anlarız. Bu sevgide, ayrı benliklerimizi hissederiz ve aynı zamanda herkesin kendi benliklerinin üzerine çıkma ve başkalarıyla sevgide birleşme çabalarını hissederiz.

Aslında bu durumda, egonun amacı değişir ve yeni rolü, nefret ve ayrılık durumu ile sevgi ve bağ durumu arasında ayrım yapmaktır. Kişinin egosu ne kadar büyükse, sevginin sevinci de o kadar büyük olur çünkü daha büyük bir egonun üstesinden gelmek için, daha büyük bir sevgi gerekir.

Sürecin sonunda, kişi egonun mutlak bencilliğini hisseder ve aynı zamanda kolektif bilinçte var olan mutlak sevgiyi de hisseder. Balıkların ve kuşların içgüdüsel olarak hissettiklerini, ancak Yaratılışın her zerresi için sevgiyi geliştirdiğimizde hissedebiliriz. Bu nihai sevgi, beraberinde nihai hazzı getirir. Hepimizin hissetmeye özlem duyduğu nihai sevgi, kesinlikle sevilmek değil, başkaları için mutlak sevgi hissetmektir. Bunu deneyimlediğimizde, her şeyin mutlak sevgi olduğunu görürüz.

“İnsanlar, Hayvan Doğalarının Üstüne Nasıl Çıkabilir?” (Quora)

Hayvan doğasının üzerine yükselen insanlarda, üç temel adım vardır:

  1. “Komşunu kendin gibi sev” in ulaşmamız gereken kapsamlı bir doğa yasası olduğunu ve doğanın bizi öyle ya da böyle yani ya kendi bilinçli katılımımızla, o yasaya hazla ve sürekli artan farkındalık, algı ve hissiyat ile ilerlememizle ya da artan ıstırabın bizi bu yasayı kabul etmeye zorlayacağı bilinçli katılımımız olmadan ulaştıracağını kabul etmek.
  1. Doğamızın, doğa yasasına ne ölçüde zıt olduğunu incelemek zorundayız. Doğamız hakkında “insanın eğilimi gençliğinden beri kötüdür” diye yazılmıştır. Başka bir deyişle, en başından beri hayvani doğamız kendisinden başka kimseyi dikkate almaz ve böyle bir nitelik kötüdür. Özellikle kötüdür çünkü bizi başkalarına zarar vermekten haz almaya yönlendirir. Başkalarına zarar vermekten haz almak, insanlardaki hayvan doğasına özgü bir niteliktir ve bazı hayvanların yalnızca hayatta kalma zorunluluğundan dolayı, diğer hayvanlara zarar verdiği hayvansal doğa ile karıştırılmamalıdır. Bununla birlikte, hayatta kalmak için ihtiyaç duyulan yiyecek, cinsellik, aile ve barınma gereksinimlerimizin ötesinde, hayvan doğamız, başkalarının sahip olduklarına sahip olmayı (onlardan almak, satın almak ve hatta onlardan çalmak) kendimize başka bir fayda sağlamasa da onlara zarar vermekten haz aldığımız bir noktaya kadar istememizi sağlayarak, bizi daha da geliştirir. Başka bir deyişle, hayvani doğamız, başkalarının sahip olduğu hiçbir şeye ihtiyaç duymayacağımız bir noktaya kadar gelişir, ancak onları sahip olduklarından uzaklaştırmaktan haz alırız.
  2. Daha sonra, kötülüğün farkındalığının değişik formlarından geçeriz yani bu, hayvani doğamızdaki kötülüğün farklı büyüklüklerinin anlaşılması. Yani ikinci aşama, hayvansal doğamızın, doğaya karşıtlığının salt bilgisidir. Böyle bir niteliğin bilgisine sahip olabilir ama yine de kötü olmaktan haz alabiliriz. Kötülüğün farkındalığı, kötü hayvan doğamızın bize, içinde bulunduğu kişiye gerçekten zarar verdiğini anladığımız ve hissettiğimiz daha gelişmiş bir aşamadır ve böyle bir farkındalık kazandığımız ölçüde, bu hayvan doğasını düzeltiriz – sevgi, ihsan etme ve bağ kurmanın daha yüksek doğasına ulaşmak için o kötülüğün üzerine yükselme sürecini başlatırız. Buna doğamızın “ıslah” süreci denir ve bu ıslah sürecini doğa yasasının tam olarak edinilmesine kadar yani hayvansal doğamızın tamamen üzerine çıkıp insan olmaya – doğanın sevgi, ihsan etme ve bağ yasasına benzer bir niyeti olan bir varlık olmaya yönlendiren belirli bir metod vardır.

“Toplum Gelecekte Nasıl Gelişecek?” (Quora)

Toplum gelecekte, pozitif bağların, sevginin, karşılıklı sorumluluğun ve birliğin insanlığın tam bir uyum, barış ve neşe içinde yaşaması için yegâne ölçüt haline geldiği, gelmiş geçmiş en mutlu ve en mükemmel toplum haline gelerek gelişecektir.

İnsan toplumunun gelecekteki durumunu, hepimizin karşılıklı olarak birbirimizi mutlu etmeyi, mümkün olan her yerde birbirimize yardım etmeyi, birbirimizin moralini yükseltmeyi istediğimiz bir aile olarak hayal edebiliriz ve aynı şekilde sistemlerimiz de, birbirimiz arasında ve doğa ile dengeye ulaşmamız için, ihtiyacımız olan her şeyi almamıza yardımcı olacak şekilde işlev görecektir.

Sevgi dolu bir ailede işleyen yasalar, şu anda toplum olarak çiğnediğimiz yasalarla (tek, bütünsel ve mükemmel bir sistemin yasaları) tamamen aynıdır ve bu yüzden toplumu sayısız sorun ve krizle dolu hissediyoruz. Sosyal bağlarımızda tek, bütünsel ve mükemmel bir sistemin yasalarını uygulamak için hamleler yaparak, doğada bulunan bu yasalara uymamızı sağlayan ve aynı zamanda bizi bir ahenk ve mükemmellik duygusuyla doldurmaya başlayan olumlu güçleri kendimize çekiyoruz.

“Sevgi” Kelimesi Tüm Dillerde Anlaşılabilir

Soru: Aramızda sevgiye gelmek için kendimi iptal etmem neden bu kadar önemli?

Cevap: Bence bunu dünyamızda, birbirimizle olan ilişkilerimizde hissettiklerimizden de anlayabiliriz. Kendimi seviyorsam bir başkasını nasıl sevebilirim? Bu imkânsızdır. Sevginin ifadesi, ancak ötekinin niteliğini, arzusunu, yaşamını kendinizden üstün tuttuğunuzda ve arzu ettiği her şeyi yapmak için var olduğunuzda olur.

Sevginin, başkalarının arzularıyla onları tatmin etmek için bütünleşmek dışında bir tanımı yoktur. Diğer her şey kesinlikle gerçekçi olmayan bir ifadedir: “Seni seviyorum.“ Hayır! Bana somut, maddesel bir tanım verin.

Dünyamız arzular üzerine inşa edilmiştir. Kendi arzumla ve diğerinin arzusuyla ne yapmalıyım? Aramızda “sevgi” olarak adlandırılacak hangi durumları yaratmalıyım? Sadece tüm niteliklerimi diğerini doldurmaya ve tatmin etmeye yönlendirmek için olduğunda buna “onu seviyorum” denir.

Bu açık bir tezahürdür, ona karşı tavrımın bir ifadesidir. Bu yüzden hepimiz alma arzusunda yaratıldık. Eğer başka bir kişinin alma arzusunu onu tatmin etmek için kendiminkinden üstün tutarsam, buna “Onu seviyorum” denir.

Başkası için kendimizi ne kadar feda ettiğimizi ölçecek, zamanla sabitlenebilecek başka bir maddi, açık, saf tanım yoktur. Bu fedakârlıkta öyle dereceler var ki, o zaman bir şeyi sadece başkası için yapmakla kalmayıp, kendime rağmen kendimi aşıp, kendim için yapacağım her şeyi onun için yaparım.

Karşınızdakini kendinizden üstün tuttuğunuzda, bu tutuma sevgi denir. Başka kelimeler de bulabilirsin; dâhil etme, birleşme, değişim ama bütün insanlar arasında ve bütün dillerde en basiti sevgidir.

“Korku Sevginin Yokluğundan Gelir” (Medium)

Dünya ne kadar kaotik hale gelirse, biz de o kadar stresli ve endişeli oluruz. Geleceğe ilişkin güvensizlik, korkuya neden oluyor ve kesin görünen tek şey, kimseye güvenemeyeceğimiz ve yarının ne getireceğine dair hiçbir fikrimizin olmadığıdır. Korkularımızın ve endişelerimizin arkasında tek bir suçlu var: Birbirimize düşmanlık ve nefret duyuyoruz ve sevginin olmadığı yerde korku vardır, hem de çok.

Sadece insanlar korkmuyor. Korkuyu evcil hayvanlarda, hayvanlarda ve hatta bitkilerde bu şekilde etiketlemesek de anlarız. Korku bize büyük hizmet eder: Tehlikeli tuzaklara düşmemiz konusunda bizi uyaran bir nöbetçi, tüm canlıların kullandığı koruyucu bir mekanizmadır.

İlerlemenin bizi daha güvenli kılması gerektiğini düşünmek mantıklı geliyor. Görünüşe göre teknoloji bizi mağaralarda yaşamaktan daha iyi koruyabilir. Bununla birlikte, gelişme, onunla nasıl başa çıkacağımıza dair hiçbir fikrimiz olmayan bir dizi alışılmadık tehlikeyi de beraberinde getirdi.

Geçmişte, tehlikeler daha fazla olmasa da aynı derecede ürkütücüydü ve gerçekten varoluşsaldı. Örneğin mağara insanları için mağaradan çıkmak, yırtıcıların saldırılarına karşı savunmasız olmak anlamına geliyordu. Ancak korku paniğe neden olmadı çünkü insanlar tehlikeleri ve kendilerini onlardan nasıl koruyacaklarını biliyorlardı. Bugün sayısız unsur ve faktör hayatımızı ve sevdiklerimizin hayatını etkiliyor ve hepsini bilemiyoruz, gelişlerini göremiyoruz ve üstesinden nasıl geleceğimizi bilmiyoruz. Doğal olarak, bu bizi sürekli bir baskı ve endişe durumuna sokuyor.

Ne kadar çok gelişirsek, o kadar benmerkezci oluruz. Aslında, yaklaşık olarak yüzyılın başından beri, öyle bir egoizm düzeyine ulaştık ki, sosyologlar bir “narsisizm salgını”ndan bahsediyorlar.

Gittikçe daha sofistike ve giderek narsisistik hale geldikçe, bizi güçsüz ve onlara ve birbirimize karşı güvensiz bırakan giderek daha karmaşık sistemler geliştiriyoruz. Birbirimizi sevmediğimiz ve güvenmediğimiz için izolasyonumuzu, yabancılaşmamızı ve dolayısıyla korkumuzu artıran koruyucu kalkanlar örüyoruz.

Güvende hissetmek istiyorsak, doğrudan güvenimizi artırmak için çalışmamıza gerek yoktur. Aksine, kendimizle olan aşırı meşguliyetimizi bir kenara bırakmalı ve başkaları için sevgiyi-ilgiyi geliştirmeye odaklanmalıyız çünkü korkumuzun nedeni onun eksikliğidir.

Güvenlik duygusu, nefrete karşı savaşmaktan gelmez; bağ kurmaya, ilgilenmeye çalışmaktan gelir. Var olan tek kötülük bizim kalbimizdedir. Bunun tedavisi onu kökünden söküp atmak değil, düşünce ve nihayetinde iyi kalpliliği aşılamaktır.

İlgilenmekle meşgul insan hiçbir şeyden korkmaz. Başkalarını önemsemek, bir kişinin alabileceği en büyük hediyedir. Dikkat ve özene dayalı bir toplum kurabilirsek, sevginin varlığında korku olmadığı için kendine güvenen ve mutlu insanlardan oluşan bir toplum olacaktır.

 

“Affedecek Gücü Nasıl Buluyorsunuz?” (Quora)

Affetme gücünü nasıl bulabiliriz? İnsan doğasını anladığımızda ve doğamızın bizi olduğumuz gibi olmaya zorladığını anladığımızda bağışlama gücünü bulabiliriz.

Bununla ilgili olarak “Beni yapan Zanaatkâra git” diye yazar. Başka bir deyişle, “Bana neden kızıyorsun?” “Neden beni suçluyorsun?” “Beni bu şekilde yapan, beni her zaman bu şekilde harekete geçiren ve çalıştıran Yaradan’a gidin. Ben kendi adıma bir hiçim.”

Başka bir deyişle, önünüzde tüm bunları Yapan ile bağ kurmanız gereken kuklalar var. Kabala ilminde “Yaradan” olarak adlandırılan, her şeyin ve herkesin arkasındaki güçle ilişki kurarak, önünüzdekileri doğru anlamak, onları Yaradan’ın size karşı temsilcileri olarak görmek için bir talepte bulunursunuz. O zaman, hayatınızdaki her şeyin doğada, cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinde, Yaradan’ın size karşı tutumunu keşfetmeniz için var olduğu idrakine ulaşırsınız.

Yaradan nedir? Kabala ilminde diğerleri arasında “doğa”, “üst ışık” ve “üst güç” de dahil olmak üzere birçok isim verilen Yaradan, doğanın genel gücüdür, realitenin genel yasasıdır: sevgi, ihsan etme ve bağın niteliği, gücü ve yasasıdır. Din ve inançla alakası yoktur.

Bizler, bir düşüncede varız. Bunu devasa bir bilgisayar programı gibi düşünün. Nihayetinde bu sistemde her insanın rolü, “Komşunu kendin gibi sev” nihai koşuluna ulaşmamıza yardımcı olmaktır. Bu, tüm gerçekliğin, tüm yaşamımızın ve varoluşumuzun yasasıdır.

Öfkeyle Başa Çıkmanın Doğru Yolu

Soru: İsrail’deki insanlar arzuların çatışmasına sebebiyet veren ve kızgınlığı arttıran bir asabiyete sahipler. Öfkeye karşılık vermenin doğru yolu nedir?

Cevap: Bunun nedeni eğitim eksikliğidir. İnsanların sabrı yoktur ve kendilerini kontrol edemezler. Onlar şımarık çünkü çocuklarımıza her istediklerini yapmalarına izin veriyoruz ki bu yasaklanmıştır. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren hayattaki farklı zorluklarla nasıl başa çıkacaklarını öğretmeli ve onları eğitmeliyiz.

Soru: Gençlerimizi öfkeye doğru bir şekilde karşılık verecek şekilde eğitmek istiyoruz. Onlara ne öğretmemiz gerekiyor?

Cevap: Onlara öfkelerini nasıl durduracaklarını öğretmemiz gerekiyor.

Soru: Karşımdaki kişiye karşılık vermektense kaçıp gitmek daha mı iyi?

Cevap: Tabii ki daha iyidir ama bunun ne kadar zor olduğunu biliyoruz.

Soru: Birçok evlilik danışmanı, nasıl kavga edileceğini bilmenin önemli olduğunu söylüyor. Nasıl doğru bir şekilde kavga edilir?

Cevap: Bu doğru. Kavgalar olmadan yakınlaşma ve barış olmaz, ancak birlikte gitmeleri gerekir. Birbirimize örnek olmayı öğrenmeliyiz.

Kendimi aşmak için çaba sarf ederek ben bir örnek ortaya koyuyorum ve öfkeli olsam da, diğeriyle sevgiyle ilişki kurarım: “Sevgi tüm günahları örter.”

Soru: Kavga ettiğimizde, partnerimizle sevgi ile ilişki kurmak mümkün müdür?

Cevap: Bu bir uygulama meselesidir.

Soru: Birisi size kızgınken ve sizden nefret ettiğinde sevgiyi nereden alıyorsunuz?

Cevap: Bu basit, biz öfke ve kızgınlığı sevgi ile örteriz ama sevgi içimizdedir yani bu, ikisi arasındaki denge meselesidir.

İkisinden biriyle ne kadar çok oynayabilirsem, onlarla sürekli olarak o kadar fazla oynamam gerekir. Öfke ya da sevgi duygusuyla tam olarak özdeşleşmemeliyim, bu iki ucu birlikte kontrol edebilmem için yalnızca iki duygunun bende işlemesini sağlamalıyım.