Category Archives: Sevgi

Sevginin Yankısı

Baal HaSulam “On Sefirot’un Çalışılmasına Giriş” Madde 89’da şöyle yazıyor: Bir emrin ödülü bu dünyada değil, bir sonraki dünyadadır.

Burada, şu an düzeltmeye muktedir olmadığımız parçaya gönderme yapılıyor. Sadece “taştan kalp”  (taştan kalp gerçek arka yüzdür), yani gerçek AHP (bir yükselişin AHP’ı değil) düzeltildikten sonra, Sonsuzluk Işığı ile doldurulmuş kapları ifşa edebiliriz. O zamana kadar gerçek sevgiyi, yani alma kaplarının içindeki Hohma ışığını değil sadece bir damlayı, bir yankıyı ifşa ediyoruz. Şu an için sadece küçük bir ışıldamaya, ölçeği son ıslahtaki Hohma ışığı ile mukayese dâhi edilemeyecek olan Hohma ışığının yukarıdan aşağıya hareketindeki yansımasına ulaşabilme imkanımız var. Aslında daha sevgi niteliğini ifşa etmedik.

Bu dünyadan gizlenmiştir. Ancak aslen gizlemeler (Alamot) olan dünyalar (Olamot) var olduğu sürece, son ıslaha erişene kadar, elbette sevgi ifşa edilemez. Sonuçta sevgi, tüm arzular için bir perdeye sahip olduğumuzda kapların doğrudan bir şekilde doldurulmasıdır.

Alma arzusu, Sonsuzluk dünyasında ve oradan aşağıya ilk kısıtlamaya kadar olduğu şekliyle, ışığı ihsan etme rızası için almadı ve gelecekte bu asla bu şekilde olmayacak. Arzu ve ışığın gerçekten buluşması, ışığın gerçekten arzunun içinde olması mümkün değildir. Bu nedenle bir yükselişin AHP’ında ifşa ettiğimiz sevgi ile son ıslahta ifşa edeceğimiz sevgi arasındaki farkı anlamamız gerekir. Sevgi, Yaratan’ın son ıslaha kadar gerçek formunda ifşa edilemeyecek olan belli bir ifşasıdır. O zamana kadar O’nun sadece arka yüzü ifşa olur.

– 09.02.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin dördüncü kısmından alıntıdır, “On Sefirot’un Çalışılmasına Giriş”.

Akıl ile Kalp Arasında Denge Olmalıdır

Yayınlanma tarihi 03 Şubat 2012, saat 10:31

Bazı anlarda öyle bir duyguya kapılırız ki, içimizden yoğun bir şekilde ihsan etme, verme, yakın olma, kucaklama, kalpler arasında birlik kurma isteği gelir; ancak bir sonraki an, bu duygu kayboluverir. Bunun sebebi, henüz ıslah olmamış oluşumuz ve izlenimlerimizin egomuzdan geliyor olmasıdır.

Egomuz, bağı hissedebilmek amacıyla, bir anlığına teslim olup bir başkasına egoistçe yapışmayı kabul eder. Ardından da, bağ kurmayı başardığım için gurur duyarım; ve beni tutan şey de budur. Bunu takiben ortaya çıkan yeni bir Reşimo (anı), hevesimi söndürür.

Öyle zamanlar olur ki, kişi onuncu kattan atlamaya; kırık kalbinde hissettiği ümitsizlik sebebiyle her şeyi yapmaya hazır olur. Ancak bu durum kısa sürer ve kişi hemen ardından mantıklı düşünmeye başlar. Durumun bu şekilde işlemesinin sebebi, kişide bulunan bir ve tek egoist arzudan kaynaklanmasıdır.

Islah olmuş durumda, hem zihnimizde hem kalbimizde, daha uzun bir süre nasıl kalabiliriz? Almış olduğumuz kararı, her ne kadar bizden daha üstte ve tabiatımıza karşı olsa da, nasıl pişman olmadan tutabiliriz? Yani, sanki onuncu katta duruyormuşçasına, kendimizi bilinçli olarak nasıl bırakabiliriz? Havada asılıyken, kendimizin ve olanların farkında olarak, olacak olana nasıl hazır olabilir ve olacak olanın olmasını nasıl isteyebiliriz?

Burada bahsettiğimiz şey, kırık bir kalbin yarattığı ümitsizlikten doğan, gözü kara bir şekilde atılmış olan çılgın bir adım değildir; aksine, aklıselim bir şekilde alınmış olan, mantıklı ve sağduyulu bir karardır. Ancak bu, yalnızca başka bir kuvvete sahip olduğumuzda; alma kuvvetine karşı çalışan ihsan etme kuvvetine sahip olduğumuzda yapılabilir. Kişiyi etkileyen Işık, kişinin bilinçli bir karara varmasını ve kendisini bu şekilde tutmasını sağlar.

Manevi bir eylem, asla sadece kalbin arzusu sayesinde gerçekleşmez. Manevi bir eylem ölçüp biçilmiş, bilinçli ve hem kalpte hem akılda tartılıp hesaplanmış bir eylem olmalıdır. Üst Işık kişiye ne kadar işler ve onu ne kadar aydınlatırsa, kişi de doğru kararı o kadar alabilir, kendi hayatını ve ruhunu beraberce o kadar verebilir ve kararına uzun bir süre sadık kalabilir; ta ki kişi o seviyeyi tamamlayıp bir sonraki seviyeye yükselene kadar.

Kişinin mevcut durumuna istinaden, kişi asla kararını değiştirmez. Ancak bir sonraki seviyeye ulaştığında ve içinde yeni bir arzu büyümeye başladığında, kişi düşer ve ardından bir sonraki seviyeye yükselir. Böylesine bir ilerlemenin işareti, sürekli olarak duyulan mutluluk hissidir.

29/01/12 tarihli Günlük Kabala Dersi’ndenRabaş’ın Yazıları

Bana Sevgi Niteliğini Ödünç Ver

Soru: Bu integral birleşme modeli güzel ve de aşağı yukarı belli. Ancak bunun uygulamada gerçekleşmesi için kişi ne yapmalıdır?

Cevap: Kendimizi bir parça realitemizden ayıralım ve ideal, hatta ütopik bir toplum hayal edelim – ona ne ad verdiğimiz önemli değil. En yüce gerekçelerimizi hesaba katsak nasıl olurdu? Ve bunu hayal ettikten sonra, düşünelim: “Kendi doğamız göz önünde tutulduğunda,  bunu başarmak dahi mümkün mü? Neden doğa bizi bu mükemmel ve yüce duruma tam da karşıt yarattı?”

Göreceğiz ki, karşılıklı baskı ve rekabet, kelimenin iyi anlamında bile, bizi mutlak rahatlık durumuna getirmeyecektir. Aksine, gönüllü olan, arzu duyulan ve isteyerek yapılan karşılıklı yardımımız aracılığıyla bu duruma ulaşırız. Şüphesiz ki, eğer insanlık bu şekilde düzenlenmiş olsaydı, gerçekten iyi bir toplum olurduk.

Neden doğa bizi farklı olmak üzere yarattı? Her şeyin birbirine bağlı olduğu ve karşılıklı sorumluluk ve özdenge içinde var olduğu mükemmel sistemi temsil eden de aynı bu doğa değil mi?  Neden gerçekten bu yıkıcı egoizme gerek duyuyoruz?

Herkes egoizmi kötü olarak, kaçınılmaz realite olarak kabul eder. Sosyologlar, siyaset bilimcileri ve psikologlar, insan ve toplumla ilgilenen herkes, bir şekilde egoizmin yıkıcı etkisini telafi etmek için, doğamızı dikkate almaya ve ona dayanmaya mecbur olmuştur.

Burası hariç; dünyevi seviyede adet olduğu gibi burada da onu telafi etmek için çalışmaya devam etmemeliyiz. Aksine, egoizmi bizim yardımcımız haline çevirmemiz, onun doğasını tanımamız gerekir.

Diğerlerinin pahasına kendimizi tamamlamayı arzularız, bir annenin çocuğunun aracılığıyla keyif alması gibi. Çocuk onun için bir keyif objesidir. Anne bencildir, çocuktan bir saniye bile ayrılamaz ve bu, onun çocuğu için duyduğu kaygıdan çok, kendisi için duyduğu kaygının göstergesidir –  sadece kendini çocuktan ayıramaz. Eğer onun keyif merkezini ondan ayırırsanız, o zaman şüphesiz hemen yeni bir keyif objesine dönecektir çünkü onun kıymetli çocuğu ki doğumdan sonra onun için her şey demekti, birdenbire onun görüş alanından düşecek ve ona karşı kayıtsız hale gelecektir; diğer başka bir çocuğa olduğu gibi.

Bu basit örnekten kişinin egoizminin, bu durumda bir anneninkinin, tamamen başkasına bakıyor, başkasına veriyor ve başkası için özen gösteriyor olmaktan dolayı muazzam bir tamamlanma hissi aldığı görülebilir.

Neden herkesle bu şekilde ilişki kuramaz ve böylece sonsuz tamamlanma hissini deneyimleyemeyiz? Nihayetinde, eğer kendimi başka insanların arzularına, düşüncelerine ve duygularına ayarlarsam, onları kendime bağlarsam ve onlarla sevgiyle ve bağlılıkla ilişki kurarsam, o zaman hiçbir şey ve hiçbir kişi tarafından sınırlanmayan, kocaman ve sonsuz bir memnuniyet olanağını hissetmeye başlarım. Veririm, özen gösteririm, katılımda bulunurum ve böylece tamamlanma hissine ulaşırım.

Bizim için en önemli şey, tamamlanma hissidir. Bu yüzden var oluruz. Hayata dair his, tamamlanma hissidir; her seferinde farklı objeler aracılığıyla, fakat genel olarak onun tamamlanmasıdır. Bu, içimizde tamamen fiziksel, ahlaki ve manevi olan belirli bir gerçeğe ulaşır.

Bu, bazı içsel bilgi akışlarına, akımlara veya kimyasal reaksiyonlara dair bir uyarılma olarak düşünülebilir – tam olarak ne olduğu önemli değildir. Fakat önemli olan şey, bunu tamamlanma hissi olarak algılamamızdır. Bu durumda eksik olan tek şey, birbirimize olan doğru yaklaşımdır; annenin çocuğuna olan sevgisiyle aynı türden bir sevgi.

Bu niteliği nereden bulabiliriz? Eğer, diyelim ki bir benzin istasyonuna geldim ve dedim ki: “Egoizmimi değiş tokuş yapmak istiyorum. Onun yerine bana yüzde on sevgi ver.” Beni, çekememezlik, nefret ve kıskançlık nitelikleri yerine sevgi niteliği ile doldururlar ve böylece şimdi herkesle farklı şekilde ilişki kurabilirim. En azından %10’a kadar tamamlanmış ve mutlu olurum.

Zaten, diğerleri benim için önemli bile değildir. Benim için önemli olan, rahata kavuşmak, herkesin içinde bir rekabetçi görmeye son vermek ve nefret, korkular ve endişeler yaşamaya son vermektir. Diğer taraftan, her şey yavaş yavaş sevecen, memnuniyet verici ve dingin bir şeye doğru değişmeye başlar.

Bu durumu hayal bile edemeyiz; belki sadece kendi çocuklarımıza ilişkin olarak edebiliriz. Onlara ilişkin edebilsek bile bu egoist dünyamızda devamlı çocuğun yanında durmalıyız, onu her tür sorun ve tehlikeden korumak üzere tüm dünya ile mücadele etmeliyiz.

Dolayısıyla, etrafımızda olan insanlara karşı yaklaşımımızı değiştirme problemi tamamen psikolojik bir problemdir, psikolojik eğitimin yardımıyla çözülebilir.

Nihayetinde, insan çevresinin ürünüdür. Eğer insanları gerçekten bu yapay çevrede (çünkü bizim doğal çevremiz bencildir) yetiştirirsek ve sürekli onlara doğru amaçları sunarsak (bu arada onların egoizmi sürekli büyüyecektir çünkü doğa tarafından böyle programlanmıştır ve bundan hiçbir kaçış yoktur), o zaman sevgi alanımızı, karşılıklı olma durumumuzu sürekli geliştirmeye zorlanacağız. Sonra “komşunu kendin gibi sev” koşulunun gerçekten insanlığın amacı olduğunu anlamaya başlayacağız.

“İntegral Eğitim Konuşması”, 5. Bölüm, 13/12/2011

Sevginin Tatlı Hissiyatı

Soru: Tatmin olmayı amaç edinmek yerine arzuyu, yani gerekliliği amaç edinmek gerektiğini söylemiştiniz. Bir arzuyu istemek ne demek? Arzunun kendisinden tatmin olmak ne demek?

Cevap: Genç bir adam sokakta yürüyor ve adeta mutlulukla parlıyor. Neden? Bir kızı seviyor. Söyleyin bana, bu sevgiden eline ne geçiyor? Bu hissiyat onu neden bu kadar çok tatmin ediyor? Aldığı şey ne? Almıyor fakat ihsan etmeye hazır. Onunla bir olmayı istiyor, onu sevmeyi istiyor. Yetişkinler arasındaki aşktan, cinsel ilişkiden bahsetmiyorum. Burada bundan çok daha yüce, üst seviyede bir hissiyattan bahsediyorum (her ne kadar bu da aynı şekilde alma üzerine kurulu bir hissiyat olsa da).

Bir insanı seviyorsun ve onun hoşuna gidecek bir şey yapmak istiyorsun. Onun mutlu olmasını istiyorsun ve onunla bir olmayı arzuluyorsun.

Hayvanların bile deneyimlediği hormonsal çekimin ötesinde, ondan bir şeyler öğrenebilmemiz için bize böylesine muazzam bir hissiyat verildi. Sonuçta hiçbir şey boşuna yaratılmadı. Bu biyolojik organizmamızda, proteinden oluşan bedenimizin içinde, komşumuz için bu tür bir hissiyattan – kişinin bir başkası için duyduğu sevgi – doğan böylesine bir arzunun mevcut olmasının nedeni budur.

Peki bu beni neden tatmin ediyor? Hissiyatlar bizi dolduruyor, tatmin ediyor. Sevgi, almak yerine, ihsan etmenin içinde var olduğum gerçeği ile doldurulmuştur. Eğer beni seven birinden bir şey alırsam, o zaman bu sadece Işığa karşılık vermem için beni uyandırmak içindir. Fakat işin özünde, eğer ki sevgi benim içimde yaşıyorsa, o zaman ondan hiçbir şey almaksızın sevdiğim insana yalnızca ihsan etmekten haz duyarım.

Bu, doğanın bir kanunudur ve bununla ilgili yapılacak bir şey yoktur.

– 30.01.12 tarihli Günlük Kabala Dersinin ikinci kısmından alıntıdır, Zohar Kitabı.

Egoistlerin Aşina Olmadığı Sevgi

Gerçek sevginin hissiyatına ulaşmak gerçekten kolay değildir. Dünyamızda var olan tek sevgi kişinin kendisi için olan sevgisidir. Birşeyi sevdiğim zaman ona yakınlaşmak isterim, onu kendime yakın getiririm ve kendimi o birşeyle doldururum. Diğer bir ifade ile onu yakalamak isterim. Bizim için ‘sevgi’  elde edilen bir durumdur. ‘Seviyorum’ demek benim olanı seviyorumun gerçeğidir yani haz almak arzusunun dediği budur.

Kabala’nın bahsettiği sevgi tamamen farklıdır ve bunu iyi bir şekilde anlayamayız. Bize bağlı olmayan bir Üst Güç var ve bizden önce yaratılmıştır, biz olmaksızın, şöyle ki, Yaratan’ın yaratılanı yaratmak arzusundan önce. Yaratılan, Yaratan’ın, bu üst gücün dışında var olan ve O’nu algılayan birşeydir.

O’nu algılamak demek, O’nu anlamak, hissetmek ve O’nun niteliklerini edinmek demektir. Yaratılanın, Yaratan’ı algılamak noktasına getirmek için, yaratılanı Yaratana zıt niteliklerle yaratmak gerekliliği vardı: egoistik sevgi içinde. Ve gelişim yaratılanı, ‘komşunu kendin gibi sev’ diye adlandırılan Yaratan sevgisine getirmelidir. Tüm bunlardan sonra Yaratan ve yaratılan dışında hiç birşey yoktur.

Bizler bu gelişim vasıtasıyla kendi başımıza gitmeliyiz, şöyle ki, hissetmeli, anlamalı, incelemeli ve Yaratan’ı algılamanın tüm detaylarına değer vermeliyiz. Ve nihayetinde, dışımızda var olanı algılamayı geliştirmek için egoistik sevgimizi değiştirmeliyiz – zevk almak arzusu sadece kendimizi algılamamızı sağlar ve kendimizi kendimizin içine hapseder. İşte bu yüzden dışımızda olana ‘komşu’ denir. Zira bu algı bize Yaratan’ın derecesi, konumu tarafından verilir, bu iyi eğilim olarak adlandırılır.

Bu iki koşulun dışında başka hiç birşey yoktur: ya ben kendimi algılarım veya Yaratanı algılarım. Ancak bu dönüşüm bize mutlak olarak net değildir çünkü ben bu ikinci koşuldan kopuğum ve bunu hissedemiyorum. Kendimi hissetmekten O’nu hissetmeye gitmeye bana yardım etmek için, Yaratan egoistik arzumun, bana yalnız olmadığımın hissiyatını veren kendi kendimin algısının içerisinde bir ilüzyon hazırladı.

İşte bu yüzden ‘komşum’ olarak adlandırılan ve cansız, bitkisel ve hayvansal dünyayı ve insanları dahil eden bir çevrenin içindeyim gibi hissederim şöyle ki farklı yaratılanlar, yaratılışın farklı parçaları varmış gibi. Ve ben, sıradan bir insan olarak bu çevreyi ya kendim için nasıl kullanabilmeyi veya çevrenin kendisi için birşeyler yapmaya gayret etmek için pratik yapmayı hissederim.

Çevre için birşeyler yapmak ihtiyacım Yaratan için arzum uyandığı zaman ortaya çıkar. Henüz bu arzuyu anlamıyorum, Yaratanı bilmiyorum ve işte bu yüzden bana bu tür pratikler verilir: Komşuna, senin dışında olanlara özgecil davranmaya çalış. İşte burası komşun için sevgini inşa edebileceğin yerdir.

Bu pratikler vasıtasıyla yeni nitelikler ve anlayışlar kazanacağın ve bir çok arınmalar yapacağın zaman Yaratan’la yakınlaşabilmek için bir bağa sahip olacaksın.

29.11.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Hasta Olduğunu Hissetmiyorsan Nasıl Tedavi Olabilirsin Ki?

Soru: Baal HaSulam ”Yaratan için Sevgi ve Yaratılanlar için Sevgi” makalesinde önemli olan şeyin orta çizgide başlamak ve buradan ayrılmamak olduğunu söyler. Bu ne demektir?

Cevap: Eğer gelenekleri emirler (sevaplar) olarak göz önüne alıyorsanız dünyevi hayatta da yoldan çıkabilirsiniz. Bir kişi kendi yaklaşımlarının ıslahı yerine, kendisi tarafından içsel emirlerin (sevapların) ifşası yerine belli eylemleri icra etmeye alışmıştır.

Kişi kendisini ıslah ettiği zaman, Yaratan’la ilgileniyordur ve O’nun gibi olmak ve O’nunla bağlanmaya yaklaşmak için Işığı çekmek ister. Fakat eğer ki emirler kişinin yaptığı gibi ”fiziksel eylemler” haline dönüşürse, bu kişi manevi yolu takip etmiyordur yani basitçe kendi çevresinin kabul ettiği ritüelleri yerine getirmeyi öğreniyor.

Bunun yanlış olduğunu söylemeyiz ancak bizim demek istediğimiz bu durumun ruhu ıslah etmediğidir. Dünyada var olma sebebimiz bu değildir. Bu sadece dışsal bir durumdur daha kolay gerçek içsel ıslahı yapabiliriz. Mükemmel koşul, içsel ve dışsal durumlar birbirini desteklemelidir. Maalesef, bununla beraber bu durum gerçek anlamda olmuyor.

Kişi manevi yol boyunca durmamalıdır. Kişi kendisini ıslah etmeye başlayınca, ne kadar aptal olduğunu keşfeder. Bu onun kalbini kırar ve devam edemez. Kişi kendisini ıslah edecek kahraman olmadığını ve düşünmüş olduğunun tersine bundan birşey kazanamayacağını keşfeder.

Sıradan bir hayatta benzer bir plan çalışır çünkü kişi dışsal bir şey üzerinde egoistik olarak çalışır. Burada, tam tersi, kişi kendi egoizmi üzerinde çalışmak için dışsal birşeyleri kullanmak zorundadır. Bu çalışma kişinin alışkın olduğunun tam zıttıdır. Bizler özümüzü, kökümüzü değiştirmek zorunda olduğumuz düşünceyi kullanmıyoruz. Şimdi ise ben birşeyler üzerinde çalışan değilim daha ziyade birşeyler benim üzerimde çalışıyor. Bunun yanısıra, pasif olarak beklememeliyim, tıbbi tedavi esnasındaki bir hasta gibi, sürekli talep etmeliyiz: ”Beni değiştir! Beni değiştir!”

Bunu nasıl yerine getirebiliriz? Eğer ben daha fazla hisseder ve anlarsam durum daha farklı olur. Fakat istemediğim bir şeyi nasıl talep edebilirim? Doğama zıt olan bir şeyi nasıl isteyebilirim? ”Diğerlerini sevmek, diğerleriyle bağ kurmak”, bu sanki en kötü sorunları talep ediyorum gibi. Doğal olarak dünyayı kendi menfaatim için kullanmak isterim, oysaki Yaratan’dan içimdeki programı değiştirmesi için talepte bulunmalıyım: ”Kalbimi ve aklımı değiştir, daha önce ne olduğu önemli değil, diğerleri için kaygı duymamı sağla.”

Aynı anda, herşeyden hayal kırıklığı yaşandıktan sonra özgecil hissiyatın bir patlağı bir an için kişide belki tutulabilir. Hayır, kişinin ağlaması yardımcı olmayacaktır. Sürekli bunu desteklemeli ve bu yeni, paradoksal arzuyu her zaman net bir şekilde tutmalısınız.

Bu çaba imkânsız görünüyor. Bu yüzden denir ki ”Bin kişi odaya girer ancak sadece bir kişi Işığı alır.” Bütün diğerleri de aynı zamanda bir şekilde kendilerini ıslah etmek için büyük çaba sarf ederler ancak durum faklıdır ve şimdi onların zamanı değildir.

Öyleyse problem, diğerlerini sevmek emri (sevabı) doğamıza terstir.

31.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. bölümünden, ”Yaratan için Sevgi ve Yaratılanlar için Sevgi”

Koşulsuz Sevmek

Soru: Herkes sevginin prensibini dostunu kendin gibi sev olarak tanır ve saygı duyar. Ancak bizim neslimizde insanları nefret ve ayrılık yerine sevgiye nasıl dönderebiliriz?

Cevap: Bunu yapmak için bizler egoistik niteliğimizden aşama aşama özgecil niteliğine geçeriz. Herkes olduğu gibi sevilmek ister. Diğer bir ifade ile sevgi tüm hesaplamaların üzerindedir. Birisi bana güzel görünür ve bir diğeri ise çirkin. Birisi gözlerimde bana iyi görünür ve bir diğeri ise kötü olarak. Yine de eğer birilerini seversem, onları kendi çocuklarım gibi severim, ne oldukları önemsiz.

Bu durum bizlerin kendi çocuklarımızı doğal olarak sevmemiz gibidir oysa ki burada kendi doğamızın üzerinde yükselmek için sevgiye ihtiyacımız vardır. Şöyle yazılır, ” Herkes bir diğerini kendi kusurlarına göre suçlar. Eğer bir başkasında bir kusur görüyorsan, bu demektir ki bu kusur senin içindedir.

Ancak bizler başlangıçta koşulsuz sevgiyi edinemeyiz çünkü doğamız tarafından birbirimizden nefret ediyoruz. Ben daima diğerlerinde kusur ararım zira bu kendimi daha iyi ve onlardan daha yüksek hissetmemi sağlar, bu durumun kendisi hemen bana haz verir. Kendi – çıkarım için düşündüğüm zaman, diğerlerinde onları en azından bir şekilde benim altımda görmek için onlarda kusurlar bulmak zorundayım. Eğer bir kişi benden daha yüksekte görünürse ve bunu haklı çıkaramazsam o zaman ben depresyona girerim.

Öyleyse sevgiyi nasıl edinebiliriz? İlk önce, ”sevmek” demek, dostunun arzularıyla doldurulmuş olmak ve her an onların arzularını yerine getirmeye hazır olmak demektir. Ben hemen şimdi dostumu kullanmaya ve ondan yararlanmaya hazırım, fakat bana denildi ki, ”dostunun arzusunu yerine getirmek için kendini kullan”. Ancak bu durum benim doğama zıt. Ben bu duvara asla tırmanamam.

İşte bu yüzden Kabalist Hillel iddia edileni daha kolaylaştırmak adına ”Sana yapılmasını istemediğini sende başkasına yapma” dedi. Nötr ol, dostun için olan nefreti ve sevgiyi bırak. Bu durumu açıklığa kavuşturarak, yolun ilk yarısının üstesinden geleceksin.

Böylece sen egondan, önceki arzularından kopacaksın. Bozuk – niyetlenmiş planlarını ve niyetlerini bırakacaksın. Şimdiden sonra artık dostuna bilerek veya bilmeyerek zarar vermek istemeyeceksin. Onu kullanmak istemeyeceksin zira bu ona zarar verir. Ve halen yine de bununla beraber dostundan kar sağlayabileceğini düşündüğün zaman kaybedenin senin kendin olduğunu anlamaya başlarsın. Onun için iyi olan senin için de iyidir ve onun için kötü olan da senin için de kötüdür. Göreceksin ki her ikinizde şimdi dünyada ifşa olan küresel bir ağda birarada bağlanmış durumdasınız. İşte bu yüzden bir diğerine en azından zarar vermemek konusunda başka bir seçimin yoktur.

İlk safha budur: kendi Malhutunu kapadın ve bunu Bina’ya yükselttin, en küçük konuma, Katnuta, Hafetz Hesed konumuna. Ve daha sonra sevgi yolunda devam etmelisin.

Tüm bu safhalar senin ”Lolişmadan Lişmaya” ilerleyişin koşulunda gerçekleşir, egoizminin içerisinde senin bununla beraber özgecil amacı özlemlersen olur. ”Dostuma iyi davranmak benim için değerlidir” sebebin bu. ”Bunun yanısıra zaten hepimiz birbirimize bağlıyız ve başka seçim yok…” Ve sonunda, bu yolu tuttuğun sürece, aklını ve kalbini düzeltecek olan ıslah eden Işığı uyandırırsın.

Ve o zaman anlarsın ki ”diğerlerini sevmeliyim, kendimi iyi hissetmek için değil, hepimizin bir sistemde olduğu için değil, global ve entegral bir koşulda olduğumuz için de değil.” Herhangi bir sebepten ötürü değil. Basitçe ihsan etmenin niteliği tarafından büyülenirsin. Seni neyin bu kadar iyi yapacağını bilmezsin fakat ihsan etmenin dışında başka hiçbir şeyi istemediği hissedersin. Kendini doyurmazsın ve haz beklentisinde olmazsın. Ve sen huşu, yücelik, saygı koşulunun dışında, en saf ihsan etme tanımının dışında ihsan edersin. Şimdi herşey senindir.

27.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. bölümünden, ”Yaratan için Sevgi ve Yaratılanlar için Sevgi”

Nefretin Üzerine Bir Köprü İnşa Etmek

Soru: Kişisel içsel çalışma ile grup içindeki çalışma arasında bir fark var mı?

Cevap: Maneviyatta, grup ve kişisel çalışmada hiçbir ayrım yoktur – hepsi tek bir çalışmadır. Eğer ben tek bir otoritenin altında isem, tamamen egoizmimin yönetimi altında isem, yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Bu realiteye bu dünya denir ve böylesi bir durumda, egomun değişiminin şansına sahip değilimdir.

Konumumu değiştirmek demek ‘bir yeri’ değiştirmek demektir. Şöyle ki, yeni bir yer, yeni manevi duygular ve akıl inşa etmeliyim. Ve bu durum sadece birleşmekle mümkündür.

Benim kişisel işim diğerleriyle bağ kurmak için çaba harcamaktır. Ve bu yüzden, bana yardım edebilecek insanları seçerim – onlara grup denir. Dolayısıyla, hem benim kişisel çalışmam ve hem de grubun çalışması yer alır ancak işin özü bu ikisi tek genel bir çalışmadır. Bunun sebebi ben onlar olmadan olamam ve onlarda ben olmazsam var olamazlar: Bizlerin başlangıçtan düzenlenmiş olduğumuz şekil budur.

Bağ kurmanın ve bu bağın içinde yeni manevi fenomeni hissetmek dışında başka bir çalışma yoktur. Onların içsel arzularını kendime ilişkilendirmeyi istediğim ölçüde, ben kendi arzumu ıslah ederim. İşin özü benim manevi kaplarım ‘Benim’ ötemde tüm diğerlerinin içindedir. Benim bilincimin içinde benden uzak ve ayrık görünen, egoizmimin, düşmanlığımın, nefretimin ve hırsımın duvarı yani diğerlerine hâkimiyet kurmak, herkesi kullanmak, yönetmek arzum tarafından karartılmış olanla bağ kurmalıyım.

Dolayısıyla egom kasıtlı olarak dostumun kusurunu ve benim dostuma uzaklığımın farklı formlarını bana gösterir ki böylece ben dostuma karşı bir sevgi köprüsü kurabileyim. Ve daha fazla ilerledikçe diğerlerinden daha güçlü bir şekilde nefret ederim, onları iter ve kendi menfaatim için onları kullanmak isterim.

Bunu memnuniyetle yaparım veya basitçe sadece çıkarım olanı görürüm ve eğer diğerini kullanmazsam acı çekeceğim. İşte bizler bu tür koşullar içine bırakılıyoruz ve diğerlerini kullanmanın gerekliliği ve onu hor görmenin bizleri sıkıntılardan kurtaracağı durumu önümüze konuyor. Bu esnada, tüm bunların hepsinin birer eksersiz (pratik yapmak) veya bunun üzerinden gelebilmek ve diğerleriyle bağ kurmak için yani bunun üstüne çıkmam gereken bir şaka olduğunu realize etmeliyim.

Egoistik güç beni tamamıyla umutsuzluk durumuna getirir: “bak, eğer diğerlerine zarara sebep olmuyorsan, var olamayacaksın!” Bizim tüm işimiz bunun üzerine yükselmektir. İşte bu yüzden bu prensip ‘Dostunu kendin gibi sev’ – düşmanlığın ve nefretin üstünde, diğerlerini kullanmak arzusunun üstünde –  genel sözleriyle ifade edilir.

08.09.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 121

Diğerini mi Sevmek? Çok Kolay!

Soru: Üst dünya ve bu dünya hangi noktada birbirleriyle temasa geliyorlar?

Cevap: Dünyamız ve üst dünya diğer insanların arzularında buluşurlar yani diğerlerinin arzularını kendi arzularıma bağlayabildiğim yerde, böylece onların arzuları benim kendi arzum gibi olurlar. İşte bu yüzden denir ki ‘Komşunu kendin gibi sev’.

Benim birincil arzum sadece bir noktadır. Bunun içerisine herhangi bir şey alamam; hacmi yok. Eğer ben diğerlerinin arzusunu kendime bağlar ve kendi arzum gibi kabul edebilirsem, bu durumda çok ilginç bir şekilde hareket ederim: Bunu doldurmak için Işığın verilmesini talep ederim. Işık gelir, benim vasıtamla geçer ve ben bu arzuyu doldururum. Eğer ben aynı şekilde daha büyük bir arzuyu ve daha fazla ve daha fazla arzuları kendime bağlarsam, ben sonsuzluk dünyasına erişirim.

Sonsuzluk dünyası tüm kalpteki noktalardır. Daha sonra sonsuzluğun tüm Işıkları benim vasıtamla akar ve ben bu Işığı tüm diğerlerinin, yabancı gibi görünen arzuların içinde hissederim çünkü ben onları (arzularını) kendime benimki olmuş gibi bağladım.

Bu durum ‘Komşunu kendin gibi sev’ kuralını açıklar: ‘Sen’ (bir egoist) ‘Komşunu sev’ (Senin dışındaki herkes öyle ki sana yakınlaşsınlar) ‘kendin gibi’ (onların arzularını kendine bağla)

O zaman sen üst Işığı senin vasıtanla diğerlerine aktaracaksın. Işığı onların arzularını kendine –onlar sensin – bağlamış olduğundan dolayı alacaksın. Böylece sonsuzluğa, mükemmelliğe, sonsuzluk dünyasına erişiriz. İşte bizim tüm işimiz bu.

04.09.2011 Tarihli Pazar Sanal Dersinden

Zohar Sevginin İçinde İfşa Olur

Zohar’ı ifşa etmek için onu ifşa etmeye uygun bir duruma ulaşmalıyız. Üst Işık mutlak sükûnettedir. Yaratan basitçe yaratılanın içinde gizlenir çünkü yaratılan Yaratan’ın içinde ifşa olabileceği bir konumun içinde olamaz.

Bu yüzden değişimler sadece yaratılanın içinde olur. Yaratılan tek bir kanuna göre; form eşitliği kanununa göre değişmelidir öyle ki Yaratan’ın ifşası için olan koşulları edinsin.

Yaratan’ın niteliği ile eşitliğin herhangi bir ölçüsünü edinir edinmez, O’nu ifşa ederiz. O’na benzer hale gelerek Yaratan’ı ifşa edeceğimiz minimum nitelik, bizlerin birbirimizle minimal bağ kurduğumuz zamandır.

Bu nasıl mümkün olur? Bizi birbirimizden ayıran itilmenin gücünün üzerinde, birlik olmak için isteksizlik ve nefretin üzerinde ancak mümkündür. İçimizde bir arzu uyandırmalıyız, birlik olmak için içsel isteklerimizin içinde, karşılıklı ihsan etmenin içinde inatçı bir ihtiyaç, Yaratan’ın niteliğini – karşılıklı bağ, ihsan etmek ve en küçük derecede bile olsa birleşme –  tanımlayan bir konumu yaratmak.

Ancak bizler bunun olmasını yapamıyorsak eğer, bunun gerçekleşmesi için arzulamalıyız. Daha sonra içimizdeki gizlenmiş güç, Yaratan, bize yardım edecektir, bizi hep beraber yakınlaşmaya getirecektir ve içimizde birliğin konumunu inşa ederek bunun gerçekleşmesini sağlayacaktır.

İşin özü, aramızdaki itilme ve nefretten birliğe gelmeye çalışmaktan daha başka düşüneceğimiz hiçbir şey yoktur ve sonrakini ifşa etmek için sürekli inatçı ve istekli olmaya ihtiyacımız vardır.

Bu yüzden Zohar Kitabını okurken, zaten aramızda var olan birleşmenin ağını sürekli düşünmeye çalışmalıyız ancak bu ağ karşılıklı nefretin içinde, birliğin öneminin eksikliğinin içinde var olur. Ve bizler bunu kendisinin zıt formuna – aramızdaki birleşme – dönüşmesini arzulamalıyız. Birliğimiz Yaratana, Işığa benzemenin en küçük derecesine ulaştığında o zaman Yaratan’ın yaratılana ifşası denen birleşmenin vasıtasıyla Işık akmaya başlar.

01.08.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. bölümünden, Zohar