Category Archives: Sağlık

Doğadaki Dengesizliğe Kim Neden Oluyor?

Soru: Bilim adamları, manyetik kutupların tersine dönmesinden çok endişe duyuyorlar. Böyle bir tersine dönüşün “belirgin iklim değişikliği” yaratabileceğini ve gezegenimizi korkunç felaketlerin ve değişikliklerin beklediğini söylüyorlar.

Bu neden oluyor? Bunun Kabala bilimi açısından bir açıklaması var mı?

Cevap: Uzun zamandır bunun hakkında duymama rağmen, Kabala açısından bunun için bir açıklama bulamadım. Pek çok bilim insanı ile iletişim halindeyim ve gözlemledikleri tüm değişiklikler ve ürettikleri istatistikler ile ilgileniyorum.

Doğanın çıplak gözle yapılan her türlü gözleminin söylediği ile Kabalistik kaynaklarda anlatılan ve Kabalistler tarafından gözlemlenebilenler arasında bir bağlantı bulmaya çalışıyorum.

Doğal olarak her türlü felaketi doğadan bekliyoruz çünkü ona uymuyoruz. Refahımız, ona ne kadar benzer olduğumuza bağlıdır.

Diyelim ki benim varoluşum belirli bir sıcaklık aralığında ayarlandı. Artı 15 santigrat ile artı 25-30 aralığında, bir Neandertal olarak, çıplak bir insan olarak var olabilirim. Diğer durumlarda, örneğin su altına girersem veya uzaya çıkarsam, sıcaklık ve basınca uyum sağlamak için özel giysiler, ek cihazlar kullanmam gerekir.

İnsanlar çok zayıf varlıklardır. Doğa, bilinmeyen, algılanamayan ve bizim için bilinçsiz olanlar da dahil olmak üzere her türlü parametreyle bizi etkiler.

Bugüne kadar, çevredeki doğayla veya çevrenin etkisi altındaki sistemimiz içinde bir tür homeostaz ve dengede korunması gereken birkaç bin parametreyi biliyoruz.

İnsan çok ince, dinamik, hassas bir sistemdir. Bir yöndeki veya diğerindeki herhangi bir değişiklik, diğer parametrelerde ve diğer sistemlerde bir değişiklik gerektirir. Bu bir dengesizliğe neden olur.

Tansiyon, yüksek kan şekeri ve her türlü sağlık sorunu ne anlama geliyor? Bu, pratikte sistemin bir dengesizliğidir. İçsel otokontrol ve çevreyle denge ile elde edilen bir dengede olmalıdır.

Sorun şu ki, bizler bu dengeyi yapay olarak sağlamayı öğrendik. Dış sıcaklığa, basınca veya herhangi bir doğal olguya dikkat etmememize yardımcı olan her türlü cihazı icat ediyoruz: gök gürültüsü, şimşek, her neyse.

Bizler bu konuyla ilgilenmeyiz. Kendimizi bir tür kozaya koyduk ve bize göre, istediğimizi yapabiliriz. Anlaşılan o ki binlerce yıldır kendimizi sürekli böyle bir koza ile çevreledik ve doğaya daha az bağımlı olmak için bunu sürekli geliştirdik. Aynı zamanda kültürel, ahlaki, teknik ve sosyal gelişimimizde, buna giderek artan bir şekilde karşı çıktık.

Şimdi doğanın birbirine bağlı, küresel, ayrılmaz ve tüm sistemlerinin, tüm parçalarının bağı üzerinde işbirliği, tavizler, sevgi, denge üstüne kurulu olduğunu ifşa ediyoruz. Ve buna dikkat etmiyoruz. Biz doğanın efendisiyiz, onun üstündeyiz ve ondan daha yüksekteyiz.

Bir tür dönüm noktasına ulaştık, bu Rubicon’u geçtik ve doğayla olan dengesizliğimiz patlayan bir şekilde ortaya çıkarken, doğayla zıtlık içindeyiz. Üstelik bu o kadar fazla ortaya çıkıyor ki, bunu hiçbir yapay sistemle engelleyemiyoruz.

Yorum: Kendimizi ne kadar savunursak savunalım, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, doğanın ona karşı çıkamayacağımızı gösterdiği bir noktaya geldik sanırım.

Cevabım: Evet, ama aynı zamanda bundan sonra ne yapacağımızı da bilmiyoruz. Esasen, tüm bu dengesizliklere kendimizin neden olduğunun farkında değiliz.

Nasıl Tüm Problemler İçin Bir Çare Bulunur?

Soru: İsrail’de moleküler genetik profile göre ilaçlar seçilerek bir deney yapıldı. Bilinen herhangi bir ilaca yanıt vermeyen kanserli insanlar olduğu ortaya çıktı.

Tıp tarihinde, bir hastalığın ilaca dirençli bir formu edindiği bilinen durumlar vardır, örneğin tüberküloz. Neden bugün bile birçok insan tıbbın geliştirdiği ilaçlara cevap vermiyor?

Cevap: Gerçek şu ki tıp bir anlaşmadır.

Tıp nedir? Çeşitli çirkin ve hatta son zamanlarda mutasyona uğramış formlarda olan egoizmimizin üzerine ışık çekiyoruz ve kimyasal bir formüle bürünmüş ışık ile bu çirkin egoizmi etkilemeye çalışıyoruz.

Pratikte yalnızca arzu ve ışık, birbiriyle etkileşim halinde olan alma gücü ve ihsan etme gücü vardır. Onlar birbirleriyle uyum içindeyseler, birbirlerini dolduruyorlarsa, o zaman bizler dengede, uyum içinde ve sorunsuz var oluruz.

Egoisttik alma arzusunda bir sorun olduğunda ve biri diğerini karşılamadığında, o zaman hemen ışık gizlenir. Işık çıkar, uzaklaşır ve kaybolur.

Işık arzudan belirli bir mesafeye uzaklaştığında, giderek daha fazla acı, sonra hastalık ve sonra ölüm hissetmeye başlarız. Her şey ışığın arzudan ne kadar uzaklaştığına bağlıdır. Yavaş yavaş daha fazla çıkar ve uzaklaşarak ölüme yol açar.

Son zamanlarda neler oluyor? Bizim egoizmimiz sadece büyümez, niteliklerin eşitsizliği veya niteliklerdeki farklılıklar yasasına göre, ışık ondan doğal olarak ayrılır, daha doğrusu egoizm olağandışı, mutasyona uğramış formlar kazanır.

Yani ego dönüşüyor, doğal olmayan formlar alıyor ve bu, sadece bir şeyi almak, istemek, fethetmek ve onu kendi içine çekmek için değil. Doğrudan ışıktan haz alma arzusundan, ışığın yokluğundan haz alma arzusuna dönüşür ve uyuşturucular, depresyon ve çeşitli egoistik bozukluklar gibi zıt formlar alır.

Egoizm iki-üç katı arttığında, kendini dönüştürdüğünde, hiçliğinin ve boşluğunun tadını çıkardığında, onun mutasyon formları kendini böyle gösterir.

Esasen depresyon nedir? Bir insan neden ondan kurtulamaz? Kişi boşluğundan haz arar.

Bu da bu hastalıklara çare bulamamamıza neden olur ve bu nedenle bağışıklık sisteminin zarar gördüğünü söyleriz. Hayat veren güç, ışık ve egoizmimiz, organizmamız, arzumuz arasında en azından bir miktar teması yeniden kurmanın nasıl mümkün olduğunu bilmiyoruz. Sorun budur.

Eğer, arzu, organizma ve onu canlandıran ışık arasındaki doğru bağlantıyı yeniden kurmaya başlamazsak, bunu nasıl çözebileceğimizi hayal edemiyorum.

Kabala çok basit bir formül verir. Ama kim kullanmak ister ki?! Kabala’nın çağrısını dinlemeye başlayana kadar belki yıllarca acı çekmemiz gerekebilir.

Kabala, her şeyin bizim egoizmimize dayandığını ve bunun ancak sevgiyle yenilebileceğini söyler. Ama nasıl birbirimizi sevebiliriz, nasıl komşuyu kendimiz gibi sevebiliriz? Bu, tüm sıkıntılar için her derde devadır. Ama birbirimizden nefret edersek bunu nasıl yaparız?

Kabala bilgeliği, doğada bunu yapabilecek bir güç olduğunu açıklar, sadece çalışmaya, okumaya, bu gücü kendinize çağırmaya ve istemeye başlamanız gerekir.

Evrenin sistemini, mantıklı ve oldukça gerçekçi bir şekilde çalışma şeklini incelediğinizde, evet, bunun böyle olduğunu görürsünüz ve bu kuvvetlerin dünyamızın biraz arkasına gizlendiğini hissetmeye başlarsınız. Dünyamızı şeffaf bir şekilde ve onun arkasında dünyamızla ve bizimle oynayan tüm doğa güçlerini görürsünüz. İşte bunu insana sunmalıyız, ona ifşa etmeliyiz ve o zaman tüm dertlere çare bulacağız.

Akıl Hastalığının Sebebi Nedir? (Quora)

Egoistik insan doğası (eksik ve bozuk benmerkezci arzu), akıl hastalığı da dahil bütün problemlerin sebebidir.

O, başkaları pahasına kendini tatmin etmeye çalışarak dikkate değer bir kusurla çalışır. Böyle yaparak hem kendini hem de başkalarını yiyip bitirir. Arzumuzun bu hatalı işleyişi, zihin dahil her hastalığımızın arkasındadır.

Kabala bilgeliğine göre, egoistler olarak, bizler doğanın özgecil formuna karşıyız ve doğa ile aramızdaki bu karşıtlık, bize her türlü hastalığı, sorunu ve acıyı getirir.

Doğayı, onun bütünlüğü içinde algılayabilseydik, o zaman doğanın sevgi, ihsan etme ve bağ kurma yasalarıyla işlediğini algılardık. Bu nedenle, doğanın yasalarına ne kadar karşı çıkarsak, onlarla o kadar çok uyumsuzluk içine gireriz, o zaman da içinde yaşadığımız doğanın tamamen olumlu gücünü, giderek daha fazla olumsuz bir şekilde deneyimleriz Bu nedenle, gelişimimizde ne kadar egoist olursak, o kadar çok hastalık ve acı yaşarız.

Akıl hastalığını ve diğer tüm sorunları ve acıları kökünden tedavi etmek, bu nedenle egoist insan doğamızı düzeltmeyi yani egoist dürtülerimizin üzerinde birbirimize karşı destekleyici, teşvik edici ve sevgi dolu tutumlarla olumlu bir şekilde bağ kurmayı ve bunu yaparak kendimizi doğayla uyumlu hale getirmeyi gerektirir. Bizler o zaman kendimizi birbirimizle ve dünyayla yeni keşfedilen bir uyum, barış ve dengeye yükselterek, doğanın tamamen pozitif gücünü olumlu bir şekilde deneyimlerdik.

“Dünya Sağlık Günü Değerlendirmesi: Gezegen Hasta” (Medium)

Birleşmiş Milletler tarafından 7 Nisan olarak belirlenen Dünya Sağlık Günü’nde kutlanacak pek bir şey yok. Bir zamanlar çocuk felci gibi ortadan kaldırıldığı düşünülen eski hastalıklar farklı kıtalarda geri dönüyor ve Covid-19 salgınının üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hala pandeminin sancılarını yaşıyoruz.

BM’nin bu yılki teması “Bizim Gezegenimiz, Bizim Sağlığımız”. Doğanın tüm seviyeleri ile sağlığımız arasındaki karşılıklı bağımlılığa odaklanıyor. Dünya Sağlık Örgütü, her yıl dünya çapında 13 milyondan fazla ölümün çevre sorunlarından kaynaklandığını öngörüyor. Aslında, iklim değişikliği kanser, astım, kalp sorunları, salgınlar ve diğerleri gibi hastalıklarla bağlantılıdır.

Ölümleri saymaya ve dünyanın durumundan şikayet etmeye devam edebiliriz, ancak küresel olarak sağlık sistemlerinin başarısız olduğunu kabul edene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Temel kaygımız, herkese iyi bir yaşamı garanti etmesi gereken tüm bilimsel gelişmelere rağmen insanlığın nasıl bu kadar düşük bir noktaya geldiğini sorgulamak olmalıdır.

İnsanlık, kendi egoist ve kötü niyetli özelliklerine göre sağlık sistemlerini doğurmuştur. Dolayısıyla kötüden iyinin çıkmasını bekleyemeyiz. Burada sözü edilen kötülük, insanoğluna kök salmış bencil, egoist niteliklerdir. Sağlık sistemleri, toplumun tüm sistemleri gibi, paranın nasıl kullanıldığına ve insanların onların düzgün bir şekilde işlemesine istekli olmalarına bağlıdır.

Çevrenin ve küresel sağlığın daha iyi durumda olmasını garanti etmesi gereken birçok uluslararası kuruluş, bu hedefleri desteklemek yerine, yalnızca finansal destek toplamak ve durumu iyileştirmek için gerçek sonuçlar ve eylemler olmaksızın konferanstan konferansa jet düzenleme yapmakla ilgilenmektedir.

Bu nedenle, yalnızca pandemilerle etkili bir şekilde mücadele edemememize şaşmamalı, üstelik neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı düşünülen eski hastalıklar bile yeniden ortaya çıkıyor. Bir hastalığın geri döndüğü yüzlerce yıllık bir kuluçka dönemi olabilir ve biz bu sürecin pek farkında değiliz, ancak çoğalmaları için koşulları yaratmaya devam edersek onları asla kökten yok edemeyiz.

Özellikle son birkaç on yılda keşfedilen tüm hastalıklar, insan ile çevre ve insanlar arasındaki zihinsel, fizyolojik ve biyolojik dengesizliğin sonucudur. Bunu düzeltene kadar hastalıkların nedenini ortadan kaldıramayız.

İnsanlar olarak, doğanın durumunun aramızdaki ilişkilere bağlı olduğunu anlamamız gerekiyor. Doğa üzerindeki olumsuz etkimizin görünür kanıtlarını görüyoruz, ancak aradaki bağ daha da derine uzanıyor. Bununla yüzleşmeli, tutumlarımızı değiştirmeli ve doğanın bütünlüğüne uyum sağlamaya istekli olmalıyız. Bu, bencil hesapları düşünmek ve sonuçlarına hiç aldırmadan elimizden gelen tüm açgözlülüğü yapmak yerine, yalnızca hayatta kalmak için gerekli olanı almamız ve tüm sistemin iyi işleyişine özen göstermemiz gerektiği anlamına gelir.

Kişi, insan ilişkilerinin ve doğada olup bitenlerin nasıl ilişkili olduğu sorulabilir. Doğada dört seviye vardır: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. İnsan dışında her şey doğanın karşılıklılık ve denge yasalarına göre var olur. Diğer seviyelerin hiçbir şeyde özgür seçimi yoktur; sadece hayatta kalmak için gerekli olanı alarak, içgüdüsel olarak hareket ederler. Tersine, insan seviyesi, kasıtlı olarak, bilinçli olarak, zarar vermek uğruna Dünya’da ve başkalarına karşı vahşet işleyen tek seviyedir. Doğadan aldığımız tüm olumsuz tepkiler, yalnızca bizim eylemlerimizin bir sonucudur. Basitçe söylemek gerekirse, bu darbeleri kendimize biz getiriyoruz.

Uyumlu bir insan ilişkileri sistemi kurmaya çalışırsak, insanlık dahil tüm doğa dengeli olacaktır. Herkese ne kadar bağımlı olduğumuzu hissettiğimizde, ortak akıl ve tek vücut şeklinde bireysel ve toplu olarak diğerlerini önemseyerek hareket ettiğimizde, eski bir atasözü olan “Sağlam kafa sağlam bedende bulunur” gerçek olacaktır.

Hayatta Yön Eksikliği

Soru: Vladimir Zhikarencev’in Özgürlüğe Giden Yol adlı kitabında, tüm hastalıkların şu soru üzerine yansımaların sonucu olduğunu yazıyor: “Bütün bunlar ne için?” ve bu tür düşünceleri kendinizden uzaklaştırmalısınız. Onları uzaklaştırmak gerçekten gerekli mi?

Cevap: Sorun şu ki, insanlık sürekli bu düşüncelerden kurtulmaya çalışıyor ama çok kötü yollarla ve bununla giderek daha çok batıyor. Ne de olsa, esasen bu düşünceler bize onların üzerine çıkmamız için gelir ve bizim için daha büyük bir gelişme elde edeceğimiz bir kaldıraç olabilir.

Günümüzde, dünyada pek çok kişi şöyle diyor: “Neden sanayi ve teknolojik gelişmeye ihtiyacımız var ki? Bakın ne hale geldik, çevreyi çöpe çevirip öldürüyoruz ve kendimizi yok ediyoruz. Bu ne için?”

Ama doğayı ve insanı durduramayız. Sadece her şeyi doğru kullanmayı bilmek zorundayız.

Bu nedenle, içimizde yeni boşluklar, bazı yeni arzular ortaya çıkarsa ve onları nasıl karşılayacağımızı bilmiyorsak, burada olanlar bize yetmez; daha fazlasını isteriz ama ne olduğunu ve ne zaman olacağını kendimiz de bilmeyiz, “daha fazlası” bizim için parlamaz ve önümüzü görmeyiz, o zaman depresyona gireriz, bir tür problemlerin içine gireriz.

Orada yaşam yönergelerinin eksikliği vardır.

“Amaçsız Bir Hayat Artık Hayat Değildir” (Medium)

“Life Overtakes Me” ile En İyi Kısa Belgesel Konusu dalında Oscar’a aday gösterilen John Haptas ve Kristine Samuelson,  4 Şubat 2020, Beverly Hills, California, ABD’deki Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nde bir resepsiyonda poz veriyor.  REUTERS/ Mario Anzuon

 

Bir öğrencim, İsveç’te yasal statülerindeki belirsizlikler nedeniyle “teslimiyet/vazgeçme sendromu” adı verilen, komaya benzeyen bir hastalığa yakalanan mülteci çocukların hikayesini anlatan “Life Overtakes Me” (Hayatın Tutsakları-Türkçe versiyon adı) filmini izlemiş. Öğrenci, ölüm korkusunun en derin, en ilkel duygu olduğu iddia edilse de, çocukların nasıl olup da yaşam yerine ölümü “seçtiklerini” merak etmiş.

Sanırım öğrencimin yanlış anladığı yer burası: En temel korku ölüm korkusu değil, yaşam korkusu ya da daha doğrusu amaçsız yaşam korkusudur!

Yaşamın kendisinden daha yüksek bir yaşama sebebi olmadan yaşadığımız o dakika, yaşamın altında bir duruma ineriz. Hayvanların böyle soruları yoktur; onlar sadece içgüdülerini takip ettikleri için var olurlar. Dolayısıyla onlar için varoluş yaşamdır.

Öte yandan insanlar, yaptıklarını neden yaptıklarını bilmeye ihtiyaç duyarlar. Aksi takdirde harekete geçme motivasyonları kalmaz ve madde bağımlılığından depresyona, teslimiyet/vazgeçme sendromundan intihara kadar her türlü gerileme olgusu ortaya çıkar. İntihar ve diğer kendine zarar verme davranışlarının insanlarda bu kadar yaygın ve hayvanlarda bu kadar ender olmasının nedeni, insanların bir hedefe, hayatta bir amaca ihtiyacı varken hayvanların buna ihtiyacı olmamasıdır. Amaçsız bir yaşam ölümden daha kötüdür, bu yüzden insanlar ölümü amaçsızlığa tercih ederler.

Bununla birlikte, hayatta hiçbir amacımızın olmadığı duygusu güçlü bir motordur. Her şeyi sorgulamamıza neden olur. İnsanlığın en büyük keşifleri, insanlar hayata cevaplar aradığında yapılmıştır.

Bugün insanlar harika bir hayat sürmek için ihtiyaç duydukları her şeye sahip görünüyorlar, ancak yaşamak için hiçbir nedenleri yok. Bu nedenle hayatın ne için olduğunu merak ediyorlar.

Bu soru, insanın sorabileceği en temel sorudur çünkü cevap içimizde değil, aramızdadır. Varlığımızın sebebi, insanlığı kapsayan ağdaki değerimizdir. Her birimiz bu ağın eşsiz birer parçasıyız ve birimiz eksik olduğunda oluşan boşluğu kimse dolduramaz. Bu ağın gücüne katkımız ne kadar büyük olursa, birey olarak değerimiz de o kadar büyük olur.

Bu nedenle bugün sosyologlar ve psikologlar mutluluğun anahtarının sosyal bağlarımızın niteliği olduğunu keşfediyorlar. Yalnızca olumlu sosyal bağlara sahip olduğumuzda, her birimiz tüm insan ekosisteminin yararına kendi potansiyelini fark ettiğinde, ancak o zaman gerçekten mutlu oluruz ve aynı zamanda topluluklarımıza, ülkelerimize ve dünyaya katkıda bulunuruz.

Ancak her birimiz başkalarını önemsediğinde, üyelerinin halinden memnun ve mutlu olduğu, diğer insanları veya çevreyi sömürmeyen dengeli bir toplum kurabiliriz ve mutluluğumuzu, toplumun ve tüm dünyanın yararına kişisel potansiyelimizi gerçekleştirebileceğimiz yer olan, başkalarıyla aramızdaki bağda buluruz.

Zihinsel Dengenizi Kaybetmeyin

Soru: Brüksel’de pandemi sırasında ruh sağlığını iyileştirmeye yönelik bir deney başlatıldı. İnsanları eczanelere değil müzelere gönderiyorlar. Ayrıca müze sergileri, moda endüstrisinden atık su arıtmaya kadar çeşitlilik göstermekte.

Benzer bir sistem Quebec’te uygulandı. Oradaki doktorlar hastalarına yıl boyunca 50’ye yakın müze ziyareti önermektedir. Bu kriz sırasında, bunun antidepresanlardan daha etkili olacağını söylüyorlar.

Antidepresanlar yerine bu eşsiz çözümü nasıl buluyorsunuz?

Cevap: Çok iyi. Bu en azından bir tür eğitim sürecidir.

Soru: İnsan müzeye girdiğinde bütün dertlerini unutur mu?

Cevap: Dünyaya farklı bir gözle bakmaya başlar.

Soru: Peki ya müzeler moda tarihi, insanlık tarihi, doğa vb. ile ilgiliyse?

Cevap: Kişiyi geliştirir ve zihnini genişletir. Aynı zamanda dünyaya farklı bakmaya başlar. Bu gereklidir. Nerede olduğumuzu, doğada ne olduğumuzu ve genel olarak kim olduğumuzu anlamanın yolu budur. İnsanın buna gerçekten ihtiyacı vardır. Bütün bunlara dayanarak, diğer sorunları çözebilecektir.

Soru: Müzeleri gezmekten yana mısınız?

Cevap: Kesinlikle! Sana bir örnek verebilirim. 28 gün Toronto ve New York’taydım ve müzelerden neredeyse hiç çıkmadım. Her gün yeni bir müzeye gittim. Zihni genişletmeye yardımcı olur.

Soru: Yani bunalım içinde olan bir insanın zihninin bu genişlemesine ihtiyacı mı var?

Cevap: Evet. Dünyaya bir bütün olarak farklı, daha geniş bir şekilde bakar ve olaylar, nesneler ve güçler arasındaki bağlantıları görür. Dünyaya öyle bir bakmaya başlar ki dünya, acı çektiği bu küçük, dar dünyadan çok daha büyük olur.

“Ölüm, İşten Emekli Olduğunuzda Başlar” (Linkedin)

74 yaşındayım ve Allah’a şükür her gün çalışıyorum. Dünyanın dört bir yanındaki saat dilimlerinden derslere canlı olarak bağlanan öğrencilerime sabahın üçünden altısına kadar Kabala bilgeliğini öğretiyorum. Sonra hafif bir yürüyüşe çıkıyorum ve egzersiz yapıyorum, dinleniyorum ve sabahın ikinci bölümüne başlıyorum: toplantılar, röportajlar, TV çekimleri ve orijinal Kabala kaynaklarından çalışmalar.

İsrail’in ortalama yaşam süresinin yüksek ülkeler arasında olduğu biliniyor; ortalamamız 80 yaşını çoktan geçti. Diğer ülkelerde olduğu gibi burada da kadın ve erkek için emeklilik yaşının yükseltilip yükseltilmemesi konusunda süregelen bir tartışma var. Bu sadece insanların paralarının bitmesi ya da farklı projelerde yer almak istemeleri nedeniyle değil, aynı zamanda çalışmaların gösterdiği gibi, bir kişi çalışmayı bıraktığında depresyona girdiği, yalnızlığa gömüldüğü ve hayatta anlamsız hissetmeye başladığı için böyledir.

Kim çalışmayı bırakır ve iyi bir hayatın o zaman başladığını düşünürse yanılır. Uyandığımız andan itibaren programımız gevşer ve sıkıntılar başlar. İnsan öğlene kadar olan zamanı nasıl dolduracağını, sonra öğleden akşama kadar ne yapacağını düşünür. Ve o zaman bile, bazı şeyleri neden otomatik olarak yaptığımızı sorgulamaya başlarız. Yarın ne yapmalı? Ve sonraki gün? Bu durum, yaşamı uzatma durumu değil, yaşam içinde ölümdür. Dinlenme ölümün bir parçası haline gelir.

Kendi deneyimime dayanarak, en az yarım gün, sabah birkaç saat çalışmayı destekliyorum,  daha fazla değil. Emekli olan insanlar genellikle bir bozulma ve düşüş sürecinden geçerler çünkü bizler dünyada son günümüze kadar çalışmak üzere yaratılmışızdır ve bu benim bedenimde, kendi tenimde hissedilir.

Eğer bir kişi emekli olduysa, benden bir tavsiye şudur: Sizin yaşınızdaki insanlarla ilişki kurun; bu bağlantı her zaman iyidir. Sağlıklı, yardımsever, eğlenceli kalmaya çalışın ve başkalarını teşvik edin. Arkadaşlarınızla sadece bir bankta oturup konuşmayın; birlikte çalışın, yaşadığınız binayı temizleyin, merdiven boşluğunu yıkayın, bahçedeki çimleri kesin, sebze yetiştirin ve çiçek dikin. Bu tür faaliyetler aynı zamanda karlı olabilir ve istihdam sağlayabilir, ancak daha da önemlisi beden ve zihin sağlığını korurlar.

Diyelim ki az önce bahsedilenlerden başka aktiviteleri tercih ediyorsunuz? Çok güzel.  Temel amaç, topluluğa katkıda bulunan, başkalarının iyiliğini gözetmekle bağlantılı eylemlerde bulunmaktır. Altın yıllar için bu tavsiye iyilikle dolu hissetmenin ve bu duyguyu başkalarına aktarmanın hızlı ve ödüllendirici bir yoludur. Bu yaşlılar için, daha fazla katılım ve çalışma isteyecekleri için kendilerine bakma taahhüdü ile dolduracak tek reçetedir. Topluma yardımcı olmak genç, canlı ve güçlü hissetmenin yoludur.

Kanser Neden Herkesi Etkiler?

Soru: İnsanlık yüzyıllardır kanserle yaşıyor. MÖ 7. yüzyıldan kalma eski Mısır papirüsleri bile meme kanserini vb. tanımlar. İnsanlık her zaman bu hastalıkla savaşmaktadır. Kemoterapiyi icat ettik, her türlü ilacı yarattık ve hala bu hastalık bizi yeniyor.

Bilim adamları, kanser hücresinin benzersiz olduğu ve genel olarak kanserin herkes için farklı olduğu sonucuna varmışlardır. Bu nedenle, yaklaşım her hasta için çok bireysel olmalıdır. Kabalistler bu hastalık hakkında ne diyor ve biz ondan nasıl kurtulacağız?

Cevap: Bu insan veya hayvan vücudundaki bir hücrenin veya bir organın işleyişindeki programın ihlalidir. Hücreler ve organlar bozulma yaşar. Tıpkı bir bilgisayardaki gibidir, örneğin, bir başarısızlık olduğunda ve zaten kimin ne yaptığını bilir ve kendini yok eder.

Ancak Kabala açısından, bir başarısızlık meydana gelir ve kendini yok eder demeyiz. Bir başarısızlık meydana gelir ve her şey farklı bir plana göre gider. Hala bir plana göre gitmektedir, bunlar tamamen rastgele kuvvetler değillerdir. Doğada rastlantısal diye bir şey yoktur. Doğada her şey önceden belirlenmiştir, her şey tamamen birbirine bağlıdır. Bu nedenle kanser, protein hücrelerinin varlığının doğru ve sağlıklı programının ihlalidir.

Doğru, sağlıklı varoluş programı, bedenin efendisini, bedenin sahibini, başkalarıyla doğru bağlantıya götürmek ve birleşmek, bunun aracılığıyla da ortak birleştirici bir güç ortaya çıkarmak için çalışmasıdır.

Sahip, bu hücrelerin doğru bir şekilde birleştirilmesiyle meşgul olmadığından, aralarında yanlış şekilde çoğalmaya başlayacakları bir kesinti yaşanmaktadır.

Soru: Hücrenin doğru gelişimi nedir?

Cevap: Kendi aralarında, yerinde özen göstermededir.

Soru: Diğer hücreleri önemsemeyi bırakıp sadece kendine mi önem verir ve kendisi dahil etrafındaki her şeyi yok etmeye mi başlar?

Cevap: Evet. Bu çevreye, çevresine karşı tamamen egoist bir tutumdur, çünkü onunla doğru pozitif etkileşimi bulamaz.

Soru: Öyleyse aslında aramızdaki, insanlar arasındaki ilişkilere kanserli diyebilir misiniz?

Cevap: Elbette!

Soru: Bu hastalıktan muzdarip bir dünyada yaşadığımız anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet.

Soru: Ve aynı şey içimizde mi oluyor?

Cevap: Kesinlikle aynı süreçlerdir.

Soru: Çözüm nedir, tedavisi nedir?

Cevap: Hücrelerin gelişiminde, aramızdaki yanlış ilişkilerde, aramızdaki yanlış insan ilişkilerinde neyin yanlış gittiğini anlamak ve birbirimizle ilişki kurma şeklimizi düzeltmektir.

Ve aramızdaki iyi ilişkilere doğru değişimlere göre, habis hücreler ve dokular arasındaki doğru etkileşimi hemen göreceğiz.

Soru: Kişi bu hastalıktan tek başına kurtulabilir mi?

Cevap: Muhtemelen bir şans olabilir. Ama sadece kendisi ve diğerleri üzerinde çok ciddi çalışmalar yaparak. Eğer kişinin yapmasına izin verilirse. Gerçek şu ki, kanser aslında tüm insanlığın egoist bir tümörüdür. Bu nedenle, doğası gereği, karakteriyle tamamen bencil olmayan insanları da etkileyebilir. Onlar da etkilenir.

Soru: Sanki tüm insanlıktan onlara yansımış gibi, değil mi?

Cevap: Evet. Ve genel olarak, bu açıdan doğayı yanlış anlıyoruz. Çünkü doğa, belki de birbirlerine karşı bu tür kötü tezahürlerle en az ilişki kuran insanları etkiliyor.

Yorum: Demek ki, Hak’tan yana olan ilk acı çeken kişi olabilir.

Cevabım: Doğru.

Soru: Neden?

Cevap: Çünkü onlar diğerlerinin üstündedir ve bu nedenle ilk darbeyi onlar alır.

Soru: Bu utanç verici.

Cevap: Hayır, utanç verici değildir. Bu evrensel bir doğa yasasıdır, bu nedenle herkesi düşünmemiz gerekir.

Yorum: Bir keresinde, bir kişi kendini kötü hissettiğinde veya ağır hasta olduğunda, kendisi hakkında düşünmek yerine başkalarını düşünme gücünü bulursa, bu şekilde hastalığı yenebileceğini söylemiştiniz.

Cevabım: Hastalığı yenebilir, ancak günümüzde her şey birbirine o kadar bağlı ve birbiriyle bağlantılı olduğundan çok zordur.

Soru: Reçeteniz nedir?

Cevap: Yine de başkalarını düşünmelisiniz. Bu, kanser gibi kötü, egoist bir hastalık için en kesin ve en büyük çaredir.

“Kötü Huylu İlişkiler” (Linkedin)

Kanser binlerce yıldır insanlığı rahatsız ediyor. Bazı kanser raporları MÖ yedinci yüzyıla kadar uzanmakta ve Mısır’daki eski parşömenlerde göğüs kanserinden bahsedilmektedir. Çağlar boyunca sayısız tedaviler hazırlanmıştır, ancak kanser yine de yayılıyor. Bazı bilim adamları, her vaka ve her bir kişi benzersiz olduğu için, kanserle vaka bazında mücadele etmemiz gerektiğine inanıyor. Benim görüşüme göre, tüm kanser türlerinin tek bir nedeni vardır; nedeni ortadan kaldırırsanız kanseri ortadan kaldırmış olursunuz.

Kanser, bazı hücrelerin bencilce davranmaya başladığı, çevrelerini ve nihayetinde tüm organizmayı yok ettiği ve ölümüne neden olduğu hücreler arası ilişkilerde bir bozulmadır. Ancak vücudumuzdaki hücreler doğası gereği bencil değildir; işbirliği yapmaya ve hatta gerekirse bedenin iyiliği için kendilerini feda etmeye programlanmışlardır. Kanserli hücreler, içlerine kötü amaçlı bir yazılım yüklenmiş gibi yapılarını bozan ve komşularına kötü davranmalarına neden olan doğal programlarına aykırı davranmaya başlarlar. Bu kötü amaçlı yazılım, kanserin bedenlerine zarar verdiği insanlar, bizleriz. Birbirimize düşman olduğumuzda, kendi hücrelerimiz de dahil olmak üzere doğanın diğer tüm seviyelerine kötülüğü yayarız. Sonuç olarak onlar da ölene kadar birbirlerine düşman olurlar ve biz de onlarla birlikte ölürüz. Diğer bir deyişle, ruhumuz kötü davranışlarla boğuşursa, hücrelerimiz için de öyle olacaktır.

Birbirimize karşı kötü davrandığımızda, acı çekenlerin mutlaka zorbalar olması gerekmez. Aslında acı çekenler genellikle zorbalar değildir, ama sonunda herkes acı çeker. Suçlulara verilen ceza her zaman belirgin olmasa bile, kötü davranıştan dolayı kimse kazanmaz. Aynı şey kanser için de geçerlidir: Hastalananlar her zaman bencil hücreler değildir; genellikle önce başka bir organ etkilenir. Ancak sonunda, tüm vücut yok olurken, her biri eşit derecede acı çeker.

Adalet ilahi olsaydı, kanser sadece bencillere ızdırap verirdi. Ancak işler bu şekilde yürümemekte. Tıpkı tüm hücrelerin birbirine bağlı olması ve bir yerdeki zayıflığın başka bir yerde bir hastalığa yol açması gibi, bencil bir kişi de başka bir kişide hastalığı tetikleyebilir. Diğer kişi hiçbir şekilde bencil olmayabilir, ancak hepimiz bağlı olduğumuz için tüm sistem zarar görür ve insan zinciri boyunca bir yerlerde bir bağ kopar. Sonunda, vücutta olduğu gibi tüm zincir acı çeker, yani sonu beklersek adaletin yerine geldiğini görecek kimse kalmayacaktır.

Bu nedenle, kansere çözüm vakaya göre bir tedavi değil, herkes için aynı tedavidir: Vücudumuzdaki hücreler arasında, doğal olarak var olanlarla ilişkilerimizin düzeltilmesi. Birbirimize karşı kötü niyetimiz aracılığıyla kendi hücrelerimizi hasta etmek yerine, onlardan asıl sağlıklı bir vücut gibi çalışılacağını öğrenmeliyiz. Birbirimize saldırmak yerine birbirimizi savunduğumuzda, beden, zihin ve ruh olarak sağlıklı olacağız.