Category Archives: Maneviyat

Faydalı Tembellik

Soru: Bilim adamları, tembelliğin en yararlı özelliklerden biri olduğuna inanıyor. Tembelliğin sağlığı iyileştirdiğini, bizi daha üretken hale getirdiğini, yaratıcılığı artırdığını, beyni aşırı yüklenmeden koruduğunu, konsantrasyonu iyileştirdiğini, sağlığı artırdığını ve yaşamı uzattığını kanıtladılar.

Tembellikle nasıl savaşırız ve onunla savaşmalı mıyız?

Cevap: Bizler, sürekli olarak teknik ve psikolojik bir evrim içinde gelişiyoruz. Sonuç olarak, teknolojimiz ve en son iletişim araçlarıyla, kendimizi giderek daha fazla bağlıyor ve durmaksızın çalışıyoruz.

Bu daha önce böyle değildi. Tam tersine, insanlar zamanlarının çoğunu köylerinde evlerinde geçirdiler, başka birçok faaliyetle meşgul oldular.  Sıradan insan bile şafaktan alacakaranlığa kadar çalışmadı.

Her şey on dokuzuncu yüzyılda buhar motorlarının ve diğer teknik yeniliklerin geliştirilmesiyle başladı. Görünüşe göre ne kadar çok icat edebilirsek, o kadar çok çalışırız, kendimizi çekmek zorunda olduğumuz  bir arabaya koşarız.

Kişi daha az çalışmalıdır. Antik çağlardaki gibi ateşin yanında oturmalı (mecazi anlamda), çayırda dans etmeli, arkadaşlarını ve akrabalarını ziyaret etmeli, zamanının çoğunu her türlü evde veya sosyal etkinliklerde geçirmeli ve dinlenmek için zaman ayırmalıdır. Ama ne olursa olsun, tüm zamanınızı kimsenin ihtiyaç duymadığı çalışmaya ayırmayın, bu sadece birinin hesabına sıfır eklemek için yapılır.

Bu nedenle tembel olmak kötü değil, hatta faydalıdır.

Soru: Bir kişinin manevi gelişiminde tembellik diye bir şey var mı?

Cevap: Evet, bizler bunu hoş karşılarız. Manevi tembellik, kişinin gereksiz bir şey yapmamasına yardımcı olur, aksi takdirde tüm dünyayı yıkıma götürür. Bu nedenle şöyle denir:  “Ayakta durmak yerine oturun. Yürümek yerine ayakta durun ” ve bunun gibi. Yani tembellik faydalıdır. Daha az hareket daha az soruna yol açar.

İshak’ın Kuyuları

Kabala bilgeliğini yıllarca çalıştıktan sonra,  kişinin birdenbire tüm maneviyat arzusunu, tüm motivasyonunu, daha önce sahip olduğu tüm dürtüyü kaybettiğini keşfettiği ve nereden güç alacağını bilmediği bir olgu vardır. Kişi Yaradan’dan ona maneviyat özlemi için güç vermesini isteyecek güce bile sahip değildir.

Ve bundan başka, kişi haz alma arzusunun üstesinden gelme ve onu ihsan etme uğruna kullanma gücüne sahip olmaya özen göstermelidir. Bu nedenle çalışma, birbiri ardına değişen iki aşamada ilerler.

Bazen onu aşmak ve ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmek için haz alma arzumla savaşırım. Ve bazen maneviyat arzusu için savaşırım çünkü kaybolur, maneviyatla ilgili olarak ölmüş gibi olurum ve yardım istemek veya almak istemem.

Bu iki koşulda da çalışmak zorundayız ve buna İshak’ın kuyularının kazılması denir. Toprak olarak adlandırılan haz alma arzusunun içinde, eksiklik hissiyatının, maneviyata ulaşma arzusunun sembolleri olan bu kuyular kazılmalıdır, ardından bu kuyular suyla,  Tora’nın sularıyla, Hasadim ışığıyla doldurulacaktır.

Kuyu kazarım çünkü maneviyat arzusunu, Yaradan’a ulaşma ve O’nunla birleşme arzusunu, ihsan etme ihtiyacını edinmek isterim. Önümde basit bir toprak var ve onu manevi bir alana dönüştürmek isterim. Bu nedenle, egoist arzu içinde eylemler yaparım, bu dünyadan cennete, manevi dünyaya ulaşmak için onu ortaya çıkarmak ve içinde boşluklar açmak isterim. Bu, İshak’ın çalışmasıdır.

Haz alma arzumu, onu ihsan etme eylemleri için, dost sevgisi için ve onlar aracılığıyla Yaradan sevgisi için, nasıl kullanacağımı anlamak amacıyla kazarım. Bu arzudan ihsan etme, sevgi, birlik arzusunu çıkarmak isterim. Bundan başka materyalimiz yok ve o, ıslaha gelmiş olmalıdır.

Öncelikle, ihsan etme uğruna arzumla çalışma arzumda, haz alma arzumda bir delik kazarım. Ve sonra bu delik suyla dolar ve kuyu olur, bu da ortak bir arzuyla, toprakla uygun bir şekilde çalışmamı sağlar.

Bir ev inşa etmek istiyorsak, önce temel için bir çukur açmamız gerekir. Ve aynı şey maneviyatta da olur; toprağı kazmalısınız yani kalbi ve oradaki tüm tozu temizlemelisiniz. Bu, arzularınızdan tüm egoist niyetleri çıkarmak anlamına gelir. Ve sonra bu yerde inşa etmeye başlayabilir yani ihsan etme uğruna olan arzuya niyet ekleyebilir ve bir bina inşa edebilirsiniz. Kalp hiç doldurulma olmadan boş kaldığında, inşa etme zamanı gelir.

İnsan, arzusundan, kendi iyiliği için olan niyetini çıkarmalıdır. Yaradan, sanki inşaat kazıkları çakıyormuş gibi, arzumuza kasıtlı olarak egoist niyetler yerleştirdi. Bizim de kuyu yapmak için onları dışarı çekip kalan delikleri suyla doldurmamız gerekir. Bereketli topraklar elde edeceğiz ve üzerine inşa edeceğiz.

Arzu, haz alma arzusu olarak kalır ve bizim işimiz, içindeki egoist niyeti, ihsan etmekle değiştirmektir. İhsan etme uğruna bir niyet varsa, o zaman kişi zaten arzuyu kullanabilir ve ondan binaları, ihsan etme basamaklarını, Yaradan’a benzer formlarımızı inşa edilebilir.

Egoist niyeti arzudan ayırmak, ancak grup vasıtasıyla, dostlarla birleşerek mümkündür. Tek başına niyeti değiştirmek ve hatta buna yaklaşmak bile imkansızdır.

Birleşiriz ve ortak arzumuzu birlikte kazarız, sütunlar üzerine bir ev inşa etmek gibi, kuyular kazılır, betonla doldurulur ve bu sütunların üzerine bir ev dikilir.

Tüm niyetlerimizin egoist olduğunu, kendi iyiliğimiz için olduğunu görürüz. Ve bu yüzden onları topraktan, arzularımızdan çıkarmak ve onların yerine ihsan etme uğruna olan niyetleri koymak isteriz.

Tora’da kuyularla ilgili birçok hikaye vardır. İbrahim’in çölde Beer Sheva yakınlarındaki kuyuları nasıl açtığını, ardından İshak’ın kuyularını anlatır. Gelecekteki gelinle buluşma da kuyuda gerçekleşir. Kahraman, kötüleri kuyudan uzaklaştırır, içinden ağır bir taş çıkarır ve herkese su verir.

Bu, ihsan etme uğruna edinilmiş niyetler nedeniyle kuyuyu tıkayan bir taşı (taştan kalp)hareket ettirebilen bir kişiyi sembolize eder ve sonra herkes kuyudaki suyun tadını çıkarabilir.

Dolayısıyla, Tora, tek çizgide ve üç çizgide çalışmaktan, farklı manevi seviyelerden bahseder, ama bu her zaman suyla dolu bir kuyu vasıtasıyla olur.

Suyla yani Hasadim ışığıyla dolu bir kuyu, canlandırıcı suyla dolu bir kuyuya dönüşür. Hasadim ışığı, dünyaya güç verebilir ve ekinleri yetiştirebilir.

Kuyu kazmak demek, basitçe toprak denen bozuk bir arzu içinde, ihsan etme niyetini almak demektir. Kuyunun olması gereken bir yer bulmalıyız. Eksikliği hissedin ve yerdeki bu oluk, su ile, Bina’nın özellikleri ile yani kendimiz için değil ihsan etme uğruna çalışma özlemlerimizle dolmaya başlayana kadar toprağı kazmaya başlayın.

Verme niyeti, haz alma arzusunun içindeki tüm bu boşluğu doldurduğunda, o zaman bu suyu toprağı sulamak ve ekinleri yeniden canlandırmak, hayvanlara (eşekler, develer veya insanlara) su vermek ve yavaş yavaş ıslahlara gelmek için kullanabiliriz. Kuyu kazmak, manevi çalışmanın başlangıcıdır.

“Dua Nedir? “

Hayatımızda biriken problemlere yol açan ben merkezli bir dünya algısı ve hissi içinde doğup büyüyoruz. Her türlü problemle karşılaşmamız, bize mevcut algımızın ve hissiyatımızın üzerine çıkma arzusu vermek ve herkes arasında sevgi, ilgi ve olumlu bağdan oluşan yeni bir dünya keşfetmek içindir.

Doğuştan gelen egoist algımız ve hissiyatımızdan, yeni bir özgecil algıya dönüşüm, “dua” adı verilen bir eylemle gerçekleştirilir.

Dua nedir?

Dua, kitap ne kadar kutsal olursa olsun, bir kitaptan sözler okumak anlamına gelmediği gibi, daha yüksek bir güçten dünyada bir şeyleri değiştirmesini istemek veya bireysel olarak kendine fayda sağlamak anlamına da gelmez. Daha ziyade, tüm gerçeklik algımız ben merkezli olduğundan, an be an kendi içimizde doyumu elde etmeyi hedeflediğimiz için, o zaman dua, ben merkezli yaklaşımımızı gerçeğe dönüştürmek ve herkese ve çevremizdeki her şeye faydalı olmak için samimi bir taleptir.

Başka bir deyişle, dua, olağan bir şekilde yaptığımız gibi, kişisel kazanç için başkalarını egoist olarak özümsemek, almak ve sömürmek yerine kendi kendini dönüştürme talebidir, bunun karşılığında ters yönde düşünmek ve arzulamak için gerçek bir irade geliştiririz: başkalarının yararı için vermek, ihsan etmek ve kendi kendimizi kullanmak.

Kalplerimizin derinliklerinden, kendi kendine dönüşüm için dürüst bir duanın sonucu, bilgelerimiz tarafından “Dostunu kendi gibi sev” emrinde yazılmıştır (Leviticus 19:18). Yani duamız bizi, kendimizi hissettiğimiz gibi başkalarını da hissettiğimiz bir duruma götürmeli, böylece egomuzun niyetini, verme niyetine çevirip ıslah ederiz.

Bu nedenle dua, başkalarını kendimizi sevdiğimiz gibi sevmek için gerçek bir arzuya ulaşmanın yanı sıra, kendimizi gerçekten ne kadar sevdiğimizin tam olarak açığa çıkması anlamına gelir. Eğer arzumuz doğruysa, kalbimizin derinliklerindense, egomuzu ıslah eden ve bize kendi öz sevgimiz ölçüsünde başkalarını sevme yeteneği veren daha yüksek bir gücün yardımıyla ödüllendiriliriz.

Twitter’da Düşüncelerim / 2 Aralık 2020

Yaradan’ın ifşası, O’ndan başka bir otorite olmadığını keşfetmek için kendisinin değişen gizlenmelerinden ve ifşalarından açığa çıkar. O’ndan bağımsız bir yer yoktur. Ben bunun ifşa olabileceği siyah bir noktayım, bu safhaya yapışma denir, gelişimin amacı.

Kendime değil bir tek Yaradan’a değer vermenin zorluğu, tüm dünyayı terk ettiğim ama karşılığında Yaradan’ı hissetmediğim hissindedir. Yaradan’ı hissederek, O’nunla bağlanmak için her şeyi bırakmaya hazır olurdum. Bu nedenle, asıl önemli olan Yaradan’ın tüm dünyayı doldurduğu hissine ulaşmaktır.

Görevimiz artı ve eksi arasında , Yaradan tarafından yapılan egoist doğa (kötü eğilim, bozuk başlangıç) ile çabalarımızla çektiğimiz Üst ışık (iyi başlangıç) arasında olmaktır. Kötülük ve iyi başlangıçlar arasında varız, çalışmamızı yapıyoruz.

Duygulara bağlı kalmamayı fakat mantığı takip etmeyi yani bağın bilimi Kabala bilimiyle meşgul olmayı öğrenmemiz gerekiyor. İçimizde artıdan eksiye çeşitli duygular ortaya çıktıkça-asıl mesele tüm bu duyguların üzerinde sevgi denilen birliği tamamlamak için ilerlemeye çalışmaktır

Bağ temelsiz bir nefretle başlar. Oradan, tek kalp tek adam olarak kişi kardeş sevgisine gelmelidir. Ortak ruh sistemini bir araya getirmeli ve herkesin yalnızca diğerlerini doldurmaya çalıştığı tam bir bağa ulaşmalıyız. Ortak ruh bu şekilde çalışır.

Doğamız üzerinde birlikte çalışarak aramızdaki çabaları biriktiririz, birbirimize yapışmaya çalışarak. Herkes kendini başkalarına adapte etmek, birbirine sevgiyle davranmak ister böylece aramızda Yaradan’ın mini bir sistemi, sadık bağlantılar sistemi ve ardından sevginin sistemini inşa ederiz.

Arzusunu kısmen veya tamamen kontrol edebilen kişi Kabalisttir. Yaradan’dan bir arzu alır ve bu arzuyu değiştirmek için güç ister. Her zaman içinde yaşadığı dünyayı, gerçeği, manevi merdivenin en altından en tepesine kadar değiştirebilir.

Yaradan bana her zaman belirli arzular verir: her an yeni bir dünya, yeni bir safhadır. Her saniye Yaradan’a daha yakın, daha bağışlayıcı, dostlarıma daha bağlı ve Yaradan’a bağlı kalmak isteyen tek bir adama dönüştüğümüzde onlar aracılığıyla Yaradan’a daha bağlı olmaya çabalarım

Arzumuzu değiştirerek duygularımızı değiştiririz. Hangisi olursa olsun, en kötüsünde bile Yaradan’dan bir duygu aldığım için sevinç duymalıyım. Grubun yardımıyla onun üzerine çıkabilir ve olanlara karşı tavrımı değiştirebilirim. “Oğullarım Beni yendi.”

Yaradan’ın amacı yarattıklarına haz vermektir. Bu nedenle kişi hazzı deneyimleyerek Yaradan’a haz vereceği gerçeğini dikkate almalıdır. Böylelikle Yaradan’ın gücünde olmaya, Yaradan ile, O’na memnuniyet getirecek olan hazzı alabilmek çabalar.

Bir kişi alma arzusunun ihsan etme niyeti ile ıslah edilmesine dikkat etmelidir. Öyle ki, alma arzusunda ifşa olan zevk ve neşe, kişinin hazzı deneyimlemesi dolayısıyla Yaradan’a haz vermesi niyetiyle olacaktır.

 

Üst Dünyayı Biz İnşa Ederiz

Bizler üst dünyaya girmeyiz, onu inşa ederiz. O, hazır olarak mevcut değildir. Bizim için hazır olan tek şey, bunu yapmamız için gerekli şartlardır. Manevi dünyayı, alma arzumuzdan inşa ederiz, onun üzerine bir kısıtlama, perde ve yansıyan ışık oluşturma yoluyla. Bu yansıyan ışıkla üst dünyayı inşa ederiz.

Yansıyan ışığımız ne kadar yüksekse, derece de yükselir, üst dünyanın ne olduğunu daha iyi tasvir edebiliriz. Bundan öncesinde o yoktur. Her şey sadece bizim arzumuzda var olmaktadır: ya alma ya da ihsan etme uğruna. Bunun ötesinde, arzularımızda ve niyetlerimizde olmadığı için hakkında tek bir kelime bile söyleyemeyeceğimiz üst kaynağımız vardır.

Arzularımızda ve niyetlerimizde ifşa olan şeye Yaradan (Bo-Re) –gel ve gör, denir. Üst dünyayı, birbirimize karşılıklı ihsan etmeyi amaçlayan, arzularımızdan inşa ederiz. Ve buna “ruh” denir.

Bitiş Çizgisi Mi Yoksa Ceza Yayı Mı?

Evrim kesinlikle bizi gönüllü olarak veya ıstırap yoluyla Yaradan ile form eşitliğine götürecektir; burada sadece iki yol vardır. İlk başta, doğanın güçleri nedeniyle tüm dünya bilinçsizce gelişir. Ancak kişi, gelişimin belirli bir aşamasından başlayarak, hayvansal varlığından kopar ve kendi içinde, Yaradan’a benzer bir manevi form olan bir kişi geliştirir.

Bu tür insanlar, üst bir gücü kendilerine çekip gelişimlerini hızlandırabilirler ve kendi kendilerine, açık bir kanal aracılığıyla, bu gelişme gücünü herkese aktarabilirler. Sonuç olarak, tüm kötülükler iyiye dönüşecektir, ancak bu sürece aktif katılımcılar olarak katkıda bulunmalıyız.

Gelişim sürecinin bitiş çizgisindeyiz ve bu nedenle geriye atılmamak için aktif bir rol almaya değer. Aksi takdirde, çocuk oyunlarındaki gibi, bir oyuncunun her defasında birkaç adım ileri gitmesi, fakat bir sonraki zar atılması ile aniden neredeyse oyunun başlangıcına geri gönderilmesi gibi bir tehlike ortaya çıkar.

Evrimin ceza yayına böyle bir dönüşten kaçınmak istiyorsak, doğa yasalarına, Yaradan’ın yasalarına uymalı ve daha fazla birleşip üst güçle bağ kurmaya çalışmalıyız. Ve sonrasında bizden dünyaya daha fazla ışık akacaktır.

Dünya hiçbir şey için suçlanmamalı, her şey “İsrail” in Yaradan için çabalayan kısmına, tüm ulusları birbirine, tüm bu çemberi bir hat aracılığıyla doğrudan bir kanal ile Yaradan’a bağlayanlara bağlıdır.

Yaradan ile Aramızdaki Adaptör

Kişinin düşüncelerini ve arzularını, olabildiğince fazla limitin üzerine doğru değiştirmesi, onları Yaradan’a atfetmesi, üst güce bağlanması için gereklidir. Bu, Yaradan’a bağlı kalmama yardımcı olan, bir bağ adaptörü görevi gören onlu aracılığıyla yapılabilir.

On’luyu doğru bir şekilde düzenlersek, üst gücü onun aracılığıyla göreceğiz, onu kavrayabileceğiz ve kendimizi ona gittikçe daha fazla ayarlayabileceğiz yani bağımızda daha da fazla arzu ve düşünceyi iyi ayarlayabilecek ve böylece Yaradan’a daha yakın olacağız.

Hedefe Doğru, Arzu Edilen Yol

Soru: Istırabı haz olarak deneyimlemeye nasıl başlıyorsunuz? Yaramaz çocuklar gibi davranmaktan kaçınmak için tam olarak ne yapabiliriz?

Cevap: Gerçek şu ki herhangi bir ıstırap hissettiğimde ve Yaradan’ın, bana bu yolla, doğru bir şekilde rehberlik ettiğini anlamaya başladığımda, onlara derhal şükrederim ve onları ıstırap olarak değil, yol gösterici güçler olarak hissederim. Ve sonra ıstırap kaybolur. Hatta, ağrıdan kurtulmak amacıyla bir operasyon için tıpkı bir doktora ödeme yaptığımız gibi, bir şekilde acı çekmek isteyebilirim.

Ancak arzu edilen yol, birbirimizle bağ kurmamız ve olumsuz nitelikleri ve ilişkileri olumlu olanlara dönüştürmeye çalışmamızdır. Bu, bizi her şeyden çok hedefe götüren ve tüm ıstırapları kesinlikle ortadan kaldıran çok daha kolay ve hızlı bir yoldur.

Eğer grupta birbirimizle doğru bir şekilde etkileşime girersek, o zaman tüm ıstıraplar kaybolur ya da olumlu hislere, hatta hazza dönüşür.

Acıların Üstesinden Nasıl Gelebiliriz?

Soru: Acıların üstesinden nasıl gelebiliriz?

Cevap: Acının üstesinden bilgi ile gelirsiniz. Neden, nasıl ve neye doğru hareket ettiğimi bilirsem, eylemlerimi ve attığım adımları net bir şekilde anlarım ve acıların beni hedefe doğru iten, iyi olan Yaradan’dan kaynaklandığını dikkatlice incelemeye ve anlamaya çalışırım. Ama hedefe doğru ilerlemek istemediğim ve buna direndiğim için, küçük inatçı bir çocuk gibi acı hissederim. Üst Güç  ile aynı fikirde olmadığım için acıyı kendime doğru çekerim.

Soru: Akıl zihindir, beyindir, acı ise duygulardır, kalptir. Eğer durum buysa, akıl kalbin üstesinden gelir mi?

Cevap: Akıl duyuları yönetir. Doğru niyetimiz ve grupta gerçekleştirdiğimiz doğru eylemlerle, belirli güçleri çağırırız ve bunlar duygularımızı değiştirir.

Maneviyata Doğru Hareket

Soru: Prensip olarak, sürekli onlularda çalışıyoruz. Şimdi eksik olan neyimiz var, bir tür dürtüsel çabaya, dışsal birlik içindeki içsel çalışmamız aracılığıyla bir atağa mı? Başarılı olmak için onludaki çalışmamıza ne eklememiz gerekiyor?

Cevap: Yavaş yavaş değişiyoruz. Bunu, size sunduğum materyalden ve onun nasıl aktığından anlayabiliyorum.  Bu rastgele materyal değildir. Bizler, bir aşamadan diğerine geçerken her dersten önce hazırlarız. Ayrıca düşüncelerimi Twitter’da biçimlendiriyorum.

Görüyorum ki ilerliyoruz, onlular güzel yapılandırılmış ve arkadaşlar bunlara katılmaya kayıtsız değiller. Başlangıçta onlularda çalışmak zorunda kaldılar, sonra başka seçenekleri olmadığını anladılar çünkü gerçekten böyle olmalıdır.

Şimdi onlar, sadece olmaları gerektiği için onluda değiller, egoist anlamda bile onlu aracılığıyla bir şeyi algılamaya başladıklarını hissediyorlar. Onlu vasıtasıyla kurtuluşun gücünü, ifşanın gücünü, ilhamı, tüm arzuları, tüm ışığı ve tüm maneviyatı ortaya çıkaracaklarını anlamaktalar. En azından önemli bir şey olarak, maneviyatla değerli bir ilişki kurduklarını görüyorum.

En azından kimse onluya kayıtsız kalamaz,  bu hareketi hissetmemizin nedeni de budur, ve bu çok iyidir.