Category Archives: Maneviyat

İçsel Bilgelik

Manevi çalışma mantığın ötesine geçer; bu, egoist aklımıza ve duygularımıza göre değildir. Ama o zaman nasıldır?

Manevi yapıdaki Sefira Daat (bilgi), duyguların ve aklın özel bir birleşimidir. Duygular Bina’dan gelir ve akıl Hohma’dan gelir, bundan daha yukarıda çalışmak nasıl mümkün olabilir? Manevi yaşamda onunla ilerlemek için, nasıl bu ilkenin en uç noktasını bile kavrayabiliriz?

Yeni algılama araçlarına ulaşmak istiyorsak, duygularımız ve aklımız üzerinde değil, sadece dostlarımızla yakınlaşmak için çalışmalıyız. Maneviyatta bir adım ileri giderek bir şeyleri anlamak ve edinmek istersem, bunu aklımda veya duygularımda nasıl yapacağımı aramıyorum. Sadece dostlarıma daha yakın olmak haricinde bunu bir kitaptan ya da duyularımla öğrenemem.

Adam HaRişon’un sistemini ıslah etmek için, yapabileceğimiz tek pratik eylem budur. Onludaki dostlarımla manevi bağ, içimde yeni bir Kelim açacak ve beni yavaş yavaş mantıktan, mantık ötesine doğru değiştirecektir:  bu dünyanın maddi Kelim’inden, dünyevi akıl ve hislerden manevi Kelim’e. Ve onlar sadece engellerin üstesinden gelmekle, kayıtsızlık ve dostlardan, onludan içsel ayrılıkla ortaya çıkarlar.

Kalbimi açtıkça ve bağ kurmak istedikçe, “Öğrenen bilge değildir” sözünü daha fazla anlarım. Edinim, bilgiye değil gittikçe daha fazla bağlanmaya başlayan Kelim’e bağlıdır. Parçalanmadan sonra, hepimiz bölünmüş durumdayız, ancak, birleşmek ve yakınlaşmak istediğimiz ölçüde, içinde yeni manevi kavramlar hissettiğimiz ıslah olmuş Kelim’i meydana getiririz.

Bu yüzden kendimi, manevi değişimlerden geçecek ve daha fazla maddi sebep ve psikolojik hisler aramayacak şekilde eğitirim. Sadece dostlarımla bağ kurmak isterim ve Adam HaRişon’un Kli’sini ıslah ederek, bütünsel bir manevi sistemin ne olduğunu, parçalanmadan önce Adam HaRişon’da ne olduğunu ve şimdi nereye gittiğimizi anlamaya başlarım.

Bizler, üst gücü, Yaradan’ı ve Kabala bilgeliğini kendi içimizde keşfederiz ve kitap bilgisi kazanmayız. Kabala’ya içsel bilgelik denmesinin nedeni budur.

İnsanlara Sevgi İle Başlamalısınız

Yaratılan sevgisinden Yaradan sevgisine doğru ilerliyoruz. Yaradan’a olan sevgi, ışık ve kabın birlikte ortaya çıktığı, karşılıklı olarak birbirini destekleyen, tüm bu sistemdeki mükemmel sevgidir.

Ama yaratılan sevgisiyle başlamalıyız yani arzularımız ve hislerimiz tek bir ortak duyguda birleşsin diye, artık aramızdaki farkı hissetmeyene kadar onlularda birbirimize yakınlaşmalıyız.  Herkes bu konuda diğerlerini tamamlamalıdır. Hayvan seviyesine ait olan fiziksel bağdan değil, insanlıktan yani fiziksel seviye değil, duyusal seviyeden bahsediyoruz.

Bu bağ, Yaradan tarafından yaratıldığından hiçbir açıklaması olmayan, temelsiz nefret ile başlar. Ve buradan, tek kalp tek adam olarak kardeş sevgisine ulaşmalıyız.

Mücadelenin olduğu ve kavgacı çocuklar gibi herkesin gücünü birleştirdiği bir dünya örneğini almayın. Bizler, Kabalistlerin tavsiyelerine uymalı ve kendimizi ıslah sürecinin son aşamasında görmeliyiz. Binlerce yıl boyunca bu dünyada birçok yaşam döngüsünden geçtik. Ve şimdi Kabala bilimini keşfetmiş olmamız tesadüf değildir. Bu dünyada hiçbir şey rastgele değildir, her şey ortak ruh sisteminden hesaplanır.

Bu yüzden birlikte çalışmalı ve birliği sağlamalıyız. Biri düşerse ne yapmalıyız? Görünüşe göre bu onun kaderidir. Ama biz, sistemimizi bir araya getirmeye, eşitlik ve sevgiye dayalı karşılıklı bir bağ kurmaya çalışacağız. Sonuçta sevgi, mümkün olan en güçlü bağdır.

“Yaratılan sevgisinden Yaradan sevgisine” çünkü Yaradan, bize ifşa olan küresel bir sistemdir. Yaradan, bir genellemedir, tüm ruhların toplamı ve yaratılmalarının nedeni, kaynağıdır.

Sevgi, her birimizin yalnızca diğerlerini nasıl tamamlayacağını aradığı tam bir karşılıklı bağdır. Bu, ortak ruhun varoluş şeklidir.

Kendimizi Yükselterek, Dünyayı Yükseltiriz

Dersten sonra bizler dünyanın içine gireriz, ve tüm dünya, tüm insanlık, Adam HaRişon’un tüm Kli’si, bizim-on dostun arasına girer. Dünya, onlunun içinde, bağ kurduğum dostlarımın arasında akmaya başlar ve onun düşüncelerini ve arzularını bize getirir.

Bizler, dünyanın arzularını hissetmeliyiz; aksi takdirde, genel ıslaha ulaşamayacağız. Bunun siyaset olmadığını, ekonomi olmadığını, ama Adam HaRişon’un ortak ruhunun muazzam arzusunun aramıza girip bizi etkilediğini, böylece bu engeller üzerinden birliğe dönmemiz gerektiğini anlamalıyız. Eklenen egoizme rağmen, daha da güçlü bir şekilde yeniden bağlanırız.

Kocaman dünyadan gelen izlenimler bizi ayırmamalı. Bizler, dünyadan yalnızca daha sonra ıslah etmek için çalışabileceğimiz izlenimleri alırız.

Birbirimizle olan bağımızı koparmazsak, gün içinde bizi etkileyen tüm koca dünya bize uygun bir şekilde bağlanacak, bizler de onu ıslah edebileceğiz. Kendi içimizde dünyayı ıslah ederek, onun dışarıda da değişmesine neden oluruz çünkü içsel ve dışsal arasında zaten bir bağ doğmuştur.

Eğer dünya gün içinde bizleri bölemez ve onluda birbirimizden ayıramazsa o zaman, birliğimizi ona aktarır ve böylece dünyayı ıslah ederiz. Bu, yavaş yavaş manevi Partzuf’umuzun, onun sonunun (Sof) bir parçasına dönüşür. Henüz onunla aktif olarak çalışamayız, ancak o, zaten Partzuf’un faydalı bir parçası haline gelir.

Böylece günbegün dünyadan yeni arzular emer ve birliğin gücünü ona aktarırız. Tüm insanlık bir Kli’ye, tek bir ruha aittir. Onluda birleşmeye çalışarak, dolayısıyla manevi kabın ve başın (Toch ve Roş) iç kısmını inşa ederiz. Ve henüz birliğe gelmemiş diğer tüm insanlar, Partzuf’un sonudur (Sof). Bu nedenle, bu arzuları birleştirmeliyiz.

Genel ıslah zamanında yaşıyoruz ve bizler tüm dünyayı düşünmeliyiz. Bu nedenle, keşişler gibi bir mağarada, küçük yerleşim yerlerinde yaşamış geçmişin Kabalistlerinin aksine, bizler insanlar arasındayız. Kabalistler her zaman yalnızlık için çabaladılar çünkü henüz dünyayı ıslah etmek için çalışmaya gerek yoktu.

Ama biz farklı bir zamanda yaşıyoruz ve istesek de istemesek de tüm dünyadan izlenimler alıyoruz. Gün boyunca onun arzularını emeriz ve onları işlememiz gerekir. Ve onluda birleştiğimizde, birleşmemizin dünyadan alınan arzuları da içerdiğini hesaba katmalıyız. Ve koca dünyaya geri döndüğümüzde, onu ıslah olmuş arzularla etkileriz ve dünya değişir, ıslah ve birleşmenin gerçekleşmesine doğru ilerler.

Covid Yılına Dönüp Bakmak (Linkedin)

2020’nin başına dönüp baktığımda, insanların hayatlarında Covid zorunluluğu olan değişiklikleri istemeden kabul ettiklerini görüyorum.  Buna salgın demek zordur; bu daha çok, aramızda bölünmeler yaratan ve bizi ayıran yeni bir güçtür. O bir nevi bizi köşelerimize koydu ve bizi yeni yöntemlerle davranmaya zorladı. En azından çoğumuz bunu istemeyebiliriz ama yine de o yukarıdan gelen zorlayıcı bir kuvvettir.

Covid’in bunu yapmasına şaşırmadım. Yeni başladığında hemen bunun artık bizimle birlikte olacak yeni bir şeyin başlangıcı olduğunu söyledim. Buna göre hayatımızı bu gerçeğe uyarlamamızı önerdim. Sürdürülemez olduğu ve aslında Covid-19’un ortaya çıkışını kolaylaştırdığı için, daha önce yaşadığımız duruma geri dönmemiz gerektiğini düşünmüyorum. Bu konuda söz hakkım olsaydı tam tersini söylerdim – Covid’in bizlere, teslim olduğumuz ve kalplerimizi birbirimize doğru değiştirmeyi kabul ettiğimiz noktaya kadar baskı yapmasını, aksi halde virüsün geçen yıl olduğu gibi bizi ayırmaya devam etmesini istiyorum.

Covid’den önceki dünya bir tımarhaneydi: amaçsızca koşturan, öfkeyle birbirleriyle savaşan, üstünlük ve güç için rekabet eden ve giderek daha fazla depresyona giren insanlar. Covid tüm bunları durdurdu çünkü çalışma şeklimizi, sosyalleşme şeklimizi ve ailelerimize davranış şeklimizi değiştirdi. Değerlerimizi değiştirdi ve eskilerinin bize hiçbir faydası olmadığından, bunu yaptığı için mutluyum.

Kendimizi özgür hissettik ama egolarımızın kölesiydik. Hak kazandık ama başkalarını haklarından mahrum etmek için kullandık. Kendimizi güçlü hissettik ama sadece başkalarını küçük düşürdüğümüz için. Ve sonunda, başkalarına zorbalık yapmayı bırakırsak başkalarının bize zorbalık yapacağından korktuk. Covid’in bunları durdurmasına sevindim ve umarım asla geri dönmez.

Şimdi gerçek özgürlüğü, verme özgürlüğünü bulma, destekleme ve başkalarına yer açma zamanı. Bu, komşularımızla paylaşım ve şefkat, dayanışma ve uyum, karşılıklı sorumluluk ve güven toplumu inşa etme özgürlüğüdür. Yeni bir dünya inşa etme zamanıdır.

Şimdi 2020 sona eriyor, umarım bize neyi öğretmek için geldiğini öğrenmişizdir ve geri kalan on yılı onun derslerini yaşayarak geçiririz.

Manevi İlerleme Kriterleri

Gerçek manevi hissiyat, yalnızca onludaki yakınlığımızın ve bağımızın derecesine bağlıdır. Sadece bağımızın gücüyle Yaradan’a yakınlaşırız ve bu eylemden manevi bir sonuç, bir maneviyat hissi alırız.

Daha önce sahip olduğumuz bağ ile şimdi edindiğimiz bağı arasındaki fark, manevi bir ilerleme duygusu verir. Bu nedenle sadece bunu önemsemeli ve sadece buna odaklanmalıyız. Onludaki dostlarımla daha güçlü bir bağ kurmadıysam, ıslahtaki görevimi yerine getirmedim demektir. Diğer bir deyişle, manevi dünyada değil, sadece maddi dünyada yaşamışımdır.

Maddesellik ve maneviyat arasındaki fark, varoluşumda tam olarak desteklemek istediğim şey tarafından belirlenir: ya şu anki aklım ve hislerim ya da manevi akla ve hislere yükselmek yani mantık ötesi inanç için bağımız.

Maddesellik pahasına maneviyata yükselemeyiz ancak mantık ötesi inançla onun üzerine çıkabiliriz. Bu dünyadan, üzerlerine yükselip manevi Kelim’e dönüştürdüğümüz bozukluklar hariç, hiçbir şey almamıza gerek yoktur. Ve bu dünyaya yapışırsam ve gruptan ayrılırsam, o zaman dostlarımla doğru bağa sahip olmam. Sonuçta gruba geldiğimde bu dünyayı bir süreliğine unutuyorum.

Sürekli olarak gruba bağlı hissetmem gerekir ve sadece ben izin verdiğimde, maddi dünya manevi dünyamı, grubu işgal edebilmelidir. Beni yutması ve kontrol etmesi için onun gücünün altına girmemeliyim. Manevi gelişim, maddi varoluştan daha önemli olacak şekilde öncelikler belirlerim.

Daha Yüksek Bir Manevi Yaşama Doğru

Soru: Bizim dünyamızda kişi korku, neşe, güven vb. hisseder. Manevi dünyada bu tür hisler var mıdır?

Cevap: Manevi dünyada, dünyamızda var olan tüm duygular milyarlarca kez daha yüksek, daha derin ve daha güçlüdür ve kişi onları kontrol edebilir. Eğer dünyamızda belirli duyu organlarıyla doğuyorsak ve onları aşamalı olarak dünyamızın etkisi altında, fakat çok küçük ölçüde geliştiriyorsak, o zaman manevi dünyada onları tam anlamıyla sıfırdan geliştirebiliriz, sadece onlara sahip olmadığımızda, onlar tam gelişmemiş bir safhada olduklarından, onları kullanamayız.

Manevi duyuları geliştirmeye başlayarak, onları tüm üst dünyayı, içindeki tüm güçleri, üzerimizdeki etkilerinin olasılıklarının tüm çeşitlemelerini açığa çıkardığımız bir duruma getiriyoruz.

Onları, geri bildirimlerle nasıl etkilediğimizi hisseder, onlarla belirli etkileşimlere girer ve onlarla oynamaya başlarız. Bizler manevi dünyayı etkileriz, o da bizi etkiler. Üst dünya ile bu etkileşime en yüksek manevi yaşam denir.

İhsan Etme Uğruna Yaşama

Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, geleceğin toplumunda liderlerin kendileri için herkesin hakkından daha fazlasını almayacağının ve tüm iyi girişimleri yok etmeyeceğinin garantisi nerede?

Geleceğin toplumu, hiçbir zorlamanın, yukarıdan diktatörlüğün olmadığı açık bir toplumdur. Herşey sadece dostlar tarafından yönetilir. Bu nedenle Rusya’da olduğu gibi aynı şeyin olması mümkün değildir.

Toplumda meydana gelen süreçleri anlayan ve toplum nezdinde inanılır olan Kabalistler bunun başında olacaktır.

Geleceğin toplumu, herkes için aynı yaşam standardını oluşturmaya çalışacaktır. Orada, birinin çok çalışıp diğerinin tembel olacağına dair hiçbir korku yoktur. Herkes topluma verebildiği kadar çalışacak ve kendisi için doğru rolü bulacaktır.

Böyle bir toplumda, insanları çalışmaya zorlamaya gerek kalmayacaktır çünkü  kişi topluma yatırım yaparak, ruhunun ıslahı için üst dünyaya, gelecek dünyaya yatırım yaptığını görecektir. Bu nedenle, cesaretlendirmeye veya cezalandırmaya ihtiyacı olmayacak – topluma fayda sağlamak için her türlü fırsatı memnuniyetle karşılayacaktır, bunun kişisel olarak kendisine fayda sağlayacağını hissedecektir. Onun için toplumla kendisi arasında bir fark olmayacaktır.

Islah olmuş toplumun amacı “komşunu kendin gibi sevmektir” .

Geleceğin dünyasında para olmayacaktır, peki o zaman kişinin topluma ne kadar çaba harcadığını nasıl ölçebiliriz? Bunu nasıl kontrol edebiliriz? Kendimizi, bizi birbirimize bağlayan ortak bir sistemin içinde hissedeceğimiz bir duruma ulaşacağız ve bunun içinde her birimizin ne kadar yatırım yaptığını göreceğiz. Ve buna göre, toplumla birlikte yükselmek için herkesin topluma daha fazla dahil olmasına yardımcı olacağız.

Yavaş yavaş, aramızdaki Şehina adı verilen, bağ sistemi hepimize ifşa olacak ve onu cennete yükseltmemiz gerekecek.

Böyle bir toplum, tamamen ihsan etme üzerine inşa edilecek ve onun içinde alım, sadece yaşayabilmek ve ihsan edebilmek için var olacaktır. Kişi ihsan etme fırsatını ödül olarak algılayacaktır.

“Üç Kuşaktan Oluşan Bir Ailenin Değerleri Üzerine” (Linkedin)

Bugünün ailesinde genellikle evde çocuklarla birlikte yaşayan sadece tek bir yetişkin var. Ama Şükran Günü geldiğinde, tam boy bir ailenin değerlerini tartışmak için bir dakikanızı almak istiyorum. Ve tam boydan, sadece iki ebeveyn ve çocuk değil, daha çok büyükanne, büyükbaba ve çocukların hep bir arada olmasını kastediyorum. Yani, hepsinin aynı evde yaşamasına gerek yoktur, ancak yakın aile bağlarını korumanın faydaları, özellikle de sosyal olarak yalıtılmış olmanın çok kolay olduğu, üzüntümüz ve yıpranmamızın sebebinin bu olduğunu anlamadığımız günümüzde, bilmemiz gereken bir şeydir.

Maneviyatta, üç kuşağın özel bir anlamı vardır: onlar, duanın yükselişinin tüm sürecini temsil ederler. Bu, kişinin bir duayı yükseltmesiyle başlar, onu bir “aracı” vasıtasıyla en üst seviyeye gönderir ve en üst seviye, cevabı ‘‘aracı’’ vasıtasıyla dua eden kişiye geri döndürür.

Bu manevi kök, dünyamızdaki birçok olguda tezahür eder, ancak en hayati olanlardan biri, üç kuşaktan oluşan ailedir. Bu nedenle ailedeki tüm kuşaklarla bağları sürdürmek, zihinsel ve duygusal olarak çok sağlıklıdır.

Manevi faydalara ek olarak, büyükanne ve büyükbabalar çocuklara ebeveynlerin veremediklerini verebilir. Doğası gereği, ebeveynler daha yargılayıcı ve talepkardır. Birincil eğitimciler olarak, bu şekilde olmaları gerekir. Büyükanne ve büyükbabalar daha kabullenicidir ve çocuklara oldukları gibi sevildiklerini her zaman hissedebilecekleri bir yer verirler. Bu çocuklar için çok önemlidir. Ek olarak, çocuklar ebeveynlerinin kendi ebeveynlerine iyi davrandıklarını gördüklerinde, onlar da büyüdüklerinde ebeveynlerine iyi davranacaklardır; çünkü örnek, en etkili ve kalıcı öğretim yöntemidir.

Yaşlılar için torunlarıyla vakit geçirmek yük değildir; bu bir armağandır (elbette sağlıklarının ve enerjilerinin izin verdiği ölçüde). Torunlarıyla birlikte olmaktan zevk alırlar, bu onları kendi çocuklarına, ebeveynlerine bağlar, onlara canlılık ve sağlık verir. Ebeveynler için, çocukların büyükanne ve büyükbabalarıyla geçirdikleri zaman, birbirleriyle birlikte olma veya başka türlü yapacak zaman veya enerji bulamadıkları başka şeyler yapma fırsatıdır.

Ebeveynler çocuklarından ara sıra ayrıldıklarında, bu onların rahatlamasına yardımcı olur ve çocuklarla birlikteyken daha düşünceli ve sabırlı olmalarını sağlar. Aynı zamanda çocukların ebeveynlere, ebeveynlerin çocuklara olan özlemini artırır ve hiçbir şey insanları doğru miktarda özlemden daha güçlü bir şekilde bağlayamaz.

Bu Şükran Günü, herkese tüm aile ile bol sevgi ve mutlu tatiller diliyorum.

“Doğanın Çok Acımasız Olabileceğinin Bir Örneği Nedir?” (Quora)

Böyle örnekler yoktur, çünkü insanların doğayı nasıl acımasız olarak algıladıklarını anlasam da doğa hiç de acımasız değildir.

Doğa, bir parça kişisel çıkar olmaksızın, mutlak bir ihsan ve sevgi niteliğidir. Doğayı, zıt nitelikteki egoist kişisel çıkarımız içinde hissettiğimizde, o zaman doğanın zıt ucunu deneyimliyoruz.

Ben çocukken annem okulda düşük notlar aldığım için bana kızardı. Bu onu endişelendiriyor ve üzüyordu, ama o anlarda onu acımasız olarak görmeme rağmen, aslında bana karşı sevgi ve şefkatle davranıyor, mümkün olduğunca en ideal şekilde gelişmemi istiyordu.

Doğa tamamen özgeciliktir, bizim niteliğimiz de egoizmdir. Doğaya aykırı düşündüğümüz ve davrandığımız ölçüde, doğanın iyiliğine ve sevgisine zıt hissederiz. Bu, tüm olumsuz duygularımızın ve ıstırabımızın kaynağı olduğundan kendimizi kötü bir dünyada yaşıyormuş gibi algılıyoruz.

Yine de doğa kötü bir şey yapmaz. Sürekli iyiliksever bir tutuma sahiptir ve insan doğasının kendi içinde doğaya muhalefeti nedeniyle, yaşamda sayısız fenomeni bozuk ve kötü olarak hissederiz. Bunun için kendimizi veya doğayı suçlamamız gerekmez, bu sadece içinde doğduğumuz, bize verilmiş olan belirli bir durumdur.

Ancak, onu düzeltebilmemiz ve kendimizi doğa kadar özgecil ve eksiksiz yapabilmemiz için bize egoist bir nitelik verildi. Dahası, ne kadar evrimleşirsek, egomuz o kadar büyür ve yaşamlarımızda daha büyük acılara neden olan bir şey olarak, doğaya karşıtlığımızı o kadar çok hissederiz. Bu gelişme bizi, içten bir kendini dönüştürme arzusu geliştirdiğimiz bir noktaya götürmek içindir: benmerkezci, kendine-hedefli hareket tarzımızı, doğa ile dengeli özgecil, şefkatli ve sevgi dolu olan bir tarza değiştirmek. Doğaya daha çok benzemek için kendimizi değiştirme sürecine “ıslah süreci” deniyor ve bizlere, bu düzeltmeyi kendi halimize bırakıldığımızdan daha fazla farkındalık ve anlayışla geçirebileceğimiz bir yöntem verildi.

Ancak şu an için böyle bir farkındalığa sahip değiliz ve anne babamızın bize neden bağırdığını anlamayan çocuk gibiyiz.

Manevi Gelişim, Sevinç Olmadan İmkânsızdır

Bizler, tüm evreni dolduran, ışıkla dolu, sonsuzluk dünyasının içindeyiz. Ama bir şekilde var olabilmemiz için, bize küçük bir yaşam kıvılcımından başka bir şey vermeyen bu dünyayı boş hissediyoruz. Dolayısıyla bu dünyaya değer vermiyoruz. Onun içindeki her şey gizlidir, ancak onu ifşa etmemiz gerekir.

Gizlenme ve ifşa, sadece bize bağlıdır, başka hiç kimseye değildir. Sadece kendimi sonsuzluk dünyasında, sonsuz ışık okyanusunda, sonsuz doyumda ve hiçbir şeyden eksikliğimin olmadığına ikna etmeliyim. Eksik olduğum tek şey benim doğru tavrımdır. Dünyayla bu şekilde ilişki kurarsam, her şeyin orada olduğunu göreceğim.

Bu, sevinç, birlik ve karşılıklı destek duygusu sayesinde mantık ötesi inanca yükseldiğim anlamına gelir. Mutlak iyilik dünyasını bu şekilde keşfederiz ve algımız dışında hiçbir şeyin gerçekten değişmediğini görürüz.

Daha önce tüm dünyayı siyah olarak görmekteydim çünkü onu eksikliklerime göre değerlendirdim. Ve dünyaya karşı tutumumu düzelttiğimde, mantık ötesi inanca yükseldiğimde ve üst ışıkla, Yaradan’la dolu iyi bir dünya görmek istediğimde, gerçekte olan şeyin bu olduğunu anlarım.

Ve bu psikolojik bir telkin ya da kendini kandırma değil, doğru bir gerçekliktir. Dünyayı alma değil, ihsan etme niteliği içinde görmek için, kendimi sadece Malhut derecesinden Bina   derecesine yükseltmem gerekir.

O zaman dünya iyi olacak ve içinde her şeyin iyi olduğunu ve kötülük olmadığını göreceğim. Basitçe, herkes kendi bozukluğunun derecesine göre yargılanır: içimde kötülük varsa, o zaman etrafımda kötülük görürüm. Ve kendimi ıslah edersem, dünyayı ıslah olmuş görürüm. Hepsi benim içsel görüşüme bağlıdır.

Ve en doğru tutum sevinç içinde olmaktır. Ve bu nedenle şöyle yazılır: “Yaradan’a sevinçle hizmet edin.” Yaradan’ı ve O’nun yarattığı dünyayla sevinçle, şükranla, Yaradan’ı eleştirmeden, ilişki kurarsak dünyanın gerçekten iyi olduğunu hissedeceğiz. Bu, Malhut derecesinden Bina derecesine, mantık (Malhut derecesi) ötesi inanca (Bina derecesi) yükselmek istediğimiz anlamına gelir.

Yaradan bana iyi davranıyor ama bana, darbeler alıyorum gibi geliyor çünkü inanç içinde, ihsan etme gücü içinde olmak yerine, ben almanın içindeyim. O’nun bana karşı tavrını bozan benim. Bu nedenle, Yaradan’ın iyiliğini ortaya çıkarmak için her türlü çabayı göstermeliyim. Sonuçta, iyi olan ve iyilik yapan Yaradan’dan başka bir güç yoksa, dünyada kötülük olamaz.

Bana dünyada kötülük varmış gibi geliyorsa, bunun nedeni içimde bozuk olmamdır. Gerçekliğe karşı olan tavrım dışında düzeltecek başka bir şey yoktur. Ve o zaman kötülüğün olmadığını, sadece iyinin olduğunu göreceğim.