Category Archives: Maneviyat

Kişinin Gerçek Kazancı

Soru: Dünyadaki sürekli ekonomik büyüme ve refah arayışı, insanlığı daha mutlu yapmadı. Pek çok bilim adamı ve tarihçi, mutluluk, başarı, gelişme ve barışa ulaşma yarışında, kişinin giderek artan bir şekilde depresyona girdiğini, bu hedeflerin ulaşılamaz olduğu hissine kapıldığını söylemektedir. Bu, rahatsızlıklara ve hatta intihara yol açmaktadır.

Modern dünyada bizim için gerçekten başarı nedir?

Cevap: Modern dünyada, kişinin başarısı, görevinin amacına ulaşmasını sağlayacak böyle bir çevreye sahip olmasıdır. Yani bedenimde var olmalı ve ailemle gerekli manevi seviyeye ulaşmama yardımcı olacak bir çevre içinde yaşamalıyım.

Aile ve diğer ihtiyaçlara ek olarak, kendimi manevi olarak insanlığın yararına gerçekleştirmem için, kendim üzerinde yapmak istediğim manevi çalışma çerçevesinde bir çevreye ihtiyacım vardır.

Yorum: Çoğu zaman başarıyı, para kazanma fırsatıyla karşılaştırırız.

Cevabım: Sanırım bu artık söz konusu değil. Kim, bugün zenginlikle ilgili gözü dönmüş durumda? Bu arzular, içimizde medya tarafından besleniyor. Bize öğrettikleri şey bu çünkü birilerinin bizden para kazanması gerekiyor.

Soru: Şu anda kişinin gerçek kazancı nedir?

Cevap: Gerçek kazanç, hayatın anlamını bulmak ve onu günden güne tutarlı bir şekilde uygulamaktır.

Soru: Bu kazanç bize ne sağlayacak?

Cevap: Sonsuzluk hissi ve varoluşunuzun doğruluğunu. Bunu herkese diliyorum.

Yaradan İle Oyunun Kuralları

Kabala bilgeliğindeki kavramlar, dünyamızda alışkın olduğumuz kavramlardan farklıdır. Oynamak aslında bir geçiştir. Atlamadan önce çömelen, kendisini hedefleyen ve ancak ondan sonra zıplayan bir kedi gibi. Hayali bir sıçrama için, tüm bu hazırlık ve ayarlama bir oyundur. Kedi şimdi, nasıl zıplayacağını göstermektedir.

Yani oyun, gelecekteki bir durumu tasavvur etmenin bir yoludur. Bu nedenle tüm hayatımız bir oyun olmalıdır. Bağ kurmak ve bağımız içinde Yaradan’ı,  varoluşumuzun amacını, sonsuz ve mükemmel yaşamı ifşa etmek için özlem duymaktayız. Bütün bunlar oyun aracılığıyla elde edilir.

Çocuklar her zaman oynarlar ve bu şekilde büyürler. Manevi hayatta da durum aynıdır ama orada, oyunu kendi elimize almalı, anlamalı ve Yaradan ile birlikte oynamalıyız. Sonuçta, oyun olmadan, O’na yakınlaşamayacağız ve O’nun ortağı olamayacağız. Kendimizi Yaradan’a ne kadar yakınmış gibi tasvir edersek, bu oyunun kurallarını o kadar iyi anlarız.

Anlaşılan o ki sürekli oynamalıyız: kişi kendisiyle oynar, grupla oynar, Yaradan’la oynar. Ve Yaradan, Leviathan ile yani tüm yaratılışla oynar. Oyunun yardımıyla, tüm insanlık, Leviathan’ı tatmak için Yaradan’la birlikte büyük bir masanın etrafında oturduğunda “Leviathan’ın yemeği” denen bir koşula ulaşırız.

Onunla oynadık, bunu Yaradan’a benzer bir insan, Adem olmak için kullandık ve O’nunla tek bir kişi haline geldik. Sonra bütün Leviathan, ıslahın sonu olan Leviathan yemeği olarak adlandırılan, bütün yaratılış doğru kullanım için hizmetimize bırakılır.

Oyundan başka bir şey yoktur. Oyun şu anki durumdan bir sonraki, daha gelişmiş duruma geçmem anlamına gelir. Hayat sürekli değişimdir, koşuldan koşula geçiştir. Bu değişikliklere sadece tüm bu oyunu başlatan ve başarılı bir uygulamadan sonra geldiğim son kişi olarak, Yaradan’ı eklemem gerekiyor.

Yaradan’ın hazırladığı koşulların doğru kullanımına gelene kadar, önce onlu içinde, mevcut durumum içinde, yaşadığım tüm koşulları keşfederim ve onluyu, ona katılımımı değiştiririm. Bizler böyle ilerliyoruz.

Buna oyun deniyor çünkü henüz içinde olmak istediğimiz duruma ulaşmadık. Aramızdaki ve Yaradan’la olan bağımızla ilgili olarak arzu edilen duruma, daha yüksek olana, daha ihsan edici ve daha gelişmiş duruma geçme çabasına oyun denir.

Oynamak her zaman mümkündür. Hayvanlar bile oynar, ama bunu tıpkı çocuklar gibi gelişimsel içgüdüleriyle, bilinçsizce yaparlar. Eğer oyunu bu dünyadan çıkıp, üst dünyaya girmek için kullanmak istiyorsak, o zaman bu oyunu kabul etmeli, kurallarını anlamalı ve üzerine yükselmek için oyunun sistemini kendimiz inşa etmeliyiz.

Her birimiz, her zaman oynuyoruz. Her insan, ya kendi iznini almadan alma arzusu ya da kendi içinde hareket etmeye davet ettiği ihsan etme arzusuyla oynatılan bir kukla gibidir. Sonra dost sevgisiyle oynar.

Her zaman bir oyun görürüz ve bu nedenle, kişiyi yalnızca ne tür bir oyun oynadığına bağlı olarak değerlendirmeliyiz: egoizminin neden olduğu olumsuz oyun ya da kendisi aracılığıyla ihsan etme arzusunu kendine çektiği olumlu bir oyun.

“Beden ve Ruh Arasındaki Bağlantı Nedir ve Kim Kimi Kontrol Eder?” (Quora)

Beden ve ruhun hiçbir bağlantısı yoktur. Ruh kendisi var olur ve manevi dünya bizlere ancak bir ruh edinirsek ifşa olur.

Bir ruh edinerek, başkaları pahasına sürekli olarak kendisi için haz almak isteyen egomuzun darlığının dışında, yeni bir gerçekliği hissetmeye başlarız. Ancak bir ruha ulaşana kadar, bildiğimiz tek şey egomuzdur. Ego, sınırlı bir arzu prizması (yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi) yoluyla tatmin aramamıza neden olur ve bu arzulardan haz almaya başladığımız an, haz azalır, bu da bizi eskisinden daha yeni ve farklı türde tatminler aramaya sevk eder.

Egoist gelişim biçimimiz bizi bir çıkmaza götürür: kendimizi tatmin etmek için, tatmin olmuş hissetmekten daha fazla enerji harcadığımızı hissetmeye başlarız ve bu aşamada, içimizde yaşamlarımızla ilgili temel sorular uyanır: “Hayatlarımızın anlamı nedir?” “Neden buradayız?” “Dünyada neden bu kadar çok acı var?” “Nereliyiz? Şu an neredeyiz? Nereye gidiyoruz? ” “Gerçek nedir?” ve bunun gibi.

Bu tür sorular bizim ilk manevi uyanışımızdır. Onları ne kadar çok cevaplandırmak istiyorsak, sonunda Kabala bilgeliğine ulaşana kadar çeşitli yöntemler, öğretiler, gruplar ve diğer ortamlarda o kadar çok ararız. Kabala, bu süreci “kalpteki noktanın” veya sözde “ruhun tohumu” nun uyanışı olarak tanımlar.

Kendinizi hayatın anlamı ve amacı ile ilgili temel sorulara cevaplar ararken bulursanız, bu, ruhunuza ulaşmaya çalıştığınızın bir işaretidir. Kabala bilgeliği, bu dünyada bedenlerimizde yaşarken, ruhumuza ulaşmamıza rehberlik eden bir metod olarak tasarlandı. Böyle bir edinime ulaştığımızda, o zaman var olan her şey arasındaki karşılıklı bağlantıları görerek ve ebedi ruhumuzu olumlu yönde etkilemek için her an en iyi şekilde nasıl hareket edeceğimizi bilerek, gerçekliğin derinliklerini algılar ve hissederiz.

“Başlıca Manevi Uyanış Belirtileri Nelerdir?” (Quora)

Binlerce yıldır evrim geçiriyoruz ve belirli bir noktada hayatımızın anlamı ve amacı hakkındaki sorulara uyanmaya başlıyoruz. Onlar maneviyata doğru aldığımız ilk uyanışlardır ve hayvansal var oluşumuzun üzerine çıkmaya başladığımız an bizim ilkemiz haline gelirler.

Hayvanların aksine, bizim arzularımız bir nesilden diğerine gelişir. Bir sonraki evrim seviyesinin arzularını hissederiz ve boşluk hissimiz sürekli büyür ve bizi daha önce sahip olduklarımıza göre yeni ve farklı türde tatminler aramaya zorlar. Böylelikle yavaş yavaş bizleri artan bir şekilde meşgul eden, hayatın anlamı hakkında giderek daha belirgin bir soru geliştiririz.

İçimizde daha daha yeni düşünceler ortaya çıkar ve yerine getirilmeyen artan arzularımızın bir sonucu olarak giderek daha karmaşık sistemler geliştiririz. Ayrıca bilim de her nesilde sahip olduğumuz sorularla bağlantılı olarak gelişir ve birkaç yüzyıl öncesi ile bugünün bilimi arasındaki büyük farkı görebiliriz.

Dahası, hayatımızın anlamı ve amacı ile ilgili soru her şeyden önce belli kişilerde kendini göstermektedir. Tarih boyunca sanat, müzik, edebiyat, şiir, bilim ve teknoloji olsun, çeşitli alanlarda atılımlar yapmaya yönlendirildik. Arzularımız, sadece hayatta kalma gereksinimlerinden (yemek, seks ve aile) başlayıp sosyal arzulara (para, onur, kontrol ve bilgi) kadar bir ölçeğe göre sürekli olarak büyüdü. Bir nesilden diğerine, arzularımız giderek daha rafine hale gelmektedir.

Büyük Kabalist Ari’ye (Rav Isaac Luria) göre, yaşamın anlamı ve amacı hakkındaki soru, bir bütün olarak insanlıkta Orta Çağ’ın sonlarına ve Rönesans’ın başlangıcına doğru ortaya çıkmaya başladı. Böylece, Avrupa’daki teknolojik, bilimsel ve kültürel devrimler, hayata ve dine karşı tamamen yeni bir tutumun ortaya çıkışını tetikledi. Pek çok insan artık dindar olmamaktan ve düşünce ayrılığından dolayı cezalandırılmaktan korkmaya başladı, bu da insanlıktaki arzuların, gelişmeye başlayan yeni ispat talebinde inancın yetersiz kaldığı yeni bir seviyeye yükseldiğinin sinyalini verdi.

Kabalist Yehuda Aşlag (Baal HaSulam) “On Sefirot’un Çalışmasına Giriş” in başlangıcında şunları yazdı:

Aslında, çok meşhur bir soruyu cevaplamak için kalbinizle yola çıkarsanız eminim ki Kabala bilgeliğini çalışmamız gerekip gerekmediğine dair sorular ve şüpheler ufuktan yok olacak ve geri baktığınızda onları yerlerinde bulamayacaksınız. Bu infial uyandıran soru tüm dünyanın sorduğu bir sorudur, yani anlayacağınız, “Hayatımın anlamı nedir?”

Bugün dünyada ortaya çıkan her şeyin, hayatın anlamı sorusuna cevap bulamamamızdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. İnsanlığın neyle uğraştığını ve dünyayı neye götürdüğünü görebiliriz ve bunun nedeni insanların ne için var olduklarını anlamamalarıdır.

Çoğunlukla hayatın anlamı ve amacı hakkındaki soruyu dosyalayıp kaldırmak istiyoruz ve bunun yerine, soruyu sormaktan kaçınmak için, kendimizi meşgul ederek çok daha anlık ve somut zevklerle meşgul oluyoruz. Çünkü bu soru, cevap bulamadan onunla meşgul olursak, günlük hayatta kalmamızla bağlantılı olarak yaşadığımız acıya ek olarak, bizlere varoluşsal ıstırap getirir.

Bununla birlikte, Baal HaSulam’ın “On Sefirot’un Çalışmasına Giriş” adlı eserinde yaşamın anlamını tartışmasının nedeni, manevi yola girmek için yüce hedeflere veya özel düşüncelere nasıl ihtiyacımız olmadığını göstermek istemesidir.  Çok basit,  kendimizi kötü hissediyorsak ve neden hayatta olduğumuzu bilmiyorsak ve bu tür sorular içimizde su yüzüne çıkmaya devam ediyor ve bizi huzursuz hissettiriyor ve varlığımızı haklı çıkarmak için bu soruları yanıtlamamız gerekiyorsa, o zaman manevi yolda adımlar atmaya başlayabiliriz.

Kabala bilgeliği, özellikle hayatın anlamı ve amacı hakkındaki soruyu yanıtlamak için yaratılmıştır ve yaşa, cinsiyete, geçmişe veya diğer görünen farklılıklara bakılmaksızın herkese açıktır.

En Önemli Oyun

Oyun, anlamsız bir konu gibi görünüyor. Ancak oyun, hayvansal seviyeden insan seviyesine yükselme aracı ise, o zaman insan toplumu içinde gelişimimizdeki en önemli şeyin bu olduğu ortaya çıkar.

Çocuklara oyunlar aracılığıyla öğretiyor, insanları, hayvanlara istinaden topluma ve yaşadıkları zamana uygun olacak şekilde yetiştiriyoruz; onlara çevrelerindeki dünyaya ve yanlarındaki insanlara doğru tutumu göstermeyi öğretiyoruz.

Bu nedenle, en önemli şey oynamak, çalışmak ve bir kişiyi dünyaya adapte etmektir. Ve daha da önemlisi, bir kişiyi eğitmek ve onu aynı zamanda oyun olarak da adlandırılan üst dünya ile aynı çizgiye getirmektir. Ve bunu en ciddi iş olarak ele almalıyız.

Üst dünyayla daha doğrusu Yaradan ile ilişkimizi doğru bir şekilde inşa edersek, O’na yakınlaşırız. Ve yol boyunca, O’nunla birleşene ve tamamen form eşitliğine ulaşana kadar, O’nu çalışırız, O’nu anlarız, O’nunla bağ kurar, karşılıklı iletişime gireriz.

Bu nedenle,  oyun kelimesi anlamsız görünüyor, ancak aslında en ciddi iştir. Dünyada yapmak istediğimiz tüm değişiklikler sadece oyun aracılığıyla kendimizi değiştirmeye bağlıdır. Dışımızda hiçbir şey değişmez, sadece algımızda değişir.

Dünya benim hislerimdir. Ve oyun, yolumuzu kaybetmemek ve her seferinde yeni, daha ve daha gelişmiş bir algı seviyesine geçmek için kolayca içsel değişiklikler yapabileceğimiz bir araçtır.

Gelecekteki koşulların beni çok fazla çekmemesi mümkündür çünkü şu anda nefret ettiğim veya en azından kayıtsız olduğum kişileri sevmeliyim. Ve kendime eskisinden farklı davranmalı, yeni nitelikler ve düşünceler kazanmalı, bazılarını tercih etmeli ve diğerlerini reddetmeliyim. Bunu yapmak için, benim kendimi değerlendirmem ve geçmem gereken egzersizlere yani onlarla oynamaya ihtiyacım var.

Hangi durumlardan geçmek istediğimi sürekli olarak belirlemeliyim; yani, arzularımı ve düşüncelerimi, egoizmimi yeni durumlara çekmeliyim. Kabala bilgeliğinde, büyüyeceğimiz oyunları nasıl inşa edeceğimizi çalışırız. Ve en önemli oyun grup içindedir.

Oyunun yardımıyla rahat bir koşuldan bize pek hoş gelmeyen koşullara geçebiliriz: ihsan etmek, sevmek, bağlantı kurmak. Bu koşullar, istenmeyenden arzulanana, iticiden çekiciye, nefret uyandırandan sevilene dönüşecektir. Tüm değişiklikler, kendimizi yeni hallerde hayal etmemiz, sistemler inşa etmemiz ve yavaş yavaş değişip, yeni insanlara dönüşmemiz nedeniyle gerçekleşir.

Eskiden berbat görünen şey: ihsan etme, sevgi, ilgi, şimdi en çekici ve iyi görünür. Nefret edilen ve reddedilen arzu edilir hale gelir ve yeni bir duruma ulaşmak için her şeyi yapmaya hazırız.

Oyun, mevcut koşuldan,  istenen veya henüz arzu edilmeyen koşula geçiştir. Koşuldan koşula geçme araçlarına, uzman olmam ve becerilerimi her seferinde geliştirmem gereken bir oyun denir.

Ve bu oyunla kendimi değiştirirsem, o zaman bunun sonucunda tüm dünya değişir. Önceliklerimi değiştirmeye ve her şeyi değişikliklerime göre farklı değerlendirmeye başlarım. Bu nedenle, böyle bir oyun sayesinde kendimi dünyaya ayarlamıyorum ama dünyayı değiştiriyorum, düzeltiyorum ve geliştiriyorum.

Durumlarımızı değiştirmek için oynayabilirsek, o zaman bu, hedefe ulaşmak için en etkili yoldur ve tüm çalışmalarımızın merkezinde yer alır.

Bizler de çocuklar gibi büyüyoruz – onlar büyüdükçe dünyaları değişiyor. Kendinizi bir yetişkin olarak göremezsiniz ve değişime tabi olamazsınız. Buna karşın, sürekli değişiyorsak, dünyanın nasıl sürekli değiştiğini göreceğiz. Bu nedenle her zaman genç ve hayat dolu, sürekli değişen ve ilerleyen çocuklar olarak kalacağız.

Bu nedenle oyun, yaratılış amacına ulaşmanın, kendini Yaradan ile form eşitliğine getirmenin yani O’nunla birleşmenin en önemli aracıdır. Oyun; eğitim, çalışma, teorik ve pratik alıştırmalar ve her türlü bağı içerir.

Asıl mesele, değişmemize yardımcı olacak araçlar aramak, çevreye, kendime ve yaratılış amacına bakış açımın dünden beri değişip değişmediğini sürekli kontrol etmektir. Arkadaşlarımla, onlumla ilgili olarak bende tam olarak ne değişti? Böylelikle oyun, kişi için çok önemli hale gelir.

Çocuklar her zaman oyun oynarlar. Ve sonra büyürüz ve oynamayı bırakırız.  Yetişkin olmayı hayal ederiz ama bu sadece gelişmeyi bırakmak demektir. Gelişimsel bakış açısından, ölü hale geliriz. Bu nedenle, maneviyatımızda genç kalmalıyız yani her zaman değişmeli, şimdiye göre daha yüksek bir seviyede oynamalı ve böylece daha fazla ilerlemeliyiz.

Günlük yaşamda çocuklara ufuklarını genişleten ve büyümeyi teşvik eden eğitici oyunlar almaya çalışırız. Aynı şekilde, manevi çalışmada, her zaman neyle büyüyebileceğimizi aramalıyız. Ve ana araç Kabalistlerin makaleleri ve bu makalelerin, ilerlememizi değerlendirdiğimiz onludaki uygulamalarıdır: birbirimize ne kadar yakınlaşırsak, Yaradan’a o kadar yakın oluruz.

Bu oyunda birbirimize örnek olmalı ve nihayetinde birleşmek için uyanmalıyız, böylece tüm kalpler onlu’nun merkezinde birleşir ve ilk manevi derecemize ulaşırız.

Maddesel dünyada oyun anlamsız kabul edilir, ancak manevi dünyada tam tersine en ciddi faaliyettir. Bu, bir sonraki koşulu oynayarak ve onu başarmaya çabalayarak, ilerleyip büyümemizi sağlar.

Tüm hayatımız bir oyundur. Sonuçta, Yaradan başlangıçta bizi O’nun sisteminden attı ve oraya geri dönüp Adem olmak için yani tek kalp tek adam olmak için oynamamız gerekir.

Dünyanın Evrimi İçsel Gelişimimizdir

Dünyanın, evrimin, maddenin atomdan kademeli gelişiminin sonucu olduğu modern, materyalist gerçeklik algısının çok önemli bir açıklaması vardır. Modern insan 20. yüzyılın bilimsel başarılarına dayanarak böyle düşünüyor.

Ancak, On Sefirot’un Çalışılması, tüm gerçekliğin, işlemeye devam eden tek bir düşünce tarafından yaratıldığını açıklar. “Özünde bu düşünce, tüm çabanın nedeni, eylemi, beklenen ödülü ve özüdür.”

Yani her şey mükemmel olan, parçalara ayrılmayan ve eksik bir şey yaratmayan Yaradan’ın arzusu ile bir anda yaratılmıştır. Yaradan’a göre sebep ve sonuç zinciri boyunca kademeli bir evrim yoktur.

Evrim, sadece bizimle ilişkili olarak, O’nun algısının bir tezahürü olarak ifşa olur, O’nun resmi, O’nun gerçekliği, kesinlikle mükemmeldir ve hiçbir zaman oluşturulması, kurulması ve bir ara durumdan son duruma geçilmesi gerekmez. Bütün bunlar sadece yaratılışla ilgili olarak gerçekleşir.

Gerçekliğe karşı doğru tutum öyle olmalı ki, her şey zaten yaratılmış olmalı ve yaratılışın başlangıcından son ıslaha kadar tek bir eksik detay olmamalıdır. Her şey, Yaradan’ın Kendisi olan tek bir mükemmel gerçeklik olarak var olur. O, sadece yaratılanların bağımsız bir anlayış süreci içinde, O’nu ifşa etmesini istenmektedir.

Yaratılanlar, yetenekleri ve arzuları ölçüsünde, bu manevi, içsel gelişim yolunu geçecektir. Ama sonunda, söylendiği gibi, zaten var olan gerçekliği ifşa ederiz: “Ve sizler uzun süre saklanmış eski mevcut olanı yiyeceksiniz”. Bu nedenle, dünyanın özgür gelişim sürecinde olduğu, tamamen materyalist gerçeklik algımızı değiştirmeli ve onu Adam HaRishon’un sistemi (var olan tek şey) olarak hayal etmeliyi . Ortak ruhun bu sistemine her şey dahil edilmiştir. Ve kırılması, gizlenmesi ve kademeli olarak ifşa olması, yalnızca onu edinen kişiyle ilişkili olarak gerçekleşir.

Ama gerçekte, insanın dışında, mutlak mükemmellikte var olan, hiçbir değişikliğe tabi olmayan yalnızca sonsuz ışık vardır.

Bütün fark benim gerçeklik algımdadır: Sadece kendimi dünyanın bir parçası olarak mı hissediyorum ve bu icat ettiğim yanıltıcı bir resim mi, yoksa tüm yaratılış sistemini yani her şeyi  ( HER ŞEY – Yaradan veya Adem’in ortak ruhunun sistemi demektir) içeren daha yüksek bir gücün, Yaradan’ın varlığını mı hissetmekteyim. Yaradan’ı algıladığımızda ve O’nun ifşasına eriştiğimizde bize, insan, Adem yani üst güce benzer (Edomeh) denilecektir.

İnsanlar (Adem’in oğulları), Yaradan’ın ifşa edildiği, genel sistem olan mükemmel formu ortaya çıkarmak isteyen yaratılışın parçalarıdır.

Kendimizi Adem’in genel sisteminin bir parçası olarak algılamazsak, o zaman manevi dünyayla, Yaradan ile hiçbir bağımız olamaz. Bu nedenle, doğru gelişim, genel sistemde, yanında hiçbir şeyin olmadığı bütünsel, kapalı bir alan olarak sürekli var olmak ile başlar.

Bu gerçeklik algısı, maddesellik ve manevilik arasındaki tüm farkı belirler. Gerçekliğin geliştiğine veya zaten var olan bir gerçekliğin ifşa olduğuna inanıyor muyuz? Bu çok büyük bir farkıtr çünkü ilk durumda, gerçekliği kusurlu ve yavaş yavaş evrim geçiren olarak algılıyoruz.

Ve ikinci durumda, gerçeklik bize yavaş yavaş ifşa olur ve biz buna evrim süreci diyoruz. Ancak bu evrim, Yaradan’ın isteği üzerine anında yaratılan, gerçek, değişmeyen, var olan bir gerçekliğin ifşa edilmesidir: ” Tek bir düşünce yaratıldı ve tüm evreni yarattı, bu da neden, eylem ve beklenen ödül ve tüm çabaların özüdür” yani bu kesinlikle her şeyi içerir.

Bu gerçeklik zaten mevcuttur ve sadece onu ifşa etme çabalarımızın ölçüsünde yani niteliklerimizin benzerliği ölçüsünde kendisini bize gösterir. Egoist ve gerçek dünya algısı arasındaki fark, tam olarak bu gerçekliği nasıl deneyimlediğimizdir. Kendi manevi gelişimimi belirlemek istiyorsam, o zaman her şeyin bana, doğru çabalarıma bağlı olduğunu söylemeliyim. Bu nedenle, evrim benim içsel gelişimimdir.

Ve özünde, kendi içimdeki güçleri, zaten var olan gerçekliği ifşa edecek araçları geliştirmiyorum, sadece kilidini açıyorum. Bu, bireyci, aldatıcı, bencil algı ile genel, doğru, manevi algı arasındaki farktır.

Gerçekliği eksiksiz ve mükemmel olarak algılarsak, o zaman bunun sadece bu mükemmelliğe ulaşmak için birleşme çabalarımıza bağlı olduğu ortaya çıkar. Ve o zaman, içinde var olduğumuz gerçeği ifşa edeceğiz ve yeni bir dünya göreceğiz.

Bu yeni dünyayı biz inşa etmedik, ancak arzularımızı ve niteliklerimizi geliştirerek aramızda, çevremizde ve içimizde olanı ortaya çıkarıyoruz. Her şey kişisel ve bireyciliğe olan arzumuzun, giderek daha genel ve toplumsal hale gelmesine bağlıdır. Bu, kendimizi her şeyin birbirine bağlı ve birlik içinde olduğu, büyük bir toplumsal sistem içinde bulmamızı sağlar.

Aramızdaki bağda, gerçeklik algısı için yeni duyu organları yaratırsak, o zaman bu gizlilikten ifşaya döner.

Kabalistler Neden Düşüşlerden Haz Alır?

Soru: Kabala’da düşüşler ve yükselişler gibi durumlar vardır. Kabalistlerin düşüşlerden haz aldıklarını söylüyorlar. Neden?

Cevap: Deneyim, uygulama ve Kabalistik deneyimin bir sonucu olarak Kabalist düşüşlerinin, bir sonraki büyük yükselişten önce geldiğini anlamaya başlar. Bu nedenle, yükselişte olduğu kadar düşüşte de sevinir. Kişi, bu olmadan imkansız olduğunu anlar. Sonuçta düşüş, basitçe daha sonra doyum alacağı daha büyük bir arzunun başlangıcıdır.

Soru: Kabala’da bile çalışmanın kendisinin neşe uyandırması gerektiği görüşü vardır ve bu bir sınavdır. Kişi, gelecekteki durumundan değil, bir şeyden alacağı faydalardan değil ama çalışmanın kendisinden mi neşe duyar?

Cevap: Evet. Gelecekte değil, olduğum yerde,  şimdiki zamanda yaşamaya çalışmalıyım. Şu an ben de Yaradan’a, dostlarıma bağlıysam ve yaratılış amacını gerçekleştirme görevimi yerine getirmekteysem, o zaman hala güzel bir koşul içindeyimdir ve daha fazlasını istemem.

Her an kesinlikle iyi bir koşul içinde olduğumu hissediyorsam, gerçekten doğru yoldayım demektir.

Dünyamızın Hisleri Manevi Olanlarla Karşılaştırılabilir Mi?

Soru: Bizim dünyamızda ilk aşk, bir çocuğun doğumu, bazı zıtlıkların çözümü, karmaşık sorunların çözümü gibi heyecanlar var. Bu duygular manevi olanlarla karşılaştırılabilir mi?

Cevap: Evet, tüm bunlar üst dünyanın kavranmasında, ama çok daha belirgin, daha güçlü bir biçimde gerçekleşir. Bu zaten uygulamalı Kabala’dır.

Kişi, dünyevi duyu organlarımızın dışında gizli bir biçimde yer alan yüksek nitelikleri, güçleri ve eylemleri kavradığında, buna göre dünyamızı gizlice kontrol eden güçleri daha iyi hissetmek için kendini değiştirmeye başlar.

O zaman kaderini ve bu dünyada olan her şeyi etkileme fırsatı bulur. Tüm gizli arzuları ortaya çıkmaya başlar. Kaderini kontrol etmeye, zamanın, mekanın, hareketin sınırlarının ötesine geçmeye başlar.

Artık yer bilimlerinin dünyamız çerçevesinde incelediği veya onlarla etkileşime girdiği doğa güçleriyle değil, dünyamızın üzerindeki güçler ve etkileşimlerle çalışır.

Materyalizm Değerini Kaybettiğinde

Soru: Bir yıldan biraz fazla bir süredir Kabala bilgeliğini çalışıyorum. Moskova’daki Kabala Bilgeliği Akademisi’nden (MAK) mezun oldum. Son zamanlarda paranın, pozisyonumun ve işimin bana daha az değerli göründüğünü fark ettim. Neler olduğunu anlamama yardım edebilir misiniz?

Cevap: Kendinizle, ayrıca işinizle, ailenizle ve var olan her şeyle, ciddi bir şekilde ilişki kurmanız gerekir ama yalnızca mekanik olarak. Enerjinizin geri kalanını maneviyatınıza yatırmanız gerekir. Ancak biri diğerine karışmamalıdır. Maddesel özünüzle,  aileniz ve kendiniz  vb. için hassas bir şekilde çalışmanız gerekir, ruhunuzla ise bizimle olmalısınız.

Bunların hepsi kasıtlı olarak bu şekilde programlandı. Aksine, kişinin iki kanalda düzgün bir şekilde gelişmesi için gereklidir ki bu, amacına ulaşmasının tek yoludur.

“Manevi Olgunluğa Nasıl Ulaşabiliriz?” (Quora)

Manevi olarak olgun bir kişi, kendini yönelik hazzın peşinden gitmeyi bırakan ve onun yerine başkalarına karşı sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı arayan kişidir.

Benzer şekilde, fiziksel hayatlarımızda, çocukken, tek bildiğimiz, kendimize yönelik hazzı nasıl alacağımızdır ve birbiri ardına eğlenceli şeylerin peşinden koşarız. Daha sonra, bedensel olgunluğun belirli bir aşamasında, yetişkin olduğumuzda, toplumda daha verici ve sorumlu bir rol üstlenmek, çalışmak ve çeşitli şekillerde sosyal olarak katkıda bulunmak zorundayız. Ancak, dünyamızda çalışan ve topluma katkıda bulunan bir yetişkin bile, kendine yönelik temel bir alma arzusuna göre hareket eder.

Manevi olgunluğa ulaşmak, arzularımıza yönelik hedefi “kendi yararımıza” dan “başkalarının yararına” çevirmemiz anlamına gelir.

Bunu yaparak, maddesel dünyamız ile manevi dünya arasındaki bir engeli aşarız. Böylece hazzımızın özü de değişir: Yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi arzuları arasında kendine yönelik bir zevkten diğerine geçerek haz almak yerine, hayatımızın amacına ve kaynağına – mutlak sonsuz mükemmellikte var olan sevginin, ihsan etmenin ve bağın manevi gücü ile bağlantılı olmaktan haz alırız. Başka bir deyişle, manevi olgunluk, bize getirdiği zevk uğruna değil, hayatımızın kaynağıyla bağ kurmak uğruna sevgi içinde yaşamak, ihsan etmek ve başkalarıyla pozitif bağ kurmak anlamına gelir.

Bu nedenle, manevi olgunluk, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi gücüne bir bağlantı ve bir derece benzerlik oluşturduktan sonra gelir. Bunu yaparak, egoist hazlar aradığımız yaşamımızın maddesel seviyesinin üzerine yükseliriz.

İnsanlık olarak, böyle bir manevi olgunlukla şu anda nerede olduğumuzu görmek için, insan evriminin bir anlık görüntüsünü alırsak, eskiden yaptığımız gibi maddesel zevklerden artık aynı şekilde zevk alamadığımız, yeni bir çağa geçiş sürecinde olduğumuzu görebiliriz. Artık önümüzde pembe bir tablo da görmüyoruz. Geçmişte, mevcut sistemlerimizi değiştirmek için farklı sistemlere başvurabildik. Denediğimiz yönlerin başarısızlığını şimdiden öngörebildiğimizden, bugün artık durum böyle değil. Artık hayatın içinde herhangi özel, yeni hazların alınmasını beklemiyoruz.

Böyle bir durum, doğal evrimimizin bir parçasıdır: maddesel gelişimimizde bir sınıra ulaştık ve yeni bir manevi paradigmaya geçiş zamanı geldi. Açıkçası bu, gelecek çağımızda gerçek doyumun, tüm hazzın kaynağının (sevgi, ihsan etme ve bağın manevil gücü) peşinde koşmak olduğunu anlamak için, her zaman zevklerin peşinden koşmaktan gittikçe daha az tatmin bulduğumuz anlamına gelir. Dahası, kendi irademizden dolayı bu geçişe kendimizi vermekte başarısız olursak o zaman, manevi olarak olgunlaşma ihtiyacının farkına varmaya sevk etmek için, giderek daha fazla olumsuz duygular (tatminsizlik, boşluk, depresyon, yalnızlık, stres, kaygı ve diğer ıstırap türleri) deneyimleyeceğiz. Herhangi bir şeyden basitçe zevk alabilmekten mahrum kalacağız ve daha sonra hayatımızla ilgili “Bu neden oluyor?”, “Bütün bunların anlamı ne?”, “Bu hayat ne için?”, “Bu dünyada neden bu kadar çok acı var?” ve “Bununla ilgili ne yapabilirim?” gibi temel soruları sormaya başlayacağız.

Başka bir deyişle, hazların kendileri hakkında değil, kaynakları hakkında sorular sormaya başlayacağız. Bu tür soruları ne kadar çok sorarsak, o zaman, şimdiye kadar uğraştıklarımıza karşın – manevi olarak olgunlaşmamıza yardımcı olacak yeni ve farklı ortamlar aramaya o kadar çok yönlendiriliriz.

Bu dünyada haz aldığımız sürece, hazzın kaynağı hakkında soru sormayız. Ancak, hayattan zevk almayı bırakır bırakmaz ve ayrıca önümüzde bizleri değerli bir hedefe doğru ilerleterek, haz almaya yönelten hiçbir gelecek hedefi görmezsek, o zaman kendimizi ciddi bir varoluşsal problemin içinde hissetmeye başlarız. Daha sonra hayatın amacı ve anlamı hakkında temel sorular sormaya başlarız, sadece buradayken nasıl haz alacağımızı değil.

Böyle bir safhada, hayattan zevk almak istiyorsak, o zaman hayatın kaynağına yaklaşmamız gerektiğini anlamaya başlarız, bu da “kendi yararımız için” haz alma niyetini, “başkalarının yararına” olarak, tersine çevirmek anlamına gelir.