Category Archives: Maneviyat

Mutluluğun Ne Olduğunu Anlamak!

Kırılma, görebildiğimiz, hissedebildiğimiz ve deneyimleyebildiğimiz doğal egoist arzularımızda ifşa olur. Bu nedenle, isteksizliğimizi, ıstırabımızı, yanlış anlamalarımızı, duygu karmaşamızı – tüm olumsuz duygularımızı- ifade etmek için elimizde zengin bir kelime dağarcığına sahibiz.

İnsanların çektiği zor, acı verici, dramatik durumlar hakkında pek çok roman yazılmış ve birçok film yapılmıştır. Acıyı tarif etmek için birçok sözcüğümüz, hislerimiz ve ifadelerimiz vardır. Ve iyi durumlar hakkında söylenecek neredeyse hiçbir şey yoktur – sadece iyi hissediyoruz,  hepsi bu kadar!

Neden mutsuzlukta olduğu kadar, mutlulukta da incelik yok? Sonuçta, biri diğerine karşı var olmakta değil midir? Ve bunların hepsi, mutluluğu anlamadığımız ve derinlemesine hissedemediğimiz içindir, bizler iyiliği kötülüğün üzerine inşa etmiyoruz.

Bunu yapsaydık, sevgiyi ifade etmek için şu anda sahip olduğumuzdan çok daha fazla kelime bulabilirdik. Acı hakkında durmaksızın konuşabilir, romanlar ve filmler yaratabiliriz. Ve iyi son çok kısa olur: sarıldılar, öpüştüler, birbirlerine gülümsediler ve film biter.

Sorun şu ki, gerçekten mutlu olmanın ne demek olduğunu bilmiyoruz. Dünyamızda, kötülüğe karşı iyiyi inşa etmiyoruz, ki böylece tüm günahlar sevgi ile örtülür. Sevgiyi gerçekten anlamak ve bağın tüm yönlerini, bağdaki tüm gölgeleri ve duyumları ifşa etmek istiyorsak, o zaman daha önce var olan çelişkileri silmemeli, yalnızca sevgi ile örtmeliyiz.

Sonrasında bağımız, ıstırabın, parçalanmanın içinde olan, tüm nüansları, tüm incelikleri özümseyecektir. Bu nedenle, Yaradan basit bir kap yarattı, onu basit bir ışıkla doldurdu ve sonra onu kırdı, böylece bu kırılmada ne kadar incelik olduğunu, aramızdaki birçok çelişkiyi ve nefretin, reddetmenin ve uzaklaşmanın tezahürlerini ortaya çıkarabilecektik.

Dünyamızda, yalnızca tatsız deneyimlerimizi araştırır ve birbirimizle ilişkilerimizi sürekli olarak sıralarız. Bütün bunlar onları sevgiyle örtmek içindir. Şu an sevgi için renkli ifadelerimiz ve sözlerimiz yok ama onu acı gibi, aynı zengin renklerde hissedebiliriz ve böylece Yaradan’ı ifşa ederiz.

Aksi takdirde, O’na layık duygulara, ifade edecek sözlere sahip değiliz. Sadece beyaz hareketsiz ışık var ve başka hiçbir şey yoktur. Onu hissedemiyorum, içinde tutunacak hiçbir şeyim yok. O tüm evreni eşit ölçüde doldurur ve benim onu hissetme şansım yoktur.

Bu nedenle, üzüntü ile neşeyi, kötü ve iyiyi birleştirmeye çalışmalıyız. Ve o zaman, hoş olmayan duyguları ve eylemleri ifade etmek için sahip olduğumuz tüm zengin kelime dağarcığını, acı ve hoşnutsuzluğun tüm uçurumunu, Yaradan’ı onlara göre ifşa etmek için, olumlu izlenimler ve mutluluk duyguları olarak yansıtabilir ve aktarabiliriz.

Otoriteler Değişir

O’nu anlamasak ve hissetmesek de, başka bir deyişle, bunu ne zihnimizde  ne de yüreğimizde kabul etmesek de; bizler her zaman Yaradan’ın otoritesi altındayız. Bu dünyaya geliyoruz ve sanki üzerimizde hiçbir kontrol yokmuş ve dünyayı kendi kendimize yönetiyormuşuz gibi; bize aldatıcı bir resim gösteren, özel bir güç tarafından, köleleştirilmiş egoizmimize tamamen dalmış olarak, büyümeye başlıyoruz.

Bir bebek önce bir çocuğa, sonra da bir yetişkine dönüşür, ama dünyanın kendisi gibi insanlar tarafından kontrol edildiğini düşünmekten vazgeçmez. Bu iktidar mücadelesinde sadece başkalarını yenmek için gereklidir.

Ancak, Yaradan’ı ifşa etmek istersek; kontrol etmekten vazgeçmeli, dünyayı yönetmeyi veya idare etmeyi istemediğimize, içimizdeki bu egoist eğilimi bastırmayı istediğimize karar vermeliyiz. O zaman egoizmin de bize ait olmadığını, üst güce ait olduğunu keşfederiz. Eskiden egoizmin ben olduğumu düşünürdüm: Kontrol etmek ve kararlar vermek isterim, her şey ben-ben-ben!

Bunun öyle olmadığı ortaya çıktı. Şayet biraz bile “ben” duygumdan çıkmaya çalışırsam, bunun ben değil Yaradan olduğunu hissederim. Bu, pek de hayal etmeye alışık olduğum gibi değildir. Bu nedenle, egoizmime ve Yaradan’a karşı tutumum değişir. Kendimi ikisi arasında konumlandırmaya başlamalı, egoizmimi, birinci üst gücü iptal etmeli ve onun yerine ikinci güç olan Yaradan’ın yönetmesini dilemeliyim. İkisinin arasında, onların zıtlıklarının içinde, ben, kendimi inşa ederim.

Eğer grubun ve çalışmanın yardımıyla, kendimi iptal etmek istersem, o zaman onluya ve Yaradan’a gittikçe daha fazla dahil olmuş olurum. Bu iki güç, egoist gücün kontrolünü, ihsan etme ve sevginin gücünün kontrolü ile değiştirmem için bana yardım etmek amacındadırlar.

Bizler son nesilde yaşıyoruz; bu nedenle, dünyadaki tüm bu güçleri açığa çıkarmalı ve onun içindeki yönetimi, egoizmin yönetiminden, bizim için hala bilinmeyen bir yönetime değiştirmeliyiz. Çevremizdeki tüm dünya, hali hazırda yaptığımız veya yapmak üzere olduğumuz içsel değişikliklerimize göre değişiyor.

Son nesil özeldir çünkü bu değişiklikler Bnei Baruch dünya grubunda, geniş bir insan kitlesi içinde gerçekleşiyor. Dünya da daha düşük düzeyde de olsa benzer değişimlerden geçiyor. Bu tıpkı ebeveynler iş yerinde ve toplumdaki her türlü yetişkin sorunuyla ilgilendiklerinde, bunların, çocuklarını da etkilemesine, dünyalarını ve evdeki koşulları değiştirmesine benzer.

Bu nedenle, son nesilde herkes, kendi seviyesine göre niteliksel değişimler tecrübe ediyor. Dünya büyük değişimler geçiriyor, hatta medya bile kopukluğun bir aracı haline geliyor. Bizi manevi doğuma yaklaştıran, kötülüğün genel farkındalığı gerçekleşiyor.

Mahsom Mu Yoksa Son Islah Mı?

Soru: Hangi durum öncekilere göre daha derindir: Mahsom’u geçmek mi yoksa son ıslah mı?

Cevap: Elbette son ıslah.

Mahsom’u geçmek çok ciddi bir aşamadır, kişinin gelişiminde, ruhun gelişiminde bir atılımdır, ancak onu daha sonra gelenlerle karşılaştıramazsınız. Mahsom şimdi önümüzde olan şeydir, ilk derecedir.

Ve daha derin ve daha yüksek, Yaradan’a daha yakın olandır.

En Doğal Eylem

Yorum: Kabala ilmini inceleyen bir kişi bazen o kadar belirgin bir duyguya sahiptir ki, o kadar büyük, görkemli, neredeyse anlaşılmaz bir ifşa onu beklemektedir ki, bunu yapabileceğine inanmaz.

Cevabım: Doğrudur. Ama gerçek şu ki bu ihtişam, sonsuzluk, mükemmellik ve dünyalar bizim içimizdedir. Kendimizi değiştirerek tüm bunları anlarız ve bu içimizde ifşa olur. Aslında, kişinin “ben” ini ifşa etmesi, kişinin kökenine, geldiği yer olan babasının evine, sizi yaratan Yaradan’a geri dönmek, insanın en doğal işidir. Sonuç olarak, yaratılış noktasına geri dönersiniz. Bu, en mükemmel, en iyi koşuldur. Bu nedenle de, gelişimin en doğal, dolaysız yoludur. Çok yakındır.

Soru: Birkaç kişinin nereden geldiklerini hatırladığı, büyük bir Kabalistin benzetmesini biliyorum. Ve en akıllısı, doğduğunda göbek kordonunun nasıl kesildiğini hatırlamış. Bu bir tür manevi eylem mi?

Cevap: Elbette, çünkü o, oradadır.

Manevi dünyada, kişi sıfırdan başlar, gerçek sıfırdan. Bu nedenle, başına gelen her şeyi kendisi belirler, onunla aynı fikirde olur, tüm koşullarını seçer, rahim içi manevi gelişimine, doğumuna ve sonrasında başına gelen her şeye katılır.

Ruhun Tellerini Akort Etme

“Sevgi tüm günahları örter” sadece güzel bir söz değil, aynı zamanda Yaradan için sevgiye ulaşmanın bir yoludur. Kırık bir ruh aldık ve bu kırılma, tüm manevi yükseliş boyunca ıslahın sonuna kadar açığa çıkar. Her seferinde birlik, bağlılık için tam sevgiye kadar çabalamalıyız.

Bu nedenle sürekli olarak birbirimize karşı sol ve sağ çizgileri ortaya çıkararak, nefret ve sevgi basamaklarını tırmanacağız. Yaradan, bize birliğin adımlarını gitgide daha yükseğe çıkarma fırsatı vermek için, kabı tamamen kırdı.

Grup şu koşula uymalıdır: “Sevgi tüm günahları örter” yani günahları, nefreti ifşa etmek, aramızdaki her türlü boşluğu düzeltmek ve onları sevgiyle iyileştirmek. Sevgi, kimsenin kendini hissetmediği, sadece herkesi bir arada hissettiği bir ara bağdır.

Bu şekilde, çabalarımızın bir sonucu olarak, Yaradan denen birliğin niteliği ortaya çıkmaya başlayana kadar, her zamankinden daha güçlü bağ kurma aşamalarını inşa ederiz. Yaradan’a yakınlaşmanın başka yolu yoktur.

Onluda çalışırız, isteksizliği, nefreti ve reddedişi birleştirmeye ve ifşa etmeye çalışırız, kavga ederiz, ancak bu şekilde birbirimizi tekrar kucaklamak için çekişmenin üstüne yükseliriz. Ve bu şekilde yolu hızlandırırız.

Bu yasa sadece onluda değil, aynı zamanda insanlar, ülkeler, çocuklar ve yetişkinler arasındaki günlük yaşamda, aile ilişkilerinde de geçerlidir. Bağ kurmak istiyorsak, boşlukları, ayrılıkları ve çelişkileri de belirlemeliyiz.

Ama her şeyin içinde, gelecekteki hedefi görmeniz gerekir yani bunu neden yaptığımızı anlamamız gerekir. Yaşamlarımızdaki herhangi bir küçük değişiklik için, her zaman karanlıktan aydınlığa, geceden gündüze hareket etmeliyiz ve aynısı Yaradan ile ilişkimizde de olur.

Aramızdaki bağı ifşa etmek için: her zamankinden daha güçlü ve daha derin nefreti ve sevgiyi, karanlık ile ışığın zıtlığında Yaradan’ı karanlıktan gelen ışığın avantajı olarak ifşa etmek için, onluya katılım gereklidir.

Bu, duyamadığımız hafif bir sese benzer. Hâlâ sesler denizindeyiz ama onları ayırt edemiyoruz. Onları duymaya başlamak, Yaradan’ın aramızda olduğunu, bazen saklandığını, bazen ifşa olduğunu ve bunu farklı şekillerde görebilmek için böyle bir hassasiyete ulaşmamız gerekiyor. Bu da ancak kırılma ve bağ arasındaki zıtlığın tüm nüanslarını göstermek için onludaki dostlar arasında bağı inşa edersek mümkündür.

Dahası, bu dışsal belirtiler, bir nefret ve duygu patlaması gerektirmez. Bütün bunlar içimizde olmalı, duyuların inceliğiyle ifade edilmelidir. Gittikçe daha duyarlı olmalıyız çünkü aramızdaki Yaradan’ı ifşa etmek istiyoruz.

Yaradan gizleniyor çünkü O’nu yakalayabilecek yeterli hassas ve incelikli araçlara sahip değiliz. Kırılmadan bağa geçişin tüm inceliklerinde ne kadar derine girersek, aralarındaki tüm farkı hissederiz ve yavaş yavaş bu ilerlemelerde Yaradan’ı hissetmeye başlarız.

İşinin ustası, en küçük ayrıntılara duyarlı, hassasiyetini keskinleştiren kişidir. Dış gözle hiçbir şey fark edilmez, ancak uzman için her küçük ayrıntı gerekli hale gelir ve ona neler olduğunu gösterir.

Bizler, tam olarak böyle bir duyarlılıktan yoksunuz. Yaradan hâlâ aramızda, ancak doğru hislere sahip değiliz. Haz alma arzumuz çok kaba ve bu dünyanın duyumlarının en düşük seviyesindedir. Ayrıca bir dostta olan her şeyi, ustaca hissetmeyi öğrenmemiz gerekir. Dostlarımla böyle bir ilişki kurduktan sonra, onların içinde Yaradan ile ilişkimi ifşa etmeye başlarım.

Birbirimizle ilişkilerimiz, şimdi bir minörde, şimdi bir majörde gibi uyum içinde ses veren teller gibidir yani mesafe ve bağda, her tür koşul içinde. Yaradan bizimle böyle konuşur, çünkü bizi parçalayan ve ayıran O’dur ve aynı zamanda bağ kurmamıza da yardım eder.

Dolayısıyla, Yaradan’ın tellerimiz üzerinde hareket ettiğini hissederiz, aramızda işleyen ince bağ çizgilerinin üzerinde, ilişkilerimiz üzerinde oynadığını hissederiz. Bu şekilde O’nu ifşa eder ve O’nun bize ne söylemek istediğini buluruz ve ayrıca O’na birlik, sevgi ve arzu ilahisi olarak kendi melodimizi çalarız. Ve böylece yaratılışta, Yaradan’ın ifşasına gittikçe daha fazla uyum sağlarız.

Yaklaşımımızdan ve mesafelerimizden, tüm olası koşullardan, üç çizgiden ve bağdan, manevi Sefirot olarak, Yaradan’ın dilini daha da iyi öğreniriz, O’nun bize ne dediğini ve O’na nasıl cevap vereceğimizi anlarız. Yaradan ile tüm bağımız, birbirimizle olan bağımızdır. Bu nedenle, onlu içinde olmayan birinin Yaradan’ı ifşa etme fırsatı yoktur; bu son neslin koşuludur.

Bizim zamanımızda, genel Kli ıslah oluyor ve bu nedenle bizler son nesil olarak adlandırılıyoruz. Onlu onlu ıslah olmamız ve onları bir araya getirmeye başlamamız gerekir. Ama her şeyden önce, her bir teli, bir keman veya gitar gibi akort etmeniz gerekir, böylece birbirleriyle ve hep birlikte Yaradan ile uyumlu olurlar.

Bu zaten, Yaradan’la bağ kurmak, O’na aramızdaki yeri açmak ve bizimle oynayacak bir yer vermek için, onludaki manevi çalışmadır. Ve O’na şükran şarkısı, O’nun ihtişamının bir ilahisini çalabiliriz.

Yeni Bir Hayatın Doğuşunun Mucizesi

Gebe kalma, hamilelik ve doğum, herhangi bir gelişim sürecinin ana unsurlarıdır. Bu maddi süreçlerde bile bilinmeyen, gizli ve kontrolümüz dışında olan pek çok şey vardır.

Bu işin mekanizmasının inceliklerini anlamak ve hatta onu kontrol etmek ve içsel işleyişini bulmak zordur. Elbette, gebe kalma, Yaradan’ın gücüyle ilgilidir.

İnsan vücudunun doğuşu hayvansal seviyeye aittir ve insan seviyesindeki doğum manevi doğumdur. Yaradan tarafından yukarıdan kontrol edilen, kendi çabaları ve süreçleri sayesinde, üst gücün, üst sistemin, içinde doğmaya başladığı, dünyamızdaki bir kişiden bahsediyoruz. Bu sayede kişi, kendisine insan, Adem yani kendisinde gelişen bu üst sisteme, Yaradan’a benzeyen diyebilecektir.

Yeni bir yaşamın, bir hücreden birdenbire nasıl gelişmeye başladığına dair bazı gizemler olduğunu hissederiz. Bu, hücrenin gelişimini hızlandıran bazı bilinmeyen kuvvetleri içerir. Bunu sıradan, bedensel hayatımızda da deneyimliyoruz ve bu nedenle hamileliği ve bir kişinin doğumunu mucize olarak görüyoruz.

Ve dahası, maneviyatta da bu bir mucizedir. En zor şey, manevi dünyaya yani kişiye etki eden manevi güçlerin hissine ilk giriştir. Ruhunun bir noktadan gelişmeye başladığını ve ona etki eden güçlerle bağ kurduğunu hisseder. Bu, ruhun başlangıcıdır, bir damla manevi meniden gelen manevi gebelik.

Bu manevi gebeliğe ulaşmak, üst güç ile insanın güçleri arasında bir bağ kurmak, uzun yıllar alır. Kişide bu duyusal temas ilk kez olduğunda, onun üst güçle, Yaradan ile ilk bağı, onun tüm tutumunu kökten değiştirir.

Kendini ve Yaradan’ı ortaklar gibi görmeye başlar ve ancak tam iptal için hazır olduğu anda, yeni bir hayata başlayabileceğini anlar. Hayata, kendisine ve Yaradan’a karşı tüm tutumu değişir.

Önceden, her şey onun doğal, egoist arzusundan geliyordu. Ama şimdi egoizminden kopmaya hazır olduğunu, bunun için gerekli anlayışa ve güce sahip olduğunu ve kendini egoizminin dışında var olduğunu hayal etmeye ve ihsan etme uğruna hareket etmeye hazır olduğunu hisseder. Yani o anda herhangi bir kişisel yararı olmadan Yaradan için hareket etmek ister.

Alma arzusundan bu ayrılma, gebelik sürecinin bileşenlerinden biridir ve ondan sonrası manevi dünyada doğumdur.

Kişinin manevi doğumuna yol açan tüm eylemler, yalnızca bir grup içinde, grup aracılığıyla yukarıdan, Yaradan’dan güçler alarak gerçekleştirilebilir. Yaradan, grubun içindedir. Kişi kendisini ona teslim etmeye hazır olduğu ölçüde, kendisini bir insan olarak inşa etmesine yardımcı olan, ihsan etme güçlerini alır. Aksi takdirde, henüz gelişmeye başlamamış ölü bir meni damlası olarak kalacaktır. Gelişim için tüm güçler grup aracılığıyla, onlu aracılığıyla gelir. Bu nedenle, ancak onluyu nasıl toplayacağınızı, birleştireceğinizi ve buna nasıl dahil olacağınızı biliyorsanız, manevi doğum hakkında konuşmaya başlayabilirsiniz.

“Manevi Uyanış Neden Bu Kadar Acı Verici?” (Quora)

Gecenin en karanlık zamanı, şafaktan öncedir. Aynı şekilde, Zohar’ın yazarları, insanlığın en karanlık zamanının, manevi uyanışından önce geleceğini belirtmiştir.

Kabalistler Rav Isaac Luria (Ari) ve Kabalist Yehuda Aşlag (Baal HaSulam),  Zohar’ın bahsettiği 20. yüzyılın sonundan 21. yüzyıla kadar olan zamanı işaret ettiler.

Baal HaSulam, çağımıza “son nesil” olarak atıfta bulundu. Bu ifade, kulağa geldiği gibi değildir yani bir kıyamet trajedisi zamanı değildir, tüm manevi koşulların nihai ve en yükseği olan, yüce bir manevi durumu tanımlar.

Kabalistler, bizim çağımızda, manevi yükselişin başlangıcına gireceğimizi ve sonunda insan evriminin son durumuna ulaşacağımızı ileri sürdüler.

Ancak, olumlu bir manevi dönüşümün gerçekleşmesi için, manevi olarak dönüşen bir sürece, kendimizi de gönüllü olarak vermeliyiz.

Sanki şu anda yeni bir çağa ve nesile doğmanın, doğum sancılarını deneyimliyoruz ve her doğumda olduğu gibi, süreç oldukça zor ve gayret gerektirir.

Bizim çağımıza kadar, yiyecek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi için bedensel arzulara göre gelişiyorduk ve çağımızda, diğer arzular gibi tam olarak saptayamadığımız yeni bir arzu hissetmeye başladık. Yeni ve daha yüksek bir seviyeye çekildiğimizi hissetmek yerine, şu anki durumumuzda artan bir memnuniyetsizlik hissederiz, arzularımız bizi doyurmakta başarısız olur. Gittikçe daha fazla bölünür ve birbirimize kızarız, kendimizi tatmin etmekte daha çok zorlanırız.

Maddi arzularımız arasında yeni bir manevi arzunun uyanışı böyledir. Nihayetinde, onu nasıl yerine getireceğimizi aramamız için böyle bir arzu ortaya çıkar, ancak bunu yapmak için, bu arzunun yerine getirilmesine rehberlik eden eğitimsel ve toplumsal etkilere ihtiyacımız vardır.

Bu yeni arzuyu yerine getirmek için bir metod keşfedip uygulayana kadar, geçmiş yaklaşımlarımız ve öğretilerimizle bunu ne kadar çok yerine getirmeye çalışırsak, o kadar çok krizle karşılaşacağız.

İlk manevi uyanışımızın bu kadar acı verici olmasının nedeni budur- çünkü bu yeni ihtiyaçla en iyi şekilde nasıl ilişki kuracağımız konusunda rehberlik olmadan, artan bir maneviyat ihtiyacı hissederiz.

Yeni ortaya çıkan manevi arzumuz için yeni bir metodun rehberliği olmadan, kendimizi her alanda, kişisel, sosyal, ekonomik, ekolojik ve küresel ölçekte daha fazla sorun ve kriz yaşarken buluruz.

Kabala bilgeliği, özellikle bu yeni ortaya çıkan arzuyu yerine getirmek için bir metod olarak geliştirildi. İlk kez 5000 yıl önce ortaya çıkmasına rağmen, Kabalistler, insanlığın bilgeliğe olan ihtiyacının henüz olgunlaşmadığını bildikleri için onu nesiller boyunca çoğunlukla gizli tuttular. Ancak, Zohar’ın yazarları, Ari ve Baal HaSulam gibi büyük Kabalistler, çağımızı insanlığın topluca bilgeliğe hazır hale geleceği ve onun sağladığı öğretiye açık olunacak bir çağ olarak belirttiler.

Başka bir deyişle, bizim çağımız şafaktan önceki karanlık olarak nitelendirilir ve çağımızın baskın duygularını sıkıntılar ve krizlerden tersine çevirmek için, yeni ortaya çıkan arzumuzu manevi olarak üretken bir yönde daha önce hiç yaşamadığımız yüksek bağ ve yücelik durumlarına nasıl yönlendireceğimizi öğrenmemiz yeterlidir.

“Işığı Karanlıkta Bulmak” (Linkedin)

Günümüzde ıstırap, kutuplaşma ve kafa karışıklığı insanların hayatlarında bolca yer almakta. Etrafımızdaki her şey kasvetli ve korkutucu göründüğünde, toplumun gitmekte olduğu ufku net bir bakış açısı ile görmek zordur, ama umutsuz bir durumda ışığı keşfetmenin de bir yolu vardır. Aslında yeni ve daha iyi bir gerçekliği mümkün kılan tam da bu zıtlıkların karşıtlığıdır.

Karanlık ve ışık arasındaki çatışma hemen hemen tüm hikâyelerimizde ve filmlerimizde tasvir edilmiştir. Her zaman iyi ve kötü karakterler vardır ve kahraman, özel niteliklerini, ihtiyacı olan herkese yardım etmek için kullanan kişidir. Ancak, kendi hikâyemize baktığımız açıya bağlı olarak, başlangıçta iyi olan karakterler kötüye dönüşür ve kötüler iyi olur. Bu, kendi yaşamlarımızdaki karanlık ve ışığın, her birimizin bireysel algısına göre değiştiği anlamına mı gelir?

Bireysel hayatta, cevap evettir. Ancak doğanın kanunları seviyesinden baktığımızda, tutarlı bir yapı fark edebiliriz; iyi, her bir parçanın diğerlerine yarar sağladığı ve tamamladığı yerde, doğanın tüm parçalarının olumlu ve faydalı bir şekilde bağlantı kurmasına yardımcı olandır ve kötü, insanlar arasında ayrılığa ve çatışmaya neden olandır.

Şayet hepimiz ışığa özlem duyuyorsak, neden dünyada karanlık var? Biz iyiyi ondan ayırabilmemiz için bu dünyada kötülük mevcuttur. Bu iki karşıt form her zaman mevcuttur. Eksi olmadan artı yoktur. Sadece zıtlıklar arasına onları etkili bir şekilde birbirine bağlayan bir şey yerleştirerek ikisinin de varlığından haz alabiliriz.

Bizler, başkalarının pahasına onlardan yararlanmaya çalışma eğilimimizin üzerinde her bir kişiye karşı olumlu bir tutum inşa etme sanatını öğrenmeye başlamalıyız ve her üyenin diğerleriyle ilgilendiği bir çevre oluşturmaya başlamalıyız.

Ancak, şu andaki dünya algımızda, birçok farklı, zıt ve hatta çatışan gruplar görüyoruz. Her biri kendi durumunu doğru, diğerlerini yanlış olarak görüyor. Aramızda böylesi bölünmeler çoğalırken insanlık nasıl ortak bir birlik koşuluna ulaşabilir?

Çözüm, onların arasında değil, farklılıkların ve ayrılıkların üzerine inşa edilmesi gereken bir birlik içinde bulunabilir. Böyle bir birlik için şöyle yazılmıştır; “Sevgi tüm günahları örter.”

Farklılıkları ve ayrılıkları kendi başlarına bırakın. Bırakın öyle kalsınlar. Onların farkında olun ve birbirimizden uzak ve zıt olduğumuzu anlayın. Farklılıklarımızın; her birimizin içinde doğup büyüdüğümüz egoist doğamızın birer parçası olduğu anlayışına ulaşmamız gerekiyor. Çünkü doğa her birimizi eşsiz görüş ve deneyimler bütününe sahip eşsiz bireyler yapmaya özen gösterdiğinden, yalnızca farklılıklarımız ve ayrılıklarımız dahilinde düşünmeye ve hareket etmeye çalışırsak, çok çeşitli toplumlar arasından her hangi bir birlikteliğin ortaya çıkmasını bekleyemeyiz.

Ancak, aynı zamanda şu da çok nettir ki; hepimizi bir seviyede birleştirmenin bir yolunu keşfedemezsek daha fazla ıstıraba katlanmaya devam edeceğiz. Öyleyse çözüm nedir?

Çözüm, anlaşmazlıklarımızın aynı seviyesinde bir birlik inşa etmek ve buna çabalamak değildir, ama onların üzerine çıkmak ve farklılıklarımızın üzerinde olumlu şekilde bağlanacağımız yeni bir tür realiteyi keşfetmektir.

Doğanın kanunları öyle bir şekilde hareket eder ki, eğer bizi ayıran şeyin üzerine çıkmaya çalışırsak, o zaman bize yardım etmesi için doğanın desteğini alırız. Böylesi bir eğilim ve çaba içinde, farklılıklarımızın üzerinde bağ kurmaya olan ortak çabamız vasıtasıyla onları harekete geçirmemizi bekleyen, doğada mevcut olan olumlu güçleri keşfederiz.

Düzenli hareketleri birlik olmak için eyleme geçirerek, herhangi bir anlaşmazlığın ve karışıklığın üstesinden gelmek için çözümü keşfedeceğiz. Bireysel, doğal karakterlerimizde farklı olsak da, farklılıklarımızın üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurma ortak eğiliminin daha büyük önem taşıyabileceğini ifşa edeceğiz ve bu bize birleşmek için güç verecektir.

O zaman, hepimizin birbirimizi desteklediği bir birlik formu yaratacağız. Başkalarına karşı olan olumsuz ve eleştirel duygularımızı kabul edebileceğiz ve onların üzerinde birleşebileceğiz. Bu, her birimizin bir beden içindeki hücreler ve organlar gibi hareket ettiği, birlikte, mutlu, kendinde emin ve güvende insanların olduğu bir topluluğun yaratımına hep birlikte dahil olduğumuz, ahenk içinde, bütün ve dengede bir dünya görmemizi sağlayacaktır.

“Kişinin Dindar Olmadan, Manevi Olarak Kabul Edilmesi Mümkün Müdür?” (Quora)

Evet, mümkündür. Din, almakla ilgili olan ve buna karşılık gelen niyetlere sahip olan bedensel alanda var olurken, maneviyat yalnızca ihsan etmeye odaklanmıştır. Ancak, insanların eylemlerine bakılırsa, bu oldukça belirsiz olabilir.

Maneviyat, yaratılışı asla farklı, karşıt ve çelişkili güçlere bölmemeyi, bunun yerine her şeyi, her şeyin arkasında konumlandırılan bir sevgi ve ihsan etme gücüne atfetmeyi gerektirir.

Manevi yükseliş, bize iyi ve kötü olarak görünen tek bir güce atfedilerek elde edilir. Başka bir deyişle, bizimle ihsan etme ve sevgi tutumu ile ilişki kuran üst güç, gelişimimizi her şeyin ardında konumlandırılmış tek bir gücün nihai keşfine yönlendirmek için, bizimle iyi ve kötü güçler aracılığıyla bir “sohbet” yürütür. Bu süreçte, bedensel gerçekliğimizde algıladığımız şeyin üzerindeki bu manevi güce yapışırız ve manevi merdivenin basamaklarını çıkarız.

Ancak manevi yolda olan insanlar, yetiştirilmeleri, eğitimleri, kültürleri ve kendi milletlerinin geleneklerinin bir sonucu olarak her türlü dini geleneği yerine getirebilirler. Dine bu şekilde davranmanın olumlu olduğunu düşünüyorum.

Yine de din, manevi ilerlemenin yerini almamalıdır çünkü ihsan etmenin ve sevginin manevi gücünün yüce edinimi, her şeyin üstünde ve ötesinde olmalıdır. Din, bizatihi kendisi bu edinime müdahale etmez. Bizi manevi edinimden alıkoyabilecek şey, yanlış bir şekilde dinin maneviyatın yerini alabileceğini düşünmektir. Başka bir deyişle, çeşitli fiziksel eylemlerde bulunmak ve belirli bir programa göre, yazılı kelimelere göre dua etmek bizi manevi edinime götürmeyecektir. Manevi gücün niteliklerini – sevgi ve ihsan etme- kendi niteliklerimiz ve ilişkilerimiz arasında, “Komşunu kendin gibi seveceksin” ilkesinde anlatıldığı gibi, uygulamayı hedefleyerek maneviyatı keşfederiz.

Başka bir deyişle, niyetler, düşünceler ve arzular son derece önemlidir ve eylemlerimiz ikincildir. Pek çok dindar insan, çocukluktan itibaren, düşünmeden bu eylemleri alışkanlıkla yürütür ve bunu yaparken manevi bir yükseliş yoktur.

Maneviyat yani sevme ve ihsan etme niyeti, bu nedenle dini eylemlerle değil, ortak bir niyetle başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurarak elde edilir. Ancak dini eylemler iptal edilmez. Onlar, manevi kökü simgeleyen bir dal gibidirler ve insanlar o kültürün içinde kalabilirler. Bu tür âdetler manevi ilerlemeye ne engel olur ne de yardımcı olur. Onlar sadece bize manevi eylemlerin var olduğunu hatırlatır ki bu da nesiller boyunca korunmalarının sebebidir.

Maneviyatın İlk Kavranışı

Pek çok grup fiziksel dünyadan manevi dünyaya geçişe yaklaştığında ve her onlu bunu kendi içinde birleştirmek ve gerçekleştirmek istediğinde, bu zaten çok büyük bir olaydır, ruhun doğuşudur.

Dünyasal yaşamdan biliyoruz ki, asıl mesele hamileliğin başlangıcıdır, korunmasıdır, böylece düşük yapılmaz ve sonrasında doğum yapılır. Bu, her türlü komplikasyonun mümkün olduğu çok karmaşık bir süreçtir. Ama bütün bunlar geçtiğinde ve bir kişi doğduğunda büyümeye başlar.

Manevi çalışmadaki en zor şey, maneviyatın ilk kavranışıdır: tüm onlu için tek olan, manevi nokta etrafında bağ kurmaktır. Eğer hepimiz onu anlarsak, gelişmeye başlarız, ondan daha fazla tatmin alırız.

Manevi gelişim süreci, inişler ve çıkışlar, alma niteliğinin dönüşümlü olarak büyümesi ve ihsan etme niteliğinden oluşur. Ne de olsa ihsan etme gücünü, onun eksikliğini hissetmeden alamayız. Ve bu yüzden önce egoizmin içine düşmeli, onun tüm kötülüklerini ve onu ihsan etme olarak ıslah etme gerekliliğini hissetmeliyiz.

Bu yüzden, atan bir nabız veya bir embriyoda meydana gelen süreçler gibi ileri geri sallanmaya devam ediyoruz. Ancak bu, ihsan etme gücünün yetkisi altında hareket etme arzumuza uygun olarak, bizim doğal alma arzumuzun üzerindeki ihsan etme gücünün çalışmasıdır.

Manevi dünyada doğumun başladığı yer burasıdır; bu, Üst güç bize karşı harekete geçsin ve istediği her şeyi bizimle yapsın diye, onluda kendini feshetme arzusuyla başlar. Yaradan gibi olmak için, kendimizi egoizmimizden tamamen ayırmaya hazırızdır.

Kişi bunu kendisi uygulamaya çalışırsa, kesinlikle düşük yapacaktır çünkü o, yalnızdır. Ama onluda, dostlarının arasında yer alırsa, o zaman bırakamayacaktır. Eğer bizler, aynı amaç için, aynı karşılıklı ihsan etme gücü ve birbirimizi desteklemek için birleşir ve çabalarsak, doğru şekilde gelişmeye başlarız.

Ve onludan ayrılır ayrılmaz, vücuttan kesilmiş bir organ gibi ölürüm ve kesinlikle bir düşük olacaktır. Sonuçta, maneviyat, bedenselliğin aksine mükemmeldir ve kısmi hiçbir şey olamaz. Birinin dışarı çıkması herkes için sorun yaratır.

Bu nedenle, aramızdaki bağı ve Yaradan’la olan bağı mümkün olan her şekilde korumak gerekir. Herkesin, diğerlerinin önünde kendini feshettiği ve herkesin Yaradan’ın önünde kendini feshettiği ölçüde, Yaradan’a, annenin rahmindeki bir damla tohumun kendisini annenin otoritesine vermesi gibi, bize bakma fırsatı veririz.