Category Archives: Maneviyat

Rehber Olmadan Maneviyata Ulaşmak İmkansızdır

Bilgelere inanç olmadan, mantık ötesi inanca ulaşmak ve Yaradan ile bağ kurmak imkansızdır. Sonuçta, egoist arzumuz ile ihsan etme arzusu arasında doğrudan bir bağ yoktur.

Egoizmin içinde olduğumuz için, ihsan etme arzusuna sıçrayamıyoruz ve ne olduğunu ya da ona nasıl yaklaşacağımızı bile anlamıyoruz. Bu nedenle, bizi bu dünyanın hissinden üst dünyayı hissetmeye götürebilecek bir rehbere ihtiyacımız var.

Biz bu dünyadayız yani alma arzusu içindeyiz ve dünyayı ancak onun aracılığıyla hissediyoruz. Egoizm, tüm niteliklerimizi belirler, kalbimizi ve zihnimizi kontrol eder. Aynı zamanda bizler, ihsan etme arzusu içinde gerçekliği hissetmek isteriz.

Ancak, “zıt bir dünya göreceğim” denildiği gibi, ihsan etme arzusunun ne olduğunu ve başka bir gerçekliği hissetmek için onu nasıl geliştireceğimizi bilmiyoruz. Uzun zaman alabilen ve bu dünya ile bir sonraki dünya arasında birçok ara durumu, alma arzusunun hakimiyetini ve ihsan etme arzusunu içeren özel bir koşuldan geçmemiz gerekiyor.

Böyle bir geçiş bir anda olamaz, ancak söylenenlere göre: “Hayatımın her günü beni sadece iyilik ve merhamet takip edecek.”

Bu nedenle, her iki dünyada aynı anda yaşayan ve bize böyle bir geçişi nasıl yapacağımızı öğretebilecek bir bilgeye ihtiyacımız var. Manevi dünyanın edinimi içinde olan herkes böyle bir rehber olamaz. Bu, her iki dünyayı anlamada duygu ve anlayışta tutarlılık ve bir dünyadan diğerine adım adım nasıl geçiş yapılacağına dair bilgi gerektirir.

Bu rehberin niteliğine Musa denir. Bir yandan Yaradan’ın nitelikleri içindedir, öte yandan “sadık bir çoban” gibi, bu dünyadan manevi dünyaya, insanlara öğrencilere rehberlik etmek ve Yaradan’ın talimatlarını yerine getirmek için bu görevi üstlenebilir.

Manevi yolda öğretmen anlamına gelen, bilgelere inanç, yolun kendisine inanmakla, Yaradan’a ve gerçekleştirdiğimiz tüm eylemlere inanmakla aynıdır. Başarı, öğretmene ne kadar bağlı olduğuma ve onu ne kadar takip ettiğime bağlıdır. Bu sanki ciddi bir yürüyüşte, tehlikeyle dolu bilinmeyen bir bölgeden geçerken, ıssız yollarda, uygun kıyafetlere ve ayakkabılara, uygun bir bastona sahip olmanız, önünüzde giden kişiyi takip etmeniz ve önünüzde olanın izini takip etmeniz gerektiği gibidir. O zaman güvenle ilerleyebilirsiniz.

Bu, yeni başlayanların manevi yola girerken öğrenmesi gereken ilk kuraldır, ona bilinmeyen ve kafa karıştıran, basılmamış bir yoldur. Bu nedenle, ilk yürüyen, çok fazla deneyime sahip ve bu yolu zaten kendi başına yürüyen bir kişidir. Ama onu takip edenler yolu bilmemektedir.

Bunu fiziksel bir yürüyüşte ve hatta daha da ötesi manevi bir yürüyüşte yapmak gelenekseldir, çünkü orada tek bir doğru adımı atmak için ne yapmamız gerektiğini hiç bilmiyoruz. Dahası, egoizm her zaman kafamızı karıştırır ve bizi yoldan çıkarır. Bu nedenle, tökezlemeden ve düşmeden ilerlememize yardımcı olacak, mümkün olduğunca çok sayıda net göstergelere sahip olmamız gerekir.

Yükselişler ve Düşüşler Arasında Boş Zaman İçin Yer Yok

Yükselişler ve düşüşler bize bir yaşam hissi verir. Hayatta bir değişiklik olmasaydı, o zaman yaşam değil ölüm olurdu. Salgın bizi felce sürükledi ve durgun bir yaşam sürmeye zorlandık, evlerimizde kilitli kaldık.

Görünüşe göre bu, borsada ve hayatlarımızı dolduran gündelik çekişmelerde değil, yeni yaşam biçimlerinde, farklı düşüş ve yükselişler bulmamıza yardımcı olacak.

Ve böylece kendimizi karantinada buluyoruz, böylece hayattaki değişikliklerin farklı derecelerde olabileceğini ve bunlara hayat dendiğini hissediyoruz. Yükselişlerin imkânsız olduğu düşüşleri takdir etmeye başlayacağız.

Yaratılışın en başından Yaradan, ortak ruhun parçalanmasıyla bizim için büyük bir düşüş düzenledi. Ve bu kabı kendi çabalarımızla toplamalı ve eski durumuna getirmeliyiz. Ancak katılımımızı, arayışımızı, boşluğumuzu, duamızı, arzumuzu, birleşme zorluğumuzu da ekleyerek ilk yükselişi 620 kat arttırıyoruz.

Adam HaRishon’un ruhunun parçalanmasından önce varlığımız bilinçsizdi. Ancak şimdi, tüm hazırlıklardan dolayı, yükselişler ve düşüşleri hissetmeye başlıyoruz ve her düşüşten sonra kendimiz yükselmeye çalışıyoruz: cansız seviyeden bitkisel, hayvansal ve insana. Sonunda insan olmanın ne anlama geldiğini, ne için yaşadığımızı, durumumuzun insan yaşamına ne kadar uzak veya yakın olduğunu hissetmeye başladık.

Böylece, düşüşlerde ve yükselişlerde, yavaş yavaş yaşamın özünü, amacını, varoluşumuzun anlamını keşfederiz, duyu organları geliştiririz, bir düşüş veya yükselişte ölü ve diri olmanın ne anlama geldiğini öğreniriz.

Biri diğeri olmadan olamaz. Her şey düşüşle başlar. Yaradan, gelecekteki tüm koşullarımız için hazırlıklar yapmak için kabı paramparça eder. O, her şeyi, geceyle, ayrılıkla, Yaradan’dan, hedeften, dostlardan kopma duygusuyla başlayacak şekilde belirlemiştir. Sadece bu koşuldan itibaren büyük, son bir yükselişe ulaşmak için parçalarımızı toplamaya başlayabiliriz.

Kendisinden önce bir düşüş yoksa, yükseliş mümkün değildir. Yükseliş, düşüşü anlamak ve onun üzerine çıkmayı istemektir. İşte bu yüzden Yaradan, yükselmemizi, ayrılığı birliğe, nefreti sevgiye çevirecek bir şeyimiz olsun diye bizim düşüşümüzü düzenler.

Bundan, yükseliş ve düşüşün, egoizmimize göre değil, başarmamız gereken tam bağ koşuluyla ilişkili olarak gerçekte ne olduğunu anlayabiliriz.

Düşüşlerin ve yükselişlerin sayısı, bunların frekansı, derinliği, maksimum hızı ve çokluğu, son ıslaha doğru ilerlememizi belirler. Herkese, ortak ruha katılması için, aynı zamanda her onlu için ve hepimiz için kendi özel Kli’sinde sınırlı sayıda yükseliş ve düşüş verilir.

Yükseliş ve düşüşlerin gücü ve değişme hızları hesaba katılır. Yükselişi ve düşüşü uzun süre esnetmeyin. Maneviyatta zaman yoktur; her koşul için bir dakika yeterlidir. O ifşa olur olmaz, derhal bir sonraki koşulla değiştirilmelidir.

Düşüşler ve yükselişler arasında ve hatta yükselişler ve düşüşler arasında kesinti için yer kalmasın diye bağımız üzerinde çalışmanın yoğunluğunu artıralım. Önemli olan, koşulu ve onun bir sonraki adım için faydalarını hızlı bir şekilde açıklığa kavuşturmaktır.

Hem düşüşleri hem de yükselişleri, yukarıdan bilgiymiş gibi, yapıcı bir şekilde ele almaya çalışmalıyız. Onlar zaten üst güç tarafından hazırlandılar ve hepsinden geçmek zorundayız. Sadece sıklıkları bize bağlıdır.

Her şey bizim hazırlığımıza bağlıdır. Düşüş ve yükselişleri, kendi duygularımızla değil,  insanlığın genel ıslah süreciyle ve hedefimiz olarak Yaradan ile ilişkilendirirsek, o zaman her an, bu yolda iyi ve doğru bir adım olur. Ve tek yapmam gereken, nihai hedefe yaklaşmak için daha da ileriye gitmektir. Sonra tüm yükselişler ve düşüşler bir araya gelecek ve bu iki koşulu bir bütün olarak hissedeceğim: “Karanlık ışık gibi parlayacak.”

Şans Eseri Değil

Dünyada hiçbir şey tesadüfen olmaz; her şey, bizi tek kalp tek bir adam olarak birleşmek ve Yaradan’la bağ kurmak hedefine doğru ilerletme amacına yönelik olarak gerçekleşir.

Bu, tüm gerçekliğin amacıdır. Ve bunu çok arzu edersek, herhangi bir sorunu ilerlememizi hızlandırmak ve bize en kısa ve en iyi şekilde rehberlik etmek için bir fırsat olarak algılarız.

Asıl mesele, onlunun merkezini tespit etmek ve bu merkezden, onlunun ilerlemesi için O’nun yardımını istemek ve talep etmek için, Yaradan’a özlem duymak, , bizi onluda birleştirdiği ve O’na doğru ilerlememiz için bize akıl ve duyguları verdiği için O’na teşekkür etmektir.

Dua minnet ve istek içermelidir. Yaradan’ın bizi dünyadaki diğer insanlar gibi bilinçsiz bir durumda bırakmadığı için minnettarım ki O, bize nerede olduğumuzun ve gerçeğe, hakikat dünyasına, gerçek duruma nasıl ilerlememiz gerektiği ve böylece kaderimizi kontrol etmeyi öğrenmemiz gerektiği anlayışını verdi.

Bütün bunlar, O’na daha yakın olabilmemiz ve bu dünyadaki tüm insanları yanımıza çekebilmemiz gerçeğiyle, Yaradan’a memnuniyet vermek içindir. Yaradan, tüm insanların bir onluda, Adam HaRishon’un ruhunun on Sefirot’unda birleştiğini görmek ister.

Bu, Yaradan’a ve tüm insanlığa karşı görevimizdir, çünkü onların ortasındayız ve Yaradan’ı diğer insanlarla birleştirmeliyiz. Ve bu nedenle, Yaradan’ın hizmetkârları olarak adlandırılıyoruz. Bir yandan fiziksel dünyadayız ve tüm insanlarla bağlantıdayız, diğer yandan Yaradan’a bağlıyız ve O’nun ile yaratılan varlıklar arasında bir geçiş yolu olarak hizmet etmeliyiz.

Bizler, Galgalta ve Einaim ve AHAP olarak içimizde birleştirmemiz ve ruhumuzu oluşturmamız gereken bu iki parçaya, Yaradan’ın bir parçasına ve yaratılan varlıkların bir parçasına sahibiz.

Yaradan bizi bu çalışma için seçti: O ve insanlık arasında bir bağ kanalı, bir iletişim aracı, bir geçiş yolu olarak hizmet etmek ve O’nun güvenini haklı çıkarmak istiyoruz. Zor bir iş çünkü sadece kendi kaderimizi değil, dünyanın kaderini de önemsememizi, herkesin acısını hissetmemizi ve arzularını hissetmemizi gerektiriyor. Aynı zamanda böyle bir görevi almak da ayrı bir onurdur.

Onlunun merkezi, herkesin onlunun önünde kendisini iptal edip, boyun eğmesinden dolayı, her zaman bağ kurduğumuz yerdir. Bu şekilde, birlikte Yaradan’a döndüğümüzde onlunun merkezine ulaşırız. Herkes kendini diğerlerinin önünde iptal ederse, o zaman ortada Yaradan’a döndüğümüz ortak bir noktadan başka hiçbir şey kalmaz. Aksi halde Yaradan, O’na söylemek istediklerimizi işitmeyecektir.

Dostlarımın yandığını ve kalbimin sağır olduğunu görürsem, o zaman büyüklerin arasında küçük biri gibi hissetmeli ve elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. Sınıfta otursam ve hiçbir şey duymasam, hiçbir şey görmesem, hiçbir şey anlamasam bile, duygu ve düşüncelerim uyuşmuşsa da her şeye rağmen dostlarımın arasındayım. Bu, annenin içindeki bir çocuk gibi, onlunun içinde bir embriyo haline geldiğim anlamına gelir.

Annenin karnındaki çocuk kıvrılmış bir şekilde yatar ve hiçbir şey yapmaz, sadece kendini iptal eder ve üst güç onu geliştirir. Aynı şekilde onluda kendimi iptal etmeli, mümkün olduğunca buna dahil olmalı ve dostlarımın beni etkilemesini beklemeliyim. Bu çok yüksek bir koşuldur ve bu tür bir kendini iptal etme büyümemizi sağlar.

Kendimi iptal ederek ve onluya dahil olmayı isteyerek, onlara büyük bir iyilik yapıyorum, çünkü şimdi Yaradan’ın benim için belirlediği koşullara göre doğru eylemi gerçekleştiriyorum. Bizler, her zaman on Sefirot’u onluda temsil ederiz ve her seferinde bu on Sefirot’ta farklı bir rol oynarız. Dolayısıyla aralarında benim gibi kendini iptal eden hiç kimse yoksa dostlar ilerleyemeyeceklerdir.

İyi İle Kötü Arasındaki Yol

Her zaman içimizdeki tüm kötü nitelikleri ışığın nitelikleriyle telafi ederek nasıl dengeleyeceğimize bakmalıyız. “Sevgi tüm günahları örter”, yani her zaman tüm parçalar arasında doğru bağı kurmalıyız: kendi içimizde ve aramızda ve çevremizde.

Tora, cansız doğaya, bitkilere, hayvanlara, insanlara ve üst güç olan Yaradan’a , yani doğanın bir alan, mükemmellik biçimini alması için beş arzu seviyesinin nasıl düzenleneceğine dair yasaları açıklar.

Böylesine mükemmel bir form yaratmaya çalıştığımızda, her şeyi yaratan kaynağı, üst gücü ifşa ediyoruz. Yaşamımız, tüm parçacıkları her yöne dağıtan negatif bir kuvvetle, tamamen paramparça olan Büyük Patlama ile başlar. Ve sonra parçacıklar toplanıp birbirleriyle birleşince yaratılış başlar. Çalışmamızı böyle görmemiz gerekiyor: Doğanın tüm karşıt parçalarını toplamak ve birbirlerini destekleyecek şekilde bir araya getirmek.

Kötülük ortadan kalkmaz çünkü iyilik, kötülük olmadan var olmaz. İnsanlık bunu anlamadığı sürece, savaşa yaklaşacaktır. Sonuçta, doğanın kanunlarını anlamıyoruz, buna bağlı olarak ayrılığımız sadece büyüyecektir, ve bizler bunun üzerine birliğe ve bağa gelmeliyiz.

Küçük bir çocuk yalnızca iyi şeyleri kabul edebilir. Ancak bir yetişkin, problemsiz bunun imkansız olduğunu anlar. Kişinin gelişimi sırasında, kişi kötülüğün dışarıda değil, kendi içinde olduğunu anlar ve kötülüğü düzeltmek için onu sevgiyle, bağ kurarak telafi etmek gerekir. Ayrılık ve bağdan başka bir şey yoktur.

“Barış” (Şalom); “mükemmellik” (Shlemut), tamamlanma anlamına gelir. Kötülük kalır çünkü o Yaradan’dan gelmiştir. Ama Yaradan’dan bize iyiyle kötü arasında bir orta çizgi inşa etmemiz için, iyi olan ikinci bir güç vermesini talep ederiz. Yaradan’ın kötü ya da iyiyle ilgili olmadığı gibi, biz de iyiyle ve kötüyle ilişki kurmayız, ancak kendimizi sadece orta çizgide aralarında organize etmek isteriz.

Bu orta çizgide, O’nunla birlikte çalışarak Yaradan’ı giderek daha çok keşfederiz. İfşa olan tüm kötülükleri iyilikle örterek, orta çizgiye geliriz ve her şeyin Yaradan’ı ifşa etmek ve O’nunla bir bağ kurmak için olduğunu anlarız. Bu nedenle, “Sevgi tüm günahları örter” tavrıyla Yaradan ile bir ilişki kurar ve O’nunla bütünleşiriz.

Yaradan’a Ulaşmaya Adanmış Hayat

Soru: Görünüşe göre herkes, Yaradan’ın düşüncelerini anlamayı öğrenmek istemektedir ve herkes bunu kendi yararı için kullanacaktır. Nasıl gerçekten O’na benzeyebilir, başkalarına karşı şefkatli ve sevgi dolu olabilirsiniz? Sanırım bu bir ömür sürecek.

Cevap: Bu tüm hayatınızı alabilir ama gerçek şu ki, Yaradan’a ulaşamazsanız hiçbir şeye erişemezsiniz.

Sadece Yaradan’ın niteliğini ifşa ettiğiniz ölçüde, çevrenizdeki dünyanın niteliklerini anlamaya başlarsınız ve böylece her şeyin anlayışı, farkındalığı ve ifşası durumuna gelirsiniz.

Yaradan’ı ifşa etmeye başladığınızda, algılarınız egoistten özgeciliğe değişir ve o zaman gerçekten özgür hale gelirsiniz.

Grup İçin Faydalı Mıyım?

Soru: Grup için faydalı olup olmadığımı nasıl bilebilirim?

Cevap: Sadece kendinizi egonuzdan ayırdığınızda ve kendinizi grubun önünde indirgediğinizde, grup için faydalı olduğunuza dair gerçek bir olumlu cevap alabileceksiniz.

Bu, grup içinde tamamen fesholmanız gerektiği anlamına gelir.

Bu, lehine ve aleyhine, hemfikir olma ve olmama vb. gibi konularda büyük bir inceleme davranışından sonra gerçekleşir. Bunun farkına vardığınızda kendinizi feshedersiniz.

 

Manevi Yolu Hızlandırmak

Soru: Manevi yolu hızlandırmak ne anlama geliyor ve buna neden ihtiyacımız var?

Cevap: Manevi hızlanma, gelişimi hızlandırmak demektir. Bu, bunu kendim için değil, sadece grup için, Yaradan için, insanlık için yani egoizmimin çerçevesinin ötesine geçen her şey için yaptığım ölçüde gerçekleşebilir.

Başkalarına yardım etmek için manevi gelişimimi hızlandırmayı arzularsam, ek güç kazanacağım ve gelişimimi hızlandırarak tüm Kli’yi, tüm ruhu ardımdan çekeceğim.

 

Manevi Hayatın Nabzı

Herhangi bir durumu yalnızca onludaki dostlar arasındaki bağ veya kopukluk açısından ve mümkün olduğunca içsel olarak değerlendirmeliyiz. Bu, hedefimize doğru daha hızlı ilerlememize yardımcı olacaktır.

Dostlarla ne kadar yakın veya ne kadar uzak olduğumuzu sürekli kontrol ediyorsak, Yaradan’ın bize karşı tutumunu ve O’nun, Adam HaRishon’un tek ruhuna geri dönmek için edinmemiz gereken bağın temellerini bize öğretme şeklini çok çabuk keşfedeceğiz.

Buradan, dünyada olan her şeyin sadece aramızdaki bağa bağlı olduğunu ve dünyayı düzeltmenin sadece aramızdaki bağ yoluyla mümkün olduğunu anlayacağız. Bağımız aracılığıyla Yaradan’a ne kadar çok kontrol verirsek, dünya o kadar iyi olur. O zaman, onlular arasında bağ kurmaya başlayacağız: onluyla onlular, yüzler, milyonlar birlikte… Ama herkes, içimizde tek bir onlu olarak hissedilecektir.

Yaradan’ın her zaman aramızda daha büyük bir gizlenmeyle ya da daha büyük ifşayla var olduğunu keşfedeceğiz. Ve bu şekilde, manevi yaşamın nabzının bu atışını, sürekli bir daralma ve genişlemeyi, aramızdaki birliğe ve Yaradan ile bağa doğru giderek daha fazla ilerlediğimizi hissedeceğiz.

“Maneviyat Ömür Boyu Süren Bir Yolculuksa, Kişi İlerleme Kaydedip Kaydetmediğini Nasıl Anlar?” (Quora)

Maneviyat, aramızdaki bağda tek bir ruh olarak ifşa olan sevgi, ihsan etme ve pozitif bağ niteliğidir. Buna karşın, bedensellik alma niteliğidir ve bu dünyada sahip olduğumuz algıyı karakterize eder.

Bu nedenle, manevi ilerleme, bu dünyadaki geçici ve kopuk maddesel durumumuzun üzerinde, tek bir ruh olarak sonsuz ve mükemmel bağımızı keşfettiğimiz, birbirimizle bağ kurmanın metoduna ihtiyaç duyar.

Bu nedenle manevi ilerleme, birbirimizle bağlı olarak onun tamamen özgecil bağlantılarına benzemeye çalıştıktan ve maneviyata karşıtlığımızı: egoist olduğumuzu ve sürekli olarak kendi kendine yönelik tatmin elde etmek istediğimizi keşfettikten sonra ortaya çıkar. Böyle bir zıtlığı “suç” olarak hissederiz ki, ondan kopmamız ve onun üzerine çıkmamız gerekir. Dahası, bedensel niteliğimiz, kendimizi maneviyata yükselttiğimiz bir temel olarak bizimle kalır. Durum böyle olunca da, manevi olarak ilerlemeye çalıştıkça, defalarca bu nitelik çatışmasını giderek daha fazla hissederiz.

Bu nedenle, kendimizi maneviyata ulaşmak isteyen, manevi arayışta olanların destekleyici çevresine dahil ederek ve tek bir ruh olarak, manevi kökümüzden sevgi ve ihsan etme güçlerini çekmemize meydan veren bağ kurma metodunu (Kabala bilgeliği) uygulayarak, sonunda birbirimize ne kadar kayıtsız olduğumuzu keşfederiz ve daha sonra birbirimizi reddediş hissederiz ve diğerlerinde her türlü olumsuz niteliği görürüz.

Bu tür ifşalar, aslında çektiğimiz sevgi ve ihsan etme manevi güçlerinin (“ışıklar” olarak adlandırılır) aramızdaki mesafeyi (tek bir ruh olarak manevi durumumuza ne ölçüde zıt ve farklı olduğumuzu) ortaya koyduğu, manevi ilerlemenin olumlu işaretleridir ve bu zıtlığın ifşasından, birbirimizle manevi bir bağ kurmaya ve manevi olarak ilerlemeye başlayabiliriz.

Böylece, manevi ilerleme diğerleriyle olumlu bir şekilde bağ kurmaya yönelik artan bir ihtiyaç ve özlem olarak hissedilir. Peki, başkalarıyla olumlu manevi bağa ihtiyacımız olduğunu ne zaman anlarız? Bu, birbirimizi ne ölçüde reddettiğimizi bildiğimiz, birbirimizi istemediğimiz ve birbirimizle ilgili her türlü şikâyete sahip olduğumuz zamandır. Bu noktada, ruhun kırılmasının ifşa olmaya başladığını söyleyebiliriz, yani başlangıçta tek bir ruh olan algımızdan ve hissiyatımızdan koptuğumuz, hepimizin daha büyük bir bütünün parçaları olarak işlev gördüğümüz ve böylece o bütündeki sonsuz hayatı hissettiğimiz nokta.

Bizi ayıran bayağı arzu o zaman ifşa olur ve bu arzuyu iptal etmek veya geri almak için değil, onun üzerinde bağ kurmaya başlamak için çalışırız, böylece kurduğumuz manevi bağ aramızdaki reddedilişi etkisiz hale getirmeyecek, ancak onlar birlikte var olacaktır.

Dolayısıyla manevi ilerleme, anlayışımızda olgunlaştığımız ve iki zıt durumu bir arada tutma yeteneğimizde olgunlaştığımız, alma ve ihsan etmenin, egoizm ve özgeciliğin, nefret ve sevginin aramızda yaşayacağı, artan bilgelik ve içsel gelişim sürecidir ve içimizde yüzeye çıkan her olumsuz nitelikle, ona sevgiyi, ihsan etmeyi ve olumlu bağ için artan özlemi uygulayabileceğimiz bir temel olarak ilişki kurarız.

“Kişi, başına gelen kötülükleri de iyilikler için yaptığı gibi kutsar” sözünün anlamı budur (Masechet Berachot 9: 3).  Çünkü tüm kötülükler ve iyilikler aramızda sadece daha olumlu bağları ifşa etmemiz için ve nihayetinde bizi canlandıran sevgi, ihsan etme ve bağın (“Yaradan” olarak adlandırılır) gücüyle temas halindeki tek bir ruh olarak bağlantımızı keşfetmemiz için su yüzüne çıkar. Bu manevi ilerlemenin sonucu, Kabala bilgeliğinde, “Yaradan’ın bu dünyadaki yaratılmış varlıklarına ifşası” olarak adlandırılan sonsuzluk, mükemmellik ve hakikat hissidir (Kabalist Yehuda Aşlag [Baal HaSulam], “Kabala Bilgeliğinin Özü”).

Musa-Kalpteki Noktanın Tezahürü

Soru: Moshe (Musa), kişinin içindeki bir güç müdür?

Cevap: Evet. Bu, bir kişinin içinde veya bir grubun içinde, bir aşamada ortaya çıkan kalpteki noktanın bir tezahürüdür.

Soru: Musa ile İbrahim arasındaki fark nedir?

Cevap: Bu, Yaradan için aynı çabadır, ancak farklı seviyelerde.

Kalpteki nokta, egoizm pahasına gelişmeye, büyümeye başlar. Tüm egoist nitelikleri ve biçimleri üzerine alır. Aksi takdirde, egoizmin içine batmazsak, Yaradan’a karşı harekete geçmek imkansızdır. Bu nedenle Musa egonun içine dalmalıdır, Firavun ‘un sarayında Firavun ‘un kızı Batya tarafından büyütülmesine şaşmamalı. Bundan sonra görevine hazırdır.

Ancak bunu yerine getirmek için, manevi büyükbabasından ve analığından tamamen kopması gerekir. Bir de prens olmasına rağmen Mısır’dan kaçmak zorunda kaldığı bir durum vardır. O, kaçar.

Dedikleri gibi, Jethro’ nun kızı, gelecekteki eşi Zipporah ile tanıştığı yurtdışına kaçar. İki çocukları vardır. Ancak bir süre sonra karısını ve çocuklarını bırakarak tekrar Mısır’a döner.

Soru: Bunu anlatırken, bir yere giden, gelen, çocuk doğuran tüm bu insanları hayal etmiyor musunuz?

Cevap: Hayır, elbette hayır. Ancak bu şekilde yazılıdır. Çok kolay!

Soru: Bu olayları onlu açısından ele alırsak, onludan nereye kaçıyorum? İçinde neler oluyor?

Cevap: Onludan kaçmıyorsun. Onludaki insanlar, Yaradan’a ulaşamayacaklarını anlamaya başladıklarında, o zaman özlerinin, manevi köklerinin ne olduğuna dair kesin bir tanıma sahip olurlar.

Kendi aralarında daha fazla birleşmeye başlarlar. Musa denen, kalpteki noktaya ulaşırlar ve onun etrafında çalışmaya başlarlar. Sonunda, bu noktanın, Firavun ‘un otoritesi altında, egoizmlerinin otoritesi altında olduğunu keşfederler ve bu nedenle, egonun kullanımından tamamen vazgeçmeye zorlandıkları noktaya kadar ancak mekanik, yapay bir şekilde, onun üzerine çıkma ümidi yoktur.

Soru: Musa kaçar ve  40 yıl çölde yaşar, bu ne anlama geliyor:?

Cevap: Bu, egoizminden koptuğu ve onu kullanmak istemediği anlamına gelir. Bu henüz Mısır’dan bir çıkış değildir ama şimdiden bir ayrılmadır.

Musa (kalpteki-nokta) egoizmden bağımsız, ayrı olarak var olur. Bu nedenle Mısır’a döndüğünde kesinlikle Firavun’un tam tersidir. Ona büyükbabasıymış gibi bakmaz. Bu, gelen yepyeni bir kişiliktir ve “Halkımın gitmesine izin vermelisin.” diye talep eder.