Category Archives: Maneviyat

Ortak Bir Bütünün Parçası Olmak

Kabala’da bireysel gelişim yoktur. Kişi kolektifin organize bir parçası haline gelirse, Kabala yardımcı olur.

Gerçek şu ki, egoizmimiz çalışmayı bırakır. Öyle hallerden geçer ki bizi kendi dışına iter.

Bizler bireysel egoist yolu çoktan tamamladık ve insanlığın ne kadar ileri gideceğini bilmediğini görüyoruz. Ancak Kabala, bir sonraki gelişim seviyesinin bireysel memnuniyet, elde etme veya kendiniz için bir tür uygun yer bulma seviyesi olmadığını, kolektif düşünce ve arzulara ulaştığınız durum olduğunu söylüyor.

Tüm kararlar sadece grupta, onluda verilir. On kişi, Yaradan olarak adlandırılan doğanın ortak bütünsel gücünü aniden keşfettikleri özel bir düşünce arzusu ve özlemiyle birbirlerine bağlanırlar. Bu, herkes kendi egoizminin üzerine çıktığında ve diğerleriyle sanki onun bir parçasıymışlar gibi bağ kurduğunda, onların doğru bağı vasıtasıyla ifşa olur.

Bireyselliğin üzerinde yükselerek ve kendi aralarında tek bir ortak bütün inşa ederek, onun içinde, yeni bir algılayıcıda, yeni bir duyguda, doğanın bu ortak gücünü, form eşitliği yasasına göre hissetmeye başlarlar.

“İnsan Gelişiminin Eşsizliği” (Linkedin)

Fiziksel olarak insanlar diğer maymun türlerine çok benzer. Aslında diğer türlerden çok daha az yetenekliyiz: Çok daha zayıfız, daha yavaş hareket ediyoruz, hastalıklara karşı daha duyarlıyız ve ağaçlara tırmanamıyoruz. Peki nasıl oldu da “Dünyanın efendileri” haline geldik? Cevap yeteneklerimizde değil, sadece insanların sahip olduğu eşsiz bir arzuda yatıyor: bu dünyanın ötesine geçme arzusu, maneviyata duyulan arzu!

Maneviyata duyulan bu arzu, bizi, durumlarını veya koşullarını sorgulamayan diğer tüm türlerden daha akıllı yapan ve beynimizi geliştiren sorular sormamıza neden olur. Ancak sadece hayatı nasıl daha rahat veya kolay hale getireceğimizi sormuyoruz; en önemlisi hayatın ne için olduğunu soruyoruz. Sanattan teknolojiye, sanayiden bilime, dine ve felsefeye kadar geliştirdiğimiz her şey, bizi insan yapan her şey, hayatın amacını aramakla ilgilidir. Bu arayış bizi Dünyanın efendisi olduğumuz noktaya kadar geliştirdi.

Yine de, hayatın amacını arayış, bizi diğer tüm hayvanların çok ötesinde geliştirirken, aynı zamanda bizi yoğun bir şekilde hüsrana uğrattı. Dünyanın bu günlerde içinden geçtiği anlaşılmaz çılgınlık, hayatın anlamı hakkındaki ıztırap verici sorunun cevabını bulma arzusundan kaynaklanıyor. Genellikle bilinçsiz bir dürtü olan bu çılgınca arayışımızda, her yöne doğru koşuyoruz ve yolumuzdaki her şeyi yok ediyoruz.

Ama amacımızı kendi içimizde değil, aramızda bulabileceğimizi yavaş yavaş anlayacağız. Hayatın amacı, bizi her şeyin nasıl ve neden çalıştığını anladığımız yani yaratılışın arkasındaki düşünceyi anladığımız bir düzeye yükseltmektir. Bunu başarmak için, her bir parçayı özel olarak değil, tüm parçaların gerçekliği yaratmak için birlikte nasıl çalıştığını incelememiz gerekir. Başka bir deyişle, aramızdaki bağları anlarsak, gerçeği anlayacağız ve kendimizi anlayacağız. Ancak o zaman dünyanın çılgınlığı sakinleyecek.

Birbirimize olan bağları anlamak için doğanın yarattığı ağı yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bu yüzden birbirimize sahibiz. Gerçekliğin geri kalanında var olan aynı türden bağları aramızda kurarsak, gerçekliğin geri kalanını anlayacağız. Gerçeği anladığımızda, bunun denge ve uyum üzerine kurulu olduğunu fark edeceğiz. Her parça yalnızca ihtiyaç duyduğu kadarını alırken, geri kalan işlemleri sistemin korunmasına yardımcı olur. İnsan toplumunda, bu ancak insanlar arasında karşılıklı bir sevgi gelişirse yapılabilir. Bu durumda, sadece ihtiyaçları kadarını kendilerine alacaklar, daha da önemlisi toplum yararına canı gönülden çalışacaklar.

Tıpkı aile üyelerinin birbirlerine karşı anlayışlı olmaları ve birbirlerini sevdikleri için birbirlerine yardım etmeleri gibi, gerçekliğin tüm parçaları içgüdüsel olarak saygılı olduğundan ve birbirinin devamlılığına yardımcı olduğundan, tüm insanlık bilinçli olarak bu tür bağları geliştirebilir ve böylece tüm varoluşu anlayabilir. Tüm yaratılmışlara içgüdüsel olarak gelenler, bize zahmetle ve çok geç geldiğinden, içgüdülerle hareket eden otomatik varlıklar değil, hayattaki amaçlarını ve bunu nasıl gerçekleştirebileceklerini bilen bilinçli insanlar olacağız.

Herkes Kabala Çalışabilir

Soru: Neden kadınlara Kabala öğretilmemesi gerektiğine dair bir görüş var?

Cevap: Kabala genel olarak kimseye öğretilmedi. Gelişiminin bin yılı boyunca, yaklaşık 3.500 yıl önce sadece küçük bir süre için kullanıldı. O zamandan beri, insanlar tarafından uygulanmayı bıraktı.

İlk Tapınağın yıkılmasıyla, Kabala yaygın kullanımdan düştü. Mısır’dan İsrail topraklarına giderken, çölde göçebeyken sadece birkaç on yıl boyunca var oldu.

İlk Tapınağın yıkılmasıyla, zaten insanlardan ayrılmaya başladı ve İkinci Tapınağın yıkılmasından sonra, ne olduğunun anlaşılması neredeyse tamamen son buldu ve sadece bireysel Kabalistler için bir kader olarak kaldı.

Ancak, çalıştıklarımızdan açıkça görülüyor ki, bir yandan, kişi (erkek veya kadın) bireysel olarak başkalarıyla ortak bir grup oluşturdukları bu tür temaslara girdiğinde, bu bireysel gelişimin yoludur.

Onun içinde, belirli bir metoda göre, kesinlikle eksiksiz bir içsel manevi bağa ulaşırlar, “ben”lerinin üzerine çıkarlar ve “ben” yerine “biz” gibi hissetmeye başlarlar. Yani, “biz” onların ortak, kolektif “ben”idir. Ve bu kolektif “ben”de, aralarındaki bu çok yönlü bağda, yeni bir güç, yeni bir nitelik görürler – karşılıklı ihsan etme ve sevgi niteliği.

Neden Yaradan’ı Doğrudan İfşa Edemiyoruz?

Soru: Sadece Yaradan’ı değil, dünyadaki birçok olguyu bir aracı olmadan doğrudan ifşa etmek neden mümkün değil?

Cevap: Bu aracıyla ilgili değil, kendi içimde bu güce nasıl bir benzerlik yaratabileceğimle ilgilidir. Bu durumları neyden yaratabilirim ki?

Bu nedenle Kabala, Yaradan’ı algılamak için en güvenilir şeyin kendi içinizde bir dedektör oluşturmak olduğunu söyler. Bu, ancak birkaç kişiyle bağ kurduğunuzda ve onlarla O’nun her birimizle olan ilişkisiyle aynı ilişkiyi kurduğunuzda mümkündür.

O’nu hissedemeyiz, ihsan etme, etkileme veya yayma niteliğine sahip değiliz. Ancak, küçük bir çember içinde aramızda böyle bir nitelik yaratırsak, o zaman onların içinde, Yaradan’ın üzerimizdeki etkisini ifşa etmeye başlarız.

Kendinizi Sevmeyi Bilmiyorsanız Başkalarını Nasıl Seversiniz?

Facebook’tan Soru: Kendinizi sevmeyi bilmiyorsanız, başkalarını nasıl sevebilirsiniz?

Cevap: Kendinizi çok seviyorsunuz ve eğer sizin dışınızdaki dünyayı hissetmeye başlamak istiyorsanız, başkalarını sevme pratiği yapmalısınız.

Başkalarını sevdiğinizde, ihsan etme niteliğini, gerçek sevgi niteliğini geliştirirsiniz ve kendinizi sevmekten başkalarını sevmeye geçersiniz ve böylece gerçekten dışınızda olanı hissetmeye başlarsınız. Sizin dışınız; uçsuz bucaksız ışıktır, üst dünyadır, yönlendirildiğiniz sonsuz bir durumdur.

Üçüncü Tapınak—Son Islah

Soru: Tapınağın yıkılması, nefes almak ve nefes vermek gibi kaçınılmaz bir süreç midir? Sadece nefes almak imkansızdır.

Cevap: Sadece nefes almak ve nefes vermek değildir. İsrail halkı Mısır sürgünündeydi, o durumdan yükseldiler, bağ koşuluna ulaştılar, Birinci Tapınağı inşa ettiler ve onun içinde kusurlar bulduktan sonra oradan düştüler.

İkinci Tapınak inşa edildi ve o da yıkıldı. Ama şimdi, Birinci ve İkinci Tapınakların yıkılmasından ve tüm sürgünlerden çıktıktan sonra, son, üçüncü sürgündeyken, onlar en büyük egoist arzulara  ulaşıyorlar.

Soru: Bu tüm insanlığın birliği midir?

Cevap: Bu henüz birlik değil, tüm insanlıkta var olan gerçek egoizm anlayışıdır. Ne de olsa, önceki bağlardan yola çıkarak, artık birbirleriyle ilişkilerinde nasıl kötü bir egoist koşul içinde olduklarını anlayabilirler.

Soru: Peki, tüm insanlık birleştiğinde Üçüncü Tapınak inşa edilecek mi? Ve gelişim programına göre de çökecek mi?

Cevap: Hayır, bu aşamada son ıslah gerçekleştirilir.

Gerçek şu ki, şimdi Üçüncü Tapınağın gelişiminde var yaşamaktayız. Bu, tüm insanlığın dünyevi düzeydeki başarısızlığını fark etmeye başlaması ve eksik olan tek şeyin aralarındaki bağ olduğunu hissetmesiyle karakterize edilir.

Ek olarak, insanlığın, birliğin yani karşılıklı nefretten ve hayattaki başarı eksikliğinden kurtuluşun İsrail adlı bir grubun elinde olduğunu ortaya koymaya başlamasıdır. Sadece onlar bağ kurma metodolojisine ve geçmiş koşulların tüm bilgi kayıtlarına sahipler. Tüm bu tarihsel koşullardan geçmiş ve bu nedenle bugün tüm insanlığa bağ kurma metodolojisini ve pratiğini sunabilen bir deney grubudur.

Geçmişte defalarca bölünme ve birlik koşulu içinde olan bu grup, bugün birliğe ulaşırsa, o zaman tüm insanlık onun peşinden koşacak, bu birliğe de katılacak ve dünya egoizmden daha yüksek bir seviyeye, yani kendi egoist doğasından tam kurtuluşa ulaşacaktır.

Ters Dünya Sevginin Dünyasıdır

Soru: “Ters bir dünya gördüm” ne anlama geliyor?

Cevap: Ters dünya, bir sevgi dünyasıdır ki bu dünyamızın zıttı olan niteliklerle yani ihsan etme, sevgi, sempati ve kişinin egoizmi üzerinde çalışma niteliklerinde yaşamaktır.

Dünyamız sadece egoizmle, onu doldurmayla çalışır. Bu nedenle üst dünyaya bizim dünyamızın zıttı denir.

Kabala’da, egoist niteliklerimden çaba sarf ettiğimde ve sanki zıt dünyayı edindiğimde, Lo Lişma’dan (kendim için) Lişma’ya (başkaları için) bir geçiş olur.

Bu çabaları uygulayarak, hala egoist enerji alırım, hala Yaradan’ı kendim için, kendi iyiliğim için ifşa etmeye çalışırım. Daha sonra, bir noktada, Yaradan bana bunu kendimle hiçbir bağım olmadan tamamen özgecil olarak yapma gücü verir. Bu benim ödülümdür.

 

Üst Güçle Temas Etme Yolları

Soru: Üst güçle doğrudan temas kurmak neden imkansız?

Cevap: Çünkü her birimiz bir egoistiz. Egoizmin zıttı olan ihsan etme niteliğini kendimizde yaratmak için bir araya gelmeli ve bu niteliğe benzerlik yaratacak,  Yaradan ile benzerlik yaratacak şekilde birbirimizi etkilemeye çalışmalıyız.  Biz, adeta, Yaradan’ın imajını, kendi üzerimizdeki egoist niteliklerimizden zorla yaratırız. Bu ölçüde, O’nu kendimizde hissetmeye başlarız.

Soru: İhsan etme niteliğini geliştirerek, O’nunla doğrudan iletişim kurabilecek miyim?

Cevap: Sadece bir grup aracılığıyla. Kendinize ait böyle bir niteliğiniz, özel bir niteliğiniz yok. Bir egoist olarak kalırsın.

Birkaç kişiyle uygun bir şekilde bağ kurduysanız – en azından bir kişiyle, çok zor olsa da, on kişilik bir grupla daha iyidir – onlara ihsan etmede, sevgide, bağda ve destekte Yaradan gibi davranın, O’nun niteliklerini birlikte inceleyin ve bunları kendi aranızda birlikte oluşturmaya çalışın, o zaman sadece bir detektör değil, bir jeneratör de olursunuz.

Soru: Yaratıcı kolektif bir imaj mıdır?

Cevap: Hayır, bu şekilde yapıyorsunuz.

Soru: O, her birimizi ayrı ayrı görmüyor mu?

Cevap: O’nun hakkında konuşamayız. Sadece aramızda oluşturduğumuz modele göre bir şeyler söyleyebiliriz.

Doğanızı Anlayın

Yorum: Kabala, evrensel doğa yasasının, onu başkalarıyla ilişkilerini düzeltmeye zorlamak için kasıtlı olarak insanın hayatını mahvettiğini söyler.

Cevabım: Elbette. İhsan ve sevgi dolu bu ebedi, bilge yasa, bizi öyle etkiler ki, tam tersi olan egoist yaşamımızı dayanılmaz kılar. Bunu bizi iyice sarsmak için yapar ki gidecek hiçbir yerimiz olmadığını görebilelim.

Hayatta kalmamız, bir şekilde var olmamız ve kendimizi beslememiz gerekiyor çünkü yakında bu dünyada nefes alamayacağız. Biz ne yapacağız? Görünüşe göre kaçınılmaz olarak kendimizi düzeltmemiz gerekecek.

Soru: Bir yandan, başkalarına karşı tutumumuzu düzeltmek zorundayız. Öbür yandan, hayır işleri yapmanın kötü olduğunu söylüyoruz. O zaman neyi değiştirilmeli? Sonuçta, herkes başkalarına çok iyi davrandığını ve her konuda yardımcı olduğunu düşünüyor.

Cevap: Hiçbir şeyin değiştirilmesi gerekmez. Sadece doğanızı anlamanız gerekiyor.

Kendimizi ve içinde var olduğumuz dünyayı – bizim dünyamızı değil, üst dünyayı – içinde bulunduğumuz tüm evreni incelemeliyiz. Onu anlamalı, Yaradan’ın seviyesine yani tek yasanın seviyesine yükselmeli, onu hissetmeli ve kendimizi ona uyacak şekilde değiştirmeliyiz. Ve o zaman gerçekten üst dünyanın varlıkları olacağız.

Kabala bunun nasıl yapılacağını açıklar.

Işığın Ve Karanlığın Salınımlarında

Yükselişler ve düşüşlerde çalışma bize yukarıdan, bizi bu çalışmaya iten Yaradan’dan verilir. Bazen O, içimizde saklı olan yeni bir alma arzusunu açığa çıkarır ve bizi düşmeye zorlar, sonra yükselmemize ve üst ışıkta, ihsan etme arzusunda egoizmimizi keşfetmemize yardım eder.

Yükselişler ve düşüşler dönüşümlü olarak artan egoist arzuları ve artan ihsan etme arzusunu ortaya çıkarır, böylece kendimizi ve tüm yaratılışı bilmeye başlarız. Yaradan’ın doğasına kıyasla doğamızı inceleriz ve birini diğeriyle birleştirerek O’na doğru ilerleme fırsatı elde ederiz.

Bütün bunlar yükselişlerin ve düşüşlerin bir sonucu olarak gelir. Bu nedenle, çok fazla hazırlığa ihtiyaç vardır. En yüksek yükselişin gerçekleştiği, ardından en düşük düşüşün geldiği ıslahın sonuna kadar binlerce düşüş ve yükselişten geçmek için sabır gereklidir.

Islaha doğru manevi yolda ne kadar ileri gidersek, düşüşler o kadar derin ve yükselişler o kadar yüksek hale gelir. Karanlıktan gelen ışığın avantajı gibi O’nun çalışmasını öğrenerek ilerleriz.

Her zaman sadece böyle zıt bir formda olur: karanlık ne kadar büyükse, o kadar fazla ışık ortaya çıkar. Bizi ıslahın sonuna götüren zaman ekseni, bizi bir sinüzoid (sinüs dalgası) boyunca götürür – her zamankinden daha büyük düşüşlerden, artı ve eksinin her zaman mutlak büyüklükte birbirine karşılık geldiği daha büyük yükselişlere.

Bu nedenle bütün çalışma, Kral Davut hakkında: “Ya Rab… Yüzünü sakladın ve ben korktum.”diye söylendiği gibi, düşüşleri kabullenmek, kendini iptal etmeye çalışmak, eğilmekten ibarettir.  Ve aslında, her seferinde zayıflık, kayıtsızlık ve hayal kırıklığının bizi yeni bir şekilde yenmesi hoş değildir. Yani, maneviyat için arzu eksikliğinin yeni formları ortaya çıkar. Ama sonra bir yükseliş gelir, bize daha fazla güç verir, geçmiş düşüşü açıklığa kavuşturur ve onu haklı çıkarmamıza izin verir.

Bu nedenle, bir şeyi diğerinden öğrenmek gerekir. Bu çalışma, karanlıktan ışığın avantajı olarak ıslahın sonuna kadar bitmez. Karanlık kendini tüm formlarında ne kadar gösterirse, ondan sonra o kadar fazla ışık ve yükselme ortaya çıkar. Ve böylece ışığı, yükselişi, Yaradan’ı, O’na yakınlaşma formlarını, düşüşte olan uzaklık ve karanlık formlarının tam tersiyle öğreniriz.

Rabi Şimon hakkında, kendini pazardaki basit bir tüccar, sıradan bir insan olan Şimon gibi hissettiği söylenir. Ve sonra o, bu düşüşün o kadar önemli olduğunu fark etti ki görünüşe göre ondan sonra özel, alışılmadık derecede yüksek bir yükseliş olacaktı.

Yükselişler ve düşüşler boyunca kendimizi bu şekilde tutmaya çalışmalıyız ki bu iki form birbirini desteklesin, çünkü biri olmadan diğeri imkansızdır.