Category Archives: Maneviyat

Üçüncü Tapınak Bir Bina Değildir

Soru: Anya soruyor; “Ne zaman üçüncü tapınak inşa edilmiş olacak? O zaman huzurun geleceğine ve birbirimizi öldürmenin, birbirimizden nefret etmenin yasak olduğunu anlayacağımıza yürekten inanıyorum. Barışın gelmesini çok istiyorum. Söyleyin bana, ulusunuz Birinci ve İkinci Tapınakları inşa etti; mutlu bir zamandı, değil mi? Üçüncü Tapınağı kim inşa edecek? Bu nasıl olacak? İnşayı hızlandırmak mümkün mü? Peki o zaman dünyamız barışa ve mutluluğa kavuşacak mı? Doğru anlıyor muyum?”

Cevap: Yazdıklarınıza dayanarak tam olarak ne anladığınızı bilmiyorum. Üçüncü Tapınağı inşa edeceksek, o zaman şimdi yanımıza Çinli, Tayvanlı veya Arapları almamız gerektiğini anlıyorum.

Onları toplayın, yapı malzemeleri toplayın, tasarımı ve diğer her şeyi yapacak büyük bir ofis kiralayın. Nasıl görünmesi gerektiğini düşünecek uzmanları işe alın vb. ve yavaş yavaş inşa etmeye başlayın. Dünyanın her yerinden para toplayın.

Ancak şu konuda anlaşalım: Üçüncü Tapınak bir bina olmayacak. İnsanların kalplerinden, var olmasını dileyenlerin arzularından inşa edilecektir. Ve içinde bitkisel veya hayvansaldan gelen maddi, somut, hiçbir şey olmayacak, sadece insan arzusu olacaktır.

Soru: Yani Tapınağın inşaatçıları bizler miyiz?

Cevap: Bizi arzularımız! Onlar, birleşmek ve birbirini tamamlamak isteyenler, onlar böyle bir durumda Yaradan’ı içine alacak yeri bir araya getirebilirler. Yaradan’ın taşlara ihtiyacı yoktur. Yaradan’ın arzuya ihtiyacı vardır! Aynı zamanda bu ev olacak olan, birbirimiz arasında birleşme özlemimiz, Yaradan’ın tüm insanlığa ifşasının yeri olacaktır.

Soru: Yani Yaradan sadece böyle bir eve mi girebilir? Birliğe, herkesin bağına yönelik tek bir arzuda. Yüreklerden inşa edilen ev bu mu?

Cevap: Evet.

Soru: Pencereleri ve kapıları var mı?

Cevap: Onlar arzulardır! Hiçbir şeye gerek yok. Yalnızca arzular, kolektif arzular, sadece birlikteliğimizde, bağ içinde, birbirimizle sevgide olduğumuzda birleşir. Böylece, Yaradan’ın niteliğine eşit olacak bir duruma ulaşacağız. Ve buna Üçüncü Tapınak denir.

Soru: Anya, Yahudilerin Birinci ve İkinci Tapınağı inşa ettiklerini ve onların yıktıklarını söylüyor. Üçüncü Tapınağı kim inşa ediyor?

Cevap: Dünyanın bütün milletleri. Tüm dünya.

Soru: Tüm dünyayı buna, Üçüncü Tapınağı inşa etmeye ne zorlayacak?

Cevap: İnsanlık, iyi niyetlerin, düşüncelerin veya Allah korusun, acı, zayıflık, savaş ve büyük ıstırap durumlarının gerekliliğini fark ederek Üçüncü Tapınağı inşa etmeye teşvik edilecektir.

Yorum: Ki ne yazık ki daha yakın görünüyor.

Yanıtım: Hayır, onların kesiştiği bir yerde olmalı.

Soru: Anlamı, belki bir şey öne çıkacak ve bir şey ileride belirecek ve bir şey arkadan itecek?

Cevap: Mısır’dan çıkmaya benzemekte. Mısırlılar arkadan kovalıyordu ve Musa önden yürüyor ve doğruca Kızıldeniz’e gidiyordu. İkisi de iyi değil ama gitmeniz gereken durum bu.

Soru: Ve böylece Üçüncü Tapınağın inşasına doğru mu gideceğiz?

Cevap: Evet.

Soru: Ama kesinlikle inşa edilecek?

Cevap: Kaçınılmazdır! Zaten zorunludur; yapılabilecek bir şey yok. Tam da bu noktadan hareketle, yaratılışın başlangıcı ve var olan her şeyin başlangıcı gelir.

Soru: Yani Yaradan insanlığa bu koşuldan bakıyor ve bizi davet ediyor diyebilir misiniz?

Cevap: Evet.

Çevrenin Etkisi Altında

Soru: İşlevsel olmayan sosyal çevre ve sorunlu aile, bu tür durumlardaki çocukların çocukluktan itibaren bundan olumsuz etkilenmelerine yol açmaktadır. Seri katil olan insanların çoğu, aile içinde istenmeyen çocuklardı.

Bir kadının çocuk sahibi olmak istememesi, insanı, daha sonra dünyayı olumsuz algılamaya ve kendi türünden nefret etmeye başlayacak şekilde nasıl etkileyebilir?

Cevap: Bir insanın oluşumunun çevrenin etkisi altında gerçekleştiğini görüyoruz.

Kabala’ya göre, çevre, doğduğumuz eğilimleri ve nitelikleri bile oluşturur yani ya onları miras alırız ya da nereden geldikleri hakkında hiçbir fikrimiz olmaz. Bir insanın bu dünyaya geldiği tüm bilgi ve deneyim birikimi, toplumun etkisi altında oluşur.

Diyelim ki, kişi doğuştan şiddete karşı çok keskin, tehlikeli eğilimlere sahiptir veya sosyal olarak olumsuz bazı eylemler sergiler. Ancak çevrenin etkisi altında, bu eğilimler toplumsal olarak doğru düzlemde yani toplum yararına gerçekleştirilebilir.

Örneğin, bir zorba güvenlik görevlisi olursa veya bir katil kasap olursa, o zaman onların eğilimleri ıslaha yönlendirilecektir. Bu yüzden, dünyamızda, ne olursa olsun, herhangi bir insan niteliğinin doğru uygulamasını bulabiliriz.

Her şey, bizim içimizde ortaya çıkmamış bir bilgi formunda yani içsel bilgi kayıtlarımız formunda (Kabala’da Reşimot olarak adlandırılan) var olan eğilimlerin kendisine değil, kişiye doğru uygulamalarını nasıl gösterdiğimize ve ona nasıl bunları uygulama fırsatı verdiğimize bağlıdır.

Ancak kişinin eğilimlerini bastırmaya başlarsak, o zaman onu iç sorunlara yönlendiririz, kişi belli bir yaşta patlar ve her hangi bir şekilde onları uygulamaya başladığında ama tahmin edilemez bir biçimde. Kişi kendini tutamaz ve doğal olarak bunun için bir bahane bulur.

Başka bir deyişle, eğer anne ve evdeki herkes çocuğa istenmeyen biri gibi davranıyorsa, bu şekilde çocukta dünyaya karşı olumsuz bir tutum oluştururlar. O zamana da doğal olarak tüm olumsuz eğilimleri kötülüğe uygular.

Kabala, her şeyin sadece eğitime bağlı olduğunu söyler. Kişiye verilen eğilimler, yalnızca kendini doğru bir şekilde gerçekleştirebilmesi için verilmiştir.

Kendinizi Tanıyın!

Soru: Maddi hayatta, kişi kendisi için gerekli olanla yetinmelidir. Bu seviyenin altında, yaşayamaz. Kişi neye ihtiyacı olduğunu nasıl belirleyebilir?

Cevap: Manevi gelişiminiz, ihtiyacınız olan o maddi ihtiyaçları sağlayacaktır. Kabala’nın öngördüğü gibi içsel gelişimle meşgul olmanın dışında, herhangi bir katı ve zorlayıcı kriter belirlemeye, kendi üzerinde ve dahası başkaları üzerinde baskı kurmaya gerek yoktur.

Bunu yapmaya başlar başlamaz her türden, bazen pek hoş olmayan koşullardan geçmeye başlayacaksınız, çünkü kim olduğunuzu, nasıl bir insan olduğunuzu keşfedeceksiniz. Size ifşa olacak olana göre yavaş yavaş dönüşürken, hayatınızdan o ölçüye göre daha az veya daha fazlasını talep edeceksiniz.

Hiçbir durumda kendinizdeki hiçbir şeyi değiştirmemeli ve bazı kanunlara, kitaplara veya başkalarının tavsiyelerine göre hareket etmemelisiniz. Doğrudan içsel değişiminden yola çıkarak, kişinin kendisi değişecek, kendisi çevresini değiştirecek, dünyayla farklı bir şekilde ilişki kuracaktır.

Kabala, bunun gelişmemizin, idrakimizin ve kendimizi uyumlu hale getirmenin en doğal yolu olduğunu söyler. Yani hiçbir şey yapmamalısınız, ancak yavaş yavaş kendinizi ve dünyayı ortaya ifşa etmelisiniz. Bu bir kendini keşfetme sürecidir.

Kendinizi tanıdığınızda, doğal olarak kötüyü iyiden ayırmaya başlayacak ve en iyisini seçeceksiniz. Böylece her şey doğal olarak, sorunsuz ve zahmetsizce değişmeye başlayacak.

“Dünyanın Bu Dengesiz Haline Bizi Ne Getirdi?” (Medium)

İnsanın haz alma arzusunun gelişimi, akrabalar arasındaki güç mücadelelerinden ülkeler ve bloklar arasındaki savaşlara kadar tüm nüanslarıyla bugün bize ifşa olmaktadır. Bu arzu, bu şekilde yaşamaya devam edemeyeceğimizi anlamamız ve hayatta kalmamızı sağlayacak değişiklikler yapmaktan başka çaremizin olmadığını anlamamız için, kötü insan doğamızı ifşa etmemize neden oluyor.

Örnek olarak, Amazon yağmur ormanlarının derinliklerine doğru yolculuk edelim. Kendilerinin ve sizin farklı ruhlar olduğunuzu hissetmeyen yerli insanlarla tanıştığınızı hayal edin. Onlarla yolları kesişen herhangi biri, onlara göre bir aile üyesi gibi gelir ve onlar başkalarına karşı kötü niyetli düşünceler beslemezler.

Buna karşılık, dünyanın metropollerinden birine uçun ve onların muhteşem kültürel anıtlarını gezin. Aniden arkanızda hızlı ayak sesleri duyarsanız, kalbiniz hızla çarpmaya başlar ve bir yabancı tarafından saldırıya uğramak üzere olup olmadığınızı kontrol etmek için arkanıza bakarsınız.

Bir kültür ne kadar gelişmişse, içinde o kadar fazla yabancılaşma, yalnızlık, tehlike ve korku hissedilir. Artık bir insanın güvenli sığınağı olması gereken evde bile, kardeşler (kim daha güçlü, kim daha başarılı, kontrol kimde) ve eşler arasında güç mücadeleleri ve şiddetli rekabet var.

Gelişmiş toplumlarda, doğal yakınlık duygusu kaybolur çünkü bu insanın doğasıdır. Dünyanın iç motoru haz alma arzusudur. Bu arzu içimizde gelişir ve bir yandan bizi ileri teknolojiler, karmaşık ve hassas yetenekler icat etmeye iterken, diğer yandan yavaş yavaş bizi birbirimizden ayırır. Bir zamanlar insan toplumu, yalnızca Amazon’daki kabileler arasındaki gibi kapalı ilişkiler içinde yaşıyordu. Bugün insanlar büyük ölçüde acımasız, rekabetçi ve militan bir küresel metropolde yaşıyor.

Anaokulunda bile bu arzunun nasıl işlediğini, ellerinde birkaç oyuncağı olan ve bazılarını başkalarına verebilecekken çocukların, onlara nasıl tutunup paylaşmadıklarını görebilirsiniz. Biz yetişkinler için haz arzusu, nezaket ve incelik katmanları içinde gizlenmiştir, ancak açıkça çoğalmış ve yoğunlaşmıştır. Bunlar, artan egoizmin, başkalarını dikkate almadan kendini tatmin etme yönünde artan doğal arzunun göstergeleridir.

Böyle devam etmenin imkânsız olduğunu ve kendimizi ve dünyayı bizimle birlikte yok ettiğimizi anlasak bile, içimizde büyüyen, başkaları pahasına kendi yararımıza almak için olan, bu doğal arzuyla nasıl başa çıkacağız? Değişme gücünü nereden bulacağız? Sadece kendimiz için haz alma arzusunu nasıl şekillendirebiliriz ki, en azından birbirimizi yememe noktasına kadar başkalarına yakın hissedelim?

Hayvanlar da haz alma arzusuna sahiptir ancak bu sınırlıdır. Bu arzu birbirlerini yok etmelerine izin vermez. Tüm hayvan ve bitki yaşam formları arasında bir denge vardır, birbirlerini destekler ve yardım ederler. Ama insanların içindeki ego, dünyada sadece bir kişiye yer olduğunu düşünmek için büyür- o da benim!

Evrimleşmiş bir insanda denge artık içgüdüsel olarak çalışmıyor, ancak onu harekete geçirmeyi öğrenmeliyiz. İnsanlığı, hiçbir egoist baskının egemen olmadığı, başkalarını sömürmediği ve yenmediği, aksine, başkalarına fayda sağlama arzusunu harekete geçirdiği bir duruma getirme metodunu öğrenmeliyiz; gerçek bir biz duygusu geliştireceğiz.

Bağa doğru küçük adımlar atmaya başladığımızda, insanın iradesinde yeni bir tutum kendini gösterir, doğanın evrensel gücünden, bizi yaratan güçten gelen bir verme niteliği. Bu, bizim bencil tutumlarımızı değiştirmemizi ve kendimiz de dahil olmak üzere herkesin yararı için davranışlarımızı değiştirmemizi bekler.

“Maneviyatın Gerçek Özü Nedir? Bir İnsanın Hayatını Mümkün Olan En İyi Şekilde Nasıl Değiştirir?” (Quora)

Doğuştan gelen insan doğamız, yalnızca kişisel çıkar için olan alma arzusudur. “İnsanın kalbinin eğilimi gençliğinden beri kötüdür” diye yazılmıştır (Yaratılış 8:21). Doğamız gereği, kendi çıkarımız için almak, çalmak ve öldürmek isteriz ve doğamızın bu tür aşırı formlarını ortaya çıkarmazsak da, en azından düşüncelerimiz hep çıkar odaklıdır.

Bundan sonra gelen soru şudur, bu doğadan ne kadar değişebiliriz?

Kabala bilgeliğine göre, yalnızca özel alıştırmalar yoluyla kendimizi değiştirebileceğimizi öğreniriz. Bu nasıl çalışır? Eğer bir topluluk içinde olursak, o toplulukta Kabalistlerin bize verdiği tavsiyeleri uygular ve koşullara uyarsak, o zaman yavaş yavaş ve titizlikle uzun bir süre boyunca değişiriz.

Bu dönüşümün özü, doğanın diğer tarafı olan vermeyi, doğuştan gelen alıcı tarafımıza göre takdir etmeye başlamamızdır.

Doğa iki güçten oluşur: alma ve verme. Biz alma doğasında doğup büyüdük. Bu doğa, mümkün olan tüm seçenekler arasında, her an kendimize en faydalı olanı hesaplayarak sürekli işleyen bir motor gibi çalışır. Sürekli olarak kendimiz için en iyisini istememizi, hazza doğru ilerlememizi ve acıdan uzaklaşmamızı sağlar.

Doğamızın diğer tarafı vermedir. Vermenin ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktur. Almak için vermeyi biliriz ve bu nedenle mevcut doğamızda vermek her zaman verdiğimizden daha fazlasını alacağımız hesaplamasıyla yapılır. Bu, doğanın diğer tarafında olan verme değildir.

Doğanın diğer tarafında olan verme, karşılığında hiçbir şey almadan vermek demektir, tıpkı şimdi nasıl karşılığında hiçbir şey vermeden almak istediğimiz gibi.

Eğer bu yeteneği kendimize eklersek, o zaman gerçekliği gerçekte olduğu gibi görebilirdik. Daha sonra, gerçekliği aramızda var olan ve bir kişiden diğerine ve aynı anda birden çok yöne geçen, aramızdaki boşluğu bir ışık okyanusu gibi dolduran verme güçleri olarak görebilirdik. Başka bir deyişle, sonsuz ve mükemmel manevi gerçekliğin net bir algısını ve hissini elde ederdik.

Umutların Olmadığı Bir Dünya

Yorum: Kabala, arzunun yapısının tüm kısımlarını açıklar ve siz onun nasıl çalıştığını görürsünüz.

İnsanlar neden birçok şeyi yeniden gözden geçirmeleri ve hayatlarını yeniden inşa etmeleri gerektiğini anlayamıyor ve kabul edemiyor?  Bir tür soyut yığınların olduğu büyük bir dünyada yaşamak, ufkun ötesinde umutların olması onlar için daha hoş. Bu bir yetişkin olabilir, hatta hayatını yaşamış ama yine de çocuk gibi düşünen yaşlı bir insan da olabilir.

Cevabım: Bugün umutlar yok, hala umutlarla yaşayan insanlar görmüyorum çünkü dünya onları tüm umutlardan mahrum bırakıyor. Her şey o kadar beklenmedik bir hızla değişiyor ki, her şey kapanıp açılıyor, böylece kişi hiçbir şey planlayamıyor ve bu nedenle tabiri caizse duruma göre yaşıyor. Ayrıca yeni nesil çok özel, dünyaya yönelik tamamen farklı bakış ve yaklaşımlara sahipler.

Soru: Bu ani kavrayış, yeni bir anlayışa geçiş neye bağlıdır?

Cevap: Bu, değişime duyulan ihtiyacın farkındalığına, kötülüğün farkındalığına bağlıdır, mevcut koşul içinde artık daha fazla böyle yaşamayacağım zamandır.

Nihayetinde insan bizim topluluğumuza gelir, çünkü dünyanın amacına ulaşmadan onun içinde olmanın bir gerekçesi olmadığına, var olmanın da bir anlamı olmadığına inanır: “Anlamalıyım, fark etmeliyim, neden yaşadığımı, her şeyin neden var olduğunu; her bir eylemimin ve her günümün ne anlama geldiğini anlamalıyım. Öylece yaşayamam, anlama, amaca, tatmine ihtiyacım var, yoksa hareket için enerjim yok.”

Yaradan’ın Planlarında Savaşlar Yoktur

Kötü egoizmin şu anda dünyaya, doğanın bütününe verdiği savaş şeklindeki korkunç darbeyi hafifletebilir miyiz? Her şeyden önce, dört seviyeden oluşan alma arzusundan bahsettiğimiz basit gerçeği hatırlamalıyız.

Cansız, bitkisel, canlı ve insan olmak üzere alma arzusunun dört derecesinde hissedilen şey, bize dünyada var gibi görünen şeydir. Sonuçta, tüm dünyamız alma arzumuzdur.

Bu nedenle, egoist arzuyu bulmak ve düzeltmek için mümkün olan her şeyi yapmalıyız. Dünyada sakinleştirilmesi, dengelenmesi, nereden ve neden geldiği ve amacının ne olduğunun bilincine getirilmesi gereken egoizmimiz dışında hiçbir şey yoktur.

Dünyanın durumunun, aramızdaki bağ ölçüsünün bir türevi olduğunu görmeliyiz. Daha fazla bağ kurarsak dünya için iyi, bağ kuramazsak dünya için kötü olur. Bu temelde, bizler kötü veya erdemli kabul ediliriz. Yaradan’a memnuniyet veririz veya Tanrı korusun, O’na üzüntü veririz.

Yaradan savaş istemez, O iyidir ve iyilik yapar, bu nedenle O’nun planlarında savaşlar yoktur. Aksine, O’nun planları bizi kötülüğün farkındalığına ve iyiliğin eylemlerine getirmektir, böylece O’nun gibi olacağız.

Bu nedenle Yaradan’dan gelen olumsuz hiçbir şey yoktur, hiçbir kötü tutum yoktur. Islahlara katılmazsak ve bununla başımıza bela açarsak, bu zaten bizim hatamızdır. Bunun için Yaradan’ı suçlamamalıyız; O’ndan aldığımız şeyi ıslah  etmememiz kendi hatamızdır.

Sistem aracılığıyla, her şeyi Yaradan’dan öyle bir şekilde alırız ki onu kabul edebilir, anlayabilir, tepki verebilir ve düzeltebiliriz. Yapabiliriz ama istemiyoruz! Bu nedenle, bize bir ceza gibi görünen bir düşüş alırız.

Aslında bu bizi bir derece aşağı çeken bir ıslahtır. Sonuçta dördüncü sınıftaysam ve dördüncü sınıf öğrencisinin yapması gerekeni yapamazsam, üçüncü sınıfa geri gönderilirim. Üçüncü sınıfta çalışmayı yaptığımda, tekrar dördüncü sınıfa, sonra beşinci, altıncı vb. giderim. Yani her şey sisteme göre olur.

Ruhların Arasındaki Bağ Sisteminin İçinde

Bir insanın hayatında, ona hayatın kendisinde her şeyi belirleyen belirli bir program olduğunu ve onun üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığını söylediği bazı durumlar vardır.

Her birimiz, böyle algılanan olayları hatırlayabiliriz. Bazen ne olacağını önceden bilebiliriz ve aniden önümüze daha büyük bir vizyon açılır. Bu doğaldır. Hepimiz biraz bir nevi Wolf Messing’e benziyoruz.

Soru şudur: Bu bizi nereye götürür? Kural olarak, bu hiçbir yere götürmez. Kişi basitçe yaşamaya devam eder; ona sadece geleceğin küçük bir parçası gösterilmiştir ve kişi onunla ne yapacağını bilmez.

Esas olarak bu, kişi için temelde hiçbir şeyi çözmez. Bu sadece geleceğin bir parçasıdır, maddeselliğimizin genel sisteminde açığa çıkar, ancak bir şekilde sıkı sıkıya birbirimizle bağlı olduğumuz manevi ilişkiler bizden gizlenir.

Bizler, kesinlikle sabit ve sürekli bir şekilde işleyen bir bağ ağı içindeyiz. Hiçbirimiz onun içinde herhangi bir şey yapma özgürlüğüne kesinlikle sahip değiliz. Bu ağda herkes, bu dünyada ya da o dünyada vb. algılanan her türlü kendi duyumlarından geçer. Ama yine de, bizler her zaman ruhların, “ben”lerimizin birbirine bağlı olduğu aynı sistem içindeyiz.

Bu sistem biraz açılırsa, iki katman arasındaki, olması gereken katman ile her birimizin bugün bulunduğu seviye arasındaki ilişkiyi görebiliriz. Kişi önceden hiçbir şey görmediği için, bu tesadüfi bir fenomen gibi gelir.

Elbette hayatımızda tesadüfi hiçbir şey yoktur. Her şey kesinlikle önceden belirlenmiştir.

Ama bu neye yol açtı? Belki de kişi daha farklı ya da daha doğru, daha duyarlı davranmaya ve insanlara karşı daha sıcak davranmaya başlamıştır. Ya da mesleğinde iyilik için bazı değişiklikler yapmıştır. Ancak esasen, özde hiçbir şeyi değiştirmemiştir.

Sonuç olarak, insanlık tarihi boyunca tüm peygamberlik rüyalarının, sezgilerinin, karalamalarının, falcıların kehanetlerinin bizi hiçbir şeye götürmediğini görüyoruz. Onlar her zaman çok sayıda vardı ve bugün de varlar ve gelecekte de olacaklar.

Eğer kişiye evrenin tüm sistemini, birbirimizle olan bağımızı, hayatın gidişatını ve gelecekteki hedefimizi elde etmek için açık bir metodoloji ortaya koyarsak, onaylamak ve en önemlisi kaderimizi kontrol etmek için bu bize ifşa edildiğinde ve bize keşfetme fırsatı verildiğinde, o zaman kişiye gerçekten onu kontrol etmesi için bir tür araç verildiğini söyleyebiliriz.

Aksi takdirde gelecek ifşa olmamalıdır. Bu yüzden Kabalistler bundan asla bahsetmezler. Bunun insanlığa zararlı olduğuna inanırlar.

Bir kural vardır: kör bir adamın önüne engel koymayın. Yani, yalnızca kişinin geleceği doğru bir şekilde anlayabildiği, onun uygulanması üzerinde doğru bir şekilde çalışması için kendisine yaklaştırılabileceği kadarıyla, ancak o zaman bu, kişiye ifşa edilebilir ve onu ıslah etmeye başlar.

İki Durum: Küçüklük ve Büyüklük

Soru: Rabbi Nachman, Zohar Kitabı’nı okurken, onu anlamakla ödüllendirilene kadar çok kez ağladığını yazıyor. Bu “ağlama” durumu nedir?

Cevap: Ağlamak, kişinin Yaradan’a yaklaşmak için daha da büyük bir çaba sarf etmek için, daha fazlasını anlayamadığı ve göremediği için üzüntü duyduğu küçüklük durumunu (Katnut) temsil eder.

Soru: Ayrıca şunları yazıyor: “Onlar (Raşbi’nin öğrencileri) birbirleriyle bağ ve birlik içinde olmalarına rağmen, bu bağ geçiciydi ve ilk sütunun birliği yani tek bağ olarak adlandırıldı. Ve sonra Rabbi Şimon, bu bağın güçlü ve sağlam olması için onları ikili bir bağ ile bağlamak istedi.” Bu iki çeşit bağ nedir?

Cevap: Biz yalnızca onları tek bir sistemde, tek bir onluda, tek bir ruhta birleştirmekten bahseden Tora’yı okuyan insanlar arasındaki bağdan bahsediyoruz.

Gerçek şu ki, yalnızca arzuları ihsan etmeye yönelik bir bağ vardır, küçüklük bağı denilen, bir küçüklük durumu (Katnut). Ve bir büyüklük (Gadlut) durumunu, kişinin ıslah olmuş durumdaki güçlü egoist arzularını içeren bir bağ vardır.

Herkes için Zohar‘da, Baal HaSulam’ın yorumlarıyla şöyle yazılmıştır: Birbirini sevmeyen tüm o dostlar, kendi vakitlerinden önce dünyayı terk ederler (Herkes için Zohar, Ki Tissa 54). Raşbi’nin zamanındaki tüm dostların arasında ruh sevgisi ve maneviyat sevgi vardı. Ruh sevgisi, küçüklük (küçüklük durumu) seviyesindeki sevgi demektir. Ve maneviyat sevgisi, büyüklük (büyüklük durumu) seviyesindeki sevgidir.

Bu nedenle onun neslinde Tora’nın sırları ifşa oldu. Rabbi Şimon, “Birbirlerini sevmeyen tüm dostlar, kendilerini doğru yoldan saptırırlar” derdi, çünkü onlar, alma arzuları da ihsan etme için çalıştığında, kendilerini büyük sevgi durumuna geliştirmemişlerdir.

Ayrıca Tora’da sevgi, kardeşlik ve hakikat olduğu için Tora’ya bir leke koyarlar.

“Mısırlılar” – Maddi Hazlar

Soru: Tora’da Musa’nın bir Mısırlıyı öldürdüğü söylenmekte. Manevi çalışmada bu ne anlama gelir?

Cevap: Musa, kendisini “Mısır” denilen tam bir egoizm koşulu içinde tutan arzuyu öldürür. Musa bu arzusundan kurtularak özgürleşir.

Soru: Öğretmeniniz Rabaş, “Mısırlılar”ın maddi hazlar anlamına geldiğini yazar. Nedir bu hazlar?

Cevap: Kendiniz için yaptığınız ve keyif aldığınız her şey. Bu, var oluşunuzun temelidir. Ancak yavaş yavaş içinizde böyle bir niyet öldürülür çünkü herkes için bir ihsan etme ve sevgi durumu içinde kalmak için, sadece kendi arzularının esiri olma durumu üzerine yükselmeyi düşünür ve çabalarsınız.

Soru: Kendi arzularının esiri olma kötü müdür? Sonuçta bu doğaldır, bizim doğamızdır.

Cevap: Bu doğaldır ama yanlıştır çünkü bizi kendi içimize kapatır ve tüm evreni hissedemeyiz. Eğer hazlar, sadece onları düşüneceğim şekilde beni kendi sınırlarıma kapatmıyorsa, eğer hayatım dünyevi hazların üzerine, manevi hazlar denilen ihsan etme ve sevgi hazlarına yükselmekten oluşuyorsa, başkalarını memnun etmekten haz aldığımda, çalışmam, çabalarım beni yalnızca Yaradan’a yaklaştırır.