Category Archives: Maneviyat

Duadan Daha Önemli Bir Şey Yoktur

Duadan daha önemli bir şey yoktur çünkü tüm kaderimiz ve tüm geleceğimiz buna bağlıdır. Dualarımızı Yaradan’a yükseltebildiğimiz ve bu O’nun içine, “Yaradan” denen bu sisteme girdiği ölçüde, taleplerimize cevap alacağız.

Bu nedenle Yaradan’ın bizim için bir şey yapmasını bekleyemeyiz; bu da ancak istek ve dualarımızı tekrar tekrar dile getirirsek mümkündür.

Kişi Yaradan’a dua ederken, kurtuluşunun gelip gelmediğine bakmamalıdır, çünkü baktığında, birçok davacı onun eylemlerine bakmak için gelir. (Herkes için Zohar – “Miketz – Ve Benjamin’i Gördüm,” Madde 209)

Dualarımızı Yaradan’a yükseltmeliyiz. Soru, bir yanıt bekleyip beklemememiz gerektiğidir. Belki de bu kadar beklememeliyiz; asıl mesele talebi yükseltmektir ve Yaradan buna nasıl cevap vereceğini ve hiç cevap verip vermeyeceğini zaten seçecektir.

Bu nedenle asıl mesele, Yaradan’a talepleri nasıl ilettiğimiz hakkında sürekli olarak düşünmektir.

Bir cevap alıp almadığımıza gelince, Yaradan’ın her zaman cevap verdiğini anlamalıyız ama belki de O’nun cevabını tam olarak anlamıyor ve hissetmiyoruz ve O’na tekrar tekrar sormaya devam etmeliyiz. Denildiği gibi: “Keşke bütün gün dua etsen!”

Esas olarak, dua sırasında Yaradan’dan herhangi bir tepki beklememeliyiz çünkü Yaradan şüphesiz gerekeni yapacaktır ve talebimiz yalnızca bizden yükselmelidir.

“Yaslı Bir Eşe Cevap” (Linkedin)

Bir öğrencim bana aşağıdaki (kısaltılmış) mektubu yazdı: Sevgili öğretmenim, bana Yaradan ile nasıl konuşulacağını öğretmenizi rica ediyorum. 12 yıldan fazla bir süredir sizinle birlikte çalışıyorum ve yaklaşık iki ay önce kocam vefat etti. 28 yıldır birlikteydik, bana her zaman destek oldu ve çalışmama yardım etti. O bir melek gibiydi. İçimde kalbim kırılıyor. Kalbimin içinde onunla konuşuyorum; ondan tavsiye istiyorum. Bu bir çeşit diyalog. Ama o gitti; sadece Yaradan var. Bir kişinin görüntüsüyle konuşmaktan, doğrudan Yaradan ile konuşmaya nasıl geçebilirim? Lütfen bana yardım edin.

Sevgili …,

Öncelikle, kocanızın kaybı için başsağlığı diliyorum. İkincisi, fiziksel olarak vefat etmiş olması bir şey ifade etmez. Aksine, onunla bağın şimdi daha da güçlü, ancak ne kadar güçlü olduğunu hissetmiyorsun. Bu nedenle, kocan ile olan bağının kesilmiş olduğunu düşünme. Aksine, onun içsel, duygusal, manevi olarak seninle birlikte olduğunu hayal et. Onunla bu şekilde ilişki kurmalısın.

Onunla konuş ve Yaradan ile konuş; tek ihtiyacın olan bu. Nasıl istersen öyle konuşabilirsin. Basitçe konuş, hem o hem de Yaradan seni anlayacaktır. Yapabileceğin en iyi şey, olabildiğince en basit terimlerle konuşmaktır.

Kocan, tıpkı diğer her şeyin onun içinde olduğu gibi, üst kuvvete, Yaradan’a dâhil edilmiştir. Ne zaman birisiyle konuşsak, farkında olmasak da aslında Yaradan ile konuşuruz.

En büyük sorunumuz, Yaradan’dan başka hiç bir şey olmadığını idrak etmektir. İyi insanlar, kötü insanlar, etrafımızdaki her şey üst gücün, Yaradan’ın görünmesidir.

Kalpten gelen samimi sözlerin, en güzel ve en doğru duadır; ihtiyacın olan tek şey bu. En etkili dualar, bilgece de olsa başkaları tarafından yazılan metinlerden değil, kalbin derinliklerinden gelen dualardır.

Bu nedenle, sevgili…, kocanla ve Yaradan ile kendi sözlerinle konuşmaya devam et. Kendin için yapabileceğin en iyi şey bu.

Her Şey Ein Sof’a (Sonsuzluk) Dahildir

Dünyaların yaratılışından önceki zamandan bahsettiği için kafa karıştırıcı görünüyor. Öyleyse, burada üst ışığın doldurması gereken hangi gerçeklik var?

Durum şudur ki, var olan ve ıslahlarının sonuna kadar tüm olayları ile yaratılması kaderinde olan tüm dünyalar ve ruhlar, tam ölçü ve ihtişamıyla Eyn Sof’tadır. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Bölüm 1, Kısım 1, Kısıtlama ve Çizgi) 

Bu, tüm realiteyi dolduran üst ışığın, olmuş, olan ve olacak her şey hakkında tüm bilgileri  mutlak olarak taşıması gerçeğiyle ilgilidir. Bu yavaş yavaş önümüzde açığa çıkıyor ve biz ona dünyamız diyoruz.

Yaratılışın en başında, her şey tek bir basit ışıkla yani Yaradan’ın gelecekteki yaratılanlara olan tam sevgisinin yayılmasıyla doldu.

Diğer bir deyişle, Yaradan yönünden bir yaratılış düşüncesi vardır ve her insanın son safhasına kadar kesinlikle her şey buna dâhildir.

Yaşamsız Bir Durumdan Yaşamı Hissetmeye

Soru: Benim dışımda olan kötü niteliklerden nasıl nefret edebilirim? Kendi içimde olanlardan nasıl nefret edebilirim?

Cevap: Bu kademeli olarak yapılır. Çok zordur. Bu yıllar alır çünkü biz en zor içsel oluşum döneminden geçiyoruz. Ne de olsa evren, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerin oluşumundan önce milyarlarca yıldır mevcut.

Ve şimdi, biz insanlar gelişmeye başlıyoruz. Ve önceki kozmik ve jeolojik dönemlere kıyasla ne kadar hızlı geliştiğimize bir bakın. Bu muazzam bir fark! Günümüzdeki bir yıl, geçmiş seviyeler için yüz milyon yıl veya daha fazlası gibidir.

Biz şimdi cansız seviyede, evrenin geliştiği şekilde gelişiyoruz. Bu, bir piramidin en alt seviyesidir, ancak en geniş ve en kalın olanıdır ve içinde gelişirken sonuçları görmeyiz.

Nebula, gezegenler, Güneş ve galaksiler çarpışır. Her şey girdap gibi döne döne gider, ters döner, biçimlenir, patlar, dağılır ve yeniden birleşir. Bunların hiçbirini henüz görmüyoruz çünkü her şey, bir tür anlaşılmaz yığının içinde oluyor ve bize göründüğü gibi, bu mutlak bir karmaşa.

Sonunda, her şey yeryüzünün göründüğü ve yaşam koşullarının ortaya çıktığı bir sonraki seviyede kademeli olarak bir araya toplanır. Yani şimdi tüm bu koşulların oluşum safhasındayız. Bizler zaten manevi yaşamımız için koşulların yaratıldığı Dünya’dayız. Manevi Dünya zaten bir şekilde var, sadece yaşamın koşulları henüz belirlenmedi.

Hayatın anlamını bulma ihtiyacı olan insanların bir araya toplandığı uluslararası bir grup, hâlihazırda oluşturuldu. Yani destek zaten orada ama henüz bizim tarafımızdan şekillendirilmedi. Bu konuda daha aktif rol almalıyız. O zaman meydana gelecek şey şu ki, bitkiler yerden yetişmeye başlayacak, güneşe ve göğe doğru yükselecek. Bunlar bizim eylemlerimiz olmalıdır. Bu henüz sahip olmadığımız bir şeydir.

Yaşamsız bir durumdan yaşam ve ışık hissine geçiş en hassas, en ince ve en çarpıcı dönemdir çünkü cansız maddenin kademeli olarak yaşama gelmesi, bitkisel, hayvansal olana – yaşayan bir maddeye, dönüşmesi gerekir.

Yaşamın gücü onda görünür olacak çünkü o, iki nitelikten oluşur: ihsan etme ve alma. Aralarında olan şey, enerjinin ve maddenin akışıdır, ihsan etme niteliği (Yaradan) ile alma niteliği (Yaratılan) arasındaki bağdır ve bu karşılıklı iletişimde orta kısım olan, Adam denilen bir sonraki safha ortaya çıkacaktır.

Soru: Öyleyse, kendi içimizdeki dışsal niteliklerden nasıl nefret edebiliriz?

Cevap: Cevap basit: “İstemek zorundasın.” Bu ancak dostlar sayesinde mümkündür. Ama biz hala bundan kaçıyoruz.

Yaratılışa Hediye Olarak Sevgi

Yaradan’da sevgiden başka bir şey yoktur. Ancak Yaradan, alma arzusunun içinde, sevginin ne olduğunu anlamamızda ve sevgiyi edinmemizde bize yardımcı olacak çeşitli koşullar yaratır çünkü bu, bizim için tamamen anlaşılmaz bir şeydir

Sevgi, egomuz için yabancı ve belirsiz, doğamıza aykırı bir şeydir. Nasıl oluyor da önümde sunulan farklı ikramları tattığımda, onların lezzetlerinden ev sahibini gerçekten hissedebiliyorum? Biriyle diğeri arasındaki bağ nedir?

Bu, yaratılışın özüdür, “yoktan varoluştur” ve bu “yokluğun” içerisinde “varoluş” tan bir şey vardır.

Bu nedenle, yokluktan, haz alma arzusundan, var olana gelebilirim. Bu, haz alma arzusu içerisindeki izlenimden, yaratılıştaki tüm her şeyde tamamen kopuk bir nitelik olan sevgiye ulaşabilirim demektir.

Birdenbire, haz alma arzusu içindeki bazı eylemler ve süreçler sonucunda bir mucize gerçekleşir ve o, üst, ilahi doğaya ait olan niteliğe ulaşır.

“Verme-alma” eylemlerinin, sevgi denilen bir mucizenin doğuşuna nasıl yol açtığı, bizim için belirsizliğini bütünüyle koruyor. Sevginin herhangi bir şekilde haz alma arzusuyla hiçbir ilgisi yoktur.

Her defasında ve her basamakta, haz alma arzusunda deneyimlediğimiz eylemlerimizi ve izlenimlerimizi, hepsini bir araya toplamak ve yükseltmek suretiyle sevgi niteliğini edinmek için yenilemek zorundayız.

Klipa’nın Faydası

Soru: “Yaradan’ın yüceliği” nedir? “O’nun yüceliği benden gizlenmiştir” ne anlama geliyor?

Cevap: Bu, O’nu hissetmediğiniz, O’nu görmediğiniz, O’nu anlamadığınız ve O’nu hiçbir şekilde etkileyemediğiniz anlamına gelir. Buna bağlı olarak, O, sizi görünürde sanki etkilemiyor.

Soru: Yani bu, Klipa’nın bizi Yaradan’ın ışığından koruduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet, Klipa bizi Yaradan’a yaklaşmaktan korur. Bu olmazsa, kendimize çok zarar verebiliriz. Bu, bir çocuğu, ona zarar verebilecek bir tür cihaz veya koşullarla yalnız bırakmaktan nasıl korktuğumuza benzer bir durumdur.

Soru: Bizler Yaradan’ın sevgi, ihsan etme ve birlik gücü olduğunu öğreniyoruz. Sevginin gücü bana ifşa edilirse, onu kendi zararıma nasıl kullanabilirim ki?

Cevap: Elbette ki kullanabilirsiniz. O’ndan doğru şekilde kullanabileceğinizden daha fazlasını isteyeceksiniz. İşte o zaman, sınırlandırılmış olmak zorunda kalacaksınız.

Soru: Bu durum, Yaradan’ın yarattıklarına olan sevgisinin, kişinin kendi zararına kullanılabileceği anlamına mı geliyor?

Cevap: Elbette. Hem de nasıl! Bu korkunç bir güç olurdu! Bu nedenle, bunu yapmanıza izin vermeyen bir Klipa vardır.  O bu olasılığı kişiden gizler.

Zaman, Koşulların Değişimidir

Soru: On Sefirot’un Çalışılmasında, üst ışıkta, yaratılışın başlangıcında, ne başlangıç ne de son olduğu söylenir. Bunu nasıl anlayabiliriz?

Cevap: Zaman yoktu; yani hiçbir şey değişmiyordu.

Zamanın ortaya çıkması için, arzunun kendisini bazı koşullar içinde hissetmesi gerekir ve bu koşullar değişmeye başlar ve arzuya niteliklerini verir. Sonra arzu, bir koşulu diğerinden ayırmaya başlayacak ve ilk koşuldan ikinciye ve üçüncüye bir değişim hissi ortaya çıkacaktır. Zamanı karakterize eden şey budur.

Değişiklik olmasaydı, zamanı hissedemezdik. Yani bu, her birimizin öznel bir hissiyatıdır.

Esasen zaman, koşulların değişmesidir. Dolayısıyla maneviyatta zaman yoktur; sadece koşul değişikliği vardır.

Bizim dünyamızda zamanı hissediyoruz çünkü bedenimiz hem içsel hem de dışsal olarak, sürekli bir yere hareket ediyor. Etkileniyor ve etkiliyor. Tüm bu değişiklikleri, içinde yaşadığımız zamanın çerçevesi olarak hissediyoruz.

Başka bir deyişle, maneviyatta, bazı eylemleri kendim bilinçli olarak yapmazsam, o zaman koşullarım değişmez ve dolayısıyla zaman da olmaz.

Maddesel dünyamızda, benim bir şey yapıp yapmamam önemli değildir; değişiklikler hala içgüdüsel ve bilinçsiz olarak gerçekleşir yani otomatik olarak yerleşmiştir. Bu nedenle, bedenimizde bir zaman duygusu vardır.

“Eğer Doğru Soruyu Sorarsak, Cevap Bellidir” (Linkedin)

Nihayetinde, herkesin istediği şey, iyi bir hayata sahip olmaktır. İyi bir yaşam, herkes için aşağı yukarı aynı anlama gelir: yaşamak için iyi bir yer, sofrada yemek, sağlık, çocuklar için eğitim ve en önemlisi – parlak bir yarının kesinliği. Kendimize, böyle bir yaşam sürmekten bizi neyin alıkoyduğunu sorduğumuzda, çoğu insan için açıktır ki, yalnızca egomuzun tüm biçimleri (gurur, tiranlık, sömürü, zorbalık, zalimlik) iyi bir yaşam sürmemizi engeller. Ancak, egoyu nasıl yeneceğimizi sormak yerine, kendimizi diğer insanların egolarından nasıl koruyacağımızı, en iyi durumda ya da en kötüsünde, kendi egolarımızı diğer insanlara nasıl empoze edebileceğimizi soruyoruz.

Bu, bariz soruyu sormamamızın bir nedeni var: Mutluluğa giden yolumuzdaki tek engeli nasıl aşacağız? Bizi engelleyen şey yani ego, dikkatimizi dağıtır ve dikkatimizi başka şeyleri veya insanları sorun olarak görmeye yönlendirir. Ama bir an için duygularımızın üstüne çıkar ve mantıklı düşünürsek, eğer birbirimize yakın hissetseydik, düşman gibi değil de aile gibi hissetseydik, birbirimize karşı savaşmayacağımızı anlarız.

Egonun bize oynadığı oyunlar yeni değildir. Binlerce yıldır bizi birbirimize düşürüyor. Binlerce yıldır birbirimizi öldürüyor, sömürüyor, taciz ediyor ve komşumuzun acısına seviniyoruz. Bunu başka hiçbir varlık yapmaz, sadece insanlar çünkü “ego” denen içsel yılana sadece insanlar sahiptir.

Eski toplumlar bugün bizimki kadar zehirli değildi. Bazı durumlarda, gerçekten bir aile gibi yaşadılar. Ancak ego sabit kalmaz; yoluna çıkan her şeyi şiddetlendirir ve zehirler. İnsanlık her seçeneği denedi. Aşırı solu ve aşırı sağı, kapitalizmi ve sosyalizmi, anarşi ve katı düzeni, monarşiyi, demokrasiyi, teokrasiyi denedi, liste uzayıp gider. Hiçbiri işe yaramadı ve ego zihinlerimizi ve kalplerimizi yönettiği sürece, hiçbir şey işe yaramayacaktır.

İnsanlık bitmek bilmeyen bir savaşın içine gömülürken, yaklaşık 4000 yıl önce yaşamış bir adam doğru soruyu sordu: İnsanlık, kalbimizdeki egoyu nasıl yenebilir? Bulduğu cevap onu o kadar mutlu etti ki, insanlığa nasıl yardım edeceğini anladı ve gittiği her yere bunu yaymaya başladı. Bu adamın adı İbrahim’di ve tüm insanlığa verdiği mesaj, diğer insanların egolarını, hatta kendi egomuzu yenmeye çalışmak yerine, olumluya, egoist olmayan bağları beslemeye odaklanmamız gerektiğiydi.

Yeni fikri sayesinde “merhamet adamı” olarak tanınan İbrahim, haklı olduğunu anlayan taraftarlar toplamaya başladı. İbrahim, anavatanı Babil’deki egoist otoritelerin baskısıyla yola çıktı ve Kenan’a doğru yöneldi. Yol boyunca, fikrindeki güzelliği gören daha fazla taraftar topladı. Henüz bir ulus değildiler; onlar, öğretmenlerinin fikrine sempati duyan bir insan kalabalığıydı. Ancak İbrahim’in metodunu, yabancılaşma ve bencillik yerine, özen ve düşünceyi besleyerek kendi aralarında uygulamaya başladıklarında, daha önce görülmemiş bir birlik şekli oluşturmaya başladılar.

Bu insanlar, birliktelikleri sayesinde insanların daha önce bilmediği bir şeyi keşfettiler: Her şey birbirine bağlı. Ben-merkezci doğalarına, verme unsurunu ekledikleri için, gerçekte her şeyin sadece almakla kalmayıp, diğer her şeye verdiğini de hissedebiliyorlardı. Bu şekilde, dünyanın geri kalanı için bir model haline gelen, dengeli ve uyumlu bir toplum kurdular. Bu toplum “İsrail halkı” olarak tanındı.

Ancak dayanışmalarını koruyamadılar. Her insandaki ego büyüdükçe, onların da egoları büyümeye devam etti ve sonunda onlar da buna yenik düştüler. Bununla birlikte, İbrahim’in mirası onlarda kaldı ve aralarından çok azı bu öğretiyi kitaplarda ve öğretmenlerde canlı tuttu.

Bugün, dünya seçeneklerini tükettiği için bu bilgelik tüm dünyaya açılıyor. Egoyu yenmenin bir yolunu bulmaya yönelik bu boşuna çabalar, insanların zihinlerini egoyu bastırmaya değil, bağı güçlendirmeye çalışan bir bağ kurma bilgeliğine açtı. Öğretmenim RABAŞ ve babası Baal HaSulam böyle öğretmenlerdi ve onların öğretilerini her dilde ve her yerde erişilebilir kılmak için elimden geleni yapıyorum. Bugün, doğru soruyu sormaya hazırız: Egoyu nasıl yeneriz? Bugün, ego bizleri daha fazla sefaletten başka hiçbir yere götürmeyen, yanlış ideolojilere çekemeyecektir.

İçsel Değerler Etkili Olduğunda

Yorum: Bizler öyle zannediyoruz ki eski zamanlarda insanlar ilkeldi. Ama siz, onların, aralarındaki bağın açıkça farkında olduklarını söylediniz.

Benim Yorumum: Ne yönden ilkeldiler? Âdem’den önce ve sonra yirmi nesil, Nuh’tan önce on ve Nuh’tan İbrahim’e kadar on nesil Yahudi, ilkel değildi. Onlar, aralarındaki bağ vasıtasıyla üst dünyaya ulaşıyorlardı. Bunun kaderleri olduğunu ve bu dünyada bu nedenle var olduklarını anladılar.

Bu nedenle onlar gereksiz hiçbir şey yapmadılar ve büyük anıtlar, saraylar, tanrı heykelleri yaratmamışlardır.  Onlar hiçbir şey inşa etmediler! Buna ihtiyaç duymadılar. Onlar içsel çalışma yapıyorlardı. Herkesin kalacak yeri, ekmeği, suyu, eti, sütü, ihtiyacı olan her şey vardı ve bu onlar için yeterliydi.

Burada, İsrail’de yaşamış eski uygarlığa bakın. Geride ne bıraktılar?

Hiç bir şey. Elbette şehirler ve yerleşim yerleri vardı ama çok basit şekilde.

Ve Tapınak! O Tapınakta ne vardı ki? Özel bir şey yoktu. İki yüz metreye iki yüz metre, hatta daha az.

Her şey çok basitti çünkü içsel manevi gelişime yönelikti. Ve insanlar buradan dünyanın diğer ülkelerine sürgüne gittiklerinde, esasen hiçbir şey kaybetmediler; yanlarına bir kitap alıp gittiler. Tamamen farklı değerlerle yaşadılar.

Yunanlılar ve Romalılar ise ne yaptılar? Washington’a ilk geldiğimde şöyle bir baktım: “Burası Roma – birebir aynı! Binalar ve sütunlar, bunların hepsi antik Yunan.” Berlin’de de durum aynı.  Bin yaşındaki Reich, Roma’nın varisi. Ve Rusya’da da benzer bir şey inşa ettiler.

Ancak burada o türden bir şey yok. Burada bir şey nerede inşa edilir ki? Ya da eski tarihe ait restore etmek istediğiniz bir şeyi nereden bulabilirsiniz ki? Hiçbir şey yok. Sadece sıradan binalar inşa etmek ve onlarda yaşamak gerekiyor, hepsi bu.  Diğer her şey ise içsellikte.

Modern yeni binaların bile, ne tip olmaları gerektiği kimsenin umurunda değil. Mimari yok, özel müzik yok, kültürel anlamda edebiyat yok vs. Hiçbir şey yok ve bunların hiçbirine gerek de yok! Bedenin varlığı için gerekli olan giysi, ayakkabı ve gıdayı sağlamak için, ihtiyaç olan tek şey normal bir yaşam ortamıdır. Diğer her şey ise sadece maneviyattır.

Yaradan’dan Başkası Yoktur

“O’ndan başkası yok” sözü, manevi yolun başlangıcı ve sonu anlamına gelir. Soyut konuşmayı sevmem, ama bu inanılmaz. Bu kavrama birçok kez girmek gerekir.

Yaradan’dan başka hareket eden yoktur. Dünyada hiç kimsenin bir şey yapma imkânı yoktur, çünkü sadece Yaradan yani üst ışık yaratır, doğurur, hareket eder ve her şeyi yapar. Genel olarak, tüm enerji, tüm güç, tüm canlıları tutan, yaratan ve dönüştüren her şey, yalnızca ışığın gücüdür, Yaradan’ın gücüdür.

Bununla birlikte, Yaradan içimize bir kıvılcım yerleştirdi, onun yardımıyla, bu kıvılcımın temelinde bir şeyleri etkileyebiliriz, egoizm temelinde değil! Egoizmimiz, tersine çevrilemeyecek cansız bir şeydir. Ama bizim içimizde ve cansız, bitkisel ve hayvansal doğada var olan her şey, bu kıvılcım sayesinde vardır.

İçlerindeki bu kıvılcımın, onları Yaradan’a benzer eylemler yapmak için motive etmeye başladığı insanlar vardır. Onları sadece canlandırmakla kalmaz, aynı zamanda O’nun gibi olma arzusunu da verir. Bu tür insanlara “Domeh – benzer” kelimesinden gelen “Adem” denir.

İnsanlarda bu kıvılcım birinci, ikinci ve üçüncü seviyelerde ise yani cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerde ise, o zaman onları harekete geçirir ve onlar bilim, kültür, teknoloji vb. geliştirirler.

Ve kişide bunun yoğunluğu dördüncü seviyeye ulaştığında, kişi Yaradan’a eşit olmak için özlem duyar. Bulutların ötesinde bir yere taşınmıştır, hayatın anlamını, kaynağını bulması gerekir. Bu tür insanlara “Yaradan’a doğru” anlamına gelen İsrail denir.

İbrahim, böyle insanları Babil’de topladı ve onlarla Yaradan’a yükselmek için çalışmaya başladı. Bu yüzden onlara Kabalist denir. Bu insanlar, her çağda vardı ve bu güne kadar var oldular.

Tarih boyunca pek çok bilim adamı ve filozof, Yahudi olması şart değil, bunu anladı, çalıştı ve Yaradan’ı ifşa etme bilimini doğru yorumladı çünkü onlarda bu kıvılcım, kalbinde bu nokta, bu yıldız vardı. Bu, kişiyi Yaradan’a götürür ve her şeyi kontrol eden tek bir ışık gücünün olduğunu ortaya çıkarır.

Bununla birlikte kişi, içinde dördüncü dereceden bir noktanın uyanması nedeniyle, ışığın etkisini kendisi üzerinde çağırabilir ama sadece gerçekten böyle olmak istiyorsa. Egoizminin üzerine çıkmak, hatta onu, almak yerine ihsan etmeye dönüştürmek istiyorsa, ışıktan bunu yapmasını talep edebilir. Ama her durumda, her şeyi sadece ışık yapar ve dolayısıyla O’ndan başkası yoktur.