Category Archives: Maneviyat

Korku Olmadan Sevgi Olmaz

Yaradan korkusu, O’nun içimde hüküm sürdüğü hissidir; tüm düşüncelerimi, tüm arzularımı ve başıma gelen her şeyi O kontrol eder. O’nun tüm yaşamımı belirlediğini her seferinde daha da net bir şekilde hissederim.

Yaşamım hakkında değil, bu yaşamda Yaradan’a bağlı olup olmadığım hakkında endişelenirim. O’na daha fazla bağlı olmaya özlem duyarım ve birbirimize bağlı olduğumuzu, beni her yönden kucakladığını ve tamamen O’nun merhametinde olduğumu hissederim.

Her şeyden önce korkuya ulaşmalıyız ve sonra korkunun üzerine sevgiyi inşa edebiliriz. Korku olmadan sevgiye ulaşmak mümkün değildir.

Klasik Kabala’dan Daha Güçlü Bir Şey Yoktur

Soru: Yıllardır sizinle birlikte çalışan ama bunun ne hakkında olduğu konusunda çok az anlayışa sahip olan bu insanları tutan nedir? Neden ayrılmıyorlar?

Cevap: Ve nereye gidecekler?! Daha yüce bir şey yok! Bundan daha güçlü bir şey yok!

Burada tüm sorulara yanıt bulmak mümkün. Bu, tüm bilimleri, tüm dinleri ve olmuş, olan ve olacak her şeyin açıklamasını içeren kapalı, kesinlikle eksiksiz, kendi kendine yeterli bir sistemdir.

Bugünü, geçmişi ve geleceği yukarıdan aşağıya ve her yöne doğru birbirine bağlar: dünyamızda, manevi dünyada, galaksilerde ve bir insanın içinde. Hepsi tek bir sistem, tek bir yasa, basit ve anlaması imkânsızdır.

İnsanın ilgisini çeken de budur çünkü aslında her şey böyledir ama insan bunu kavrayamaz. Ve insanlar çekip gider.

Başka bir yere gidenler şanslıysa ve kendilerini unutabilirlerse ya da bir şekilde kendilerini haklı çıkarabilirlerse, o zaman bununla tatmin olurlar. Ya da onlara bazı süper teknolojiler sunulur ve onlar da bundan keyif alırlar. Bu onlara kalmış bir şey (ya da bu onların işi).

Ancak, esas olarak, sorulara verilecek yanıtların klasik Kabala’da olduğu kadar açık bir şekilde formüle edildiği ve eksiksiz olduğu başka bir yer olamaz.

İşte bu yüzden kimseyle görüşmekten korkmuyorum. Herhangi bir sorunu tartışmak için bana gelsinler, ben hazırım. Bunun sadece gerçeği ortaya çıkarmaya ve kişiyi gerçeğe yaklaştırmaya yardımcı olacağına inanıyorum. Korkmuyorum ve hata yapmaktan da korkmuyorum. Aksine, beni hatalı olduğuma ikna edin, ben hazırım.

Benim için Kabala, tutunmak zorunda olduğum kalıtsal bir şey değil. Benim için bu, her insanın, tüm insanlığın ve genel olarak tüm evrenin yaşam amacına ulaşmak için bir araçtır.

Eğer yanılıyorsam, o zaman beni Kabala içerisinde düzeltin. Ve eğer Kabala’nın kendisi yanlışsa, o zaman bana başka bir metod verin, dinlemeye hazırım ama sadece gerçekten gerçek bir şeye dayanıyorsa.

Öğretmene Güvenmek

Soru: İnsan düzeltilmemiş bir mekanizmadır. Sizin algınızda değişmesi için, ona ne eklemek gerekiyor?

Cevap: Onun üzerinde çalışırım, biraz daha, biraz daha ve daha da fazla…

Ve o haykırırken, zıplarken, lehinde ya da aleyhinde bir şey yaparken, bir şeyi isterken veya istemezken; insan birdenbire düşer, uyur ya da başka bir şey yapar. Başka bir yolu yok. Ben sabırla bekliyorum.

Yorum: Ama doğrudan bir öğrenci üzerinde de çalışıyorsunuz. Bu sadece onun işi değil ki.

Cevabım: Tabii ki. Doğal olarak.

Soru: Bir öğrenci daha çok çalışmanızı nasıl sağlayabilir?

Cevap: Benimle birlikte akmaya çalışarak ve mümkün olduğunca içsel olarak direnmeyerek. Bu çok zordur!

Soru: Siz Rabaş’ın öğrencisi iken böyle miydiniz?

Cevap: Çok daha kötüsü. Bu çok zordur!

Kitaplarımdan birinde, David Lakes’in, Kabala öğretmenine olan sarsılmaz güveni ile ilgili bir hikâyesini anlatmıştım. Bir akşam yemekte oturuyorlarmış ve kimsenin cebinde tek kuruş yokmuş – hepsi çok fakirmiş. Birdenbire öğretmeni ona şöyle demiş: “David, bana bal likörü almam için para ver.” Öğrenci elini cebine sokmuş ve bir altın para çıkarmış.

Bu bir hile değildir, bu, Hohma ışığının Hassadim ışığında kıyafetlenmesinin gerçek bir hikâyesidir. Bunu anlayamıyoruz, bu yüzden hikâye bize bir peri masalı veya ilginç bir benzetme gibi geliyor. Ama aslında bu gerçektir.

Eyn Sof Işığı ve Eyn Sof’un Malhut’u

Yaratılış düşüncesindeki tüm dünyalara “Ein Sof ışığı” denir ve orada alıcıları içeren şeye Eyn Sof’un Malhut’u denir. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Kısım 1, “İç Gözlem”, Bölüm 6).

Eyn Sof (Sonsuzluk) ışığı, Yaradan’dan bize gelen ve arzuda herhangi bir değişiklik olmadan arzuyu dolduran ışıktır. Bu nedenle ışığın kendisi sonsuzdur; onda bir değişiklik yoktur.

Işık tarafından yaratılan arzu ışığa zıt hale geldiğinde, buna Ein Sof (Sonsuzluk) dünyasının Malhut’u denir. Işıkta sadece ihsan etme ve doldurma arzusu varken, onda mutlak bir alma, doldurulma arzusu belirir. Bu nedenle, ışık ve arzu birbirinin zıddıdır.

Eyn Sof Işığı, eylemin sonu olan yaklaşan son ıslaha kadar, Atzmuto’dan yayılır. Esas olarak, yaratılışın ıslahının sona ermesinden önce gerçekleşmesi gereken her şeyin tüm bilgisini içerir.

“Babil Kulesi Neyi Temsil Ediyor?” (Quora)

Babil Kulesi’nin inşası, insanlığın yaklaşık 4.000 yıl önce gerçekleşen, ilk egoistik gelişim seviyesini temsil etmektedir.

Babil Kulesi’nin hikayesi, artan egoizmlerine bağlı olarak, alegorik biçimde gökyüzüne ulaşan bir kule inşa etme arzularıyla tanımlanan, realiteyi yöneten özgecil güce, Yaradan’a ulaşmayı arzulayan insanları anlatır.

İnsanlık, artan egoizmini Yaradan’ı edinmeye yöneltmekte başarısız oldu, çünkü Yaradan’ı edinmek, egoizmin üzerine çıkmak ve realiteyi yöneten özgecil güçle temas geliştirmek anlamına gelir. Onların artan egoizmleri, birbirlerini ve olumlu bağlarını hissetmeyi bırakmalarına neden oldu. Bu da onların, gökyüzüne ulaşan bir kule inşa etmenin anlamı olan, Yaradan’ı kendi çıkarları için kullanmak istemelerine neden oldu. Daha sonra birbirlerini anlamayı bıraktılar ve doğaya zıtlıkları onları birbirlerinden ve Yaradan’dan uzaklaştırdı ve dağıldılar.

Başka bir deyişle, Babil Kulesi, bizi birbirimizden ve doğadan ayıran, egoizmin -yalnızca kendi çıkarımız için zevk alma arzusunun- arttığı bir süreci temsil eder. Babil Kulesi hikâyesi, artan egoizmimizin üzerinde birleşmek ve egoizmimizin bize getirdiği kopukluğu düzeltmek için çalışmak yerine, Yaradan’a egoizmlerinin üzerine çıkarak değil, tersine egoizmleri aracılığıyla ulaşabileceklerini zanneden insanları anlatır. Sonuç olarak, onlar egoizmlerinin büyüme atağından önce paylaştıkları olumlu bağın çöküşünü yaşadılar ve kendilerini tek bir ulusa ait hissetmek yerine,  birbirlerinden nefret ve ayrılık hissetmeye başladılar.

O zamandan bu yana, birbirimizden kopukluğumuzu, çeşitli bilimsel, kültürel ve teknolojik gelişmelerle telafi etmiş olabiliriz, ancak küresel olarak birbirimizle yüzeysel bağlar geliştirirken, sürekli büyüyen egoizmimiz nedeniyle içsel olarak birbirimizden kopukluğumuz artmaya devam ediyor. Bugün ayrıca, bilimsel, kültürel ve teknolojik yeniliklerin bolluğunun, arzularımıza gerçek ve kalıcı bir tatmin sağlamada başarısız olduğunu da görüyoruz, ki bu da çağımızın diğer çağlardan daha fazla depresyon, yalnızlık, endişe ve stres vakasına sahip olduğu gerçeğiyle örneklendirilebilir.

İçinde bulunduğumuz çağda, kendimizi yani egoist arzularımızı tatmin edemeyeceğimizin farkına varıyoruz. Herhangi bir doyum, yalnızca mevcut arzumuzu söndürmeye hizmet eder ve onun yerine yeni bir arzu belirir. Çağımızda, egoizmimizin çıkmaza girdiğine dair artan farkındalık, bize Babil Kulesi’nin yeni bir aşamasını gösteriyor: Kule bir zamanlar Yaratıcı tarafından yıkılmışken, bugün egoist arzularımızın bir zamanlar bizi götüreceğini düşündüğümüz ilerleme yerine bizi bir çıkmaz sokağa götürdüğünü gördükçe kendi yıkımımızın farkına varıyoruz. Başka bir deyişle, Babil döneminde yaşanana benzer bir kritik noktadayız, ancak şimdi durumumuzun farkındayız.

Kabala bilgeliğine göre, artan küresel teknolojik, ekonomik ve ticari bağlantımızın, artan içsel egoist büyümemiz ve birbirimize karşı tutumlarımızdaki kopuklukla birlikte buluşma noktası, insanlığın yeni bir birleşmiş medeniyete bağlanmasının başlangıcını işaret ediyor. Geçmiş deneyimlerimizden ve Babil Kulesi’nin hikâyesinden, büyüyen egoizmimizin emirlerini yerine getirirsek yıkıma sürükleneceğimizi öğrenebiliriz. Egoizmimizin büyümesini doğru bir şekilde gerçekleştirmek için, büyüyen egoizmimizin üzerinde tek bir insanlık olarak nasıl birleşeceğimizi öğrenmemiz gerekiyor, bu da bizi daha önce hiç görmediğimiz yeni, uyumlu ve barışçıl bir duruma götürecektir. Er ya da geç, akıl ve farkındalık kazanarak ikinci rotaya geçeceğimizi ve böylece kendimizi ve gelecek nesillerimizi birçok gereksiz acıdan kurtaracağımızı ümit ediyorum.

Barış Ve Dostluk İçin

Yorum: Kült grupların sınıflandırılmasına göre, “Grup tüm zamanınızı görevler, kitap veya gazete satmak, yeni üyeler toplamak, kurslara katılmak ve meditasyon yapmakla doldurur.”

Cevabım: Kabalistler kimseyi toplamaz. Aksine, biz her şeyin kesinlikle açık olması gerektiğine inanıyoruz. İnsanları kendimize çekmiyoruz, ancak bilgimizi dışarıya yayıyoruz. Kişi derslerimizi televizyondan ve internetten izleyebilir; biz, herkese diğer tüm organizasyonlardan daha fazla açığız.

Kapalı bir organizasyon, her şeyden önce bir kültün özelliğidir. Biz öyle değiliz. Bir insan gelebilir ya da gidebilir, evlenebilir, boşanabilir, iş veya meslek değiştirebilir. Aramızda Afrikalı Amerikalılar, Çinliler, Avrupalılar, Güney Amerikalılar, Yerli Amerikalılar ve diğer halklardan dostlarımız var.

Almanya, Hollanda, Fransa, Güney ve Kuzey Amerika’da şubelerimiz var. Arap ülkelerinin çoğu da dahil olmak üzere, öğrencilerimizin olmadığı tek bir ülke yok.

Herkese açıkken hangi kültten bahsedebilirsiniz ki?! Her şeyi açıkça gösteriyoruz ve en geniş şekilde yayınlıyoruz.

Yorum: Ama aynı zamanda “grup kişilerin tüm zamanını görevlerle dolduruyor” diyor.

Cevabım: Eğer gruptaysanız, o zaman biraz boş zamanınızı dağıtım için ayırmanız gerekir çünkü dünyanın iyiliği buna bağlıdır.

Dünyanın başka bir kurtuluş yöntemi yoktur, yalnızca insan doğasının egoistlikten özgeciliğe, nefretten sevgiye ıslah edilmesi yoluyla kurtulabilir. Bu bence herkes için net.

Dünyadaki her insan, kendi üzerinde çalışmak ve başkalarını da aynı ıslaha çekmek için zaman ayırmalıdır. Aksi halde ne yapacağız? Oturup kafamıza daha fazla darbe gelmesini mi bekleyeceğiz? Hayır, biz barış ve dostluktan yanayız.

Manevi Beden

Soru: Kişi acı çektiği zaman, bedenini hissedebilir. Manevi bedende ne olur?

Yanıt: Dünyamızda hissettiğimiz her şeyi, en hoş duyumları bile yalnızca bir tür acı, sınırlama, baskı ve benzeri nedenlerle hissederiz. Hisler sınırlılık duygusundan gelir.

Ancak manevi dünyada durum bunun tam tersidir. Bedenimin hislerinin üzerine yükselirim; benim için bu egoist sınır mevcut değildir.

Sonuç olarak, bedenimi ve genel olarak bu dünyayı hissetmeyi bırakırım çünkü egoist sınırı iptal eder ve onun üzerine özgecil niteliklere yükselirim. Bu dünya benim için yavaş yavaş çözülmeye başlar. Onu maddi olarak değil ama benim için hala tasvir edilen bir şey olarak görürüm. Ama sonunda tamamen yok olur.

Bununla bir sorunum yoktur, bırakın hayali dünya yok olsun.

Manevi beden benim başkalarıyla olan ilişkili niteliklerimdir yani başkalarıyla bağlılık ve bağ kurma temelinde inşa ettiğim şeydir. Manevi niteliklerim başkalarına Yaradan’ın onlara davrandığı gibi davranabildiğim yerdir.

Böyle durumlarda ben de sınırlı değilimdir. Manevi bedenim bana herhangi bir sorun çıkarmaz.

Yaratılış Olarak Kabul Edilen Nedir?

Alma arzusu, yaratılan varlıkta ancak onun kendi isteğiyle almak için uyanışı aracılığıyla oluşur. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Bölüm 1, “İçsel Gözlem,” Kısım 6, Madde 24)

Soru: Yaratılış, kendi kişisel alma arzusuna sahip olan, yaratılan varlık mıdır?

Cevap:  Sadece almak için değil, hatta Yaradan’a benzer hale gelmek için. Bu nedenle, alma arzusu gelişimin dört aşamasından geçer ve son aşamada Yaradan’a benzer olmak için, özgür bir kişisel arzu geliştirir. Bundan önce, henüz bir yaratılan olarak kabul edilmez çünkü gelişimin istem dışı aşamalarından geçer.

Tüm Islahları Kendi İçinizde Gerçekleştirin

Soru: Yazımla ilgili olarak neden iki sınıflandırma vardır: basılı metin ve el yazısı?

Cevap: Esas olarak, basılı metin olmamalıdır. Kişi asgari düzeyde geçimiyle ilgilenmeli ve geri kalan tüm gücünü, zamanını ve yeteneklerini üst güce, üst doğaya benzerlik seviyesine ulaşmak amacıyla, başkalarıyla birleşmek için kullanmalıdır. Kişinin amacı budur. Yaptığı diğer her şey tamamen gereksiz.

Çarpıtılmış fikirlerimizde ortaya çıkan tüm bu en kötü, küçük dünya, yalnızca ondan üst dünyaya yükselmek için gereklidir.

Bu nedenle, hiçbir şey icat etmeye, bir şey yazmaya gerek yoktur. Tüm ıslahları hemen kendi içinizde yapmalı ve bunları içsel olarak hissetmelisiniz.

Dolayısıyla, bir kişiye dünyamızdan yükselme talimatını sözlü olarak iletmek yeterlidir ve o kişi, bu yasalara, ifşalara ve bilgeliğe göre yaşamalıdır. Onları okumasına ve ezberlemesine gerek yoktur. Onları kendisi için anlamalıdır.

Sözlü olarak iletmek, bana bir şey söyledikleri anlamına gelir ve ben de aynı zamanda hissederim ve gerçekleştiririm, benimle konuştuğunuz yerdeyim, bu seviyede, bu edinim seviyesinde.

Yazmanın ya da okumanın amacı neydi?! Bir anlamı yoktu!

Kayıtlar yalnızca nesiller boyu bir iniş olduğunda ortaya çıkmıştır ve kişinin artık doğrudan edinme olasılığı yoktu. Öğretmen yoktu, kafa karışıklığı vardı ve anlaşmazlıklar başladı. Sonrasında, sonraki nesiller için, özellikle de bizim için kitap yazmaya başladılar.

Ya bu kitaplara sahip olmasaydık? Ne yapacağımızı söylemek çok korkutucu. İntihar noktasına varan korkunç bir depresyona girerdik.

Soru: Ama Tora ilk başta yazılmış mıydı?

Cevap: Hayır, başlangıçta yazılı değildi. Musa tarafından, kırk yıl boyunca çölde dolaşırken, insanların onunla birlikte yaşadıkları durumları anlatarak yazılmıştır. Buna “Tora” denir.

Daha sonra notlarını Yeşu’ya ve diğer herkese, birlikte yaşadıklarının manevi bir günlüğü olarak verdi. Bu kitapta başka hiçbir şey yoktur.

O, nasıl bir araya gelmeye çalıştıklarını ve sonra birbirlerinden ayrıldıklarını, Yaradan’a benzeyip benzemediklerini, ıslahlarında çözdükleri tüm sorunları, neden çölde uzun duraklar yaptıklarını ve geçişlerinin 40 yıl boyunca sürdüğünü anlatır. Sonuçta, tüm bu yol bir haftada kat edilebilirdi. Ancak 40 yıl tam olarak geçmiş koşulun ölmesi ve geleceğin doğması için gerekliydi.

“İsrail Topraklarını Fethetme” nin Manevi Seviyesi

İsrail halkı, Mısır’dan tüm arzularını, “kapları” ve altın ve gümüş takıları çıkardıktan sonra, o zaman tüm egoist nitelikleri içlerinde öldü.

Tora’da, Mısır’dan çıkan tüm nesil hakkında söylendiği gibi, tüm egoizmleri öldü ve sonra İsrail toprakları (Eretz İsrail) olarak adlandırılan bir sonraki seviyeye, sadece ihsan etme ve sevgiye yönelik bir arzuya ulaşma fırsatını elde ettiler. “Eretz” “arzudur (Ratzon”) ve “İsrail”, “Yaşar Kel (Doğrudan Yaradan’a)”dır.

Yaradan, doğanın ana gücü olan ihsan etme ve sevgi gücüdür. Diğer her şey O’nun, kendine özgü türleri olarak tezahür eder. Bu gücün çalıştığı program, kişiyi bağımsız kılmayı ve ihsan etme ve sevgi koşulunda olma arzusunu amaçlar.

İbrahim’in grubu, İsrail topraklarına girdikten sonra, orada başka milletler de yaşadığı için, o topraklar için savaşmaya başladı. Ek olarak, grubun içinde, insanların karakterlerinde tezahür eden her türlü engel ortaya çıktı ve bunların üstesinden gelmek zorunda kaldılar. Bu döneme İsrail topraklarının fethi (“Kibush Haaretz”) olarak adlandırılır.