Category Archives: Karşılıklı Sorumluluk

Dünyada Neler Oluyor?

Soru: Dünyanın Armagedon’a doğru gittiğini hissediyorum. Kısa zaman içinde, sadece bir iki yıl içinde, tüm gezegene yayılmış olan virüsü bize sadece bir oyuncak gibi gösterecek bir şey olacak. Dünyada neler oluyor? Kabala bu konuda ne diyor?

Cevap: Yaklaşık 50 yıldır üzerinde çalıştığım için, sadece Kabala perspektifinden konuşuyorum.

Dünya kendi ıslahına doğru ilerliyor. Belli bir gelişim programı vardır ve program istense de istenmese de az ya da çok kan dökülerek yürütülür ama yine de yürütülmektedir.

Şimdi büyük bir görevle karşı karşıyayız: Modern dünyada, sadece insanları birbirine yakınlaştırma konusunda iyi niyetimiz varsa var olabileceğimizi herkesin anlamasını sağlamak. Ne yazık ki, bu henüz gerçekleşmiyor. Bu nedenle, zıt sonuçlar görüyoruz.

Ama biliyorum ki, program bizi, ancak dünyadaki tüm insanların karşılıklı desteğiyle var olabileceğimiz anlayışına, darbeler veya havuçlarla yine de ileriye götürecek. Bu koşula gelmek zorundayız.

Karşılıklı Garanti – Yardımlaşma Ve Bir Grup Örneği

Kendimizi dünyevi, egoist seviyeden manevi seviyeye – alma niteliğinden ihsan etme niteliğine, alma niyetinden ihsan etme niyetine, dostları reddetmekten onlarla bağ kurmaya doğru çekmeli ve böylece ilerlememize yardımcı olacak bir ortamı organize etmeliyiz.

Birbirimize yardım etmezsek Bina niteliğine, ihsan etme niteliğine, Yaradan’ın niteliğine ulaşmak imkansızdır. Bu nedenle en önemli şey, Bina niteliğini, ihsan etme niteliğini, inanç niteliğini bilginin üstünde, Malhut‘un üzerinde elde etmek olan ana yönümüzü belirledikten sonra, yalnızca almak ve kendimizle ilgilenmek olan orijinal arzumuza rağmen, sevgi ve ihsan için Bina‘yı Malhut‘un üzerine, inancı bilginin üzerine koymalıyız.

Ancak bu şekilde bir sonraki dereceye yükselebileceğiz ve her seferinde bir dereceden diğerine ilerlemeye devam edeceğiz.

Ve mantık ötesi inanç içinde ihsan etme niteliğine bağlı kalma koşulunu yerine getirmek, yani kendini üst dünyaya çekmek ise ancak çevrenin örneği ve yardımıyla mümkündür. Sonuçta, birliğe doğru bir şekilde değer veren ve kişisel ve kolektif egoizmin üstüne yükselmeyi arzulayan uygun bir çevreye sahipsem, o zaman bu çevrede tıpkı bir geminin içindeymiş gibi, kendimi ihsan etme niteliğine, Yaradan’ın niteliğine yönlendirebilirim.

En önemli şey, bir tek kişinin burada hiçbir şey yapamayacağını anlamaktır. Grubun desteği ve örneği olmaksızın, Malhut’tan Bina‘ya, almaktan ihsan etmeye yükselmek olan “bilginin üzerinde inanç” koşulunu yerine getirmek imkansızdır.

Ben bir egoist olduğum için manevi olarak kendime bakamam. Ama ihsan etmenin önemini, Yaradan’ın büyüklüğünü ve birliğin büyüklüğünü onlara vererek dostlarıma yardımcı olabilirim. Üstelik bunu kendime yapmaktansa dostlarıma karşı yapmak benim için daha kolaydır çünkü ihsan etme niteliği hakkında konuşurken, deyim yerindeyse bunu ne kendime, ne de egoizmime yönlendiririm.

Bizler, kırık bir kabda, kırık arzuların içinde var olmaktayız ama pek çoğumuz burada varız ve bu yüzden birbirimize yardım edebiliriz. Egoist olarak bile dostlarımıza çeşitli özgecil örnekler gösterebilir ve böylece yavaş yavaş birbirimizi vermenin ve birlik olmanın iyi olduğuna ikna edebiliriz.

Burada çok ilginç bir faktör vardır. Çevreden birçok zıt, istenmeyen görüş duymama rağmen, çevrenin büyük olması gerçeği, onların büyüklükleriyle ve doğruluklarıyla yavaş yavaş dolmamı sağlar. Benim üzerimde etki ederler çünkü bu bizim ortak arzumuzun (Kli, kab) yasasıdır.

Ben onun içindeysem, çevre bana etki eder. Her ne olursa olsun, beni eğilimleriyle doldurur. Ben de bu ortamın ürünü olduğum için onları yavaş yavaş kabul ederim.

Dostlarımı cesaretlendirebilir, onların kendi üzerlerine yükselmelerine yardımcı olabilirim ve onlar da aynısını yapabilirler. Bu, karşılıklı garanti yasasıdır; hepimiz tamamen egoist de olsak ve içimizde manevi eylemler için hiçbir belirti olmasa da, birlikte doğru bir şekilde çalışırsak, birbirimizi teşvik edersek, birlik olmanın ne kadar iyi olduğuna dair bir örnek gösterirsek ve bilginin üzerinde inançla birbirimizin yükselmesine yardım edersek, o zaman bu kesinlikle her birimizi etkileyecektir.

 

Karşılıklı Garanti Kontrolü

Soru: Karşılıklı garantiyi yerine getirip getirmediğimi kendim kontrol edebilir miyim? Yoksa bunu sadece dostlarım mı değerlendirebilir?

Cevap: Grup, karşılıklı garantiyi yerine getirip getirmediğinizi değerlendirebilir. Kendiniz yapamazsın. Sadece gruptaki bağınız, ne kadar karşılıklı garantide olduğunuzu hissetmenizi sağlar.

Soru: Karşılıklı garanti gemisinin doğru yönde hareket ettiğinden nasıl emin olabilirim?

Cevap: Dostlarınızda hissettiklerinizden. Eğer onları neşelendirebileceğinizi, birbirine bağlayabileceğinizi, hedefe yönlendirebileceğinizi ve ilham verebileceğinizi hissediyorsanız, o zaman buna dayanarak sonuçlar çıkarırsınız.

Dostlarınızdaki eylemlerinizin sonucunu gördüğünüzde, o zaman kesinlikle doğru olanı yapıp yapmadığınızın ve ne ölçüde yaptığınızın bir göstergesine sahip olacaksınız.

Dalga Hareketi

Soru: Düşüş ve gizlilik koşulundayken, aramızdaki karşılıklı garantiyi nasıl koruyabiliriz?

Cevap: Eğer düşüş ve gizlilik koşulundaysak, o zaman dostlarımızın yardımıyla kendimizi tutundurmalıyız. Ve düşüşte olmadığım zaman da, dostlarıma nasıl destek olabileceğimi düşünmeliyim.

Bizler bu şekilde kademeli olarak, dönüşümlü olarak, dalgalar halinde çalışıyoruz: Ben dostlar için, dostlar benim için. Kendimizi her zaman tüm olumsuz ve olumlu koşullarımızın karşılıklı olarak toplanacağı şekilde konumlandırırız ve doğrudan hedefe ilerleriz.

Mantık Ötesi Eylemleri Nasıl Gerçekleştirebiliriz?

Soru: Mantık ötesi eylemleri nasıl gerçekleştirebiliriz?

Cevap: Hayatı, bir grup içinde ihsan etme, bağ, sevgi ve karşılıklılık, önemseme niteliklerinde hayal etmelisiniz. Bu durumda dostlarınıza bunun için uğraştığınızı ve bunun içinde olduğunuzu gösterebileceksiniz. Bu, garanti koşulunu veya mantık ötesi inanç koşulunu gerçekleştirmek için zarurettir.

Yalnızlığı seven bir kimse, manevi yasayı hiçbir şekilde yerine getiremez, çünkü bu sadece başkalarıyla ilgilidir.

Bu nedenle, mantık ötesi inanç koşulunun yerine getirilmesine duyulan endişe, her biri kendi ölçüsünde ve onu hayal edebileceği biçimde tüm dostlar tarafından kabul edilmelidir. Bu, içinizdeki üst dünyanın ifşasına yol açacaktır.

“Bir Canlı Türü Olarak İnsanlar İçin Şu Anda En Büyük Tek Sorun Nedir?” (Quora)

Hayata, doğaya ve diğer her şeye karşı tutumumuzun ilk temeli, başkalarının ve doğanın pahasına haz alma arzusu olan egomuzdur.

Bu nedenle en önemli sorunumuz, olumlu ilişkiler geliştirmenin önüne koyduğumuz kişisel kazanç için sömürme arzumuzdur.

Herkesi kontrol etmek, yok etmek ve sonra bir köşeye atmak isteyerek devam edemeyiz.

Gezegenimizi böylesi bir tavırla tüketiyoruz ve kişisel, sosyal, ekonomik, ekolojik ve küresel ölçekte tüm sorunlarımızın ve krizlerimizin temelinde bu yatıyor.

Dünyamızdan başka hiçbir şeyimiz yok. O halde, Ay’da, Mars’ta veya başka bir yerde yaşayacağımızı düşünerek kendimizi kandırmayalım. Bu olmayacak. Hayatta kalmamız için uygun değiller ve dahası, onları bir şekilde doldurmayı başarsak bile, orada ne yapardık? Kendimize ve gezegenimize yıkım getirdiğimiz gibi kendimizi ve o yerleri aynı şekilde yok ederdik.

Bu nedenle, sadece birbirimize ve doğaya karşı tutumumuzu düzeltmemiz, egoist doğamızın emirlerini takip ederek kendimize yıkım getirdiğimizi görmemiz ve sonra toplumda karşılıklı saygı davranışlarıyla olumlu bir şekilde nasıl bağ kuracağımızı araştırmamız gerekiyor. Toplumun her yerinde birbirimize ve doğaya karşı olumlu tutumlar geliştirmeyle ne kadar çok meşgul olursak, doğada bulunan olumlu güçleri hayatımıza girmesi için o kadar çok harekete geçiririz, bu da bizim egomuza zıt olan, başkalarının ve doğanın yararına düşünmemize ve bunu istememize izin vermeye başlar ve o zaman yeni, uyumlu ve barışçıl bir dünyaya büyük bir olumlu geçiş görürüz.

Sanki Zaten Manevi Dünyadaymışız Gibi

Karşılıklı garantiye ulaşmadan, birbirimize bağlı kalamayacağımızı anlamalıyız. Ve aramızdaki bağ, ışığı, Yaradan’ı hissedeceğimiz manevi bir Kli yaratmak için gereklidir.

Bu nedenle, kendimizi bir kez mantık ötesi inanç içinde yaşıyormuşuz gibi ayarladığımızda, sanki zaten manevi dünyadaymışız, manevi ilişkiler içinde, ihsan etme niteliklerindeymiş gibi, birbirimizi desteklerken, almanın üzerinde gerçekten ihsan etmede olabilmek için nasıl hareket edebileceğimizi düşünmeliyiz.

Bu, aramızda karşılıklı destek sağlanmadan mümkün değildir. Bu Arvut’tur, karşılıklı garanti niteliğidir.

“Yaşamak Ya Da Yaşamamak, İşte Bütün Mesele Bu” (Linkedin)

William Shakespeare’in Hamlet oyununun “rahibe manastırı sahnesi” adlı bölümünde,  Prens Hamlet, “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” diye düşündü. Her yıl dünya çapında yaklaşık 800.000 kişi bu soruya olumsuz yanıt veriyor ve canına kıyıyor. Daha da kötüsü, intihar gençler arasında önde gelen ölüm nedenlerinden biridir. İnsanlar, özellikle de gençler neden kendi canlarını alıyorlar? Onların yaşama isteklerini güçlendirmek mümkün müdür?

Talmud’un yazarları şöyle yazdı: “İki buçuk yıl boyunca Shammai Evi ve Hillel Evi tartışmalıydı. Bir taraf, ‘İnsanın doğmaması, doğmasından daha iyidir’ derken, diğer taraf, ‘İnsanın doğması, doğmamasından daha iyidir’ dedi. Ve onlar şu sonuca vardılar, ‘İnsan için doğmamak, doğmaktan daha iyidir, ama şimdi doğduğuna göre, eylemlerine baksın’”(Eruvin 13b). Gerçekten de, bir uzaylı Dünya’ya inip bize baksaydı, muhtemelen şöyle derdi: “Zavallı insanlar birbiriyle çarpışıyor, alay ediyor, aşağılıyor ve birbirlerinin hayatlarını mahvetmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu kadar depresif olmalarına şaşmamalı. Doğa neden böyle sefil varlıklar yarattı ki?”

İntihar, insanları her şeyi sona erdirmeye karar verdikleri noktaya kadar etkileyen bir dizi sorunun en aşırı sonucudur. Ancak bu problemler üstesinden gelinemeyecek kadar fazla hale gelmeden önce bile, hayatın anlamını sorgulamamıza neden oluyor. Ne de olsa, hayat sadece çileler yoluyla hayatta kalmaktan ibaret ise, o zaman gerçekten doğmamak doğmaktan daha iyidir.

Mesele şu ki, yaşam hakkında veya bilgelerin “eylemlerimize bakın” diye yazdığı gibi, sorular sormaya başladığımızda, büyümeye başlarız. Acı, bizi hayal bile edemeyeceğimiz dünyalara yükselten manevi gelişime yol açar ve acı tarafından zorlanmasaydık onları aramazdık.

Bu yeni dünyaların anahtarı, insanlar arasında olumlu bağların kurulmasında, şimdiye kadar içtenlikle beslediğimiz yabancılaşma ve narsisizm zihniyetinden çıkıp, başkalarına sempati duyduğumuzda kaybetmekten çok kazandığımızı anlamakta yatar. Yeni bakış açıları ve yeni fikirler, yeni bilgelik ve bilgi ve yeni arkadaşlar kazanırız. Başkalarına karşı tutumumuzu değiştirerek, dünyamızı değiştiririz.

Üstelik kiminle bağ kuracağımızı seçerek, her yeni tanıdıkla dünyamızı şekillendirir ve yeniden düzenleriz. Bu yolla, hiçbir dünya yaşamak için çok zor olmaz, çünkü her zaman bağ kurduğumuz insanları değiştirebiliriz ve bunu yaparken dünyamızı değiştirebiliriz. Ayrıca, yaşamımız boyunca kurabileceğimizden daha fazla bağ kurabileceğimiz için, kazanabileceğimiz içgörü ve bilgilerin sonu yoktur.

Ve hepsinden iyisi, diğer insanlarla bağ kurduğumuzda, zaten bağlantılı olan ve biz insanlar onu bozmasaydık mükemmel bir uyum içinde çalışacak olan, çevremizdeki gerçekliğe uyum sağlarız. Birbirimizi baskı altına almak ve ezmek yerine, desteklemeyi ve beslemeyi amaçlayan pozitif bağlar geliştirdikçe, gerçeklik algımızı daha da genişletiriz. Şimdiye kadar bildiğimiz gerçekliğin, daha derin ve daha geniş bir algıya doğru sadece bir “koridor” olduğunu görürüz.

İnsanların kendi canlarını almamalarını istiyorsak, onlara yaşamaları için bir sebep vermeliyiz. İnsanlar hayatın ne için olduğunu anladıklarında, hayatın imtihanlarından ve sıkıntılarından geçmek için bir amaçları olacak. Nietzsche’nin dediği gibi, “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, neredeyse her sıkıntıya katlanabilir.”

Bu nedenle, bugünkü görevimiz, dünyamızı yeniden şekillendirmek için bağlarımızı yeniden şekillendirmektir. Dünya, başkalarına karşı tutumumuzu yansıtır. Başkalarına karşı tutumumuzu, tacizci ve saldırgan halden,  düşünceli ve sevecen hale birlikte getirirsek, hepimizin hayatı da kaybedilen bir savaştan, yumuşak ve keyifli bir sürüşe dönüşecektir. Bu, gerçekten bize bağlıdır.

“İş Karşıtı Hareket Amaçlı Olmalı” (Linkedin)

2013’te başlayan iş karşıtı hareket, geçtiğimiz yıl ivme kazandı. Geçen yıl, 700.000 kişiden 1.6 milyona yükseldi. Ancak sloganı, “Sadece zenginler için değil, herkes için işsizlik!” daha iyi bir dünya ya da daha mutlu insanlar yaratmayacak.

İnsanların mutlu olduğu bir dünya yaratmak için toplumumuzdaki işin değerini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Mutlu olmak için hayatta bir amaca ihtiyacımız var. Çalışmak, bir amaç için araç olabilir, ancak amacın kendisi olmamalıdır. Benlik değeri duygumuzda belirleyici faktörler olarak işlere veya kariyerlere değil, amaca odaklanırsak, yaşamlarımız daha dengeli, çok daha mutlu olacak ve bizler, ailelerimiz, toplumlarımız ve çevre bundan fayda sağlayacaktır.

Birkaç yıl öncesine kadar, kişinin sosyal statüsünü belirlemede baskın unsur kişinin işiydi. İş unvanınızın değeri kadar değerliydiniz. Son yıllarda bir değişim oldu. İnsanlar, o iş son derece iyi ödese bile, bir iş unvanının sizi mutlu edeceği yanılsamasından uzaklaşıyorlar.

Para yardımcı olur ama bir yere kadar. İhtiyaçlarımızı karşılamanın ve geleceğimizi makul ölçüde güvence altına almanın ötesinde, zamanımızı ve emeğimizi servetten çok hayatlarımızda değer yaratmaya ayırmalıyız. Daha fazla zenginlik yaratmak için herhangi bir ek zaman veya çaba mutluluğumuzu artırmaz. Aslında, çoğu zaman onu azaltacaktır.

Sevdiğimiz insanlarla birlikte olarak ve sevdiğimiz şeyleri yaparak değer yaratırız. Bu ikisi işimizle pekâlâ bağlantılı olabilir, ancak bu durumda iş odak noktası değil, yaptığımız işten ve çevremizdeki insanlardan keyif almamızdır.

İşimiz, bizim hayatımız, hayalimiz olmasa bile, işte çalışmaya devam etmeyi değerli kılacak böyle ilişkiler kurmamız gerekiyor. İşyerime karşı olumsuz hislerim varsa, orada olmaktan nefret edeceğim. Bu nedenle, iş arkadaşlarının sadece birbirlerini tanımaları değil, aynı zamanda birbirleri için karşılıklı düşünce ve ilgi geliştirmeleri de hayati önem taşımaktadır. Tek düşündüğüm ne zaman eve gidebileceğimse (ya da evden çalışıyorsam dizüstü bilgisayarımı ne zaman kapatacağımsa), o zaman çalışırken acı çekeceğim. Ancak, hepimizin yani çalışanların ortak hedefimize nasıl ulaşabileceğimizi düşünürsem, o zaman işimin bir amacı olacak ve bu amaç kişisel değil, toplumsal olacaktır. Bu durumda insanlar çalışma saatlerine ve kişisel görevlerine değil birbirlerine odaklanacak ve işlerinden memnun ve doyumlu hissedeceklerdir.

Bu, bugün çalışmayı düşündüğümüzden çok farklı, ancak dünyanın gittiği yer orası. Her şeyin bağlantılı olduğunu zaten biliyoruz. Bilgisayarlarımız dünyanın her yerine bağlı, hatta telefonlarımız bile dünyanın her yerine bağlı. Giysilerimiz, arabalarımız ve hatta bizi hasta eden virüsler gibi yiyeceklerimiz de dünyanın her yerinden geliyor.

Her şey birbirine bağlıdır. Bir boşlukta yaşıyormuş gibi davranırsak kendimize sahte bir kopukluk empoze eder ve kendimizi hayattan koparırız. Bu bizi mutlu edemez. Mutlu olmak için, birbirimizin ayağına basmak gibi mevcut hakim zihniyet yerine, birbirimizi desteklediğimiz olumlu bir şekilde bağ kurmamız gerekiyor.

Bu, başlamış olduğumuz bir eğitim sürecidir. Ben merkezli zihniyetimizi değiştirmek konusunda isteksiz olduğumuz için doğa, Koronavirüsü kullanarak bize kolektif düşünceyi empoze etti. Süreci kendi elimize alırsak doğadan zorunlu “derslere” ihtiyacımız kalmayacaktır.

İhtiyacımız kadar çalıştığımız, geri kalan zamanımızı sosyalleşmeye ve kendimizi geliştirmeye ayırdığımız dengeli bir iş dünyası, bizleri daha mutlu ve dingin yapmanın yanı sıra çevremize de fayda sağlayacaktır. Şu anda rakiplerimizi geride bırakmak ve şirket hissedarlarına iyi raporlar sunmak için her şeyi fazla fazla üretiyoruz. Sadece gerçekten ihtiyacımız olanı yaratsaydık, dünyamızın sınırlı kaynaklarını tüketmez, havayı, suyu ve toprağı kirletmez, kendi geleceğimizi ve çocuklarımızın geleceğini tehlikeye atmazdık.

Eğitim kulağa korkutucu bir kelime gibi gelebilir, ancak bu temel olarak tercihlerimizi değiştirmekle ilgilidir. İş karşıtı hareketin gösterdiği gibi, değerlerimiz ve tercihlerimiz zaten değişiyor, ancak acı çekerek değişmeleri için hiçbir neden yok. Kendimize karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirimize mutlu olmamıza nasıl yardımcı olabileceğimizi öğretirsek, bunu gönüllü olarak seçeceğiz çünkü bu daha iyi bir hayatı seçmek olacak ve hepimizin daha iyi bir hayat istediğimize inanıyorum.

“Amaçsız Bir Hayat Artık Hayat Değildir” (Medium)

“Life Overtakes Me” ile En İyi Kısa Belgesel Konusu dalında Oscar’a aday gösterilen John Haptas ve Kristine Samuelson,  4 Şubat 2020, Beverly Hills, California, ABD’deki Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nde bir resepsiyonda poz veriyor.  REUTERS/ Mario Anzuon

 

Bir öğrencim, İsveç’te yasal statülerindeki belirsizlikler nedeniyle “teslimiyet/vazgeçme sendromu” adı verilen, komaya benzeyen bir hastalığa yakalanan mülteci çocukların hikayesini anlatan “Life Overtakes Me” (Hayatın Tutsakları-Türkçe versiyon adı) filmini izlemiş. Öğrenci, ölüm korkusunun en derin, en ilkel duygu olduğu iddia edilse de, çocukların nasıl olup da yaşam yerine ölümü “seçtiklerini” merak etmiş.

Sanırım öğrencimin yanlış anladığı yer burası: En temel korku ölüm korkusu değil, yaşam korkusu ya da daha doğrusu amaçsız yaşam korkusudur!

Yaşamın kendisinden daha yüksek bir yaşama sebebi olmadan yaşadığımız o dakika, yaşamın altında bir duruma ineriz. Hayvanların böyle soruları yoktur; onlar sadece içgüdülerini takip ettikleri için var olurlar. Dolayısıyla onlar için varoluş yaşamdır.

Öte yandan insanlar, yaptıklarını neden yaptıklarını bilmeye ihtiyaç duyarlar. Aksi takdirde harekete geçme motivasyonları kalmaz ve madde bağımlılığından depresyona, teslimiyet/vazgeçme sendromundan intihara kadar her türlü gerileme olgusu ortaya çıkar. İntihar ve diğer kendine zarar verme davranışlarının insanlarda bu kadar yaygın ve hayvanlarda bu kadar ender olmasının nedeni, insanların bir hedefe, hayatta bir amaca ihtiyacı varken hayvanların buna ihtiyacı olmamasıdır. Amaçsız bir yaşam ölümden daha kötüdür, bu yüzden insanlar ölümü amaçsızlığa tercih ederler.

Bununla birlikte, hayatta hiçbir amacımızın olmadığı duygusu güçlü bir motordur. Her şeyi sorgulamamıza neden olur. İnsanlığın en büyük keşifleri, insanlar hayata cevaplar aradığında yapılmıştır.

Bugün insanlar harika bir hayat sürmek için ihtiyaç duydukları her şeye sahip görünüyorlar, ancak yaşamak için hiçbir nedenleri yok. Bu nedenle hayatın ne için olduğunu merak ediyorlar.

Bu soru, insanın sorabileceği en temel sorudur çünkü cevap içimizde değil, aramızdadır. Varlığımızın sebebi, insanlığı kapsayan ağdaki değerimizdir. Her birimiz bu ağın eşsiz birer parçasıyız ve birimiz eksik olduğunda oluşan boşluğu kimse dolduramaz. Bu ağın gücüne katkımız ne kadar büyük olursa, birey olarak değerimiz de o kadar büyük olur.

Bu nedenle bugün sosyologlar ve psikologlar mutluluğun anahtarının sosyal bağlarımızın niteliği olduğunu keşfediyorlar. Yalnızca olumlu sosyal bağlara sahip olduğumuzda, her birimiz tüm insan ekosisteminin yararına kendi potansiyelini fark ettiğinde, ancak o zaman gerçekten mutlu oluruz ve aynı zamanda topluluklarımıza, ülkelerimize ve dünyaya katkıda bulunuruz.

Ancak her birimiz başkalarını önemsediğinde, üyelerinin halinden memnun ve mutlu olduğu, diğer insanları veya çevreyi sömürmeyen dengeli bir toplum kurabiliriz ve mutluluğumuzu, toplumun ve tüm dünyanın yararına kişisel potansiyelimizi gerçekleştirebileceğimiz yer olan, başkalarıyla aramızdaki bağda buluruz.