Category Archives: Karşılıklı Sorumluluk

İnsani Gelişimde Yeni Bir Safha

Zamanımız harika bir zaman! Bu, insani gelişimde tamamen farklı bir safhadır. İnsanlara, gidecek hiçbir yerimizin olmadığını açıklıyoruz. Hepimiz, bizi etkileyen tek bir doğaya karşıyız.

Kötü bir uzay gemisinin, devasa bir uçan dairenin, Hollywood filmlerindeki gibi Dünya’ya geldiğini ve üzerinde gezinip onu örttüğünü hayal edin. Şu anda tam da böyle bir uçan dairenin altındayız.

Peki, bu konuda ne yapabilirsiniz? Tüm doğanın bize ciddi şekilde baskı yaptığı ve kendisi gibi, bizi birbirimize karşılıklı olarak bağlı olmaya zorladığı bir dünyada yaşıyoruz. Tüm hakkında konuştuğumuz şey budur.

Duyduğumuz kadarıyla, eğitimde sadece çocukların değil ama aynı zamanda yetişkinlerin de yetiştirilmesinde, her türlü ıslahlarda, dünyaya bakışın değişmesinde, her türlü sorunun hafifletilmesinde ilerlemeler görüyoruz. Hepsini görüyoruz!

Ve insanların bununla hemfikir olmaları, kabullenmeleri ve bunun üzerinde düşünmeye başlamaları o kadar kolay olmadığı kadar; aralarında sorunlar da çıkar, tüm bunları da ortaya çıkaran katılık/değişmezlik çatışmalarıdır.

Zaman bizim için işliyor. Her şeye rağmen birleşmemiz gerektiğinin, ne kadar yavaş yavaş farkına varıldığını görüyoruz.

“Birini Desteklemek Ne Anlama Gelir?” (Quora)

Birini desteklemek, onun arzularında kıyafetlenmek demektir. İhtiyaç sahibi kişinin, gerçekten neye ihtiyacı olduğunu, onda tam olarak neyin eksik olduğunu anlamalı ve bunun bir yetenek, güç veya bilgi olup olmadığını hissetmeye çalışmalıyız, böylece o kişinin ihtiyaçlarını tam olarak anlayabiliriz. O zaman, ona ihtiyaç duyduğu desteği, reddetmeyeceği hatta seve seve kabul edeceği şekilde, minnet ve anlayışla sağlamaya çalışabiliriz.

Başlangıçta, ihtiyacı olan kişi ile destek veren arasında hiçbir bağ yoktur çünkü öncelikle destek verenin,  ihtiyacı olan kişinin sorunlarına entegre olması gerekir. Sonrasında destek veren, ihtiyacı olan kişinin sorununun bir iç şablonunu içeren bir model oluşturur ve bu model aracılığıyla destek veren,  ihtiyaç sahibi kişiye destek olabilir.

Başkalarını desteklemek için,  onların ihtiyaçları, sorunları ve eksiklikleri ile ilgili olarak kendi içimizde bir form oluşturmamız gerekir. Kabala dilinde, böyle bir eyleme “Partzuf” inşa etmek denir. Sadece içimizde diğer kişinin Partzuf’unu inşa ettikten ve böyle bir iç model oluşturduktan sonra bunun üzerinde çalışarak, insanları nasıl destekleyeceğimize dair bir planımız olur. Daha sonra onları desteklemek için, ihtiyacı olan kişilere yaklaşabiliriz.

Böyle bir süreçte, kişilerin eksikliğiyle gerçekten bütünleşmemiz ve onların eksikliklerini kendi içimizde yaşamamız konusunda kesin olunmalıdır.  Hassasiyet gereklidir, çünkü onları destekleyebileceğimiz model budur.

Daha genel olarak, hayatlarımızın amacı hepimizin bir araya gelmesi, insanlığın “tek kalp tek adam olarak” birleşmesidir ve bunu yaparak tam bir insan imajına ulaşacağız. Bu, şu anda algıladığımız gibi bir insanın fiziksel bir görüntüsü değil, mükemmel bir şekilde bağlanmış insanlığın içsel bir görüntüsüdür.  İşte bu insan imajını – mükemmel bir şekilde bağlanmış insanlık – oluşturmak, birbirimiz için dilememiz gereken desteğin özüdür çünkü böyle bir durum bizim nihai hedefimizdir.

“Gelecekte İnsanlar Ve Toplum Nasıl Değişecek?” (Quora)

Sonunda toplumdaki herkesin aynı refah düzeyine sahip olacağı, normal bir yaşam için ihtiyacımız olanı alacağı, başkalarını önemseyerek sosyal hayata katılma potansiyelimizin tam olarak gerçekleştirileceği ve toplum genelinde karşılıklı düşünce ve sorumluluğun önemini artıracağı bir duruma ulaşacağız.

Böyle bir durumda, tutkularımızı ve arzularımızı tamamen yerine getirebileceğiz. Rekabetçilik, kıskançlık, şevk, şöhret ve kontrol gibi özelliklere sahip olmamızın bir nedeni var. Bu tür özellikler aynı kalacak, ancak bunları birbirimiz pahasına kullanmak yerine, birbirimize fayda sağlamak ve yükseltmek için kullanacağımız yeni bir yol bulacağız.

Karşılıklı düşünce ve sorumluluk durumuna ulaşmak, yalnızca gıda, barınma, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi hayatın temel ihtiyaçlarının garanti altına alınacağı anlamına gelmez. Yaşamın temellerini almanın yanı sıra, doğa ile dengemizi koruyarak dünya çapında yaşam kalitesini sürekli olarak yükseltebileceğiz. Böyle bir durumda ıstırabın her türlüsü azalacak ve birbirimiz için istediğimiz tüm bolluğu sağlayabileceğiz. Bu, kendimizi yalnızca fiziksel bedenin minimum gereksinimlerini karşılamakla sınırladığımız bir durum olmaktan çok uzaktır. Yine de, her insana yaşamın temellerini sağlamak, böyle bir duruma yönelik ilk hedef olacaktır.

Geleceğin toplumu, dikkate almamız gereken birkaç faktöre sahiptir. Mevcut deneyimli sistemler var olmaya devam edecek mi yoksa aynı çevrenin ve sosyal kontrolün sürekli etkisi altında olacak yeni sistemler yaratmamız mı gerekecek? Bunlar çok ilginç incelemeler, ancak nihayetinde kendimizi ve sosyal çevremizi nasıl mükemmelleştireceğimizi öğrenmemiz gerekecek. Uyumlu ve barışçıl bir toplumun temeli budur.

“Toplum Gelecekte Nasıl Gelişecek?” (Quora)

Toplum gelecekte, pozitif bağların, sevginin, karşılıklı sorumluluğun ve birliğin insanlığın tam bir uyum, barış ve neşe içinde yaşaması için yegâne ölçüt haline geldiği, gelmiş geçmiş en mutlu ve en mükemmel toplum haline gelerek gelişecektir.

İnsan toplumunun gelecekteki durumunu, hepimizin karşılıklı olarak birbirimizi mutlu etmeyi, mümkün olan her yerde birbirimize yardım etmeyi, birbirimizin moralini yükseltmeyi istediğimiz bir aile olarak hayal edebiliriz ve aynı şekilde sistemlerimiz de, birbirimiz arasında ve doğa ile dengeye ulaşmamız için, ihtiyacımız olan her şeyi almamıza yardımcı olacak şekilde işlev görecektir.

Sevgi dolu bir ailede işleyen yasalar, şu anda toplum olarak çiğnediğimiz yasalarla (tek, bütünsel ve mükemmel bir sistemin yasaları) tamamen aynıdır ve bu yüzden toplumu sayısız sorun ve krizle dolu hissediyoruz. Sosyal bağlarımızda tek, bütünsel ve mükemmel bir sistemin yasalarını uygulamak için hamleler yaparak, doğada bulunan bu yasalara uymamızı sağlayan ve aynı zamanda bizi bir ahenk ve mükemmellik duygusuyla doldurmaya başlayan olumlu güçleri kendimize çekiyoruz.

“Bir Çocuğa Öğretilecek En Önemli Duygusal Beceri Nedir?” (Quora)

Arkadaşlık. Arkadaşlar ile birlikte olmaktan daha önemli bir şey yoktur. Bu sayede çocuklar diğer çocuklarla nasıl yakınlık kuracaklarını, birbirleriyle nasıl konuşacaklarını ve bağ kuracaklarını geliştirirler ve genel olarak dostane ilişkilerin inşası daha mutlu, daha dengeli ve daha sakin hayatların tadını çıkarmamızı sağlar.

Dostluk, başkalarını geride bırakmaya ve toplumda bir numara olarak ortaya çıkmaya çalıştığımız bir durumdan farklı bir ilişki türüdür. Dostluk, aramızda bir sevgi bağı kurduğumuzu ima ederken, bireyci başarı yaklaşımı, saldırı ve savunma modunda sürekli stres içinde olmamıza sebep olur.

Bugün, her türlü psikolojik ve psikiyatrik sorunları olan giderek daha fazla çocuk görüyoruz ve bu zihinsel sorunların onları yetişkin yıllarına kadar nasıl takip ettiğini görüyoruz. Bu nedenle çocuklarda geliştirilecek en önemli duygusal ve sosyal beceri arkadaşlıktır, herkes arasında karşılıklı güven ve sorumluluk duygusu geliştirmek, kelimenin tam anlamıyla gözlerimizi kapatıp, kendimizi huzur içinde hissedebileceğimiz bir durumdur.

Büyük Bir Aile

Eksik olduğumuz en önemli şey,  en azından bir şeyde bağ kurmaktır. Baal HaSulam, tüm dünyanın, herkesin birbiriyle bağ kurmasının gerekeceği, son nesil denilen bir duruma girdiğini yazar. Biz istesek de istemesek de, üst yönetim her zaman bizi dünyadaki tüm insanlar arasındaki bağın etrafında döndürecektir.

Farklı ülkelerin, şirketlerin, toplulukların ve sosyal örgütlerin nasıl bir girdaba çekileceğini, birbirine bağlanacağını, çarpışacağını ve birbirini etkilediğini göreceğiz. Gün geçtikçe, tüm bu düğüm giderek daha fazla kafa karıştırıcı ve kaynayan bir hale gelecek çünkü dünya evrensel bağa doğru ilerliyor.

Bu nedenle, hangi durumda olduğumuzu ve ne ölçüde zıt olduğumuzu, birbirimizi duymaya hazır olmadığımızı ve tamamen farklı şeyler yaptığımızı anlamak gerekecektir. Bu karşıtlığın sonunda, aslında aramızda hiçbir fark olmadığını göreceğiz. Her birimizin ne yaptığı önemli değil, hepimiz birlik olmalıyız.

Bu, herkesin kendi sorumluluklarının ve kendi uzmanlıklarının olduğu bir aile gibidir. Ancak bizi birleştiren bir çember var, içinde büyüdüğümüz, birbirimizi daha iyi anlamayı ve hissetmeyi öğrendiğimiz ve her gün varlığımız için bir ortam inşa ettiğimiz bir aile var.

Annenin ne yaptığı, babanın nerede çalıştığı, çocukların nerede okuduğu önemli değil. Ne de olsa herkesin kişisel faaliyetlerine ek olarak, aralarında aile denilen ortak bir bağ vardır. Dış dünyada aile bireylerinin her birinin kendi işiyle meşgul olması önemli değil, aile içinde bir bütün olarak birbirimize bağlıyız.

Tüm insanlar arasındaki bağı bu şekilde görmemiz gerekiyor. Dünyada binlerce farklı şirket, topluluk ve grup var ama hepimiz aynı sistemde, aynı ailede olduğumuzu hissetmek zorundayız. Bu sistemin dışında herkesin kendi faaliyetleri olmasına rağmen, bizi tek bir aileye bağlayan bir şey var.

Bu ailede herkesin ne tür bir kişisel iş yapması gerektiğini biz belirlemiyoruz. Bir aile gibi, akrabalar gibi, birbirimize bağlı ve bağımlı hissetmemiz bizim için önemlidir.

Üst yönetimin, doğanın ve evrim programının gün geçtikçe bizi nasıl daha sıkı bir şekilde birbirine bağladığını göreceğiz. Birbirimize artan şekilde daha fazla bağımlıyız ve bu aileden kaçmanın hiçbir yolu yok. Doğanın bize başka seçenek bırakmadığını insanlık anlayana kadar bu konuda daha fazla yazmamız gerekiyor; bizi bu sistemle tanışmaya ve hepimizin bir aile olduğumuzu kabul etmeye itiyor.

Bu dünyada yaşayan her insanda gerçekten bu aileye ait bir yakınlık görmeye başlayacağız ve buna göre aramızda yeni ilişkiler kuracağız. Bu, manevi gelişimimiz yolundaki birçok sorunu ortadan kaldıracaktır çünkü Yaradan’ın bizden istediği budur.

“Korku Sevginin Yokluğundan Gelir” (Medium)

Dünya ne kadar kaotik hale gelirse, biz de o kadar stresli ve endişeli oluruz. Geleceğe ilişkin güvensizlik, korkuya neden oluyor ve kesin görünen tek şey, kimseye güvenemeyeceğimiz ve yarının ne getireceğine dair hiçbir fikrimizin olmadığıdır. Korkularımızın ve endişelerimizin arkasında tek bir suçlu var: Birbirimize düşmanlık ve nefret duyuyoruz ve sevginin olmadığı yerde korku vardır, hem de çok.

Sadece insanlar korkmuyor. Korkuyu evcil hayvanlarda, hayvanlarda ve hatta bitkilerde bu şekilde etiketlemesek de anlarız. Korku bize büyük hizmet eder: Tehlikeli tuzaklara düşmemiz konusunda bizi uyaran bir nöbetçi, tüm canlıların kullandığı koruyucu bir mekanizmadır.

İlerlemenin bizi daha güvenli kılması gerektiğini düşünmek mantıklı geliyor. Görünüşe göre teknoloji bizi mağaralarda yaşamaktan daha iyi koruyabilir. Bununla birlikte, gelişme, onunla nasıl başa çıkacağımıza dair hiçbir fikrimiz olmayan bir dizi alışılmadık tehlikeyi de beraberinde getirdi.

Geçmişte, tehlikeler daha fazla olmasa da aynı derecede ürkütücüydü ve gerçekten varoluşsaldı. Örneğin mağara insanları için mağaradan çıkmak, yırtıcıların saldırılarına karşı savunmasız olmak anlamına geliyordu. Ancak korku paniğe neden olmadı çünkü insanlar tehlikeleri ve kendilerini onlardan nasıl koruyacaklarını biliyorlardı. Bugün sayısız unsur ve faktör hayatımızı ve sevdiklerimizin hayatını etkiliyor ve hepsini bilemiyoruz, gelişlerini göremiyoruz ve üstesinden nasıl geleceğimizi bilmiyoruz. Doğal olarak, bu bizi sürekli bir baskı ve endişe durumuna sokuyor.

Ne kadar çok gelişirsek, o kadar benmerkezci oluruz. Aslında, yaklaşık olarak yüzyılın başından beri, öyle bir egoizm düzeyine ulaştık ki, sosyologlar bir “narsisizm salgını”ndan bahsediyorlar.

Gittikçe daha sofistike ve giderek narsisistik hale geldikçe, bizi güçsüz ve onlara ve birbirimize karşı güvensiz bırakan giderek daha karmaşık sistemler geliştiriyoruz. Birbirimizi sevmediğimiz ve güvenmediğimiz için izolasyonumuzu, yabancılaşmamızı ve dolayısıyla korkumuzu artıran koruyucu kalkanlar örüyoruz.

Güvende hissetmek istiyorsak, doğrudan güvenimizi artırmak için çalışmamıza gerek yoktur. Aksine, kendimizle olan aşırı meşguliyetimizi bir kenara bırakmalı ve başkaları için sevgiyi-ilgiyi geliştirmeye odaklanmalıyız çünkü korkumuzun nedeni onun eksikliğidir.

Güvenlik duygusu, nefrete karşı savaşmaktan gelmez; bağ kurmaya, ilgilenmeye çalışmaktan gelir. Var olan tek kötülük bizim kalbimizdedir. Bunun tedavisi onu kökünden söküp atmak değil, düşünce ve nihayetinde iyi kalpliliği aşılamaktır.

İlgilenmekle meşgul insan hiçbir şeyden korkmaz. Başkalarını önemsemek, bir kişinin alabileceği en büyük hediyedir. Dikkat ve özene dayalı bir toplum kurabilirsek, sevginin varlığında korku olmadığı için kendine güvenen ve mutlu insanlardan oluşan bir toplum olacaktır.

 

Çözülmesi Gereken Soru

Soru: Bugün “dünyanın sonu” gibi bir olgu hakkında çok şey yazıyorlar. Yok olacağımız anlamında değil, ne yapacağımızı bilemediğiniz belirli bir dönemin başlangıcı olarak. İnsanlığın gelişimindeki bu aşama nedir?

Cevap: Bu harika bir aşamadır!

Gerçekten dünyamızda ağaçtan inen ilk neslin doğduğu bir dönemde doğduk ve yaşıyoruz, teknolojik olarak geliştiğimiz ve her türlü araba, lokomotif ve uçak yapabildiğimiz için değil, bu yerküre üzerinde neden ortaya çıktığımıza, bu dünya üzerinde ne yapmamız gerektiğine ve kendimizi gerçekten nasıl gerçekleştireceğimize karar vermemiz gereken bir duruma geldiğimiz için.

Öylesine bir maymun ortaya çıktı, küçük bir adama dönüştü, etrafına baktı ve şöyle düşündü: “Peki ben neyim?” Biraz daha etrafına bakındı, bütün bunları gördü: “Pekala, tamam. Ve sırada ne var?”

Bugün tarihsel gelişimimizde bu konuya çok yaklaşıyoruz: “Neden ortaya çıktık? Ağaçlardan indik, teknoloji ve sosyal yapıyı geliştirdik. Sırada ne var? İnsanın daha yüksek bir amacı var mı?”

Tabii ki, bu basit bir soru değil. İnsanlığı yarıp geçene kadar, ta ki tam olarak istediğimiz şeyin bu olduğu içeriden anlaşılana ve sonunda kendimize bir cevap vermemiz ya da en azından hayatın anlamı hakkındaki soruya bir cevap aramaya başlamamız için, bu sorunun doğanın bize bir meydan okuması olduğunun anlaşılmasına kadar. Bu çok özel bir an ve bu nesil – o da özel.

Yani, neden ve nasıl olduğunu anlamadan araştırıyor, tüm bu sorunları ya terörle, uyuşturucuyla, boşanmayla, her türlü arayışla, macerayla ya da uzayla, ne olursa olsun çözmeye çalışıyor. Bu girişimler, yaptığımız her şey adeta hayatın anlamı hakkında bir cevap arayışıdır.

Diyelim ki bir yere yöneliyorum. Tüm uzay programlarının kısıtlandığını görüyoruz: “Peki, orada ne bulacağız? Taşlar. Başka hiçbir şey yok.” Peki bazı teknolojik gelişmelerde ne bulacağız? Ya da kültürde? Bir zamanlar kültürün yardımıyla kendimizi geliştireceğimizi düşündük. Ve birdenbire, onlar yorgun düştüler. Bu, 19. yüzyılda uygulamada sona erdi.

20. yüzyıl geldi, teknoloji yüzyılı: nano teknolojiler, bilgisayarlar, her şey. Bugün, internetin herkesi birbirine bağladığı bir duruma geliyoruz ve bir anda bir makine ile çalıştığımızı görüyoruz, ilginç olan da bu. Bir kişi, diğer insanlarla onlar aracılığıyla iletişim kursa bile, bağlantısının esas olarak makinelerle olduğunu keşfetmeye başlıyor.

Bunlar makine tepkileri, bu otomasyon ve burada hiçbir şey yok. İnsan herhangi bir yere gitmek istiyor, kaçmak için! Ama hangi yöne gidebilir?

Ve olmazsa, o zaman tekrar: uyuşturucuya, bir tür güvenceye, sadece unutmak için geri dönüş. Bugün spor oyunları neden bu kadar geliştirildi? Bütün hükümetler kitlelerin dikkatini futbola ve diğer oyunlara kaydırmak istiyorlar. İnsanları işgal edin! Ana şey kendini unutmak. Bu nedenle bu kadar çok sayıda medya kuruluşu buna yönelmiştir.

Ve ileriye doğru bakarsanız, teknolojinin gelişimi durmuyor ve dünyada milyarlarca daha fazla işsiz ortaya çıkacak, milyonlarca değil, her şeyi yapabilecek iyi niteliklere sahip milyarlarca. Peki ne yapmalı?

Yeni teknolojilerin de yardımıyla, çok yakında dünya nüfusunun %5’inin diğer herkesin ihtiyacını karşılayabileceği bir duruma geleceğiz. Sırada ne var? Bir yanda fazlalık. Diğer tarafta dağıtım eksikliği.

Genel olarak, hayatın anlamını yanlış anlama durumundayız. Cevap vermemiz gereken en önemli şey budur.

Birbirimizde Ne Arıyoruz?

Soru: Neden kadın, bir erkekte insan arar ve erkek onun daha dışsal özelliklerinden tatmin olur?

Cevap: Kadın, her şeyden önce, bir erkeğin insan potansiyeline bakar ve erkek onun görünüşüne bakar yani hayvansal seviyesinden tatmin olur.

Erkek, hayvansal çekime kapılır. Kadın, insana ulaşmaya çalışır. Bu kesinlikle doğaldır çünkü bu iki obje – erkek ve kadın –  Zeir Anpin’in üstte olduğu, ışık, yaşam ve hazzın kaynağı olan Zeir Anpin ve Malhut’u temsil eder; bu nedenle erkeğin, kadından herhangi bir doyum elde etme yolu yoktur. Ona en düşük derece olarak bakar çünkü o gerçekten aşağıdadır.

Ama erkek kadının arzusuna, kadının erkekten ne aldığına, erkeği kadına ne vermek istediğine bağlıdır. Sonuç olarak, doğru etkileşim onları tamamen birbirine eşit kılar.

Ama başlangıçta arayışta, manevi dünyada eril bir ilke olarak erkek, her zaman altında duran arzunun feminen tarafını arar çünkü bu ihsan etme, tamamlama niteliğinin altındadır. Ve kadın, onu dolduracak bir erkekte güvenilirlik arar.

Soru: Kadının erkeğe, kendisini neden insan olarak görmediğini sorduğunda, kadının talebi makul müdür?

Cevap: Tabiki. Bu doğadan gelir. Ama eğer birbirleriyle doğru bir şekilde eşleşirlerse ve birbirlerini tamamlarlarsa, o zaman kesinlikle karşılıklı olarak eşit olduklarını görürler.

“İnsanlık Yeniden Yapılandırıldı” (Medium)

Avrupa’da herkesin beklediğinden daha uzun süren ve sonu hiçbir yerde belli olmayan bir savaş, mutasyona uğrayan ve bilim adamlarını kolayca alt eden bir virüs, durdurulamaz görünen enflasyon, onarılamaz şekilde kırılan tedarik zincirleri ve diğer dünya çapındaki krizler insanlığı vuruyor. Ama darbeler bize acı vermekten fazlasını yapıyor; dünyayı yeniden yapılandırıyorlar. Tüm gezegeni (mineralleri, bitkileri, hayvanları ve insanları), insanlığın bundan umutsuzca kaçınmaya çalışmasına rağmen gerçekleşen bir uyum ve denge durumuna doğru yönlendiriyorlar. İçinden geçtiğimiz çok özel bir süreç. Yeni, barışçıl ve uyumlu bir durum doğuyor ve bu yalnızca biz ona direndiğimiz için acı vericidir çünkü kararlarımız aleyhimize bile olsa son kararı biz istiyoruz.

Bugün dünyada olup biten her şey açık ve basit bir gerçeğe işaret ediyor: Neler olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Olayların neden olduğu, bizim yararımıza nasıl işleyeceği ve kendi geleceğimizi ve gezegenimizin geleceğini nasıl güvence altına alacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok.

İklim krizi, ekonomik gerileme ve bitmeyen uluslararası şiddet, bozuk bir sistemin belirtileridir. Ve sistem bozulmuştur çünkü basit bir gerçeği fark etmeyi ve ona göre hareket etmeyi reddediyoruz: İyi ya da kötü, birbirimize bağlıyız ve birbirimize bağımlıyız. Bu nedenle, birbirimize karşı değil, birbirimiz için çalışmalıyız.

Küresel krizler bize tek başımıza hiçbir sorunu çözemeyeceğimizi gösteriyor. Yavaş yavaş, acı yoluyla bize birlikte çalışmayı öğrenmemiz gerektiğini öğretecekler. Bu, dünyanın yeniden yapılanmasının başlangıcı olacaktır.

Doğa bize sadece iki seçenek bırakacak: kendimize işbirliği yapmayı öğretmek ya da doğanın bize şimdi yaptığı gibi onun öğretmesine izin vermek. İlki acısız ve hızlıdır; ikincisi mevcut yoldur – kargaşa ve eziyetle dolu.

Örneğin virüsü ele alalım. Şayet dünyanın her yerinde birlikte çalışsaydık, bu virüsten uzun süre önce kurtulurduk. Biz bunu reddettiğimiz için, yayılmaya ve çabalarımızı boşa çıkarmaya devam ediyor. Ya da yiyecek kıtlığını ele alın. Bu yanlış; yiyecek sıkıntısı yok. İnsanlık, tükettiğinden çok daha fazlasını üretiyor. Bunu eşit olmayan bir şekilde dağıttığımız için, dünyanın bazı kısımlarında arz fazlası var, diğerleri açlıktan ölüyor ve fazla yiyecekler atılıyor ve gezegeni kirletiyor. Bu kesinlikle olmaması gereken insan yapımı bir krizdir.

Gıda ve sağlık hizmetlerinde olduğu gibi eğitime, barınmaya, ekonomik kalkınmaya ve insan etkileşiminin diğer tüm alanlarına erişimde de durum böyle. Buna sonsuz silahlanma yarışını ekleyin ve elinizde bitmeyen yoksulluk, sefalet, hayal kırıklığı ve nihayetinde şiddet için bir reçeteniz var.

Artık işler çok ileri gittiği için, kriz herkese ulaşıyor. Bu, doğanın, birlikte çalışmazsak kimsenin başarılı olamayacağını söyleme şeklidir. Hiçbir ülke, diğer ülkelerden bağımsız olarak gelişemez. Her ülke, küresel pazarlara – diğer ülkelerden gelen hammaddelere, yurtdışında üretilen ürünlere ve kendi üretemeyeceği gıdalara bağımlıdır.

Diğer ülkeleri geçme mücadelesi, belirli bir eşiğe ulaştığında, başkalarına verdiğimiz zarar bize geri dönmeye başlar. Bu noktada, küresel bir bozulma meydana gelir. Bugün olan da budur.

Birbirimizle savaşmaya devam edebilir ve hayatımızı giderek daha fazla ve sonunda dayanılmaz bir şekilde zorlaştırabiliriz ya da birbirimizle savaşmayı bırakıp herkesin hayatını kolay ve güvenli hale getirebiliriz. Sonunda, ikincisini seçeceğiz çünkü kimse acı çekmek istemiyor. Tek soru, bunun ne kadar zaman alacağı ve bize neye mal olacağıdır. İnsanlığı yeniden yapılandırmak bir seçenek değildir ama hızlı ve kolay yol ile uzun ve acı verici yol arasında seçim yapabiliriz. Şu anda, açıkça ikincisindeyiz.