Category Archives: Kabala

Hanuka — Birleşmeye Çabalamak

Soru:  IV. Antiochus liderliğindeki Yunanlılar, MÖ 2. yüz yılda Tapınağı ele geçirdiler. Yahudiler arasında, Seleukos Rumlarını destekleyen Yunanlaşmış Yahudiler ve Makabiler önderliğindeki Ortodoks Yahudiler olarak bir bölünme vardı. Makabiler, ayaklanmaya önderlik ettiler ve yakalanan ve saygısızlık eden Selevkosları Tapınak’tan kovdu. Makabiler, Tapınağa girdiklerinde Menorah mumlarının saf yağının ancak bir gün dayanabileceğini gördüler. Ama bir mucize oldu, yağ sekiz gün boyunca yandı.

Bunlar, 2000 yıldan daha önce meydana gelen tarihi olaylardır. Kabala açısından ne anlama geliyorlar?

Cevap: Mısır’dan ayrıldıktan sonra, İsrail  halkı çölde 40 yıllık yolculuk boyunca gelişen bağ kurma yöntemini ( karşılıklı garanti, Arvut ) aldı. Musa’nın karısının babası Jethro’dan alınan yönteme göre giderek daha fazla birleştiler. Jethro bir Yahudi değildi, kızı da değildi, ama Tora’nın dediği gibi, onlara tamamen katıldı.

Tora terimi “ışık” ( Ohr ) kelimesinden gelir. Bir insanın yukarıdan aldığı Tora’nın ışığı, insanları bir araya getirmek ve onları tek bir bütün haline getirmek için gereklidir.

Egoist olarak birbirlerine uzak, zıt olmalarına ve her biri diğerine hükmetmek istemesine rağmen, doğru çevre ve üst ışığın yardımıyla, herkes kendini topluma boyun eğdirebilir ve tüm insanların birbirleriyle birleşmek için toplumun merkezine yönlendirdiğinden emin olabilir.

Yahudilerin çölde 40 yıl boyunca yaptığı şey buydu. Birlik koşuluna geldikten sonra çöl, onlar için İsrail Ülkesi denilen güzel kokulu bir ülkeye dönüştü. “Land – Eretz “, “arzu – Ratzon ” kelimesinden gelir. Yani arzuları çiçek açmaya ve meyve vermeye başladı.

Aralarındaki bağdan gelen çabalarının sonucunu temsil eden Tapınağı inşa ettiler. Tapınak, maddeselleitirilmiş bir şey, taş ve tahta değil, arzularının bağı anlamına gelir.

Böylece yaşadılar, savaştılar, uzlaştılar ve sürekli olarak yeni bağ koşullarını seçtiler. Değişiyorlardı çünkü içlerinde sürekli yeni egoist arzular ortaya çıkıyordu. Bu nedenle birleşmek ve böylece ilerlemek için, Tora denen üst ışığı giderek daha fazla çekmek zorunda kaldılar.

Ama buna tutunamadılar ve bir süre Nebukadnetsar zamanının, Babil sürgünü denen egoizmin köleliğine düştüler. Ve sonra, Kraliçe Ester’in yardımıyla sürgünden çıktılar ve yeniden İsrail Toprağında yaşamaya başladılar yani Yaradan’la birleşme ve bağ kurma arzusunda.

Böylece, Yaradan’a ulaştıkları ortak bir kapta birleşerek İkinci Tapınağı inşa etme koşuluna ulaşana kadar, ilerlediler. Ama bu da uzun sürmedi çünkü bir kez daha aralarında kocaman, yırtıcı bir egoizm vardı.  Ortak kap, Yaradan’ı ifşa etmemize izin veren birbirimizi sevme niyetleri ve karşılıklı arzular kırıldı, İkinci Tapınak bu şekilde yıkıldı.

O sırada Rabbi Akiva, Yahudileri birleşmeye çağırdı ve “kişi komşusunu kendisi gibi sevmeli” diye haykırdı ama artık onu duyamıyorlardı. Bu, İsrail halkının şu an içinde bulunduğu durumdur, bir yandan birleşmenin gerekli olduğunu anlayan, diğer yandan kendilerini birleşmeye zorlayamayan insanlar.

Bazı Hanuka Sembolleri ve Anlamları Nelerdir?

Mum, Yağ ve Fitil

Mumların, üç koşul sağlanana kadar yanamayacağı bilinmelidir 1) yağın yerleştirildiği kap olan mum; 2) yağ; 3) fitil (yağı aleve çeken dokuma bir ip (mum veya kandil içinde)). Bu üçü bir araya geldiğinde onların ışıklarının tadını çıkarabiliriz. – Rav Baruch Shalom HaLevi Ashlag (Rabaş), Çeşitli Notlar. 5. Madde, “Erdemler Gibi Olan Günahların Anlamı”

Geleneksel olarak yağı ve fitili içeren bir kase veya kap olan, ve ışığı yaratmak için yağ ve fitil ile tam bir yapı oluşturan mumun manevi önemi nedir?

Manevi önemi, bu yapıyı, fiziksel nesnelerin kendi manevi olgularına ve süreçlerine işaret ettiği, dalların dili aracılığıyla algıladığımızda anlaşılabilir.

Hal böyle olunca, bu yapı -mum, yağ ve fitil- ıslah edilmiş bir manevi kabın, üç izlenimini yani ihsan etme niyetiyle ıslah edilmiş bir haz alma arzusunu temsil eder. Bu yapıdan ortaya çıkan ışık, manevi kabın neticesidir: alma arzusunun üzerinde ihsan etme niyeti.

Manevi kabın yaratılmasında mum, yağ ve fitil eşit derecede gereklidir. Yani, yağ kendi başına yanamaz ve fitil de kendi başına aydınlatamaz. Ancak fitili yukarı kaldıran yağı emen fitil yanabilir.

Bu mum-yağ-fitil yapısının manevi önemi, bunların birbirine zıt olarak konumlandırılmış üç nitelik olmasıdır: alma, ihsan etme ve aralarındaki bağ. Kendi içimizde ve dışımızda herhangi bir niteliği yakamayız, ancak bir nitelik diğerini yani fitil yağı emdiğinde, o zaman yakılabilir.

Manevi olarak fitil, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurmanın manevi çalışmasını reddeden, egoist muhakememizi temsil eder.

Yağ, kendi içinde kullanamayacağımız veya aydınlatamayacağımız, ihsan etmenin (Kabala bilgeliğinde “Or Hohma”, “Bilgeliğin Işığı” olarak adlandırılır) manevi niteliğidir.

Bununla birlikte, fitilimizdeki (alma arzusu) yağı (ihsan etme niteliğini) emdiğimizde, onu aydınlatabiliriz, yani bu alma arzusu dünyası ile manevi ihsan etme dünyası arasında bir bağ kurabiliriz.

İbranice’de, ” ‘Petilla’ (fitil) kelimesi “Petaltol” (sarma) kelimesinden ve “Pesulah” (kusurlu) kelimesinden gelir, çünkü bu tür düşünceleri düşünmek kusurludur ” (Rabaş, “Erdemler Gibi Olan Günahların Anlamı”). Başka bir deyişle, yalnızca kişisel çıkar için olan egoist düşüncelerimiz- bizi ebedi manevi tatmin duygusundan ayırdığı için “kusurlu” olarak kabul edilirler- onları öncelikle manevi ihsan etme niteliklerine ve yağın temsil ettiği pozitif bağa değer veren bir çevreye soktuğumuzda, bir fitil formunu alır.

Daha sonra, öncelikle ihsan etme ve pozitif bağa değer veren bir ortama katılarak egoist doğamızdaki kusurlara karşı çıkarak, manevi ışıkla aydınlanabilen bir yapı       – manevi bir kap- yaratırız.

Tamamlanmamış ve kusurlu egoist doğamızın üzerinde, birbirimize olan pozitif bağımız mucizevî bir alev yaratır- bu, ihsan etmenin manevi ışığının egoist doğamız üzerinde az da olsa açığa çıkarabileceği koşulları belirler.

Kabala bilgeliğinde bu eyleme “Yaradan’ın ifşası” denir. Kusurlu egoist muhakememizin (karşılığında kişisel fayda görmeden herhangi bir hareket yapmayı reddeden) üstünde ihsan etme niyetiyle, olumlu bağ kurma çabalarımız, nihayetinde Yaradan tarafından yakılan yani içinde Yaradan’ı-saf ihsan etme niteliğini keşfettiğimiz mum (manevi kap) haline gelir.

Sevgiye, vermeye ve pozitif bağa egoist arayışlardan daha çok öncelik veren bir ortama ne kadar çok katılırsak, fitilin biçimi kusurlu olsa da yani doğamız gereği her birimiz kişisel çıkarımızı için egoist olarak hesaplar yapsak bile, fitilin içindeki yağı o kadar emeriz.

Bu yüzden manevi bir çevreye gireriz çünkü evrenin sırlarını keşfetmek, mutlak bilgi düzeyine ve gerçekliğin farkındalığına ulaşmak ve ruhumuzun ebedi uyumundan daha azını hissetmek istemiyoruz. Başka bir deyişle, egomuz bizi, manevi iyiliğin ne olduğuna dair kendi vizyonlarıyla manevi bir arayışa götürür, bu da yolculuğumuzun başlangıcında sadece egoist bir resim olabilir.

Fakat kendimizi gerçekten manevi bir çevrenin içinde bulursak -birbirini pozitif bağlı, sevgi, ihsan etme, ilgi, destek ve cesaretlendirmeye değer veren insanlar, kitaplar ve öğretmenler arasında- o zaman egomuz kendini bir ikilemde bulur: çevre, maneviyatın yalnızca başkalarına ihsan edildiğine dair sürekli bir örnek sunarken, o kendisi için maneviyat almak ister.

Egonun şikâyetlerine rağmen bağımızda ne kadar ilerlersek, fitilimiz yağı o kadar çok emer ve bu süreç, alevin ortaya çıkması için gerekli tüm koşulları yerine getirerek içimizde yeterli yağı emene kadar devam eder: bu, Yaradan’ın yaratılanların içinde ifşa olmasıdır, “Hanukkah” adı verilen yeni bir manevi koşuldur, sevginin, ihsan etmenin ve pozitif bağın giderek daha uyumlu koşullarına doğru manevi yolculuğumuzdaki ilk duraktır.

Ahlaki İlkeler Üzerine Bakış Açıları: Bilim Adamları Ve Kabala

Soru: Bazı ahlaki ilkelerin, insanın biyolojik doğasının bir parçası olduğunu öne süren bir bakış açısı var. Araştırmacılar, farklı cinsiyet, yaş ve kültürden insanlar arasında ahlaki yargıların oluşumunun önemli ölçüde farklılık gösterebileceğini savunuyorlar. Bu parametrelerin ahlaki ilkeleri etkilediğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Elbette. Biyoloji, karar vermeyi etkiler.

Yorum: Araştırmacılar, kabul edilen ahlaki normlara uygun hareket etmenin, insanların strese karşı direncini artırdığını ve fiziksel durumlarını güçlendirdiğini keşfettiler.

Cevabım:  Şüphesiz, eylemlerimin ahlaki temeller, ilkeler ve toplumun anlaşmalarıyla desteklendiğinden emin olsaydım, kendimi çok daha güvenli hissederdim.

Soru: Nörofizyologlar, insanların ahlaki yargılarının, beyindeki belirli alanların aktivitesini değiştirerek etkilenebileceğini savunuyorlar. Öyle görünüyor ki, tüm ahlak konuşmaları yakında kendiliğinden duracak ve bunun yerine iki elektrot yardımıyla toplumun ahlakı oluşacaktır.

Dış etkilerle, kişinin ahlak ilkelerini değiştirmenin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Hayır. Görünüşe göre elektrotların yardımıyla bazı kuvvetleri kontrol edebiliyorsunuz. Onları gerçekten kim kontrol ediyor? Bu cevaba ulaşamazsınız. Orada tüm insan ahlakının temeli vardır.

Soru: Harvard Üniversitesi’ndeki uzmanlar, kişinin ahlak ilkelerinin gün içinde değiştiği ve akşamları zayıfladığı sonucuna varan bir dizi deney yaptılar. Bu nedenle, sabahları, önemli olan, ahlaki açıdan zor kararlar vermeyi tavsiye ediyorlar. Sizi görüşünüz nedir?

Cevap: Kişinin fizyolojisine bağlıdır. Sabahları hiç düşünmeyenler vardır; onlar akşamları ve hatta geceleri daha iyi düşünürler.

Manevi Duygular Nerede Ortaya Çıkar?

Soru: Dışsal iletişim ve aramızdaki bağ kurma girişimleri, içsel manevi duygularımın potansiyel gelişimi ile nasıl ilişkilidir?

Cevap: Manevi duygularınız sadece ve sadece başkalarıyla bağınızda ifşa olacaktır, kendi içinizde değil.

Yaradan nerededir? Ortak manevi alan nerededir? O, bizim aramızdadır, her birimizin içinde değil! Bunu çok iyi hatırlarsanız, bir hata yapmazsınız.

Egonun Sağlıklı Büyümesi

Soru: Bedensellik ve maneviyatta, egonun sağlıklı büyümesinin işaretleri nelerdir?

Cevap: Egonun sağlıklı büyümesi, onun üzerine yükseldiğimde ve manevi eylemler yaptığımda gerçekleşir. Bunu yaparak egoyu benim seviyeme yükseltmeye zorlarım.

Belirli bir manevi eylem yaptığımı varsayalım. Onun seviyesine yükselir yükselmez, egom da onun seviyesine yükselir. İlerlemeye, bir sonraki manevi eylemi gerçekleştirmeye ve bir sonraki seviyeye yükselmeye özlem duyarım ve egom da bu seviyeden daha da yükselir.

Birbirlerini bu şekilde takip ederler, denildiği gibi: “Dostundan daha büyük olanın arzusu daha büyüktür.” Görünen o ki iyi bir Kabalist olmak için büyüdüğünüzde, büyük bir egoist olursunuz.

Ama sonra ego, edindiğiniz manevi nitelik tarafından kontrol edilir, bu, ihsan etmek niyetiyle çalıştığınız anlamına gelir ve maneviyatınızı, manevi koşulunuzu itersiniz bu da egonuzu yukarı doğru iter.

Böylece, manevi seviyemiz ego sayesinde büyür, çünkü Yaradan’ın yarattığı her şey temelde egodur ve diğer her şey onun türevleridir.

Durmamalıyız!

Hanukkah özel bir bayramdır, yani yaratılan varlığın Malkut’tan Bina seviyesine yükselmesi demektir. Yani, kendi iyiliği için haz alma arzusuna bir sınırlama getirir ve üst ışık tarafından ıslah edilir ve ihsan etme uğruna yönelik niyeti edinir. İhsan etme uğruna ihsan etmek, Bina seviyesidir.

Hanukkah, Yunanlılara karşı kazanılan zaferin bir kutlamasıdır. “Yunan”, kişiyi bilginin üstüne değil de bilginin içine çeken gücün adıdır. Bu güç, Yaradan’a yakınlaşmaya çabalayan bir kişi bazı ihsan etme özelliklerini edindiğinde yani Bina seviyesine ulaşmak istediğinde ortaya çıkar.

Kişi ıslahı için çok çaba sarf eder, gruba, onluya, çalışmalara yatırım yapar ve ihsan etmenin ne olduğunu hissetmeye başlar. Ve işte bu zamanda, ihsan etmenin karşıtı güçler kişide uyanır: kişiyi yeniden egoizme çeken ayrılığın güçleri.

Bunun hakkında  “Yunanlılar bana saldırdı.” diye yazılıdır. İçimde egoist arzular uyanır ve onlara bir içsel savaş ilan etmem ve kişinin ihsan etmek ve bağ kurmak için mantık ötesi inançla gitmemesi gerektiği düşünceleriyle savaşmam gerekir. Onlar beni bu dünyada kalmaya, mümkün olduğunca ona yerleşmeye ve tadını çıkarmaya ikna ederler.

Bu, Yaradan’a ihsan etmeye yükselmeye çağıran Makabilerin yaklaşımına karşıt olarak “Yunanlılar” ın yaklaşımıdır. Bu iki görüş arasında, kişinin içinde olan bir savaş vardır. Bir yandan Yaradan’ı ve ruhumu ifşa etmek isterim. Ama öte yandan, hayat beni içine çeker, beni kendi zevklerinden haz almaya ve maneviyatı düşünmemeye teşvik eder.

Hanukkah’ın simgelediği ve karanlıkta gerçekleşen bu savaştır. Kişi, Yunanlıların gücü altına girdiğini yani tamamen haz alma arzusunun gücü altında girdiğini hisseder ve kişinin onu yenme şansı yoktur. Kişi, Yaradan tarafından bu şekilde yaratılmıştır.

Ve o zaman kişi, kendi içinde en azından Yaradan’la bir tür bağ arar ve bir parçacık bulur, ona tutunur ve kurtuluş için dua eder. Ve Yaradan kişiyle birleştiğinde ve onu egoizminden çıkarmaya başladığında, O, kişi için bir mum yakıyor gibi gelir. Bu şekilde kişi yavaş yavaş karanlıktan aydınlığa çıkmaktadır.

Yaradan ile bağlantısının minicik bir mumunu yakar ve o daha küçük olamaz. Fakat kişinin yaktığı mum Yaradan ile bağlantılı olduğu ve Yaradan ebedi olduğu için bu mum yanar ve yanar ve içindeki yağ yanıp yok olmaz. Kişi bu şekilde kendi egoist niyetinden çıkar ve ihsan etme niyetine,  Hanukkah’ya,  Bina seviyesine, ihsan etme uğruna ihsan etmeye ulaşır.

Yaradan’la daha önce ulaşılamayan bağa ulaştığımız “Mantık Ötesi Birlik” adlı sanal kongremiz sona erdi. Bu bağı sürdürelim ve onu yok etmemeye çalışalım. O zaman, bu ufacık bağın, bu ince mumun içinde, ıslahın sonuna kadar ihsan etme uğruna almaya ulaşana kadar, nasıl her zamankinden daha güçlü bir ateş yaktığımızı hissetmeye başlayacağız.

Hanukkah sadece yolun ortasıdır. Yolun yarısında olduğumuzu ve sadece, kongrede ulaştığımız bağı korumamız ve onu daha da geliştirmemiz gerektiğini anlayalım.

Durmamalıyız. Durmak ölüm demektir! Yalnızca her zaman devam edin. Durma yerine ulaştık ve egoizmimize yenilenmiş bir güçle saldırmak ve daha da büyük birliği sağlamak için, kendimizi yeni bir yolla, yeniden inşa etmemiz gerekiyor.

Herkes, egoizminin üzerine çıkma gücüne sahip olduğunu hissetmelidir. Ve şimdi egoizmimizin ve dostlarımızın egoizminin üzerinde birleşmeye başlayabiliriz, hem benim hem de onun tüm günahlarını sevgiyle örtebilir ve bir bağ kurabiliriz.

Haydi, bu yasayı uygulamaya başlayalım: “Sevgi tüm günahları örter.” Bu, kongre sonrasındaki çalışmamızdır. İyi şanslar!

Topaç Nedir Ve Hangi Sembolizme Sahiptir? ”(Quora)

Dreidel (dörtkenarlı topaç), kenarlarında İbranice harfler bulunan bir topaçtır. Harfler, “burada büyük bir mucize oldu” anlamına gelmektedir.

Topacı döndürmek Hanukkah geleneklerinden biridir.

Topaç, hangi harfin üzerine yere düştüğünü görmek için döndürülür ve dönerken, topaç hayatımızı simgeler: bizler hayatlarımızı daireler çizerek  “döndürüyoruz” ve sonunda sadece hepimiz birlikte ortak bir merkez etrafında döndüğümüzde (tek olarak birleşmek için ortak bir hedef) gerçek mutluluğu, uyumu ve hayatımızın amacını elde edeceğimizin farkına varacağız.

“Menorah Nedir ve Neyi Sembolize Eder?” (Quora)

Menorah (7 kollu şamdan), ruhun içinde yani ihsan etme niyetiyle ıslah olmuş insan egosunda, aydınlatan manevi ışığın tezahürünü yani ihsan etme niteliğini sembolize eder.

Menorah yapmak fiziksel olarak zordur çünkü geleneksel olarak mumlar için, yedi kabı desteklemek için kalıplanması gereken tek bir altın parçasıdır. Benzer şekilde, egomuzu (başkalarının pahasına haz alma arzusu olan insan doğamız) başkalarına ihsan etme formunu üstlenecek şekilde biçimlendirmek oldukça karmaşık bir iştir.

Menorah’ın kaplarının her biri yani insan egoist niteliklerinin her biri, Menorah’ın özelliklerinin manevi ihsan etme ışığının üzerinde aydınlatabileceği değerli bir kap oluşturması için belirli bir boyut ve şekil almalıdır.

Yedi kap, yedi tür aydınlatmayı temsil eder, buna Kabala bilgeliğinde Hesed, Gevura, Tifferet, Netzah, Hod, Yesod ve Malkut’un Sefirot’u denir. Işık, Malkut’un son Sefira’sına ulaştığında, o zaman Malkut, ihsan etme formunu üstlenerek, diğer yedi nitelik gibi olur. Başka bir deyişle, Menorah’ın altın metalik gövdesi ile temsil edilen insan egosu, manevi ihsan etme niteliği ile belirli bir seviyede form eşitliği kazanır ve böylece Menoradaki yedi mumun hepsinin yanabileceği bir araç haline gelir.

Bu nedenle Menorah, ihsan etme ve sevginin manevi ışığına belirli bir seviyede benzerlik kazanmış, insan egosunu sembolize eder. Menorah’a ek olarak, her kaptaki mumları yapmak için gerekli olan yağ ve fitil vardır ve tüm bu nitelikler, insan egosunun ihsan etme niyetini edinebilmesi ve böylece manevi ışığı yukarıdan aydınlatmaya davet edebilecek, manevi bir kap oluşturması için birlikte çalışır.

Tüm bu yapı içinde, Menorah’ın ihtişamı, en yüce manevi ihsan etme niteliği ile benzerliğe ulaşan, en egoist bileşenin – Malhut, altın – tezahüründedir.

Böylece Gizlilik Yaradan’ı Gizlemez

Soru: Yaradan, akıl ve duygulara göre ifşa olduğunda ne olur? Onu tamamen haklı çıkarır mıyım, çıkarmaz mıyım?

Cevap: Doğal olarak Yaradan’ı haklı çıkarırsınız. Ancak gerçek şu ki, ifşa, hiçbir yere gitmeyen gizlenme üzerinden gerçekleşir.

Diyelim ki Yaradan’ın eylemlerinde, kendime göre bir şeyler ifşa ettim. O, bana iyilik yapan iyi gibi gelir ve beni hedefe götürür. Ve sonra bu sanki gizliliğe girmişim gibi benden saklanır, ben sanki ifşanın içindeymişim gibi davranmak için, elimden gelenin en iyisini yapmalıyım.

Diğer bir deyişle, gizlilik beni Yaradan’dan izole etmez, aksine ifşa içindeymişim gibi davranmamı mümkün kılar.

Soru: Yaradan’ı kendim gizlediğimi söyleyebilir miyim?

Cevap: Elbette. Egoizmim O’nu benden gizler. İfşa koşulundayken, kendimi egomla ilişkilendirmiyorum ve onu Yaradan’dan gizliyorum.

Soru: Yani çift ve tek gizlenmede, Yaradan Kendini egoizmimden mi gizler?

Cevap: Pek çok farklı nüans vardır: Ya Yaradan Kendisini benden gizler ya da beni kendimden gizler.

Gerçek şu ki, her bir koşul dört dereceden oluşur ve her birinde kendimizi maksimum ifşa içindeymiş gibi kabul etmeliyiz. Yaşadığım koşullar ne olursa olsun, başıma gelen her şeye sanki tam bir ifşadaymışım gibi davranmaya çalışmalıyım böylece hiçbir karanlık, hiçbir gizlenme beni düşürmesin.

 

Biz Hayalperestlerdik

Gerçek şu ki, Yaradan tüm evreni doldurur. Hakikat (“Emet”), “Alef” – “Mem” – “Tav” (“א – מ – ת”) harflerinden oluşur, yani yaratılışta var olan üç güçten. “Alef – א” alfabenin ilk harfidir, Keter’dir, Yaradan’dır. “Tav – ת” alfabenin son harfidir, Malkut’tur. Ve “Mem – מ” ortadadır, Keter ve Malkut’u birbirine bağlayan Bina’dır.

Şunu anlamalısınız ki hakikat; düşüncemize ve duygularımıza göre bize görünen şey değildir. Dendiği gibi: “Gözleri var ama görmeyecekler; kulakları var ama işitmeyecekler. ” Yani, sanki kör ve sağır gibi nerede olduğumuzu hissetmeyiz, gerçek dünyayı hissetmeyiz, onun içinde dokunarak hareket ederiz.

Ancak bu ıslahın olduğu yerdir. Yaradan, bu gizliliği bilerek yarattı, böylece mükemmelliğe ulaşabiliriz, yani gizlilikten ifşaya, akıldan mantık ötesi inanca, Malhut’tan Bina’ya, almaktan ihsan etmeye gelebiliriz.

Kişi dış dünyayı hissettiğini düşünür ama aslında kendi içinde hapsolmuştur ve kendini içeriden hisseder. Bütün gerçeklik içimizdedir. Tüm evren, galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve üzerindeki her şeyle dünya, hepsi “Ben”im.

Bu, sanki bilincimi kaybetmişim ya da rüya görüyorum gibidir. Bazen rüyamda bir yere yürüdüğümü, gerçekmiş gibi bir şeyler yaptığımı görüyorum. Ama sonra uyanıyorum ve gerçek realitenin hayal ettiğim gibi olmadığını görüyorum.

Maneviyat ifşa olduğunda da aynı şey bize olur. Bir rüyada olduğumuzu anlarız ve şimdi uyandık ve gerçek realiteyi gördük.

Mantık ötesi inanç, gerçekliğin şu anda hayal ettiğim gibi olmadığını anlamak anlamına gelir. Aslında ben, beni kontrol eden üst gücün, Yaradan’ın içindeyim. Ve önümde görünen uçsuz bucaksız dünya benim içimde ve tüm dünyamı doldurmak ve her şeyi bir düzene oturtmak için Yaradan’ın gücünü çekmeliyim.

İnsan, tüm evreni dolduran Yaradan’ı ifşa etmek için elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Bu da ancak onlu aracılığıyla, kaybolup dostlarınız içinde eriyerek mümkündür, onları o denli özümsersiniz ki Yaradan’ın tüm dostlarınızın arkasında olduğunu ve O’nu ifşa etmenizi beklediğini hissederiniz.

İşte bu şekilde inanç ışığını algılamaya, yani Yaradan’ı hissetmeye başlarım. Buna mantık ötesi inanç denir. Mantık, gözler tarafından görülen ve kulaklar tarafından duyulan eski gerçeklik duygumdu. Ama şimdi fiziksel algının ötesinde gerçekliği hissetmeye başlarım ve dostlarım aracılığıyla, manevi Kli’mi dolduran, Yaradan’ın, ruhumun on Sefirot’unun  ifşasına ulaşırım. Böylece ilk manevi ifşaya gelir ve daha da ileriye gitmeye devam ederiz.