Category Archives: Kabala

Yaradan Neden Bizden Gizlenir?

Şöyle yazılmıştır: “Beni sen yarattın.” Öyleyse, Yaradan evrende var olan tek güç ise bu nasıl olabilir? Bu güç, her şeyi içerir ve onun dışında hiçbir şey yoktur, hiçbir şey onun sınırlarının ötesine geçemez. Biz dahil her şey Yaradan’da hayat bulur.

Yaradan’ı nasıl yaratabiliriz? O’ndan başkası olmadığı için, bizi Yaradan yaratmadı mı? Yaradan zor bir işi göze aldı: bir yaratılış yaratmak ve onu bağımsız hale getirmek için geliştirmek. Çocuklarımızda bağımsızlığı teşvik etmek istediğimizde yaptığımız şey budur. Ancak Yaradan’ın daha zor bir görevi vardı, çünkü O’nun dışında başka bir güç yoktur.

Diyelim ki büyüdük ve Yaradan’dan başka kimsenin olmadığını ve bizi etkileyen bu gücün içinde olduğumuzu öğrendik. O zaman kendi başımıza ne yapabiliriz?

Bu nedenle, bir yandan Yaradan tüm evreni doldurur ve her şeyi kontrol eder, diğer yandan bunu görmeyiz çünkü O gizlenmiştir. Bu, bazen çocuklarımızla yaptığımız şeydir, onlara yardım etmek istemeyiz bu yüzden saklanırız, böylece kendi başlarına çalışabilir ve bir şeyi nasıl inşa edeceklerini öğrenebilirler. Görünüşe göre, Yaradan gizlidir çünkü bizi bağımsız kılmak istemiştir.

Öte yandan, dünyada Yaradan varmış gibi yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Ve eğer O ifşa olsaydı, O gizliyken şimdi yaptığımız şeyi aynen yapardık. Bu duruma tam inanç denir. her şeyden önce, ona ulaşmalıyız: mantık ötesi inanca, egoizmimizin gücünün üstünde, alma gücünün üzerinde ihsan etmeye.

Egoizmin üstesinden gelmek, ancak ondan daha büyük bir şey varsa, ihsan etme gücü varsa mümkündür. Haz alma arzusundan yaratıldık ve o sözlerden etkilenmez fakat güce boyun eğer. Egoizmim Yaradan’ın büyüklüğünü hissederse, Yaradan’ın emrettiği her şeyi yapacaktır. Ancak, egoizmim kendi büyüklüğünü hissediyorsa, egoizmin tüm emirlerini takip eder. Ya bir gücün ya da diğer gücün yönettiği açıktır: ya egoizmimizin gücü ya da Yaradan’ın ihsan etme gücü.

Bizi etkileyen kişiye göre davranırız. Egoizm içimizde açık bir şekilde aktif olsaydı, ona her şeyde itaat ederdik ve kötü, tam egoistler olarak adlandırılırdık. Aslında şu anda olan budur.

Ve eğer Yaradan ifşa olsaydı ve dünyayı doldurduğunu görmemize izin verseydi, ihsan etme arzusunun gücü ve üstünlüğü ortaya çıksaydı, hemen önünde eğilir ve her şeyde emirlerine itaat ederdik. Hatta bazen olur; birdenbire Yaradan’ın büyüklüğü biraz ifşa olur ve bu mucize ortadan kalkana kadar bir süre sevmeye ve vermeye hazırızdır.

Bu tür dürtüler bize, bunun mümkün olduğunu göstermek için gelir ve gider, ancak yalnızca egoizmimizin büyüklüğünden ziyade Yaradan’ın büyüklüğünden daha fazla etkilenirsek. Başka bir deyişle, sorun, kimin yöneteceğidir: alma arzusu mu yoksa ihsan etme arzusu mu? Doğada sadece bu iki kuvvet vardır.

Ancak bu şekilde davranırsak, ya sadece alma arzumuzu takip eden suçlular ya da ihsan etme iradesine göre hareket eden melekler olurduk. Biri veya diğer güç bizi tamamen yönetir ve içgüdülerimize göre hareket eden, ya yırtıcı ya da kutsal hayvanlar olarak kalırdık. Bu formda, Yaradan’a benzemiyoruz, insan, Adem değiliz, çünkü biz, egoistler veya azizler olmayı seçmedik.

Öyleyse, kendimizi nasıl özgür kılabiliriz ki almayı veya ihsan etmeyi, Yaradan’a zıt ya da O’nun gibi olup olmamayı seçebilelim? Yaradan, insanı özgür kılma işiyle karşı karşıya kaldı, böylece kişi tercih ettiği şeyi seçecekti: ya yaratılış gibi bir egoist olmak ya da Yaradan gibi bir özgecil olmak ve O’nun oğlu, ortağı ve Yaradan’a benzer olmak.

Yaradan düşündü ve bir çözüm buldu: Alma arzusu ile ihsan etme arzusu arasına, iki zıt güç arasına bir aracı koydu, böylece yaratılan alma arzusundan oluşabilir ancak ihsan etme uğruna niyetine doğru değişebilecektir. Yaradan, yaratılanın, Yaradan’ın büyüklüğünden, ihsan etmenin büyüklüğünden etkilenebileceği, ancak önünde eğilmemek için doğrudan üst güçten değil,ama  bu koşulu arzusu ölçüsünde çalışması için bir durum yarattı.

Bir kişi gerçekten Yaradan’ın büyüklüğünü tanımak istiyorsa, ancak O’nun kölesi olarak değil, o zaman ona grup adı verilen özel bir durum inşa etmek gerekir. Grupta, dostlarına ne kadar teslim olacağına karar verme ve bu ölçüde Yaradan’ın büyüklüğünden etkilenme fırsatına sahiptir.

Yaradan her zaman grupta mevcuttur, ancak gizli bir şekilde. Kişi grup aracılığıyla Yaradan’ın yüceliğini hissetmeyi özlediği ölçüde, O’nu hissedebilir. Ancak, Yaradan’ı ve O’nun yüceliğini doğrudan değil, dostları vasıtasıyla, onların önünde boyun eğerek hissedecektir. Bu şekilde ihsan etme gücünü edinir ve yavaş yavaş insan, Adem, Yaradan’a benzer olur, bir melek değil ve özgür bir kişi haline gelir.

Kişi dostlarıyla, onlu ile bağ kurarak, ihsan etme niteliğine dahil olma arzusunu gösterir ve onlu aracılığıyla Yaradan’dan aldığı bu niteliği kullanır, maneviyatta yavaş yavaş büyür. Kişi, ihsan etme niteliğini baskı altında değil yaratıcı bir şekilde kullanır ve kendini Yaradan’a benzer özgür bir birey olarak inşa eder.

Bu gerçek sevgi ve ihsan etme olacaktır, korkudan veya baskı altındaki bir köleninki gibi zorlama değil, özgür bir insan olarak.

Hanuka – En Çocuksu Bayram

Soru: İlginçtir ki Hanukkah ve Purim, Tora’da anlatılmayan iki büyük bayramdır. Neden en çocuksu bayramlar olarak kabul ediliyorlar? Purim’de çocuklar karnaval kıyafetleri giyer, Hanukkah’ta şarkılar söyler ve tatlı çörek yerler.

Cevap: Gerçek şu ki, henüz dünyamızda bu koşullara ulaşmadık ve bu nedenle hepsi çocuklarda kişileştirilmiştir. Geleceğe bakan bir çocuk, sanki bize henüz gerçekleşmemiş koşullara ulaşmamız gerektiğini göstermektedir.

Tarihsel olarak, bu koşullar gerçekleşmiştir ama kişinin içinde değil. İçsel olarak, bizler kendimizi Hanukkah bayramına ve ardından Purim bayramına henüz hazırlanmadık.

Soru: Yani bir oyuna benzemektedir. Çocuklar her zaman oyunlarla ilişkilendirilir. Yani burada bu durumu mu oynamalıyız?

Cevap: Evet. Küçük kapların ıslahına, Hanukkah (Hanu-Ko, mola) denir. Bu bir ara koşuldur, ıslahın yarısıdır. Ve ıslahın ikinci yarısı Purim’dir. Henüz her iki koşula da geçmedik – hem İsrail halkı hem de tüm insanlık.

Soru: Hanukkah’ta çörek yemek neden gelenekseldir?

Cevap: Yağ, alma arzusunu ve hamur, yaşamın gücünü sembolize eder. Yağ hamurun içine işlemelidir çünkü hayatın gücü bize undan gelir. O zamandan beri, hamurun yağda kızartılması bir gelenek haline gelmiştir.

Hanukkah— Hanuka Mucizesi ve Maddesel Dünya

Soru: Hanukkah’ta bir mucize olduğu söyleniyor: bir gün yetecek kadar olan yağ sekiz gün boyunca yanmış. Bunun olabildiğini düşünüyor musun?

Cevap: Bu bize bağlıdır. Niteliklerimizin, Yaradan’ın nitelikleriyle eşit olmasını sağlamaya çalışırsak, dünyadaki ışığı sevgi, şefkat ve bağ nitelikleriyle aydınlatmak için yakmaya katılırsak, o zaman böyle bir çaba bizim açımızdan yeterlidir. Bu bizim tarafımızdan, Malhut’tan gelir ve geri kalanı yukarıdan verilir.

Soru: Hanukkah mucizesinin gerçekten maddesel seviyede gerçekleşmiş olabileceğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Neden olmasın? Dünyamız genel yasalara uygundur. Onları yerine getirirsek, her şeyi yapabiliriz. Dünyamızda, her geçen gün daha fazla mucize var ama biz onların içinde olduğumuz için, onları fark etmiyoruz. Ve onları dışarıdan görebilseydik, onlar bizim için mucize olurlardı.

Soru: Yani, bu alegorik bir tanımlama değil mi?

Cevap: Elbette. Kesinlikle Tora’da yazılan her şey, bizim dünyamızda olmalı ve olacaktır. İçinde herhangi bir mucize görmüyorum. Örneğin bir Papua’lı bana gelse ve ben anahtara bassam ve ışık yansa, bu doğal olayın karşısında dizlerinin üzerine düşecektir. Bu bir mucize midir değil midir? Bu, onun için bir mucize ama benim için değildir.

Eğer şimdi, ilk manevi seviyede olsaydık, o zaman olan her şey bizim için bir mucize olurdu.

Yorum: Ama bunların kanun olduğunu söylerseniz, o zaman herhangi bir kişi bunları yineleyebilir. Ve bugün kimsenin bunu yineleyebileceğini sanmıyorum.

Cevabım: Çünkü bizler o seviyede değiliz!

Hanukkah— Menorah Neden Sekiz Mum İçermektedir?

Soru: Menorah nedir? Neden sekiz mum içermektedir?

Cevap: En yüksek nitelikten (Keter) en düşük niteliğe (Malkut), Yaradan’ın niteliğinden yaratılanların niteliğine kadar, en yüksek ve en düşük hariç sekiz safha, sekiz Sefirot vardır.

Bu nedenle Menorah sekiz gün boyunca yanar, yeni doğan sekizinci günde sünnet edilir (Brit Mila) vb.

Soru: Kabalistler,  Menorah’ın bu formda olması gerektiğini nasıl bildiler?

Cevap: Kabalistler, kendi içsel görüşlerine göre hareket ederler. Bunu, içsel niteliklerinin korelasyonundan hissederler. Bu niteliklerin bağlantısı onlara bu formda görünür. Dahası, bu, arzularımıza göre dünyamızın görünme şeklidir. Aslında o mevcut değildir: basitçe, somutlaşmış arzularımız önümüzde kendilerini gösterir.

Soru: Kabala’ya göre, yağ egoist arzudur, fitil perdeyi sembolize eder ve ne zaman bir perde, anti-egoist bir nitelik, egoist arzuyu örten bir güç olduğunda, o zaman ateş belirir. Ateş nedir?

Cevap: Ateş hayatın, bilginin ışığını temsil eder.

Hanukkah — Manevi Tapınak

Soru: Kabala açısından Manevi Tapınak nedir?

Cevap: Manevi Tapınak, bizim ruhumuzdur (her birimizin ve hepimizin birlikte), Yaradan ile form eşitliği için çabalayan, tüm arzularımızın bütünleşmesidir.

Arzularımızı öyle bir şekilde birleştirmeliyiz ki, bağımız içinde, birbirimize ihsan ederek, aramızda dengelenmiş bir duruma ulaşabiliriz. Ve o zaman onun içinde, çabalarımıza göre, Yaradan denen üst gücü, ihsan etme niteliğini ve sevgiyi bulacağız.

Hanukkah – İçimizdeki Yunanlılar ve Romalılar

Soru: İçimizdeki Yunanlılarla Romalılar arasındaki fark nedir?

Cevap: Yunanlılar, bilgi ve felsefeye yönelik egoist düşüncelerdir. Romalılar da bayağı arzularla çalışmaya yönelik egoist eylemlerdir.

Soru: Diyelim ki ünlü olmak, kendimi idolleştirmek istiyorum. Buna, içimdeki Yunanlılar mı deniyor? Islah edilmesi gereken arzular bunlar mı?

Cevap: Hayır. Bizler, manevi seviyede ıslahtan bahsediyoruz. Hem Yunanlılar hem de Romalılar, kişiye gerçekten ihsan etme niteliğini ifşa etmek istediğinde gelen koşullardır. O zaman, egoist arzularıyla savaşmaya ve onları içsel olarak Yunanlılar ve Romalılar olarak ayırmaya başlar.

Başka bir deyişle, birini kendi iyiliğiniz için kullanmak istediğinizde dünyamızın arzuları vardır, ve Yaradan ile ilgili arzular vardır. Yaradan Kendisini insana ifşa ederse ve kişi,  üst güçle olan bağı kendi iyiliği için kullanmak istiyor, o zaman bu arzulara egoist denir: Yunanlılar, Romalılar ve Mısırlılar. Onların ıslah olması gerekir.

Sevginin İşleyişini Başlatmak

Haberler (Oxford Üniversitesi, News and Events): “Oxford Üniversitesi’ndeki antropologlar, yedi evrensel ahlaki kural olduğuna inandıkları şeyi keşfettiler.”

“Kurallar: Ailenize yardım edin, grubunuza yardım edin, iyilik yapın, cesur olun, üstlerinize saygı gösterin, kaynakları adil bir şekilde paylaşın ve başkalarının niteliklerine saygı gösterin; dünyanın her yerinden 60 kültürün katılımından oluşan bir ankette bulundu. …”

Bilişsel ve Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nün başyazarı ve kıdemli araştırmacısı Dr. Oliver Scott Curry şunları söyledi: “Evrensel ahlakçılar ve ahlaki görecelilikçiler arasındaki tartışma yüzyıllardır devam ediyor, ancak şimdi bazı cevaplarımız var. Her yerde insanlar benzer bir dizi sosyal problemle karşı karşıyadır ve bunları çözmek için benzer ahlaki kurallar kullanırlar. Tahmin edildiği gibi, bu yedi ahlaki kural kültürler arasında evrensel görünüyor. Her yerde, herkes ortak bir ahlak kuralı paylaşır. İşbirliği yapmanın, ortak iyiliği teşvik etmenin yapılacak doğru şey olduğu konusunda herkes hemfikirdir. ”

Soru: Kabala ahlak kuralı hakkında ne diyor?

Cevap: Kabala, yukarıdaki tüm hususların, egoist insan etkileşiminin kuralları olduğunu söyler. Elbette bunlara uyulması gerekir, ancak üst yasalarla hiçbir ilgisi yoktur.

Hayvan seviyesinde, otomatik olarak riayet edilirler. Ve kişi, egoist olduğu ve başkalarına herhangi bir hayvandan çok daha fazla zarar verebileceği için, bu ilkelere ihtiyaç duyar. Eğer uyulsaydı iyi olurdu.

Ancak bu, ne Kabala’nın görevi ne de onun ilgi alanıdır. Kabala, başka ilkelere uymaya davet eder: bize bir şekilde hareket etmemizin ve başka bir şekilde hareket etmememizin söylenmesine gerek olmadığı, sevginin ilkeleridir.

Komşusu için kendi içinde sevgi hisseden bir kişi için, tüm bu kurallar doğaldır ve kişi daha farklı bir şekilde davranamaz. Bir anne için, bebekle nasıl başa çıkılacağına dair bir kanun kitabı yazamazsınız. Buna ihtiyacı yoktur; o hisseder, anlar ve her şeyi sadece çocuğunun yararı için yapar.

Soru: Annenin çocuğuna olduğu gibi, bir insanda sevginin işleyişini tetikleyecek böyle bir doğa gücünü çağırmanın mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Evet. Yapmamız gereken budur. Ve o zaman herhangi bir ahlaki kurala gerek yoktur. Kişi, bir şeyi doğru mu yanlış mı yaptığını, mahkûm edilebileceğini veya cezalandırılabileceğini görmek için sürekli olarak bir kanun kitabına başvurmak zorunda kalmamalıdır.

Soru: Ahlaki eğitimin kriterini insanların eylemleri ve motivasyonları olarak görüyoruz. Başka ahlaki kriterler olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Ahlak için gerçek kriterin, Üst Gücün varlığı ve O’nun en yüksek ilkesi olan herkese sevgi olduğunu söyleyebilirim.

Orijinal Arzuya Göre

Kabala bilgeliği yavaş yavaş insanlığa ifşa olmaktadır. Bunu edinen ilk Kabalist, 5.579 yıl önce yaşamış bir Kabalist olan Adem’di. Ancak yaklaşık 3.600 yıl önce, İbrahim aracılığıyla daha bariz bir şekilde ortaya çıktı.

Bugün Kabala bilgeliği, insanlığa aşina olma konusunda çok ilginç bir aşamadan geçiyor.

Kabala bilgeliği geçmişte, inzivaya çekilmiş ve toplumun geri kalanından ayrı olan sadece birkaç Kabalist tarafından biliniyordu, ancak bugün yavaş yavaş tüm dünyaya yayılmaya başlıyor. İçinde yaşadığımız dünyanın özünün, varoluşumuzun neden ve sonucunun ve insanın evrim planının yavaş yavaş insanlığa ifşa olduğu, eşsiz bir fenomene katılmamızın ve tanık olmamızın nedeni budur.

İnsanlar gelişim düzeylerine ve hayata katılım düzeylerine göre (tıpkı genel alma arzusu gibi) beş seviyeye ayrılır.

Kendilerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar vardır. Ailelerine, içinde yaşadıkları topluma vb. önem verenler vardır. Bir sonraki seviyedekiler Dünya, gezegenler ve uzay ile ilgilenirler. Ancak, bu dünyanın yapılarını kırmakla ilgilenmezler. Ve geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne olacağını ortaya çıkarmak ve bilmek isteyenler vardır.

Bununla birlikte, genel yaratılış sistemi, bizim ona ne ölçüde katıldığımız ve yaratılışın kendi kendine nasıl oluştuğu, nereden kaynaklandığı ve ona ne olduğu ve nasıl olduğu ile ilgilenen insanlar vardır. Onlar, yaradılışın tüm parçaları arasındaki karşılıklı iş birliğinin genel resmini anlamayı amaçlarlar.

Aslında en ilginç buldukları, tüm doğanın küresel, bütünsel bağlantısı ilkesidir. Her şeyin nasıl bağlantılı olduğunu, neden, hangi amaçla ve bir bileşenin diğerine nasıl tepki verdiğini ve yönettiğini ve diğer tüm parçaları etkilediğini bilmek isterler. O kadar büyük bir arzuya sahiptirler ki, sadece bizim dünyamızda değil, bu dünyanın ötesinde de var olan her şeyin genel sistemini, genel şemasını, genel yapısını bilmek ve edinmek isterler ve sıradan yaşamda huzuru bulamazlar.

Başkalarına benzemeye çalışarak, her türlü bedensel problemlerle uğraşmaya çalışırlar, ancak bu uzun sürmez. Kaderin bir fırsat getirmesinin ilk şansı ile hemen bir yere uçarlar, bu da günlük sorunlarla uğraşamayacakları anlamına gelir.

Onlar daha çok kozmik ölçekte bile olmayan, ancak bunun üzerinde olan (“her şey” kelimesinin içerdiği sorunlarla ilgili) problemlerle ilgilenirler. Bu, uzay değil, dünyamız değil, ama bütün bir şeydir. Genel bir fikre razı olmayan bu tür insanlar- bunu rahatsız edici bulurlar ve bu onları içeriden kemirir- Kabala bilgeliğine ulaşırlar.

Bu soru her birinde maksimum seviyesine ulaşmak zorunda değildir, ancak yine de dünyamızdan biraz daha yüksektedir. İnsanların, sağlıkları ve kaderleri gibi şeyleri neyin belirlediğini bilmekle ilgilendikleri, daha düşük bir seviyenin soruları vardır. Mistisizm’den hoşlanırlar veya halk hekimliği vb. şeyler uygulamaya başlarlar.

Böylece, aşağıdan, en düşük hayvan seviyesinden, kişinin tüm yaratılışı, tüm sistemi ve onun liderliğini hissetme ve edinme ihtiyacını hissettiği, en yüksek seviyeye kadar Kabala bilgeliğinin etrafında dönmeye başlarlar.

Arzuların farklı gelişimleri vardır ve bu nedenle çoğu Kabala bilgeliğine ulaşır, ancak bunun en yüksek seviyelerle ilgili olduğunu bir kez duyduklarında, bunun onlara göre olmadığını anlarlar çünkü hem insanlığın hem de Kabala bilgeliğinin bedensel uygulamasıyla daha çok ilgilenirler. Biraz bilgi toplarlar ve kendi seviyelerine göre hareket ederler.

Aslında böyle olması gerekiyor. Bu onların özel işi olduğu için, hiç kimseyi, gelenleri ya da gidenleri asla kalmaya zorlamamamızın sebebidir. Herkes bu sistemde, yaratılışın tüm seviyelerinde ve kişinin içsel, orijinal, kişisel arzusu anlamına gelen, ruhunun talebine göre dengesini bulmalıdır.

Bizler bu şekilde var oluruz.

Sosyal Mesafeyi Azaltmak

Soru: “Sosyal mesafe” terimi [ pandemi öncesi tanım, Covid ile ilgili “sosyal mesafe” değil] sosyal grupların konumunu, ilişkilerinin derecesini karakterize eder. Sosyal mesafe, insanlar arasındaki ekonomik, politik, etnik ve ulusal farklılığı yansıtır.

Bu mesafenin gelecekte azalacağını veya tam tersine genişleyeceğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Kabala bilimine göre sosyal mesafe azalmaya başlayacak. Yakınlaşma ihtiyacını hissedeceğiz çünkü hayatlarımızın rahatlığı, insanların güvenliği ve sağlığı, çocuklarla, ailelerle ilgili sorunlardan, büyük, küresel sorunlara kadar, her türlü salgın ve sorunun önlenmesi buna bağlıdır. Kuşkusuz, bu daha iyiye doğru bir değişiklik olacak.

Şimdi sosyal mesafeyi azaltmaya yönelik bir tür hareket içindeyiz. Dünya zaten küçülüyor. Ama yine de ulaşmak istediğimiz mesafe bu değil. Yine de, bu, hali hazırda insanların birbirlerine daha yakın olmalarına, birbirlerini daha iyi anlamalarına, diğer ülkeler, halklar ve geleneklerle tanışmalarına imkân vermekte.

Kişi, kendisinin üzerine yükselir. Birçoğumuz sürekli olarak ülkeden ülkeye uçarak yaşıyoruz. Yani özellikle internet ve medyanın gelişmesiyle, mesafe fiziksel olarak küçülüyor.

Ama en önemli şey, yavaş yavaş birbirimizi daha fazla anlamaya başlamamızdır.  Yakınlaşmasak bile en azından karşımızda insanların olduğunu anlarız. En sonunda nefret,  kinci veya nefret eden tarafından da anlaşılmış olmalıdır.

Doğru Bir Şekilde İlerlemek

Soru: Kişinin bilinci ve hassasiyeti, onu tatsızlık ve acılardan nasıl koruyabilir?

Cevap: Acılardan nasıl kaçacağımızla ve onu nasıl hissetmeyeceğimizle çok fazla meşgul olmamalıyız.

Doğru bir şekilde ilerlememiz gerekiyor ve küçük acılar bile doğru yol gösterici güçler olarak hissedilecektir. İnsan, sadece sağ güçle hareket edemez. Sadece hazla hareket edersek de hiçbir yere varamayız.

İki çizgi boyunca hareket etmemiz gerekiyor: sağ ve sol. Küçük bir çocuğu iki elinden tutup, ona yürümeyi öğretiyorsunuz.