Category Archives: Kabala

İbrahim ve Nemrut Arasındaki Çatışma

Yorum: Tanah’ın yorumcusu, ünlü Kabalistlerden biri olan David Altschuler, Kral Nemrut’un zamanından önce tüm insanların eşit olduğunu ve hiçbirinin diğerlerine hükmetmek için yükselmediğini yazdı. Ancak Nemrut, Dünya’ya hakim olmaya ve hükmetmeye başladı. Bundan sonra insanlar Babil Kulesi’ni inşa etmeye başladı.

Benim Cevabım: Babil Kulesi, İbranice Migdal Bavel, “lebalbel” (karıştırmak) kelimesinden gelir; karıştırmak, dillerin karıştırılması anlamına gelir. Bu, egoizmin insanlardan daha yüksek hale geldiği ve birbirlerini anlamayı bıraktıkları anlamına gelir.

Soru: Burada iki karakter ortaya çıkar: İbrahim ve Nemrut, iyiyi ve kötüyü, biri pozitif ve diğeri negatif gücü simgeliyor. İbrahim, ortaya çıkan çelişkilerin üzerinde birleşmenin gerekli olduğunu iddia etti ve Nemrut tüm dünyaya dağılmayı ve farklı yerlere yerleşmeyi önerdi. Buradaki direnç nedir?

Cevap: İbrahim, eskisi gibi aynı birliği istedi. Daha önce bu doğaldı ve şimdi çelişkiler yükseldiğinde, onların üzerinde bağ kurmak gerekiyordu. Nemrut, rasyonel bir karar için kapitalist gelişme denen şeyi savundu.

İkisi de haklıydı. Çünkü bir yandan İbrahim şöyle dedi: “İyi yaşadık. Şimdi egoizm yükseldi ve bizi ayırıyor. Birleşelim! ” Ancak Nemrut şöyle düşündü: “Neden birleşmemiz gerekiyor? Doğadan gelen her şey iyidir. Egoizm ortaya çıktıysa, bizi geliştirecektir. Neden kendimizi yeniden dengelemeliyiz ki?”

Soru: Aralarında bir çatışma çıktığı açık. Fakat Tora bedensellik hakkında konuşmadığına göre, içsel bakış açısından, kişinin içinde iki gücün: İbrahim ve Nemrut’un tezahür etmesi ne anlama gelir? Bu güçler nelerdir?

Cevap: İbrahim, birlik noktasını yükseltmek için bu iki noktaya sahip olan insanları, onu daha da yükseltmeye çağırdı, çünkü egoizm bu amaçla gelişiyordu.

Nemrut, egoizmin kendi benliği için gerekli olduğunu, böylece onu kullanarak fiziksel ve teknolojik olarak gelişmeye başlayacağımızı iddia etti.

“mered” (devrim) kelimesinden gelen Nemrut, bütünsel doğaya karşı çıktı. O, mümkün olan her yerde egoizmin kullanılması gerektiğine ikna olmuştu.

Soru: Egoizm doğa değil midir? Görünüşe göre Nemrut doğasını takip ederek doğal bir şekilde ilerliyordu.

Cevap: Neyi takip ettiğine bağlıdır. Doğa dengeye dayanır ve iç homeostazdadır. Egoizm, kanser gibi her şeyi bozar/saldırır.

Doğanın bir yandan rekabet üzerine inşa edildiği, diğer yandan karşılıklı zıt iki sistemin dengesi üzerindeki etkileşim üzerine inşa edildiği anlaşılır. Bir sistem Nemrut, diğeri İbrahim’dir. Sorun, onları nasıl dengeleyeceğimizdir.

Niyetinizi Değiştirirseniz Dünyayı Değiştirirsiniz

Soru: Sık sık hayatın, engelin – Mahsom’un ötesinde başladığını söylemektesiniz. İnsanların öldükten sonra gittiği yerin Mahsom’un arkasında olduğunu varsayabilir miyiz?

Cevap: Hayır. Kabala’da niteliğe yer denir. Dünyamız bir egoizm niteliğidir, onu hissettiğimiz bir yerdir.

Soru: Mahsom’u geçişin, kişinin niyetindeki değişiklikle aynı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Evet. Bu kesinlikle doğrudur. Daha önce, kendini dünyanın merkezinde hayal ettiğinde ve her şeyi sadece kendisi için yaptığında,  tüm niyetleri sadece kendisi içindi, egoizmi uğrunaydı, şimdi Yaradan’ı dünyanın merkezine koymakta ve her şeyi sadece O’nun için yapmaktadır. Bu tamamen farklı bir duygudur.

Soru: Bir Kabalist, Mahsom’u geçtiğinde bu dünyayı nasıl görür?

Cevap: Kabalist dünyayı mutlak bir iyilik, ihsan etme ve kesinlikle tüm alanı dolduran sevgi olarak görür ve bu niteliklerin içinde var olur. İfşaları, üst dünyanın ifşasıdır.

Yaradan İçin İçimizde Yer Açalım

Gerçekliğin tamamı bizim büyük egoizmimizle doludur. Tüm dünya, cansız doğa, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, tüm bunlar, Yaradan’ın gücü olan ihsan etme gücüne yer açmaya başlamamız gereken egoist arzumuzun dereceleridir.

Kendi içimizde, dünyayı algılayışımızda, aramızdaki bağlantıda çalışırız ve Yaradan’ın, O’nun ihsan etme niteliğinin embriyosunu yerleştirebileceği ve içimizde büyümeye başlayabileceği bir yer yaratırız.

Yaradan bizi hem içeriden hem dışarıdan etkiler. İçinde var olabilmemiz için, kendisini bilerek kısıtlayan beyaz ışığın içindeyiz. Böylece, kendimizi Yaradan’ın varlığından özgürleşmiş boş bir alanın içinde buluruz ve O’nu hissetmeyiz.

Bu boş alana bir ışık huzmesi girdi ve bu boşlukta manevi nesneler ve dünyalar inşa etmeye başladı. Bu nedenle, Yaradan’ın içindeyiz, O’nun tam kontrolü altındayız. Ancak bu, Yaradan açısından böyle görünmektedir.

Yaratılan varlıklar açısından, Yaradan’ın kontrolünden sözde özgür olan boş bir alanda var oluruz, çünkü bu kontrolü görmeyiz ve hissetmeyiz. Dolayısıyla bu dünyanın ve hayatımızın efendisi olduğumuzu düşünürüz.

Ama aslında, Yaradan bizi eğitir ve bizi gerçekte nerede olduğumuzu bilmediğimizin farkındalığına götürür. Sonra hayatımızın neye bağlı olduğunu aramaya başlarız ve her şeyi belirleyen ve gerçekleştiren üst gücün olduğunu keşfeder ve onu ifşa etmeye özlem duyarız.

Geçmiş nesillerin tüm Kabalistlerinin, Kabala Bilgeliği olarak adlandırılan, Yaradan’la bağ kurmamızı sağlayan yöntemi ifşa etmelerine ve bu dünyadaki yaratılmış varlıklara Yaradan’ı ifşa etme metodunu bize aktarana kadar yaşadıkları şey budur.

Otur ve Oku!

Soru: Henüz Kabalistik terminolojiye aşina değilseniz, Kabalistik kitapları okumanın doğru yolu nedir?

Cevap: Yaklaşım, düzenli çalışmalarla aynıdır – becerilerin aşamalı olarak edinilmesi.

Kabala derslerine ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum. Bana şöyle söylendi: “Otur, kitabı aç, oku.” Onu açtım. Bu, Zohar Kitabı’nın önsözlerinden biri olan, Kabala Bilimine Giriş’ti. Okumaya başladık. Ve hepsi bu kadardı. Giriş yok, hazırlık yok.

Bugün farklı. Giriş sohbetleri ve ön etkinlikler var. Ve daha önce, her şey çok basitti: İsterseniz oturun ve okuyun.

Soru: Belki de bu yüzden ciddi literatüre başlamadan önce kullanabileceğiniz daha hafif kitaplar mı var?

Cevap: Evet, bugün böyle çok kitap var. Fakat ben şahsen, bana öğretildiği şekilde öğretmenin gerekli olduğuna inanıyorum.

Kabala İle Temasa Geçmek

Soru: Neden Kabala ile az da olsa temasa geçen insanlar bile birkaç ay içinde daha iyiye doğru değişmeye başlar? Depresyondan çıkarlar, çevrelerindeki dünyayla daha iyi etkileşim kurarlar, düşmanlarıyla barışırlar vb.

Cevap: Gerçek şu ki bu onlara umut verir, tünelin sonundaki ışığı, hayatın bir anlamı olduğunu, bir devamı olduğunu gösterir.

Yani, onlar geniş bir resmi, insan etkileşiminin tüm doğasının bir panosunu ve hepsinin bir sonraki boyuta nasıl yükseldiğini ifşa ederler.

İbrahim’i Kendi İçinde Keşfetmek

Soru: 12. yüzyıl Kabalisti ve filozofu Rambam şöyle yazdı: “İnsanlar İbrahim’in yanında toplanıp, onun sözleriyle ilgili soru sorduğunda, İbrahim onları doğru yola geri getirene kadar herkese anlayışlarının derecesine göre anlattı. Böylece binler ve on binler onun yanında toplantı- onlar İbrahim’in evinin halkıdır.”

Bu olaylardan 2.000 yıl sonra yaşayan Rambam, bunun böyle olduğunu nereden biliyordu?

Cevap: Bir Kabalist araştırma yaptığında, kendisi tüm bu durumları kendi içinde yaşar. Gerçek şu ki, içimizde var olan dünyayı görüyoruz. Dışımızda hiçbir şey yok.

Soru: Bir Kabalistin onu bu şekilde görmesi mümkün mü, hâlbuki sıradan bir insan onun dışında bir dünya görüyor?

Cevap: Sıradan bir insan, sözde çevreleyen dünyayı görür. Ona sadece bu dünya varmış gibi gelir. Kabalist, tüm bunların kendi niteliklerinde var olduğunu anlar. Yani, niteliklerini değiştirirse- ve bir Kabalist onları değiştirebilir- bu, zamanda yolculuk yapmak gibidir.

Örneğin hem Baal HaSulam hem de diğer Kabalistler, İbrahim’in söyledikleri hakkında yazarlar. Onun böyle ve bu tür koşullar altında konuştuğunu nereden biliyorlar? Bir nevi onda kıyafetlenirler.

Soru: Yani, Rambam İbrahim’i kendi içinde mi buldu?

Cevap: Elbette! Tüm bu nitelikleri! Bu durumları kendi içimde yaşarım, içimde İbrahim’i bulurum, onunla aynı koşulları, bağları, ilişkileri yaşar ve dünyaya onun gibi bakarım.

İbrahim’in niteliği benim içimde buna benzer nitelikleri biriktirmeye başlar. Nemrut nitelikleriyle onlar anlaşmazlığa sahiptirler. Bütün bunlar tek bir kişinin içindedir.

Kişinin içinde direniş, Nemrut ve İbrahim bölünmesini, alma niteliği ve verme niteliğini kendi içinde keşfettiği zaman başlar.

 

“Kutsal Kitapta Verilen On Emir Nedir?” (Quora)

On Emir, birbirimizle olan mutlak bağlantımızın ve bağımızı bir arada tutan ihsan etme gücümüzün yasalarıdır.

Tora, İsrail halkının (yani “Yaşar Kel” [“Yaradan’a doğru olan”]  ortak bir arzuya sahip kişilerin) karşılıklı garanti koşulunu -“tek kalp tek adam olarak” birleşme koşulunu- kabul etmesinin ardından egoist nefretin devasa bir dağı olan Sina Dağı’nın eteklerinde verilir. (“Sina”, “Sinah” [“nefret”] kelimesinden gelir). Başka bir deyişle bizler, gelişimimizde, üzerimizde bir ego, bölünme ve nefret dağını keşfettiğimiz bir aşamaya ulaşırız ve bu dağa, manevi bir yükseliş için diğer tüm egoist arzuların üzerinde ortak arzumuzu birleştirerek, sadece kalbimizde bir nokta ile tırmanabiliriz. Bu noktaya “Musa” denir (“Moşe” [“çeken”] kelimesinden gelir), çünkü bizi egomuzdan çıkarır.

Sina Dağı muazzamdır, Babil Kulesi’nden bile daha büyüktür. Sina Dağı’nın eteğinde durmak, bireysel egolarımızın tüm parçalarını tek bir büyük dağda birleştirmeyi kabul ettiğimiz anlamına gelir. Öyleyse, aramızdaki bu büyük nefret ve bölünmeden korkmak yerine, onu birliğin özlemi için itici bir güç olarak kullanmalıyız, çünkü bir ego verilmesinin tek amacı, onu, birliğimizi beslemek için kullanmaktır.

Bu ego ve nefret dağının üzerinde birleştiğimizde, birleşmemizde ihsan etme gücünün ifşa olmasını talep ederiz. Birleşme eğilimi, “Yaratılan sevgisinden Yaradan’ın sevgisine”de yazıldığı gibi, manevi kaptır, karşılıklı sevgi, ihsan ve bağlantı eksikliğidir. Böylece “Komşunu kendin gibi sev” koşulunu kabul eder ve On Emir’i alırız.

On Emir, haz alma arzusunun doğru kullanımına atıfta bulunur. Manevi bir bağ kurmak ve sürdürmek istediğimizde, Malhut’ta uygulamamız gereken sınırlamaları ele alır. Bu sınırlamalara “perde” (“Masah”) ve “yansıyan ışık” (“Or Hozer”) denir. Malhut bu sınırlamaları kabul ettiğinde, On Emir olarak da bilinen on Sefirot’un, içinde kıyafetlenmesine izin verir.

Emir (Dover), İbranice “ifade” (Dibur) kökünden kaynaklanır yani o, Roş’un Peh’i olan Partzuf’un Peh’inde (ağzında) doğar. Bu eylemler Atzilut dünyasında gerçekleştirilir.

On Emir’i, “tek kalpte tek adam olarak” birleştikten sonra alırız. Aksi takdirde onları duyamayız. Sina Dağı’nın on sözünü duyabilen kulağa sahip olmak için, Bina seviyesinde olmamız gerekir. Uygulamada bu, önce “tek kalp tek adam” seviyesinde birleşene kadar, bir hazırlık sürecinden geçmemiz gerektiği ve ancak bu aşamada emirleri duyduğumuz anlamına gelir. Bu manevi seviyede değilsek, bu emirleri anlamak ve bunlara uymak için gereken kaplardan yoksunuzdur.

Yaratılış Ve Onun Kadın Kısmı

Zohar Kitabı , “Hayyei Sarah” [ Sarah’ın Hayatı ], Bölüm 80: Neden her türden büyücülük ve sihir kadınlarda var? Çünkü yılan Havva’nın üzerine geldiğinde, onun içine pislik attı. Yılan,  kocasına değil, sadece ona attı ve büyüler yılanın pisliğinden uzanır.  Bu yüzden büyücülük kadınların içindedir.

Kabala’da, kadınlar yaratılışın çok önemli bir parçasıdır, her şey ondan geldiği için eril kısımdan bile daha önemlidir. Ve erkek kısım, sadece kadın kısmı ile Yaradan arasındaki bağdır.

Yaradılışın tamamı kadın kısımdır. Bu nedenle doğum, yükseliş aşamaları ve tüm yaratılış eylemleri kadında gerçekleşir. Ve dünyada erkeklere sadece ona bakmak için ihtiyaç duyulmaktadır, ancak hayatın kendisi kadındır.

Ve bu doğrudur. İnsanlar bunu anlasaydı ve kabul etseydi, dünya çok daha iyi, daha düzgün olurdu. Ne yazık ki henüz o kadar ıslah olmadık.

Manevi açıdan, yaratılıştaki dişi kısma arzu, erkek kısım ise niyet olarak adlandırılır. Yaradan arzuyu yarattı ve sonra onun için doğru niyet yaratıldı: Yaradan uğruna. Ancak bu niyet sözde “günah” tarafından bozulduğunda, tam tersi oldu. Yani, verme niyetinin yerini başkalarına karşı herhangi bir sevgi veya şefkat göstermeden kendi iyiliği için almak almıştır.

Neden bir kadının bozulduğunda, içinde tüm kötülüklerin olduğunu, yılanın zehrine sahip olduğunu ve erkeğin olmadığını söylüyoruz? Çünkü kötülük kadın kısmında kendini gösterir. Bununla birlikte, hiçbir zaman kadınları kastetmiyorum. “Kadın” dediğimde, onu sadece manevi niteliklerle ilişkilendiririm. Bu nedenle, sözlerimi dünyamız düzeyinde algılamanıza gerek yok.

Yani, egoist “alma” özelliğinin Adem’e geçişinden önce Havva bozulmamıştı. Adem’in kendisi bozulmuştu ve bu nedenle Havva da dahil olmak üzere tüm dünya bozulmuştu. Havva, yılandan Adem’e aktaran bağlantıydı. Adem günah işlediğinde, ikisi de en alt seviyeye, kalıcı günah durumuna indiler ve bu egoist durumdan çıkmaları gerekti.

Çıkış, esas olarak yaratılışın erkek kısmı olan Adem’in çabalarıyla gerçekleştirilir çünkü niyeti düzeltmekle meşguldür ve onu almaktan vermeye değiştirmelidir. Ve dişi kısım daha pasiftir. O, bu niyeti kabul eder ve onunla çalışır. Ve bunu pratikte erkek ve kadın karakterlerde, dünyaya yaklaşımlarında görürüz.

Yaradan Gerçekten Kendini Bize İfşa Etmek İstiyor

Işığın ifşası, yalnızca kaba bağlıdır çünkü ışık tamamen hareketsizdir. Bu nedenle, tüm çalışmalarımız, Yaradan’ın büyüklüğünün ve niteliğinin bize ifşa edildiği boyut ve niteliğe göre kabı (Kli) inşa etmeye odaklanmıştır.  Bu nedenle, Yaradan’a “gel ve gör” (Bo-Re) denir.  Yaradan’ın büyüklüğü, O’nun ifşası için yarattığımız kap tarafından belirlenir.  Yaradan’ın yarattığı tüm alma arzularını ıslah edersek sonsuzluğa yani Yaradan’ın yarattıklarına sınırsız ifşasına ulaşırız.  O zaman, ıslahın sonundan sonra, henüz bilmediğimiz yeni edinim safhaları vardır.

Bu arada, aramızda hiçbir engel kalmasın diye bir araya gelip bağlanmamız gerekiyor.  Herkes egoizmini ne kadar kısıtlar ve kendini geçersiz kılarsa, Kli’mizdeki Yaradan’ın ifşası o kadar güçlü olur.  Elbette, Yaradan kendisini ancak onluda ifşa edebilir.

Her şey dostların bütünleşmesine bağlıdır – arzularımızı ve kalplerimizi ne kadar bağlayabileceğimize bağlıdır – bilginin miktarına değil.

Kırık bir kabın parçalarını, aralarında çatlak kalmayacak kadar yakın bir şekilde bir araya getirirsek, içindeki dolumu ifşa edebiliriz, ışık artık çatlamış bir fincandaki su gibi dışarı akmayacaktır.  Tamamlama, birliğimizin gücüne ve onun karakterine, üstesinden geldiğimiz egoizmin derinliğine ve nasıl birleştiğimize bağlıdır. Bütün bunlar, Yaradan’ın bize ifşasının şeklini belirler.

Yaradan tamamen yaratılanlara bağlıdır.  O, Kendisini bize verir, yaratılanlara O’nun ifşasını belirleme hakkı verir.

Yaradan gerçekten Kendisini bize ifşa etmek ister ve her seferinde gizlice bizi buna yönlendirir.  Ama Kendisini bize ifşa edemez;  aksi takdirde O’nun ifşası için Kli’ye, özgür iradeye, O’nun ihsan etme ve sevgiye yönelik kendi arzumuza sahip olmazdık.  Bu yüzden Yaradan her zaman gizli bir şekilde hareket eder, bizi görünmez bir el ile birleşmeye iter ve bizi uyandırmaya çalışır.  Aynı zamanda, gizlenmede kalır ve bunu başaramayacağımız gerçeğinden büyük ölçüde acı çeker.

Buna Shechina’ nın çektiği acı denir.  Yaradan, insanlara gerekli tüm imkânları verdiği ve elde ettikleri fırsatları kullanmadıkları için son derece üzüntü duymaktadır.  Ve Yaradan bize bundan fazlasını veremez.  Önceki koşulu henüz uygulamadıysak, bizi daha fazla ilerletemez.

Bu nedenle, aramızda Yaradan’a olabildiğince benzer ilişkiler kurmamız gerekir.  Yaradan gibi olmak, sonrasında “benzer” (Domeh) kelimesinden gelen, Adem olarak anılacak olan insanın görevidir.  Karşılıklı ilişkimiz, Yaradan’ın “gel ve gör” niteliğinin ifşasını belirler, O’na haz verir ve Shechina’yı, başımızın üzerindeki tozdan, egoist düşüncelerimizin ve arzularımızın üzerine yükseltir.

Bu nedenle kongrenin temel görevi, hep birlikte tek hedefe doğru karşılıklı ilerlemedir.

 

İbrahim’den Armağanlar

İbrahim, eski Babil’de çok ünlü ve saygı duyulan bir kişiydi. Bu nedenle, onun Kabalistik öğretileri, Babilliler arasında başarıyla yayıldı. Onlara gelecekteki manevi gelişim fikrini sunduğu söylenmektedir.

12. yüzyılın büyük filozofu Rambam, binlerce insanın İbrahim’i takip ettiğini yazmıştır. Binlerce! İbrahim onları Babil’den İsrail Ülkesine götürdü. Yaradan’a benzemek için içsel bir eğilim hissetmedikleri için onu takip etmeyenler, dünyanın dört bir yanına dağılmaya karar verdiler. Orijinal kaynaklar, İbrahim’in onlara sözde “hediyeler” verdiğini söyler.

Hediyeler,  onlara egonun üzerine çıkıp HGT’tan HBD’a yükselmek için egoizmin üstesinden gelmeye ve orta çizgide ıslaha dayalı olmayan her türlü başka metotlar öğrettiği anlamına gelir. Aksine, bu metotlar egoizmi kısıtlamaya, onu küçültmeye, mütevazı ve küçük şeylerden tatmin olmaya dayanmaktadır. Başka bir deyişle, İbrahim Babillilere inançların ve dinlerin başlangıcını verdi. Dünyanın her yerine bu şekilde yerleştiler.

Bu manevi öğretilerin, özellikle Doğu öğretilerinin ve dinlerin, diğerleri arasında öne çıkmamak, mütevazı olmak üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Onlar, egoizmin gelişmesini ve hatta makine ve teknolojinin gelişmesini teşvik etmezler.

Bu teoriler, egoizm ne kadar fazlaysa o kadar iyidir çünkü onun yardımıyla yükselebilir ve kendimizi düzeltebiliriz diyen Kabala metodunun tamamen zıttıdır.

Ancak, kişi ıslah için bir arzuya sahip değilse, o zaman egoizmini küçültmek ve başını öne eğmek onun için daha iyidir.