Category Archives: Kabala

Son Islaha Ulaşmayı Başarabilecek Miyiz?

Soru: Yıllarca Kabala ilmini çalışmayla meşgul olan, hayatlarını ona adayan, ancak 125 seviyenin tamamını geçme hedefine ulaşmayı başaramayan insanlar var. Son ıslaha ulaşmak zor, hatta imkansız gibi görünüyor ve son ıslaha sadece iki yüz elli yıl kaldı.

İnsanlar bu süre zarfında son ıslaha ulaşmayı başaramazlarsa insanlığa ne olacak?

Cevap: Yanılıyorsunuz. Gerçek şu ki, toplumsal gelişim süreci ve ileriye dönük hareket bugün büyük ölçüde hızlanıyor.

Örneğin, AB’de 20 yılın ardından hiçbir şey olmadı! Burası dünyanın en gelişmiş, en ilerlemiş ve eğitimli bölgesi olmasına rağmen. Amerika değil, Rusya bile değil, Avrupa! Her şeyin yoğunlaştığı eski, tarihi, kültürel ve teknolojik bir bölgedir: Sanat, müzik, bilim ve eğitim; bunların hepsi Avrupa’dır!

Amerika nedir? Kaç yaşında? Yüz elli yıl önce, hala orada insanların kafa derisini topluyorlardı. Sadece bize uzun zaman önceydi gibi görünüyor ama aslında öyle değil, çok hızlı gelişiyoruz.

Rusya nedir? Yüz yıl önce, hala atlarla tarlaları sürüyorlardı ve açlıktan ölüyorlardı.

Avrupa hala Avrupa! Son yirmi yılda orada neler oldu? Birleşmeye çalışıyorlar, hepsi bu; şimdi zaten düşüyorlar. Liberalizm ve demokrasi Avrupa’yı hızla yok ediyor!

Bunu yirmi yılda yaptılar ve önümüzde hala iki yüz yıl var. Bu yüzden, ıslaha ulaşmayı başaracağız. Bundan kesinlikle eminim.

Doğa, aslında her şeyi, son aşamalarda ilerlememizin niceliksel değil niteliksel hale gelmesi için hazırlamıştır. Şimdi her yıl nasıl ileriye doğru itildiğimizi ve nasıl ileriye doğru atılmaya yönlendirildiğimizi göreceğiz.

Bunu yapmayı başaracağız!

“Exodus (Göç) 12:38′ deki Karma Çokluk Kimdi?” (Quora)

Bir ulusu – bir insanın içinde ve dışında – üç kısma ayırabiliriz. Yaradan’ı arzulayanlara “İsrail (Yaşar-Kel)” denir. “Mısırlılar” olarak adlandırılanlar maneviyatla ilgilenmezler ve bunun yerine maddi yaşamlarıyla ilgilenirler. Karma çokluk, bir yandan Yaradan’dan korkan, diğer yandan da Yaradan ile bağlarını bencilce kullanmaya çalışanlardır.

Çoğu insan Yaradan’a veya daha yüksek bir güce inanır. Kişinin Yaradan’a olan arzusunu ifade eden değişik metot ve öğretiler vardır. Ateistlerin bile Yaradan’la bağlantı kurmayı arzulayan içsel bir noktası vardır ve bu, onların varoluş için en içte mantıklı düşünmelerini tanımlar.

İnsanlar iki türe ayrılır: Biri hayatta güven ve başarı kazanmak için, Yaradan ile bağlarını kullanan dinlere ve diğer inanç yöntemlerine bağlı olanları tanımlar. Diğeri ise, bu hayatta Yaradan ile bağlarını keşfetmek isteyenleri tanımlar. Yaradan’ın ifşasını talep ederler ve O’nu kendi içlerinde keşfetmek isterler. Beş duyuyla algıladığımız, cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinin üzerinde ek bir gerçeklik katmanı ortaya çıkarmak isterler.

En derin ruhsal özlemimiz, Kabala metodu ile gerçekleştirilebilir. Bizi gerçekte her şeyi belirleyen en yüksek yönetim gücünün hissine götürür. Kabala bilgeliği, biz bu dünyada hayattayken bizi böyle bir edinime hazırlayabilir.

Öyleyse insanlar, tek arzuları kendilerine hizmet etmek olduğunda, karma çokluğun Yaradan’dan – mutlak sevgi ve ihsan etme niteliğinden – korktuğunu nasıl düşünebilirler?

Yaradan’la bağımızı bencilce veya özgecil bir şekilde kullanabiliriz. Yaradan ile bencil bir bağ, bizi Yaradan’a doğru tüketiciler olarak konumlandırır. Böyle bir bağ sürekli olarak kendimizi hedefleyen bir tatmin talep etmemize neden olur. Bu yalnızca, yaşama karşı doğamız gereği bencil eğilimimizin bir devamıdır. Yaradan’ı bencilce hedeflerken, gerçekte korktuğumuz her şeyi kapsayan bir güç olduğunu kabul ederiz, ancak bilinçli olarak böyle bir kabul için bir ödül talep ederiz. Öyleyse bu hayatta ve / veya sözde öbür dünyada ödüllendirileceğimizi umarız. Yaradan’la böylesine bencil bir ilişkiye “karma çokluk” denir.

Mısırlılar (Tora’da), Yaradan ile bağı olsun ya da olmasın sadece iyi bir yaşam isterler. Bu dünyada gözlemlediğimiz basit tüketici tutumu budur. Belirli emirleri ve eylemleri yerine getirebilirler, ancak bu tamamen özgecil olmak için değildir yani “Komşunu kendin gibi sev” ana buyruğunu gerçekleştirmek için değildir.

Karma çokluk, Mısır’dan çıkışı yani bencil egodan çıkıp başkalarıyla sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı içeren bir hayatı yaşamayı reddeden egoist arzulardır, Kızıldeniz’i geçemezler ve Mısır’a dönmek isterler. Mısır’daki kölelikten kaçmak isteyenleri yani ego tarafından kontrol edilenleri durdurmak için ellerinden geleni yaparlar. Yaradan kadar özgecil ve sevgi dolu olmaya çabalayanlarla aynı doğrultuda yaşarlar.

Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olma yolunda olanlar, yolda “karma çokluk” olarak adlandırılan arzularla karşılaşmak zorundadır çünkü bu arzular sonuçta Yaradan’la bağ kurma konusundaki gerçek arzumuzu diğerlerinden ayırt etmemize yardımcı olur: tüm memnuniyet ve iyiliği Yaradan uğruna olmasını istemek dışında,  kendimize yönelik bir ödül istemeyiz.

Her insanda, her manevi derecede geniş bir arzu yelpazesi ortaya çıkar. Bu arzuları nasıl kullanacağımızı ve bunları Kabalistik kaynakların yardımıyla nasıl çözeceğimizi öğrenebiliriz, yani, Malhut (alma) ve Bina’nın (ihsan etme) niteliklerini ayırmak ve ihsan etme niteliklerinin değerini almanınkilere göre yükseltmek için. Bu, Yaradan gibi özgecil ve sevgi dolu olmak için, birbirimize olumlu bir şekilde bağlanmayı hedeflediğimiz, manevi olarak destekleyici bir ortama girerek yapılır.

“Musa Tarafından Kızıldeniz’i Geçişin Gerçekten Olduğunu Düşünüyor Musunuz?” (Quora)

Kabala bilgeliğine göre, Kızıldeniz’i geçiş, kişinin egoist arzularını geride bırakıp sevgi, ihsan etme ve bağ için manevi arzularına girmesinin, içsel bir manevi durumunu tanımlar. Esasen bu dünyadan manevi dünyaya geçiştir ve kendisini manevi yükseliş metoduna veren her insanda ortaya çıkan bir süreçtir.

Bu dünyanın egoist sınırlarından yani yalnız kendi çıkarımız için zevk alma arzusundan çıktığımızda, onu bir kez ve sonsuza dek terk etmeliyiz. Böyle bir değişimde geçtiğimiz sınır, “Kızıldeniz’i geçmek” olarak tanımlanır.

Egodan çıkma süreci, daha önce olduğu gibi egonun kölesi olmak için Mısır’a geri dönme arzusu (yani kendimize yönelik taleplerimizin kontrolü altında yaşamak) olarak ifade edilen güçlü egoist direnci gerektirir. Mısır’dan çıkmak isteyen ulus, daha özgecil, verici ve sevgi dolu olmak için nasıl ilerleyeceği konusunda hala bir fikre sahip değildir.

Bu durumlar, her insanın ve bir grup insanın içinde birbirleriyle bağ kurmak için egosunun üzerine çıkmaya çalışırken canlanır. Kızıldeniz’in ayrılması, Kabalistlerin Musa’nın değneğiyle sembolize edilen “mantık ötesi inanç” dedikleri bir süreçle gerçekleşir. Genel olarak, “mantık ötesi inanç”, manevi yolda ilerlemenin- sevgi, ihsan etme ve pozitif bağ yolu – öneminin, egoist ve materyalist arzularımıza kalan hizmetkârların önemi üzerine yükseltilmesi anlamına gelir. Normalde, maneviyatın önemi, egoist arayışlar için doğal olarak taşıdığımız önemden daha düşüktür ve bu nedenle maneviyatın önemini artırmak, manevi edinimi hedefleyen benzer düşünen insanların destekleyici bir ortamını gerektirir.

Kızıldeniz bölümleri, mantık ötesi inanç içinde olanlar içindir. Kızıldeniz’i geçmek, egoist arzuların kontrolü altındaki maddi geçici dünyadan, karşıt özgecil bir işletim sistemi tarafından yönetilen, ebedi manevi dünyaya geçmemiz anlamına gelir. Firavun’un orduları “mantık altında ” olarak adlandırılan, içsel durumu temsil eder. Onların boğulmaları, maneviyata geçerken geride kalan egoyu temsil eder.

Bu eylem, Nahşon’un denize atlamasıyla sembolize edilir. Nahşon neden önce Musa yerine denize atlıyor? Bunun nedeni Musa’nın zaten bu durumun ötesinde, Bina niteliğinde olmasıdır. Başka bir deyişle, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi nitelikleri zaten Musa’yı yönetmektedir. Onun bu manevi niteliklerle bağı, ulusu yönlendirir yani egodan çıkmayı ve manevi bir bağa girmeyi amaçlayan arzular, onları yavaş yavaş egodan salıverir ve manevi bağa götürür.

Mantık ötesi inanç yoluyla ilerleme arzusu olmayan, ancak egoda kalmak isteyen arzular, mantık ötesi inanç koşulu tarafından öldürülür. Bu, onların egoları üzerinde sevgi ve ihsan etme niteliğini edinemedikleri için, Kızıl Deniz’i geçemeyecekleri manevi edinime giremeyecekleri anlamına gelir. Egoist arzular denizde ölür, egoist ve özgecil arzular arasında bir bölünmeye neden olur.

Deniz veya genel olarak su, yaşamı- Bina niteliğini, ihsan etme ve sevgiyi temsil eder. Biz suda doğarız. Su hayatın temelidir, ancak hem iyi hem de kötü sular vardır. Su hala egonun sınırları içindeyken zararlıdır, içinde bulunanları boğar.

Kızıldeniz’i geçme hakkındaki tüm hikaye, doğaüstü bir yeteneğin kazanılmasını, başkalarını kendi çıkarları olmadan önemsemenin niteliğini ve başkalarına fayda sağlamanın kendi çıkarından daha önemli hale geldiği tamamen farklı bir varoluş sistemine geçişi anlatıyor. Bir sınırı aşarız ve daha önce sıradan ego aracılığıyla sadece kendimiz için yaşarken, başkalarına sevgi ve ihsan etme hayatına geçeriz.

Kızıldeniz’i geçmek, böylece hayata karşı tutumumuzun tamamen tersine döndüğünü – egoizmden özgeciliğe, dünyevilikten maneviyata, bölünmeden bağa ve alma arzusundan ihsan etmeye – ve sadece Yaradan gibi sevgi ve verici olma arzusu tarafından yönlendirilir: hiçbir kişisel çıkarı olmayan saf ihsan gücü.

Kaynaklara Karşı Doğru Tutum

Soru: Kaynaklarla doğru bir şekilde bütünleşebilmek için, kaynakları okurken arzu edilmesi gereken doğru şey nedir?

Cevap: Bize verilen her şey, kişinin bilip bilmediğine, anlayıp anlamadığına, İbranice konuşup konuşmadığına veya bununla hiçbir ilgisi olmadığına bakılmaksızın, onu Yaradan’a bağlayabilmesi için gereklidir. Bu, ne bildiğinden veya anladığından bağımsız olarak herkes için geçerlidir.

Bu yüzden, ders sırasında kaynakları okuduğumuzda veya Kabala bilgeliğinin hangi bölümünü çalışırsak çalışalım, sadece şunu düşünmelisiniz: Bilge adamlar olmadan “Yaradan ile minimum bağa nasıl ulaşabilirim”! Göreceksiniz ki bu aslında çok basittir, hatta metne karşı, işe yarayan naif bir tavır diyebilirim.

Üst kaynağa tutunmak ve her yönden kendimize odaklamaya başlamak için kullanabileceğimiz daha fazla araçtan bahsediyoruz.

Musa’nın Elindeki Asa

Musa, bir kişinin tüm arzularını ortaya çıkarmak isteyen bir güçtür. İyi olmaya, maneviyat ve ihsan etme özlemine, dostlarımla bağ kurmaya, herkesi sevmeye ve bu dünyanın pisliği üzerine yükselmeye karar veririm. Karar verdim! Ama bir sonraki an iyi niyetimi unuturum ve her şey yine eskisi gibi devam eder. Bu herkesin başına gelir. Öyleyse ben ne yapacağım?

İlerlemeye ve insanların diğer tüm arzularını çekmeye karar veren güce Musa denir. Ve Musa diğerlerini kendisiyle birlikte çıkaramayacağını görür. Sonra Yaradan’a: “Ama bana inanmayacaklar!” diye yakınır.

Bedeninizi, çalışmak için yataktan kalkmanız, dostlarınızla bağınızı güçlendirmeniz ve bağlantınız üzerinde birlikte çalışmanız gerektiğine ikna edersiniz. Kalbimi ikna etmeye çalışırım, ama o beni dinlemek istemez. Ricalarımdan etkilenmez, yani bunun yapılması gerektiğine inanmaz.

O zaman Yaradan, Musa’ya asayı yere atmasını emretti, asa bir yılana dönüştü. Musa çok korktu ve kaçtı. Gerçek şu ki, sadece iki durum vardır: egoizm veya kutsallık ve orta yol yoktur. Eğer onu yere atarsan, aynı asa yılana dönüşür.

Maneviyata bu dünyanın değerlerinden daha fazla değer vermezsem, o zaman asam bir yılana dönüşür ve tabi ki manevi yoldan kaçarım. Bu nedenle maneviyatın değerini görmesem bile onu arttırmalı, yılanı kuyruğundan tutmalı, kaldırmalıyım ve o, asa haline gelecektir.

Asa mı yoksa yılan mı olduğu sadece kişinin kendisi tarafından belirlenir. Yani, ya maneviyata, bağa ve ihsan etmeye ya da bedenselliğe, dostlarımdan ve ihsan etmekten ayrılığa doğru, nasıl ilerleyeceğime ben karar veririm ve buna asa ya da yılan denir. Her şey neye daha çok ya da daha az değer verdiğime bağlıdır, yani öncelikler ölçeğime göre çalışmam gerekir.

Bu çalışma esas olarak dostlarımın maneviyata ne kadar değer verdiğinden etkilendiğim onlu içinde yapılır. Herkes, maneviyatın onun için bedensellikten çok daha önemli olduğunu dostlarına göstermekle yükümlüdür ve bu nedenle: “Her biri dostuna yardım etti.” denir. Bu en önemli şeydir.

Yılan, benim için tüm niyetleri temsil eder ve üstlerinde olmak için onları başından tutmalıyım.

Yaradan, Musa’nın gelişmesi ve ilerlemesi için, ona asayı vererek öğretir. Bu, bedenselliğin her zaman maneviyattan daha düşük önemi olacağı anlamına gelir ve bu da yolu açacaktır. Fakat maneviyatın önemini yüksek tutmazsanız ve asayı yere atarsanız ve maneviyatın özellikle önemli olmadığına, cennetin dünyadan daha önemli olmadığına karar verirseniz, o zaman asa hemen bir yılana dönüşecektir. Bu şekilde Yaradan, manevi yükselmenin korunması gerektiğini gösterir.

 

Birbirimizin Doğasını Anlamak

Yorum: Günümüzde insanlar birbirlerine karşı herhangi bir sorumluluk istemiyorlar ve bu nedenle evlenmiyorlar.

Cevabım: Kişi egoisttir. Evliliğin onu gerçekten dolduracağını anlasaydı ve evlilikte alıp verebilmesi için yaratılmış olsaydı, bundan daha iyi bir şey olmadığını görürdü.

Ancak bunun için, bir erkeğin karısından, çocuklarından ve ailesinden tam olarak bu tür ihtiyaçlara, niteliklere, yapay olarak değiştirilmemiş arzulara sahip olması için bir iletişim biçimi yaratması gerekir ki yoksa akşamları bir yerlere kulüplere, barlara kaçmaya zorlanır.

Bir kadın için de aynıdır. Ailesi, kocası ve çocukları için kendisinin hoşlanacağı koşulları yaratmaya kararlı olmalıdır. Bu nedenle burada uygun eğitime ihtiyaç vardır. Daha egoist olmamızın bir önemi yok. Aslında daha büyük egoizm bizi bir sonraki seviyeye taşımalıdır.

Erkekleri ve kızları doğru bir şekilde eğitmeli, onlara birbirleriyle nasıl etkileşim kuracaklarını öğretmeli ve onlara sadece okullarda seks hakkında ders vermemeliyiz. Görünüşe göre sadece hayvanlara doğru cinsel ilişkileri öğretiyoruz, ancak insanlara birbirleriyle doğru bir şekilde nasıl bağ kuracaklarını, birbirlerini nasıl anlayacaklarını ve tamamlayacaklarını öğretmiyoruz.

Onlara bu eğitimi vermezsek, gelecek nesil perişan olacak. Bazı mekanik etkileşime, anlaşılmaz bir şeye gelecekler.

Kabala, doğadaki her şeyin uyum üzerine inşa edildiğini söyler. Bu uyum birbirinin doğasını anlamaya bağlıdır.

Enstitünün ilk yılındayken Svyadoshch Avraam Moiseevich adında bir profesörümüz olduğunu hatırlıyorum. Bize bir kazadan hemen sonra, zor bir doğum sırasında veya bir kalp nakli sonrasında insanların içinde bulundukları zorlu koşulları göstermek için bu ameliyatların yapıldığı farklı hastanelere götürdü.

Ve biz, on sekiz veya on dokuz yaşındaki çocuklar, bununla çok sarsıldık. Doğum hastanesinden ilk çıktığımızda şok olduk: Doğum yapmak ne kadar zor, ne kadar kanlı, ne kadar acıydı. Doğum yapan kadınlara bakarken neredeyse ağlayacaktık. Pek çok şeye karşı tutumumuz değişti. Grubumuzdaki kızlara bile farklı davranmaya başladık.

Yaşadıklarıma dayanarak, doğumdan çeşitli sorunlara, yaralanmalara, ölümlere kadar tüm durumlardan geçtiğinizde, çocuklara hayatın ne anlama geldiğini anlatmak ve göstermek için tüm okul çocuklarını hastanelere, doğum hastanelerine ve morglara, mezarlıklara kadar götürürdüm, bunların hepsi gerekli. Ve bunu çok ciddi bir ön hazırlık ile yapardım, böylece çocuklar psikolojik travma yaşamasınlar. Hayata karşı anlayışlı ve yetişkin bir tutum bu şekilde inşa edilir.

 

“Kutsal Kitaptaki İlk Emrin Anlamları Nelerdir: ‘Sizi Mısır Topraklarından, Kölelik Evinden Çıkaran Efendiniz Tanrınız Ben’im. Benden Başka Tanrınız Olmayacak’ Mı Demek? ”(Quora)

Bu en temel emirdir. Bu, dünyada her şeyin üstünde ve ötesinde olan tek bir güç olduğu anlamına gelir. Bu güç bizi doğanın cansız, bitkisel ve canlı seviyelerinden, İbranice’de “Adam” olan, “konuşan” veya “insan” olarak adlandırılan seviyeye kadar geliştirir.

“Adameh le Elyon” dan (“en yüksek olana benzer”) gelen Adam (“insan”), doğanın her şeyi kapsayan gücü olan Yaradan’ı anlayan ve onunla bağlantı hisseden kişidir.

İnsanlık bilim, teknoloji ve sanattaki ilerlemesine rağmen, insanlığın büyük çoğunluğu hayvansal seviyede var olmaktadır. Hayvansal seviye yani hayvan halimiz, başkalarına ve doğaya fayda sağlamaktan ziyade kendi kendine fayda sağlamaya yönelik temel düşüncemizi tanımlar. Başka bir deyişle, doğuştan gelen egoist doğamızda hapsolduğumuz zamandır.

Bizler egoist doğamızdan yani “Mısır topraklarından, kölelik evinden” çıkabiliriz ve gerçeklikte daha yüksek gücün yani Yaradan’ın ya da emirde yazıldığı gibi “Ben senin Efendin Tanrınım” ın etkisini kabul ettiğimiz insan seviyesine yükselebiliriz.

Bilincimizi Keşfetmek Mümkün Müdür?

Yorum: Bilimde, bilinç, mantık ve akıl arasında büyük bir kafa karışıklığı vardır. Her şey tek bir yığın halinde kümelenmiştir.

Benim Cevabım: Şimdi bu tanımları anlamaya çalışalım. Açık konuşmak gerekirse bunu asla bilerek yapmadım. Öğretmenimi genç yaşta buldum ve o beni her şeye kesinlikle açık, sistematik bir yaklaşımla “satın aldı”.

Yorum: Sorun şu ki, bu konuda yüzlerce yıldır neredeyse hiç ilerleme kaydedemiyoruz. Örneğin Descartes beyinde ruhu aradı, epifiz bezini buldu ve “Bu ruhtur” dedi. Ve bugün de aynı: Bilinç beyinde aranıyor.

Şaşırtıcı bir şekilde, öyle görünüyor ki, tam da bu alanlarda büyük ilerleme var, tomografi var, çok sayıda alet var, ancak herhangi bir ilerleme kaydetmedik.

Benim Cevabım: Gerçek şu ki, bu cihazlar bize ruh, bilinç veya zihin hakkında herhangi bir izlenim veremeyecek.

Yorum: Ne yazık ki bilim adamları araştırmalarına bu yönde devam ediyor. Bazıları “Bilinç araştırması zaman kaybıdır” diyor. Diğerleri çıkmaza girdiklerini ve hiçbir şey yapamayacaklarını düşünüyor. Yine de hepsi tamamen materyalist bir yaklaşıma bağlı kalmaya devam ediyor.

Benim Cevabım: Kabala aynı zamanda saf materyalizmle de ilgilenir. “Doğamızın üzerine yükselmenin bir yolunu bulmak gerekiyor. Tüm doğamız egoizmdir. Bunun üzerine yükselmeye çalışmalıyız.” der.

Bu fırsatımız var mıdır, yok mudur? Kabala ona sahip olduğumuzu söyler ve buna göre bazı araçlar, bazı fırsatlar verir.

Bir yandan, bu prensipte açık, ölçülü, materyalist bir yaklaşımdır. Öte yandan, doğamıza, egoist arzularımıza aykırıdır. Bu nedenle bilim adamlarının buna ihtiyacı yoktur.

Doğamız çerçevesinde bilim adamları her konuda hemfikirdir, çünkü yatırım yaptığınız yerde gözle görülür bir fayda vardır. Risk almaya ve kendilerini feda etmeye isteklidirler, ancak bunu zihinleriyle aynı düzeyde anlarlar. Bilim adamlarının tehlikeli deneylerde, hayatlarını gerçekten feda ettiklerine dair iyi bilinen örnekler vardır.

Ancak, ortalama bir kişi Kabala’nın ne sunduğunu anlayamaz. Burada farklı bir atmosfere, farklı bir laboratuvara ihtiyacımız var. Burada siz kendiniz laboratuvarsınız.

Onun üzerine çıkmaya çalışmazsak, zihin hakkında nasıl konuşabiliriz ki ?! Onu nasıl çalışabiliriz ?! Bu herkes için açıktır: Bir şeyi araştırmam gerekirse, bu araştırma nesnesinden en azından küçük bir adım daha yukarıda olmam gerekir. Kendinizden çıkmadan bir şey yapmak imkânsızdır. Dolayısıyla bunun, kendi kontrolleri dışında olduğunu söyleyenlere katılıyorum.

Kabala’nın sunduğu (çevremizdeki dünyadan, bizi çevreleyen alandan, doğamıza zıt bir güç ortaya çıkarmak ve bizi değiştirmesini sağlamak için, bizi doğamızın üzerine bir sonraki seviyeye yükseltmek için) yardımcı araç olmadan şu anki derecemizi keşfetmek imkânsızdır. O zaman zihnin ne olduğunu ve bilincin ne olduğunu bileceğiz. Bu herkes için mümkün olacak.

Bu arada, bizi bir sonraki dereceye taşıyacak böyle bir gücün olduğunu, kanıt olmadan kabul etmeliyiz. Daha sonra bu dereceden bilincimizi ve zihnimizi keşfedeceğiz.

Twitter’da Düşüncelerim / 6 Nisan 2021

Toplumda işleyen iki güç vardır: birleşme gücü, sevgi, yakınlaşma, diyalog, işbirliği ve insanları ayıran, onları birbirine düşüren ve rekabet yaratan güç. Bu gelişmelerin her birinin dönemleri vardır. Bu tür süreçleri kontrol edemeyiz.

Ne birbirimizle birleşemeyiz , birlik olmadan da var olamayız. Birbirimizi yenemeyiz ve kendimizi kötülüğün, egoizmin gücünden de kurtaramayız. Bir çıkmazdayız ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ancak öyle ya da böyle sonucu değiştirme fırsatımız var.

Birleşme, insanın arzusu içinde gerçekleşir. Tüm arzular birleşir ve tek arzuda Üst güce benzemeye başlar. Her şey benzerliğe gelir: “Aşağıda” insanlar ve “yukarıda” doğanın Üst kuvveti. Aralarında temas ve destek geliştirirler ve birbirlerini hissetmeye başlarlar.

Üst güç, doğanın genel gücüdür. Tüm doğa bir programdır, tüm parçaları birbirine bağlıdır ve birleşiktir. Üst Güç ile uyum bize iyi bir gücün içinde yaşama hissini verir – herkes yaptığı her şeyde başarılı olabilir, çünkü bunların hepsi birleşmeyi amaçlamaktadır.

Dünyamızda, gerçek bir yalandır. Onsuz yaşayamayız. 1 Nisan Şakası sadece yılın bir günü değil. Yıl boyunca sürekli birbirimize yalan söylüyoruz. Kötü eğilim, egoizm bizi yalan söylemeye zorlar çünkü birbirimize gerçeği değil, bize faydalı olanı söylemek istemeyiz.

Çevremizdeki her şey bir yalandır. Bir yalanı Yaradan’dan geliyor, bizi doğru safhaya yönlendiriyor gibi ele alırsak, o zaman bizim için bu yalan gerçeğin bir parçasıdır. Beni gerçeğe götürürse bir yalanda olmaya hazırım.

Sonra anlayabilirim, hissedebilirim ki o beni değiştirecek, beni gerçeğe götürecek.

Yaratan Üst Güçtür ve gerçek O’nun programıdır. Program, ters formu, yalan içeriyorsa çalışabilir. Yaradan’da yalan, O’nun zıddıdır. Yaradan’ı anlamak için yaratılanlar iki formdan yaratılmalıdır: hakikat ve yalan.

Gerçek ile yalan arasında, Yaradan denen forma girebiliriz. “Bo-re” – “gel ve gör”. Bir yalandan geliyorum, O’nun zıt halinden, O’na, gerçeğe. Tüm edinim gerçeğin açığa çıkmasıdır. Gerçek, her şeyi keşfettiğimiz ve hissettiğimiz yaşamın kaynağıdır.

Ruhsal ilerleme, birbirimize karşılıklı dahil olmamız yoluyla gerçekleşir: aramızdaki mesafe ne kadar küçükse, Yaradan’a o kadar yakın oluruz. Bunun aynı mesafe olduğunu hissetmeye başlayacağız. Ve sonra, bizi ayıran Firavun’un bizim iyiliğimiz için çalıştığını göreceğiz.

 

 

Kabala ve Sufizm – Tek Öğretinin Dalları

Soru: Sufizm’in canlanmasına katkıda bulunan biriyle ilgilenir miydiniz? Aslında bu da Kabala ama İslami.  Aynı zamanda daha anlaşılır çünkü daha geniş bir insan kitlesine yöneliktir.

Sufizm bir şekilde yeniden doğarsa, bu iki akım bir çekişme yaratmadan aynı anda var olabilir mi?

Cevap: Birincisi, Sufizm ve Kabala asla birbiriyle ter düşmeyecektir. Aralarında herhangi bir çekişme olamaz.

İkincisi, hem Sufizm hem de Kabala dışlanmıştır çünkü her iki öğretiden de hem İslam’ın hem de Museviliğin dini liderleri nefret etmektedir.

Üçüncüsü, yeniden canlanmaya ihtiyaçları olduğu için Sufizm ile Kabala arasında henüz bir bağlantı olamaz. Her ikisine de hayat vermeliyiz. Sufizm sürgünde.

Sufilerle yurtdışında tanıştım: Hollanda’da, İngiltere’de, Amerika’da. İran ve Irak’tan kaçmak zorunda kalmışlar. Ama olgun ya da yaşlı insanlardı. Artık bizimle olduklarını sanmıyorum. Ve hemen hemen hiç öğrencileri yoktu.

Ama gerçekten umuyorum ki Kabala Musevilik’te yeniden doğuyorsa, Sufizm de İslam’da yeniden doğacak ve tüm dünyaya yayılacaktır. Sufizm ile ilgilenenler onu uygulamaya başlayacak. Kabala ile ilgilenenler bunu uygulayacaklar. Bu önemli değildir! Asıl mesele, bir insanın kendi üzerinde çalışması ve kendini geliştirmesidir.

Uygulama olarak hem Sufizm hem de Kabala aynı şeyi öğretir. Sufizm, Kabala gibi, İbrahim’den doğmuştur. Ancak Sufizm’i manevi bir öğreti olarak en büyük oğlu İsmail’e, Kabala’yı ikinci oğlu İshak’a geçirdi. Ama aslında, bunlar birbiriyle ilişkili yöntemlerdir.

Aralarında çelişki yoktur. Önemli olan onları geliştirmek ve yaymaktır.

Ancak, onları karıştırmanızı tavsiye etmem. Bırakın gelişsinler. Ve sonra düşünmeye ve harmanlanmasının uygun olup olmadığını ve nasıl olduğunu anlamaya başlayacaksınız.