Category Archives: Kabala

“İnsanların Birliği Amacıyla Tarih Boyunca Kanıtlanmış Yöntemler Nelerdir?” (Quora)

Kabala Bilgeliği, ilk kez yaklaşık 4000 yıl önce eski Babil zamanında, insanları farklılıklarının ve anlaşmazlıklarının üzerinde birleştirmek için uygulanan, zaman içinde test edilmiş bir birlik metodudur.

İnsanların, doğası gereği kırık ve bölünmüş bir durumda olduğu varsayımına göre hareket eder ve bizler bağ kurmak için bir araya gelmeye başladığımızda, bir yöntemin rehberliği olmadan, olumlu bir şekilde bağ kurmanın imkânsızlığını keşfederiz.

Olumlu bir şekilde bağ kuramamamızın nedeni, doğamız gereği egoist olmamız, içgüdüsel olarak kendimiz için fayda sağlamaya, başkaları için fayda sağlamaya göre öncelik vermemizdir ve olumlu bir şekilde bağ kurmak istiyorsak, ikinci eğilimin daha yüksek önceliğe sahip olması gerekir.

Kabala Bilgeliği, çalışma yoluyla, her şeyden önce başka bir kişinin görüşüne karşı çıkan bir yönde hareket etmemeyi, ama tabiri caizse, ayrılık güçleri (egoist doğamız) ve bağlantı güçleri ile nasıl sandviç yapılacağını açıklayan bir yöntemdir. Böyle bir sandviç hakkında yazılmıştır ki, “Sevgi tüm günahları örter.” Yani, egoist doğamız nedeniyle bölünmüş olduğumuzu, birbirimizi sonsuz bir şekilde eleştirdiğimizi ve kayıtsızlıktan nefrete farklı derecelerde birbirimizi reddettiğimizi anlarız. Ancak, birbirimize karşı hissettiğimiz bu doğal reddedişe aldırış etmeyiz.

Bunun yerine, Kabala Bilgeliği, kendimizi egonun üzerinde birleşmeye konsantre edeceğimiz bir yöntem sağlar. Tüm farklılıklarımız kalır ve farklılıkların üzerinde birbirimize pozitif olarak bağlanmaya odaklanırız. Farklılıkları sürdürür ve onların üzerine ikinci bir seviye inşa ederiz.

Kabala bilgeliği, insanlığın, herkesin kendi bölünmelerinin üzerinde birleşeceği bir düzeye ulaşacağını, ancak şimdilik, farklılıklarının üzerinde birliği uygulamak için böyle bir bilgeliğe yalnızca küçük bir kritik insan kitlesinin çekileceğini belirtir. Bu yöntemi kendi başlarına gerçekleştiren bu kritik kitle sayesinde, onların birliği insanlık genelinde hareket etmeye başlayacaktır. Diğer bir deyişle, mevcut dönem, insan hayatını belirli bir şekilde iyileştirmek için, yeni bir teknolojiyi keşfetmek amacıyla küçük bir grup bilim insanının laboratuarda birkaç deney gerçekleştirmesine benzer şekilde, bir grup insanı kendi aralarında bir araya getirme yöntemini uygular. Onlar bunu bir kez keşfettiklerinde, patentlenmiş hale gelir ve kitlesel ölçekte piyasaya sürülür ve insanlık, birkaç basit talimatla onu kullanma becerisine sahip olur.

Manevi Eylem Çerçevesinde

Yorum: Yaklaşık üç buçuk bin yıl önce, Tora’ya göre (Çıkış Bölüm 5) Musa, Mısır Firavunundan İsrail halkını Tanrı adına kölelikten salıvermesini talep etti. Fakat Firavun onu dinlemedi ve Mısır’a on bela düştü.

Akademik bakış açısından böyle bir olayın olmadığına ve olsa bile Tora’da anlatılan ölçekte olmadığına inanılmaktadır. Dinde elbette hiçbir şey test edilmez, sadece bunun olduğuna inanılır. Kabala, bu olayları hiçbir şekilde tarihsel olaylar olarak görmez, ancak bunların insanların ve Musa’nın kendi içinden geçtiği manevi süreçlerle ilgili olduğunu ileri sürer.

Cevabım: İlk olarak, Tora bireysel insanlar ile ilgili değil, tüm insanlığın yalnızca içsel meseleleriyle ilgili konuşur. İkincisi, dünyevi yaşamda bir şekilde tezahür etmiş olsalar da bizler fiziksel problemlerden bahsetmeyiz. Yani konu bu değildir.

Başlangıçta, tüm insanlık egoist bir haz alma arzusundan yaratılmıştır. Bu arzu, insanların artık egoizmde kalamayacaklarını ve bir şekilde ondan kurtulmaları gerektiğini anlamaya başladıkları noktaya kadar doğuşunun ve gelişiminin belirli aşamalarından geçer.

İbrahim’in Eski Babil’den Kenan topraklarına götürdüğü grup, daha doğrusu torunu Yakup’un oğulları olan torunları Mısır’a geldi. Tora’da anlatıldığı gibi orada uzun süre yaşadılar ve iyi kötü farklı aşamalardan geçtiler. Ancak, esasen Tora bu insanların içsel durumlarından bahseder.

Dahası çok sayıda insanlarda bahsettiğimizde, onların sayılarını değil, manevi güçlerini kastediyoruz. Yani tüm bunlar manevi eylemler çerçevesinde algılanmalı ve tartılmalıdır.

Aynısı Mısır infazları için de geçerli. İnfazlar, bir kişinin veya bir grubun egoizminin darbeleri altında bir araya geldiği eylemlerdir.

Birincisi, egoizm onlara baskı yapmalıdır. Bu nedenle, egoyu simgeleyen Firavun onları köleleştirdiğinde ve köle olduklarını hissettiklerinde, birbirlerine yardım etmek için bir şekilde kendi aralarında bağ kurmak zorunda kalırlar. Sonuçta, kişi yenilirse, içsel olarak küçülmeye başlar. Bu, kişiyi kendisini egodan kurtarmaya çalıştığı tamamen farklı bir duruma getirir. Egoizmden kurtulma girişimi Mısır’dan çıkış yoludur.

Ancak Mısır’dan çıkmak için, bu grubun egonun üstüne çıkmaya istekli olmayı kabul etmesi gerekiyor. Partzuf (sistem) adı verilen tek bir manevi birlik olarak, egoizmden özel bir arınmadan geçmeleri gerekir.

Bu manevi yapı on kısımdan, on Sefirot’tan oluştuğu için, onların arınmaları egodan, on darbe veya Mısır salgınları olarak adlandırılan, on çıkıştan oluşur.

Mükemmelliğe Nasıl Ulaşırız?

Yorum: Bilim adamları bir alarm veriyor: bir mükemmeliyetçilik salgını tüm dünyaya yayılıyor. Psikologlara göre mükemmeliyetçilik, bir ideale ulaşılabileceğine dair bir inançtır. Patolojik haliyle, kusurun var olma hakkı olmadığı inancıdır.

Cevabım: Öyleyse geriye ne kalıyor?

Yorum: Geriye kalan, gereksiz olan her şeyden kurtulmak ve deforme olabilecek her şeyi düzeltmektir. Farklı çalışmalar, tüm bunların stres, depresyon, anksiyete ve intihara yol açtığı sonucuna varmıştır.

Cevabım: Bu, ulaşılamayan yüksek taleplerin bizi öldürdüğü anlamına gelir.

Soru: Kabala’da bu ideal nedir? Neyi arzulamalı ve asla kabul etmemeli, asla vazgeçmemeliyiz?

Cevap: Yaradan gibi olduğumuz, sevgi ve ihsan etme niteliği idealdir.

Bu derece derece, adım adım bir yöntem vasıtasıyla başarılabilir. Ancak bunu, dünyamızın doğasında bulunan mevcut duyularımız ve niteliklerimizle uygulayamayız. Ek nitelikler, ek duyular edinmemiz gerekiyor ve sonrasında bu fikri içimizde uygulayabileceğiz.

İdeal olan, tüm güçleri, tüm doğanın niteliklerini en açık şekilde bir araya toplamak, onları tek bir ideal sisteme bağlamaktır ve onlar birbirlerini öylesine tamamlarlar ki kurtulmamız gereken gereksiz hiçbir şey olmaz ve içinde de eksik bir şey yoktur.

Bu, doğanın tüm unsurlarının bu sisteme girdiği, birbirini tamamladığı ve kesinlikle ideal olan bir sistemin oluşturduğu tek bir mutlak yuvarlak küre anlamına gelir.

Kabala aslında bize zıt nitelikleri orta çizgi denen şeye nasıl bağlayabileceğimizi öğretir ve sonrasında her şey mükemmel bir şekilde çalışmaya başlar.

Soru: Kusur nedir? İnsanın içindeki ve toplumdaki kusur mu?

Cevap: Kusurun birçok farklı seviyesi ve alt seviyesi vardır. Ana kusur, bir kişinin kendisini bütün olarak görmesidir.

Soru: Kusurun toplumda yeri var mı?

Cevap: Kusurun toplumda bir yeri vardır. Kusur duygusu sayesinde toplum sürekli kendini geliştirebilir. Onsuz yaşayamayız. İnsanları hayvanlardan farklı kılan aslında budur- kusurlarını sürekli hissetmeleri ve bunun da onları her zaman gelişmeye zorlamasıdır.

Soru: Mükemmeliyetçiler her şeyi kesmek ve düzeltmek mi istiyor?

Cevap: Hiçbir şeyi kesmeye veya atmaya gerek yok çünkü bu dünyadaki hiçbir şey sebepsiz yaratılmadı.

Her şey, dünyanın bilerek parçalanan ideal resminden kaynaklanıyor ve parçaları bir yapboz gibi toplayıp yeniden bir araya getirmeliyiz. Yani tek bir fazlalık parça veya parçacık yok.

Soru: Manevi mükemmeliyetçi nedir?

Cevap: Manevi mükemmeliyetçinin, mükemmeliyetçi olduğunu düşünmüyorum. O, tüm yaratılış parçalarını tek bir mükemmel resme yerleştirmeyi gerçekten arzulayan bir kişidir. Bu duruma Adem denir yani tamamen Yaradan’a benzeyen bir sistemdir.

 

On Emir ve Yaratılış Eylemi

Yorum: Zohar Kitabı, On Emir’in on yaratılış eylemine karşılık geldiğini söyler.

Cevabım: On Emir, “Domeh” kelimesinden köken alan “Adam (Adem)”- “Yaradan’a benzer” olarak adlandırılan iç imajımızın bir modelini oluşturmamız için gereken on ana kriterdir.

O halde On Emrin ne olduğunu anlamamız gerekir. Yoksa bu, sokaklarda “çalmayın” mı? Ya da birini “öldürmeyeceksiniz” mi? Ya da komşunuzun karısıyla flört etmeyin mi? Yoksa bir kişinin gerçekten Yaradan’a eşit hale gelmesinin bir sonucu olarak bazı özel, içsel değişikliklerinden mi bahsediyoruz?

Emir, kişinin ıslah olmuş egoist manevi niteliğidir. Başka bir deyişle, Yaradan’ın saf olmayan (Klipa- kabuk) denilen zıt görüntüsünü yavaş yavaş kendi içimizde keşfetmeli ve Yaradan’a benzer bir görüntüye dönüştürmeliyiz.

Niteliklerimizdeki bu değişime “emrin yerine getirilmesi” denir.

Bizler, böyle 613 niteliğe sahibiz. Bu nedenle 613 ıslah yapmalıyız. Ama dünyamızdaki kişide Yaradan’a zıt tek bir nitelik görmediğiniz sürece, onun içinde hiçbir şey yoktur.

613 emir ona bölünmüştür. Yani, on gruba ayrılırlar.

Yaratılış eylemine gelince, bu emre bağlıdır, çünkü Yaradan insanı, Kendisini zıt bir biçimde damgaladığı, bir balmumu mühür olarak yarattı: Baskıda dışbükey olan içbükey hale geldi.

Böylece Yaradan, Kendisinin zıt niteliğini yaratarak, kendisini yaratılış malzemesine damgaladı. Yaradan’da ihsan etmeyi, sevmeyi ve ifşa olmayı amaçlayan 613 pozitif nitelik vardır. Ve bizim içimizde, hepsi zıt bir biçimde kendini gösterir: Almak, aç gözlülük, herkesi hor görmek, herkesi ve her şeyi kullanmak, gurur, rekabet vb.

Yaradan basitçe tüm niteliklerini aldı ve onları bize ters biçimde damgaladı.

Dünyanın Tüm Suçluları – Bir Kişinin İçinde

Soru: “Çalmayın”, “zina yapmayın” ve “öldürmeyin” tanımları ne anlama geliyor?  Ne ya da kimden bahsediyorlar?

Cevap: Bu hepimizin hakkındadır çünkü her saniye öldürüyor, çalıyor ve zina yapıyoruz.

Gerçek şu ki, bizler egoist, ıslah olmamış koşullarımız içindeyiz ve bu, bu eylemleri gerçekleştiriyorum demektir.  “Öldürme” veya “çalma” niteliğimi eğer ıslah etmediysem, o zaman onun içindeyim.

Bunu uygulayıp uygulamamam önemli değil.  Manevi mahkeme, kişiyi potansiyeline göre değerlendirir.  Yani, içinizde belirli bir durumda öldürebileceğiniz bir nitelik varsa, o zaman şimdi öldürüyorsunuz, bu da potansiyel olarak bir katil olmadığınız anlamına gelir.

Manevi dünyada, bir kişiyi özel olarak bu duruma getirmemize gerek yoktur.  Yani siz bir katil, tecavüzcü, hırsız ve diğer her şeysiniz.

Bu şu anda sizi pek rahatsız etmiyor.  Ama tüm potansiyeli, farkına varılmamış nitelikleri hissetmeye başlayacağınız zaman gelecek: şimdi öldürüyorum,  soyuyorum,  aldatıyorum.  O zaman dünyadaki tüm acılardan sorumlu olduğunuzu hissedersiniz.  Artık dayanamazsınız.

Işığın insana etki etme şekline göre, insana gerçekte kim olduğunu gösterir ve aynı zamanda ışığın hangi kaynaktan geldiğini gösterir, sonra ışığın geldiği yer olan Yaradan’la arasındaki bu fark ve potansiyel olarak tüm korkunç niteliklerin içinde olduğu gerçeği, kişide korkunç bir içsel utanç haliyle hissedilir.

Onu yakan bu utanç cehennem olarak adlandırılır.  Bu aslında cehennemdir.  Bu nedenle, kişi ondan kurtulmaya hazırdır.  Ama kurtulmak o kadar kolay değildir.

Cehennemde on bir ay vardır, bu kişinin Yaradan’a zıt olma durumundan geçtiği, Yaradan’dan farklılığının korkunç hislerinden dolayı içten içe yandığı manevi aşamalardır ki, bu on bir aydan sonra durumunu Yaradan’la form eşitliği yönünde ıslah eder ve cennet denen duruma gelir.

Neden Üst Işığın Etkisine İhtiyacımız Var?

Herkes İçin Zohar, Şemot , Madde 18: Yaradan onlara, “İçinizde ölüm var mı? Tora’da “Bir adam çadırda öldüğünde” ve “Bir adam ölüme layık bir günah işlediyse ve öldürülürse” yazılıdır. İçinizde Dinim’e [yargılara] ihtiyaç duyduğunuz günah var mı? ‘Çalmayacaksın’ diye yazdığı gibi, sizde hırsızlık ya da soygun var mı? Aranızda “Zina etmeyeceksiniz” denen, kadınlar var mı? ‘Komşuna karşı yalancı şahitlik etmeyeceksin’ diye yazdığı gibi, içinizde yalan var mı?  ‘Göz dikmeyeceksin’ diye yazdığı gibi, içinizde açgözlülük var mı? Neden Tora’yı diliyorsun?”

Soru: Kişi kendini haklı çıkarmayı bıraktığında, hırsızlık yaptığını, zina yaptığını açıklar mı?

Cevap: Evet, bunu itiraf eder. “Kabul etmek” ne demektir? Bundan kurtulmak istiyorum demektir.

Sadece “Bu bizim doğamız, ne yapabilirsiniz ki?” demiyor. Örneğin, görünüşte zeki insanlar çok sık televizyonda görünüyorlar ve dünyada neler olup bittiği hakkında konuşuyorlar “Biz neysek oyuz, ne yapabilirsiniz?”diyorlar. Bu seviyeden diğerine geçmeleri gerektiğinin farkında değiller. Bu gerçekten bir kişinin içinde ortaya çıkmaz, sadece Kabala ile uğraşırsa çıkar.

Belli bir hazırlık süresi vardır ve sonra kişi şunu fark etmeye başlar: “Derimden çıkmalıyım, dışarı atlamalıyım.” Ve sonra onu kendisinin üstüne çıkarmak için ıslah eden ışığa ihtiyaç duyar. O zaman Zohar Kitabına ihtiyacı vardır.

Ve onun satırları bizim için anlaşılmaz, kesinlikle gerçek dışı, herhangi bir mantıktan yoksun, kafa karıştırıcı ve tuhaf görünse de,  onları okuyarak üst ışığı çekeriz. Bizim için tamamen mantıksızdır.

Bunu neden yapıyorum? Çünkü daha yüksek gücün benim üzerimde hareket etmesini ve nasıl ve neden değişebileceğimi bulmak için, seviyemi onun seviyesine göre değerlendirmeme yardım etmesini istiyorum. Ve esas olarak, bunun için özel bir ön koşulum olmamasına rağmen, bunu yapıyorum.

Kabala çalışmaya başlayan bir kişi, bunun onu nereye götüreceğini anlamaktan çok uzaktır. Bu yüzden buna ihtiyacın yok ve ihtiyacın olmadığı da söyleniyor.  Ama ona ihtiyacı yokmuş gibi görünse de ve sürekli olarak onunla ilgili yanlış bir şey olmadığını söyleyerek kendini haklı çıkarmasına ve kaynağa, Yaradan’a geri dönen ışığa ihtiyaç duymamasına rağmen, yine de Kabala’yı uygularken, sonunda bu ışığa olan ihtiyacı fark etmeye başlar

İki Tür İçsel Analiz

Soru: Sina Dağı, Hasadim’i, merhamet niteliğini sembolize eder.  Hermon Dağı, Hohma, bilgelik niteliğidir.  Zohar Kitabı neden dağlardan bahsetmektedir?

Cevap: Dağ, “Irurim” (şüpheler) kelimesinden gelir.

Bir insanda şüpheler ve sorunlar ortaya çıktığında, ancak ilerlemek istiyor ve nasıl yapılacağını bilmiyorsa, o zaman önünde bir dağ belirir.  Eğer kişi, dağa tırmanmayı yani egoist problemlerinin, niteliklerinin ve şüphelerinin üzerine çıkmayı seçerse, o zaman ışığın kaynağına sahip olur.

Zohar Kitabı iki dağda bahseder çünkü mevcut gerçekliğin iki tür analizi vardır: tatlı ya da acı, gerçek ve yalan. Bizler, merhamet ışığının (iyi veya kötü) yardımıyla tatlı veya acıyı ve bilgelik ışığının yardımıyla gerçek ve yalanları analiz ederiz.  Bundan şu sonuç ortaya çıkar ki insan her zaman bu iki analiz arasındadır; tatlı ama yalan veya acı ama doğru olabilir.

Soru: Maneviyattaki tatlılık ve acılıktan mı bahsediyoruz?

Cevap: Önemli değil.  “İnsan” dediğimiz şeyin, içimizde büyümesini sağlamak için bu iki tür hissiyata ihtiyacımız var.  Egoizmimize dayanarak baktığımızda, biz insan değil, sadece hayvanız.  Belki bazı yönlerden maymunlardan biraz daha akıllıca, ama onlardan çok daha mutsuz diyebilirim.

Gerçek şu ki, hayvansal büyüme, gelişme ve varoluş işareti, acı yerine tatlı seçeneğidir.  Ve gerçek ya da yalan olması önemli değildir.  Gerçek her zaman tatlılığın olduğu yerdir.  Ve eğer acı ise, kendime bunun bir yalan olduğunu söylerim.

Ahlakımız sadece bunun üzerine inşa edilmiştir.  Dünyada neler olup bittiğini görüyoruz: benim için yararlı, iyi ve tatlı olan, gerçek budur.

Bunun içinde, insanlar sürekli olarak birbirleriyle çatışmaktadır çünkü herkes kendi tatlılığını istemektedir.  Dahası, herkes diğer bir kişiyi, haklı olduğuna ikna etmek ve bir şekilde onu kendi tarafına çekip kazanmak ister.

Bu nedenle, manevi dünyaya giriş, kişinin,  “acı-tatlı” analizinin üzerine çıkması ve kendisini yalnızca gerçek ve yalanlara göre analiz etmeye ve tamamen gerçeğe bağlı kalmaya başlaması, yalan tatlı görünse de gerçek acı olsa da kendini yalanlara tamamen yabancılaştırması gerçeğinde yatmaktadır.

Diğer bir deyişle, kusursuz bir doğru-yanlış analizini ancak acı-tatlı analizi de beraberinde getirirseniz yapabilirsiniz. Ve bu analizlere doğru bir şekilde hakim olursak, o zaman kendimizi, doğamızın üzerinde inşa edebiliriz.

İki dağın ya da iki yaklaşımın anlamı budur. İsmail (Esav, merhamet niteliği) bilgeliğin niteliğidir.  Ve bu iki niteliğin birleşimi gerçekleştiğinde, tatlı gerçeğe dönüşecektir çünkü her iki niteliğin de sizin içinizde çakışması için kendinizi ıslah ettiniz. Bu, kişinin içsel gelişimi ile ilgilidir.  Sadece bu.

Dinle, Oku ve Gör

Soru: Baal HaSulam’ın Şamati (“Duydum”) adlı kitabında, cehennem hissi içerisinde olan bir kişinin, onu bu histen çıkarabilecek tek şeyin, her şeyin ondan kaynaklandığı üst güç olduğunu anladığı yazılmıştır. Ama kişi bunun için önce bu üst gücü hissetmek zorunda mıdır? Çünkü ancak o zaman gerçekten talep edebilir.

Cevap: Elbette. Kişi bunu hissedene kadar her şey anlamsızdır.

Bu nedenle Kabala bizden herhangi bir ön koşul talep etmez. Sadece dinleyin, okuyun ve bu bilimin bahsettiği her şeyi görün. Kabala, dünyamızda her geçen gün büyüdükçe ve farklılaştıkça yeni nitelikler edinen bir çocuğun değişmesi gibi, sizi de değiştiren gücü ifşa eder.

Bir yetişkin değişmez. Kendini her türlü yeni izlenim ve hazla doldurur. Ama bir çocuk değişir, gittikçe daha fazla ve daha fazla kazanır.

Bu, Kabala’nın bize yetişkinler gibi davranarak, içimizde yeni bir insan yetiştirme şeklidir. Bu nedenle, yeni özellikler, yeni bir zihin edinir ve her gün yeni hissederiz. Bu, bizi -Yaradan’la eşit, benzer hale getiren “Adam (Adem)” denilen özel bir niteliktir.

Bu kesinlikle olacak. Sadece kitabı açmanız ve sistematik bir şekilde çalışmanız gerekir. İnternette bunun için her olasılık var. Herkesi davet ediyorum. İnsanlar, içlerinde tam anlamıyla günden güne veya en azından haftadan haftaya ne gibi değişiklikler olduğunu görecekler.

Kabala, bize ifşa olması gereken, yeni gerçekliğin algılanmasına yaklaşmamız için, bizi çocuklar kadar saf olmaya davet eder. Ve bu şekilde davranırsak, gerçekten yetişkin olacağız.

 

Bilinç Nedir?

Soru: Bilinç, zihin ve akıl gibi kavramları ayırmak mümkün müdür? Yoksa hepsi bir midir?

Cevap: Bilinç, sadece bilgi alanını değil, onun kaynağını da hissettiğimizde mümkündür. Bu kaynağı hissettiğimiz ölçüde, onun imgelerini oluştururuz ve buna bilincimiz denir.

Bilinç yüksek olabilir ve sıradan olabilir, daha düşük olabilir, çocukluğumuzdan itibaren bize yetiştirilme yoluyla, çevrenin etkisi vasıtasıyla vb. aşılanabilir. Ve içimizde geliştirebileceğimiz bilinç, sadece alma arzumuzda değil, aynı zamanda edinilmiş ihsan etme niyetimizde de hissedilen ek algılardır.

Ve sonra bilgi alanını hissetmeye başlayacağız. Neredeyse araştırdığımız ve ilgilendiğimiz her şey, hangi alanda olduğumuza bağlıdır çünkü içimizdeki dünyanın bütün resmini oluşturur; benim ve dünyanın resmini.

Sizi hissederim, etrafımdaki dünyayı, olan her şeyi hissederim. Bu nereden gelir?

Bunun benim içimde olduğu açıktır. Şu an pratikte kendimle bir ayna karşısında konuşuyormuşum gibi konuştuğum açıktır. Bilincin ne olduğunu bilmekle ilgileniyorsam, öncelikle kiminle uğraştığımı ve bu alanın ne olduğunu bulmalıyım. Özellikleri nelerdir, üzerimdeki temel etkileri nedir, benden ne ister, neden beni böyle sınırlı bir algıyla yarattı?

Onu daha fazla hissetmek için neden bu tür gelişim aşamalarından geçmeliyim? Bilincin yanı sıra neden hisler de var? Neden bu alana yaklaşırken ya da uzaklaşırken, belki de araştırmamı engelleyen olumlu ya da olumsuz hisler bende ortaya çıkar?

Bir bilim adamının kimya ya da fizik alanındaki araştırmasını belirli hislere bağlarsanız – bunu sever, sevmez, bundan hoşlanır ya da hoşlanmaz şeklinde – o zaman bu hisler ona müdahale edebilirler mi?

Tüm bu olguları objektif olarak inceleyebilmesi için hislerinin üzerine çıkması gerekir.

Bilinç, çevredeki alanın etkisi altında kendimi nasıl algıladığımdır. Bilinç, beni etkileyen alanın bir imgesidir. Arzusu, niyeti ve planları, doğanın benden ne istediğini bulmak için ondan almaya çalıştığım her şeydir.

Eğer sonunda tüm bunları kendi içimde bir şekilde biçimlendirirsem, buna bilincim diyebilirim.

Soru: Bazı araştırmacılar temel olarak bilgi alanından bahsederken, diğerleri bilinç alanından bahsediyor. Ama bilgi alanı nesnel olarak var ise, o zaman bu bilgiyi algılayan bir nesne olmadan bilinç hakkında konuşmak imkansız mıdır?

Cevap: Bir Kabalist olarak hiçbir şeyin objektif olmadığını söylemeliyim. Her şey, sadece onu algılayan kişiye göre var olur. Ve bir kişinin dışında ne olduğunu söyleyemeyiz bile. Kendimizden çıkıp dışımızdakileri algılamaya başlayacak ne araçlarımız ne de yeteneklerimiz vardır. Bu bize verilmemiştir.

Verme Arzusu

Soru: “Verme arzusu” diye bir ifade var. Bunun kökü, niteliği ve gelişimi nedir?

Cevap: Bu vermek istediğimde duyduğum arzudur, ihsan etme arzusudur. İhsan etme arzusundan (Yaradan) ve alma arzusundan (yaratılmış varlık) başka bir şey yoktur.

Etrafımızda somut eşyalar ve nesneler görmemiz bir yanılsamadır ve bütün bunlar aslında mevcut değildir. Başlangıçta tek bir arzu vardı, daha sonra alma arzusu yaratan Yaradan, ihsan etme arzusu. Bu iki arzu birbirinin karşısında yer alır.

Alma arzusuna bağımsızlık vermek için, o kendisi için niyetiyle yaratılmış ve geliştirilmiştir. Kendi iyiliği için arzu hissettiği ölçüde yani ego, Yaradan’dan ayrıdır.

Kişi Yaradan’dan uzaklaştıkça, alma arzusu aynı zamanda bir şeyden kopuk olduğunu hisseder ve şunu merak eder: “Neden varım? Bana neler oluyor? Beni kim yönetiyor? ”

Bütün bu sorular boş, cevapsız kalır ve sonra şöyle bakmaya başlar: “Beni kim, ne için ve neden yarattı?” Yavaş yavaş harekete geçmeye, onun kaynağını aramada ilerleme kaydetmeye başlar ve sonunda ihsan etme arzusunu bulur.

Kişi, çevresinde başka bir arzunun, bir ihsan etme arzusunun var olduğunu anlamaya başladığında, ancak kendi içinde var olduğunu ve ihsan etme arzusunda olduğunu hissetmediğinde, onda her türlü çatışma ve kararlar gerçekleşir. O zaman kendisinden çıkmak ve Yaradan ile temas içinde olmak isteyen yaratılmış bir varlık hakkında konuşabiliriz.

Soru: Gruba girene, kişiye başlangıçta, orijinal arzu olan verme arzusu mu verilmiştir?

Cevap: Yaradan, bir kişiyi Kendisine doğru ittiğinde ve onu Kendisine yaklaştırmak istediğinde, ona böyle arzular verir. Bir tür insanı cezbeder, onunla flört eder.